Muhammed Esed ve meali (III)

Esed’i “rasyonalist bir tevile kaymak”la, hatta düpedüz “rasyonalist olmak”la suçlamadan önce, haksızlık yapmamak için, onun mucize, melek, cin, şeytan, sihir gibi konularla ilgili ayetlere yaklaşımını üçe ayırmak gerek:

  1. Sahih hiçbir delile dayanmaksızın akıl alanının dışına itilen ayetleri, ait olduğu alana geri döndürmek:

Buna Bakara 73’ü örnek verebiliriz. Bu ayet, akli alanın dışına taşınan ayetlerden biridir. Bazılarının sandığı gibi bunu ilk fark eden de Esed değildir. Reşid Rıza el-Menar’da şu açıklamayı yapar: “Buradaki “darb” (vurma) konusunda birçok rivayet naklederler. Denilir ki, bu sözcükle kastedilen ineğin dili ya da budu ya da kuyruğuyla öldürülen kişiye vurmaktır. Dediler ki: İsrailoğulları ineğin parçasıyla vurdular, maktul dirildi ve “beni kardeşim, ya da yeğenim falanca veyahut da başka biri öldürdü” dedi. Ayet, bununla ilgili bir metin bile değilken, nasıl bunca ayrıntı verir? Daha önce de açıkladığımız gibi, bu olay fail-i meçhul cinayetleri çözümlemek için uygulanan bir yöntemdir. Buna göre, bir cinayet suçu işlendiğinde katil tespit edilemez ve maktul de bir yerleşim birimine yakın bir yerde bulunursa, oranın halkından kim onların şeriatlarında tanımlandığı gibi gelir de kurban edilen ineğin üzerinde elini yıkarsa o cinayeti işlememiştir. Bunu yapmayan kimsenin katil olduğu ortaya çıkar.” (el-Menar, 1/351)

Evet, tefsir ve tevil, “lafız-mânâ-maksat” üçlüsünü birbiriyle çatıştırmadan “meramı” ortaya koymaktır. Doğrunun bir parçasını görenlerin tamamını görenleri suçlaması komik bir durum. İsrailoğulları’yla ilgili en olağan haberleri bile mucizevi bir havaya büründürmek Müslümanların üzerine vazife mi, vecibe mi? İsrailiyyat’ın ilk asırlarda tefsir ilmini nasıl istila ettiği erbabının malumudur. Kaldı ki bu malumat doğrudan Tevrat’tan değil, tıpkı yukarıdaki ayetin tefsirinde olduğu gibi, Talmut ve daha tali kaynaklardan bize geçmiştir. Hadi ayetin sonundaki “Allah’ın ölüyü diriltmesi” ile beş ayet sonraki “kısasta hayat vardır” (2.179) ve Maide 32’deki “bir insanı dirilten” ibareleri arasındaki bağ fark edilemedi diyelim. Bari Tevrat’taki bu ayetin ele aldığı konuyu tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açıklayın ilgili bölümü (Tesniye xxı, 1-9) okunsaydı ya? Bunu ilk tefsir otoritelerinden bekleyemeyiz. Çünkü Tevrat’ın bilinen ilk Arapça çevirisi çok daha sonraki yüzyıllara aittir. Ama bugünkülerden beklemek hakkımız değil mi?

Aynı şey “Alçak maymunlar (gibi) olun” (2.65) ibaresine yaklaşımı için de geçerlidir. Bu ayetteki “maymunlaşma” fiziksel ve bedensel (mesh) olarak anlaşılmıştır. Bu bir yorumdur ve üstelik sahih bir dayanaktan da yoksundur. Onun için Mücahid bunu “ruhsal ve ahlaki maymunlaşma” olarak anlamıştır. Fakat kimse çıkıp da İbn Abbas’ın bu seçkin şakirdini “rasyonalist” olmakla suçlamamıştır. Peki, en az diğeri kadar, hatta mutada uygun olduğu için vahyin “öğüt verme” maksadıyla örtüşen bu görüşü benimseyen niçin suçlanır?

Sihir konusundaki yaklaşımı da öyle (Bkz. 2.102). İslam’ın rasyonel (rasyonalist değil) damarını temsil eden Mutezile’nin büyük imamları sihre Esed’den daha dışlayıcı yaklaşmışlardır. Sahi sihrin “etkisini” ve itibarını savunmak, neden ‘akidevi’ bir yükümlülük gibi algılanır ki? Bu konuda yapılacak hiçbir tevil ihtimal dışı değildir. Suçlama vesilesi de olamaz. Bunu yapanlar, Hanefi imamların bu konuya yaklaşımını da biliyorlar mı?

  1. Her iki alana da ihtimali olan çok anlamlı (zu-vücuh) terim ve ibareler:

Buna Esed’in yine bir boyutuyla “akli” değil “nakli” olan cin meselesinde ortaya koyduğu yaklaşım gelir. Geleneksel tefsir, ağırlıklı olarak “cin” terimine “tek anlamlı” bir terimmiş muamelesi yapar. Bu yaklaşım tıpkı Kur’an’daki tüm “salat”ların “namaz”, tüm “secde”lerin “namaz secdesi”, tüm “fitne”lerin “imtihan”, tüm “zikr”lerin “anmak” manasına geldiğini söylemek kadar yanıltıcıdır. Esed doğru ve yoğun bir çabayla Kur’an’da “cin” teriminin birden çok anlam taşıdığını iddia etmiş ve bunu da mealinin sonuna koyduğu “ek”te izah etmiştir. O, müfessirin mutlaka yapması gereken “istikra yöntemini” esas almıştır. Konuyla ilgili tüm parçaları alt alta dizerek, bunlar arasındaki farklılık ve benzerlikleri tesbit ederek, bir sonuca ulaşmaya çaba göstermiştir. Onun bu yöntemini göz ardı edenler, onun cin, şeytan vs. gibi akıl-üstü alanlarda “aşırı sübjektif yoruma” (teassufi tefsir) gittiğini, “rasyonalist” bir tutumla “cinlerin varlığını inkar ettiğini” iddia etmişlerdir.

Eğer maksadımız doğruyu bulmaksa, bir yazarın bir konuda ne düşündüğü hakkında kesin hüküm vermemiz için, onun o konuda söylediklerinin tamamına muttali olmak gibi bir endişemizin olması şarttır. Esed, Buhari şerhi İslam’ın İlk Yılları’nda, cinlerle ilgili bir hadisin altına düştüğü notta şöyle der: “Sıradan şüpheci sadece duyularının delaletine dayanmaya ve günlük deneyimini aşan herhangi bir şeyin varlığını inkar etmeye fazlasıyla hazırdır.” Bunun ardından Batılı bir bilginin “varlığını sınırlı duyularımızla hissedemeyeceğimiz başka bedenlerin ve görünmeyen varlıkların mevcudiyeti” konusundaki satırlarını “görünmeyen nesnelere karşı -sözde- modern tavra” (bu ibare aynen Esed’e ait) karşı bir cevap olarak nakleder (s. 163).

  1. “Makul” olanın değil “menkul/mansus” olanın konusu olan bazı mucizeleri zorlama yorumlarla, akli olana indirgemek:

Esed’e yapılacak tutarlı bir itiraz, bu alanda yapılmalıdır. Fakirin de, onun bu alandaki bazı yorumlarına itirazı vardır. Fakat adil olabilmek için onun mucizeler konusunda akli yaklaşımını, önce üçe ayırmak gerek.

Ama görüyorsunuz ki “yerim dar”. Cuma’ya…

 

Yorum Yaz