Muhammediyye cemaati ve Amin Reis

İslam’ın cemaat modelinin, takvanın doğal bir uzantısı olduğunu düşünürüm.

Kur’an’da çok kez tekrarlanan “Takvalı olunuz” emrinin veya “takvaya eresiniz” fiilinin çoğul kalıbıyla gelmesini de buna yorarım. Takvaya ermede cemaatin rolü, bana hep sanıldığından da önemli görünür. Sanki İslam cemaati içinde yaşayan bir şahsiyet, takvaya ermede, tekil yaşayan bir Müslüman’dan kat kat daha avantajlı imiş gibi gelir.

Kıtalararası yolculuk yapacak kadar uzun soluklu uçuşlar gerçekleştiren göçmen kuşlar, “cemaat” halinde yaşarlar. Tekil yaşayan kuşlar, daha güçlü olsalar bile, hiçbir zaman böyle bir ayrıcalığa sahip olamayacaklardır. Bu da, birlikten doğan gücün bireyden doğan güçten daha verimli ve bereketli olduğunun bir göstergesi.

İslam’ın yayılış tarihi, başından beri, dost düşman herkesi kendisine hayran bırakmıştır. Çok kısa bir zaman diliminde üç kıtaya yayılan Muhammedi davetin yayılış hızının sırrını çözmek için, birçok oryantalist ter dökmüştür. Bizce bu işin sırrı, yine bu davetin ‘cemaate’ verdiği önemde yatmaktadır.

Bireycilik, vahşi kapitalizmin de, kutsal karşıtı sekülarizmin de, insanı her şeyin ölçütü kabul ederek onu haddini bilmez eden hümanizmin de temelinde yatan esas sebeptir. Güven tahtını kredi kartına terk etmeden, iman tahtını rasyonalizme terk edemezdi. Sonunda bireycilik şahsiyete, bencillik ben idrakine galip geldi. Benden “biz”e ulaşamayanların, benden bencilliğe ulaşmaktan başka çıkar yolları kalmamıştı.

“Ben”den, “ben idrakine”, oradan da “biz”e ulaşanların oluşturduğu bir yapıdan söz edeceğim bu yazıda: Endonezya’daki Muhammediyye hareketinden.

Önce şu rakamlara bir göz atın lütfen:

3980 anaokulu ve kreş, 6728 ilkokul, 3279 ortaokul, 2776 lise ve meslek lisesi, 101 meslek yüksekokulu, 13 öğretmen yüksekokulu, 32 ilahiyat fakültesi, 166 üniversite. 47 tam teşekküllü hastane, 217 poliklinik, 161 aile eğitimi ve danışmanlık merkezi, 13 büyük şirket, 5 İslami usulle çalışan kredi bankası, 81 mikro kredi enstitüsü, 15000 cami ve mescid, 30 milyon hektar vakıf arazisi?

Kendi kendinize “Bu bir devlet mi, cemaat mi?” dediğinizi hisseder gibiyim. Devlet değil, cemaat. Bu cemaatin müntesip sayısının 30 milyonu bulduğunu söylersem sanırım bu rakamların arkasında yatan insan kaynağı daha iyi anlaşılır.

Cemaat’in tarihi çok eski değil. Hicaz’da İslami ilimler tahsil etmiş Ahmet Dahlan tarafından hicri 1330 (1912 m.) yılında kurulmuş. Dikkatimi bir şey çekti. Açe’de Üstat Hasan Kunkali ve Üstat Müdaveli tarafından kurulan iki büyük medrese de aynı tarihlere rastlıyor (1910 ve 1912). Üstelik bu üstatlar da aynı yerde okumuşlar.

Buradan şu çıkıyor: Bir avuç yiğit ve cins insan, 20. yüzyılın başında, hamiyet sahiplerince ilim tahsili için seçilip Hicaz’a yollanmış. Üstat Dahlan’ın tahsilden dönünce başladığı nokta da hayli dikkat çekici: Yetimler. Yetimler için Cogcakarta’da açılan bir eğitim merkezi, bugün 17000 küsur adadan oluşan Endonezya’nın tamamına yayılmış.

Cemaat eğitimden organizasyona, siyasetten ekonomiye, sağlıktan spora hayatın her alanında örgütlenmiş. Açe Meclis Başkanvekili Veysel Karani Bey’e Muhammediyye cemaatinin lideriyle görüşme arzumuzu bildirince, oracıkta randevuyu ayarlayıverdi.

Cakarta’nın merkezi semtlerinden birinde kurulu cemaatin ‘uydu şehrine’ vardığımızda, düzenli ve mazbut bir kurumsal yapının varlığı her halinden anlaşılıyordu. Özel birimlerin çalıştığı uydu kente girdiğimizde, cemaatin hayata vurduğu İslami damga daha bir hissediliyordu. Kapıyı bizzat Amin Reis açtı. Arapçayı çok iyi anlayıp meramını ifade edecek kadar da konuştuğu halde, daha baştan şu cümleyle girişi dikkat çekiciydi: ‘Tahsilimi İslami ilimler alanında Arap diliyle yapmadığım için utanıyorum.’

Prof. Dr. Amin Reis, bir üniversitede hocalık da yapıyordu. Amerika’da hem lisansüstü eğitim almış, hem de hocalık yapmıştı. Ama bu onun anti Amerikancı olmasını engellememişti. ABD’nin bölgeye ve İslam dünyasına yönelik politikalarına şiddetle karşıydı. Muhatabım aynı zamanda 5 yıl Endonezya Meclis Başkanlığı da yapmıştı.

Endonezya siyasetinde hâlâ etkili olduğu, gazete manşetlerini süsleyen demeçlerinden kolayca anlaşılıyordu. Olağanüstü tevazuuyla dikkat çekiyordu. Programında olmamasına rağmen, bizi makam aracıyla cemaatin merkezine, oradan da namaz kılmak için Cakarta’nın en büyük camii olan İstiklal Mescidi’ne götürdü. Yolda, askerinden siviline, küçüğünden büyüğüne kadar herkesin üstada gösterdiği hürmet ve tazim görülmeye değerdi.

İki buçuk-üç saatlik bir zaman diliminde hemen her konuda konuştuk. Yakındığı şey, Endonezya’nın ekonomik bağımsızlığını elde ettiği halde, siyasal bağımsızlığını hâlâ elde edememiş olmasıydı. Asker devlet başkanını, ABD’ye karşı şahsiyetli bir politika izlemediği için eleştiriyordu. Cemaat olarak eğitimde hedefi yakalamışlar, toplumla kaynaşmayı başarmışlardı. Ona göre, Endonezya’nın kaderi İslamlaşmaktı; Endonezya kaderine koşuyordu. Sahi, kaderine koşan sadece Endonezya mı?

 

Yorum Yaz