Modeller üretildikleri kadar yaşar

Bir haftalığına gülistan olmak.

Ne güzel!

Derin’lerden pis kokuların yükseldiği ülkemin her tarafını, bir haftalığına da olsa gül kokusu saracak. Güler gülünün muhabbeti, bülbülleri coşturdu. Kargalar ve yarasalar, herhalde bundan rahatsız oluyorlardır.

Özellikle son yıllarda Kutlu Doğum Haftası’nın daha bir coşkulu geçmesini neye borçluyuz?

Ben mahut ve meşum “28 Şubat” budamasına diyorum. Budanan güller daha gür ve gümrah açıyor. Baksanıza, milletin dinine imanına tahammül edemeyenlerin hırçınlığına inat, sıradan insanlar daha fazla dindarlaşıyor. Allah’a savaş açan ebeveynlerin çocukları, Allah’a koşuyor. Buna ister “ilâhî intikam”, ister “rahmet-i Rahmân” deyin, bu böyle.

Malumlar bu dindarlaşmayı “tehlike” olarak algılıyorlar. Bir bakıma doğru.

Ama kim için tehlike?

Milletin dindarlaşmasının, kimler için tehlike oluşturduğunu tahmin edebilirsiniz.

Allah’ın kullarını kendi ideolojilerine ve sahte ilahlarına kul etmek isteyen özgürlük düşmanları için. Bu ülkeyi babasının çiftliği gibi kullanan “modern” üfürükçüler, “ilerici” hırsızlar, “çağdaş” eşkıyalar için. Kumarbazlar, madrabazlar, hokkabazlar, düzenbazlar için. Alkol, kadın, uyuşturucu ve bilumum günah tacirleri için.

Mazbut bir aileye sahip olamadığı, böyle bir aile ortamından mahrum kaldığından, aileye ve aileyi ayakta tutan tüm değerlere düşman olan ahlaksızlar için. Nefsine kul şehvetine esir olduğundan dolayı, milletin körpe kızlarını potansiyel partner olarak görmek isteyen şehvetperestler için. Sigarasını yakmak için bütün bir ülkeyi kundaklamaktan çekinmeyecek kadar bencil ve çıkarcı sapıklar için.

Bu dindarlaşma sürecek.

Bir, bu dindarlaşmayı tehlike olarak görenlerin bu ülkeyi yüz yılın en kötü yönetilen ülkesi yaptıklarını millet ayan açık gördüğü için sürecek.

İki, onların bu ülkeye verecek hiçbir şeyleri olmadığı için sürecek.

Üç, bu zümrelerin, bu milletin cebinden safa sürüp keyif çattığı halde, her seferinde karnını doyurduğu çanağı kirlettiğini, hatta tekmeleyip kırdığını gördüğü için sürecek.

Dört, mahut azgın azınlığın hiçbir sahici değerden nasibi olmadığı tecrübeyle sabit olduğu için sürecek.

Beş, bu ülkenin başına örülen çoraplardan dindarların sorumlu olmadığı, sorumluların hep özüne yabancılaşmış, dinden imandan kopmuş zümreler arasından çıktığı için sürecek.

Hepsinden öte, bu dindarlaşma, Kur’an gibi bir rehber, Hz. Peygamber gibi üretilebilir bir model olduğu için sürecek.

Medeniyetimizin sıra dışı kafalarından, tarihin tanıdığı gerçek bir “entelektüel garip” olan Ebu Hayan et-Tevhîdî (ömürlük hasılatı olan eserlerini toplayıp ateşe vermişti), “İnsan insanın en büyük sorunudur” der. Bununla zımnen şunu da demiş olur: insan Allah için bir sorun teşkil etmez, edemez. Ediyorsa -ki ediyor- insan yine kendisi için sorundur.

Değil mi ama? Bu memleket de dahil, mevcut dünyanın sorunlarını başlıklar halinde alt alta sıralayın bakalım. İnsani, imânî, felsefî, ilmî, iktisâdî, siyâsî, askerî ve ekolojik sorunlarının tümünün temelinde yatan etmen ne? Tabii ki, “haddini-değerini bilmeyen” insan.

Peygamberlik kurumu, Allah’ın yeryüzüne açtığı en büyük kredi olan insan, haddini-değerini bilsin, sorunun değil çözümün parçası olsun diye, Allah tarafından ihdas edilmiş ulvi bir kurumdur.

Peygamberler, insanlığın “prototipleri”, hakîkî modelleridir. İnsanı yaratan ve yarattığını en iyi bilen Allah tarafından, “insan” olmak isteyen herkese (“insan doğulmaz, olunur”) sunulmuştur. Allah’ın sunduğu bu sahici modelleri göz ardı eden bir dünyanın, cilalı dünyanın sunduğu “fotomodellere” itibar etmekten başka çıkar yolu gözükmemektedir. Kılavuzu karga olanın varacağı yeri söylemeye gerek yok.

Alemlere rahmet Hz. Muhammed de “model” misyonuyla (usvetun hasenetun) gönderilmiştir. Bu misyonu ona Allah yüklemiştir. Onun alemlere rahmet olması, gayr-ı irâdî ve –vehbî- bir oluş değil, irâdî ve kesbî bir oluştur. Fânî bedeniyle değil, bâkî misyonuyla alakalıdır. Bu misyona sahip çıkıp onu hayatlarına taşıyanlar, bunu yapabildikleri oranda Allah Rasulünün rahmet olduğu “âlemlere” dahil olurlar. Yoksa, onun âlemlere rahmet oluşu berikiler için bir -banko bilet- değildir. Aksine, peygamberin misyonuna ihanet etmenin dünya ve ahiretteki bedelini öderler.

Unutmamalı ki, bir peygamber gerçek anlamda Ruhunu Allah’a teslim ettiği için değil, misyonunu sürdürenler bulunmadığı için ölür.

Şimdi, her mümin, Kur’an’ın “hayata dönüşmüş biçimi” olan Allah Rasulüyle ilgili tasavvurunu yoklasın. Biz Peygamber’in üreticisi miyiz, tüketicisi mi? Daha dobra soralım: Peygamber balına konmuş sinek miyiz, yoksa o petekte bulunan arı mı?

Yorum Yaz