Muhammed Kutub’la hasbıhal

Okur meraklı. Tadında kalması şartıyla, okurun meraklısı iyidir.

Geçen seferki yazımda Muhammed Kutub’a yaptığım atıf üzerine, meraklı okurlardan bazıları soruyor: “Ne konuştunuz?”

Anlatayım. Aslında Üstad Muhammed Kutub ile olan görüşmemizi bir iki yazıyla aktarmak istiyordum. Fakat umre ziyaretimiz üzerine araya daha yoğun gündemler girdi. Netice itibarıyla, yazmak istediğim yazıyı bir türlü yazamadım.

Muhammed Kutub, bilindiği gibi İslam dünyasının yakından tanıdığı bir İslam mütefekkiri. Yirmiyi aşkın eserinden birçoğu Türkçeye de çevrildiği için, Türkiyeli okur tarafından da tanınıyor.

Onun Türkiye ile olan ilişkisi, sadece çeviri eserleriyle sınırlı değil. O kendini Osmanlı olarak gören biri. Bu yüzden, İstanbul’u mesken tutmuş. Bilenlerin malumu, yıllar boyunca her yılının bir kısmını İstanbul’da, Beylerbeyi’nde geçirmiş. İstemiş ki çocukları Türkçeyi Türkçe’nin vatanında öğrensinler. İstediğini elde etmiş de. İki oğlu da, Türkçe konuşabiliyor. Bize, büyük oğlu Üsame klavuzluk etti. Benimle güzel bir İstanbul Türkçesi ile konuştu.

Üstad Kutub, Mekke’de ikamet ediyor. 80?ine merdiven dayamış olmasına rağmen hayli dinç ve sağlıklı görünüyor. Ağabeyi Seyyid Kutub’un şehadetinin 40. sene-i devriyesi münasebetiyle, onun Seyyid Kutup hakkındaki sorulara verdiği cevaplardan bir kısmını okurlarımla paylaşmak istiyorum.

Üstad Muhammed Kutub, muhatabını can kulağıyla dinliyor ve tane tane konuşuyor. İlk fark ettiğim şey, kendisine İngilizce sorulan suallere İngilizce cevap vermek istemediği. Yol refiklerimizden Prof. Dr. Nihat Bengisu ve Amerika’dan gelerek kafilemize katılan Dr. Murat Güzel beylerin İngilizce sorularına Arapça cevap vermesi, bunun bir delili.

Üstad Muhammed Kutub’un, akademik kariyerinin İngiliz Edebiyatı olduğunu biliyor muydunuz? Şahsen ben kendisinden öğrendim. Ağabeyinin kendisine tefekkür ve yazarlık konusunda rehberlik yaptığını söylüyor. “Merhum Seyyid sayesinde İslami bir yazar olarak intişar ettim” diyor. Kendisi de, 10 yıla yakın hapiste yatmış. Ağabeyinin mücadelesine ortak olmuş. Daha sonra Mısır’ı terk edip Suudi Arabistan’a yerleşmiş.

Mükalememiz Arapça sürüyor. Hoşbeşten sonra, sohbetin akışı bizi doğrudan Şehid Kutub konusuna getirdi.

Seyyid Kutub hakkındaki anılarını kendi kaleminden okumak istediğimizi söylediğimde, burukluğunu belli ederek “O benim hem üstadım, hem kardeşim, hem de parçam” dedi. Belli ki, onun hakkında konuşmak bile üstadı yoruyordu. Üstelemediğimiz halde, Seyyid Kutub’un hayatını baştan sona anlattı. Yetiştikleri evi tasvir etti. Merhum Seyyid sayesinde bir medrese haline gelen evlerindeki ilim ve tefekkür atmosferinin derinliğini dile getirdi.

İhvan-ı Müslimin lideri Hasan el-Benna’nın suikasta kurban gidişini, Seyyid Kutub’un hayatındaki dönüm noktalarından biri olarak işaret etti. O sırada Merhum Şehid boğazından ameliyat olmak için hastanede yatmaktadır. Hasan el-Benna’nın şehid olduğunu tevafuken öğrenir. Şöyle ki: Hastane personeli kutlama yapmaktadır. Nedenini sorduğunda, Hasan el-Benna’nın şehid olduğunu öğrenir. İşte o anda ve orada farkı fark eder ve kararını verir. Döndüğünde İhvan-ı Müslimin teşkilatıyla birlikte çalışmaya başlar.

Üstada, Seyyid Kutub’da gördüğümüz keskin Doğu-Batı karşıtlığına katılıp katılmadığını sordum. Verdiği cevabın özetini, önceki yazımda aktarmıştım. Üstadın Batı’ya (ve ABD’ye) bakışı oldukça netti: Bize verecek hiçbir şeyleri yok. Ebu Gureybi ve Guantanamo’yu dile getirdi. Avrupa ile bizim farkımız medeniyet farkı değil, mahiyet farkıdır dedi ve ekledi: “Onlar (Promethe efsanesine atıfla) Yaratıcı ile savaşır, bizler teslim oluruz.”

“Bütün bu olanlarda hayır vardır” dedi ve ekledi: “Allah Kur’an’da açıkça vaad ediyor. Ben İslam’ın gelecekteki parlak hakimiyetinin müjdesini Kur’an’da görüyorum” diyerek şu ayeti okudu: “O (Allah), Elçisini hidayet ve hak din ile gönderdi; böyle yaptı ki, onu tüm (batıl) din (ve hayat tarzlarının) üzerine galip kılsın.”

Bir de yaşanan bir örnek verdi: İslami tesettür. “Arap topraklarında tesettürlü sayısı Türkiye’dekinden kat kat fazladır. Ama İslami tesettür bilincinin en yüksek olduğu yer, eminim ki Türkiye’dir” dedi. Bu durumu, Türkiye’deki tesettür yasağına bağladı. Üstüne basa basa söylediği şuydu: “Çektiklerimiz bizi olgunlaştıracak”

Bir cümlesi çok dikkat çekiciydi: “Müslümanların kendine gelmesi bir anda olacak.”

Murat Güzel Bey, Fi-Zılali’l-Kur’an’da geçen bazı yorumlarından yola çıkarak, Seyyid Kutub’un “tekfir” hakkındaki düşüncesini sordu. Üstad Kutub, bu konuda ağabeyine yapılan ithamların asla haklı olmadığı söyledi ve ekledi: “O Müslümanı asla tekfir etmiyor; onun yaptığı tek şey, Allah’ın hükmünü dile getirmekten ibarettir.” Ağabeyinin, “Bizler davetçiyiz, kadı değil” dediğini aktardı.

Biz bu sözü, İhvan’ın ikinci lideri Hasan el-Hudeybi’nin eserinin adı olarak biliyorduk. Bazıları bu kitabı, Şehid’in Yoldaki İşaretler kitabına bir reddiye olarak takdim eder. Meğer, kitabın adı bile, Seyyid Kutub’dan mülhem imiş.

Üstad önemli bir iddiada, hatta meydan okumada daha bulundu: “Merhum Şehid’in insanları şiddete çağıran bir tek cümlesi yoktur”.

Dünyada yaşayan bir şehid ile ahirette yaşayan bir şehidi konuşmak ne güzel!

 

Yorum Yaz