Mübarek suç (!)

Feiza ferağte fensab”.

Yaygın anlayışa dayanarak bu aziz ayeti “bir işle yorulunca başka bir işe geç” diye çevirmekte bir sakınca yok.

Asıl olan, bu ayetin altında yatan anlamı doğru okumak: Yatma! Yatmanın mazereti yok. Tatil yok, tebdil var. Unutma, Şeytan tatil yapmaz! Tatil yapmayan Şeytan’a karşı hangi tedbiri almayı düşünüyorsun ey mümin muhatap?

Ayetin çağrıştırdığı anlamlar bununla sınırlı değil. O halde yapılacak şey belli: Tatil değil, tebdile girdiğimizi bilmek. Tebdil, yani değişim, değiştirme, değişiklik. Bu tebdil mekanla sınırlı değil. Asıl tebdil, akleden kalbin tebdilidir. Çünkü akleden kalbimiz nicedir acıkmıştı. Şimdi yazı fırsat bilip onu doyurmaya zaman ayırmak gerek.

Özellikle de okula giden çocuklar için “tatili” bir yeniden inşa fırsatı bilmek. Ama önce bir virüs taramasından geçirmek gerekiyor. Neden?

Nedeni belli? Okullarda virüs kaptılar da ondan. Temiz kafalarına, taze yüreklerine mikroplar doluştu. Onları önce ayıklamalı. Bunun için iyi bir anti-virüs programı gerekli. İşte herkesin araması gereken şey bu.

Bu anti-virüs programının dine ilişkin, tarihe ilişkin, coğrafyaya ilişkin, sosyal bilgilere ilişkin versiyonları olmalı. Dahası medyanın, bilinçsiz kitlelerin, sokağın, özellikle televizyonun bıraktığı virüslerin ayrıca taranması gerekli.

Çocuklar kitapla tanıştırılmalı. Özellikle de kitaplar kitabı Kitab-ı Kerim ile. Bu tanışma sadece yüzeysel olmamalı. Kur’an’ı yüzünden okumak, Kur’an’la yüzeysel tanışmak, onunla samimi olmamak demeye gelir.

“Yüzünden okumak” ifadesi bile bunu çağrıştırmıyor mu?

Size birinin “yüzünüze güldüğü” söylense, bunu hayra yorar mısınız? Dersiniz ki, “yüzüme gülmüş”, demek ki içime gülmemiş.

İşte bundan dolayı, Kur’an’ı sırf yüzünden okuma, Kur’an’ın yüzüne gülmektir. O da sizin yüzünüze güler, içinize değil. Fakat Kur’an’ı hem yüzünden hem içinden anlayarak, kavrayarak, bilerek okuma, vahyin içine gülmedir. Vahiy de o insanın içine gülecektir. Bundan sonra vahyi hayata aktarmak gelecektir. Ama unutmayalım ki, anlaşılmayan bir şeyin yaşanması söz konusu olamaz.

Siz aldırmayın bu ülkenin Allah’la ilişkisini kesmek isteyen meymenetsizlere. Onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Tamamlayacaktır da, bunu kimin eliyle yapacağını O bilir. Fakat mesele bizim elimizle tamamlamasıdır. Biz bu işe talip olalım.

O nurun taşınmasında bir rol de biz alalım. Tıpkı Nur Sûresi 35. ayetteki “lamba” gibi.

Olabiliyorsak, lambanın (mısbah) yakıtı olalım. Bu yakıt; yandıkça tükenen değil, yandıkça çoğalan türden bir yakıt. İlim gibi, hikmet gibi, irfan gibi. Yakıtken ışığa dönüşüp nur olmak var işin sonunda. Gözlere nur, gönüllere sürur olmak var.

Yakıt olamadık diyelim. O zaman fitil olalım. Işık bizden yayılsın. İman bahçesinde sırık olmak da fasulye olmak kadar muhteremdir. Nur lambasında fitil olmak, vahyin yazıldığı kâğıt olmak, imanın girdiği yürek olmak, Kur’an’ın yerleştiği hafıza olmak kadar güzeldir.

Onu da olamadık. Lambaya cam (zücace) olalım. Işığı kem rüzgârlardan koruyan bir cam. Peygamber sırtında duran bir zırh gibi, Talut’un elinde bir kalkan gibi, Süleyman’ın başını koruyan miğfer gibi?

Onu da olamadık. Bari lambanın durduğu oyuk (mişkât) olalım. Işığa yardım ve yataklık yapalım. Suçumuz bu olsun: Işığa yardım ve yataklık yapmak. Ne mübarek iştir ışığa yardım ve yataklık yapmak. Varsın karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı karanlık adamları bizi ışığa yardım ve yataklık etmekle suçlasınlar. Biz daha fazla suç ortakları bulalım. Suçumuzu sevelim ve haykıralım: Ey mübarek suç! Seni işlemek onurdur!

Asıl affedilmez suç, aydınlığa alet olmak yerine karanlığa sessiz kalmaktır.

Yorum Yaz