Müjde! Kemalist “takva” ERKE huzurlarınızda!

Günlerdir bayram yapıyorum. İçim içime sığmıyor. Bir sevindirik oldum, bir sevindirik oldum ki, sormayın.

Zaten biliyordum “şu çılgın Türkler ”in bir gün dünyaya parmak ısırtacaklarını. Hatta bundan adım gibi emindim. Hep kendi kendime diyordum ki, “Bekle ey dünya! Bir gün Kemalizm’in mucizesi semalarında parlayacak! İhtiyar suratında bir tokat gibi patlayacak! O gün aklın şaşacak, dilin tutulacak, nutkun duracak, küçük dilin boğazına kaçacak ve parmağını ısıracaksın!”

Bizimkiler bunun bir yolunu mutlaka bulacaklar; öyle olmazsa böyle, kolaylıkla olmazsa zorla, siville olmazsa askerle; ama mutlaka yapacaklar bunu!

Hislerimi bastırmasını hep bildim. Hasretimi içime gömdüm. Hep şu tür zılgıtlar yedim: 80 yıllık Cumhuriyet döneminde dünya çapında hangi bilimsel gelişmeye imza attınız? Hangi bilim dalında küresel bir başarı gerçekleştirdiniz? Ona buna hava atıp caka satma dışında, bilimde, teknolojide, felsefede, sanatta dünya çapında neyi başardınız? Böyle diyenlere karşı öfkemi hep yuttum. İçimden onlara, “Bekleyin, yakında görüşürüz!” dedim.

Sükûnetimi “Japonya 2. dünya savaşından çıktı dünyanın en gelişmişler ligine girdi, Kemalistlerin elindeki Türkiye ise 2. dünya savaşına girmediği halde Kore’nin, Singapur’un, Tayvan’ın gerisine düştü” diyenlere karşı bile muhafaza ettim. Onlara da içimden hep “Hele durun! Bizim Kemalistler bir gün mutlaka dünyaya parmak ısırtacaktır! Ben bu laflarınızı o gün geldiğinde size yedireceğim” dedim.

Biliyordum; bizimkiler sabrımı sınıyorlardı. Biliyordum; sabreden derviş, muradına ermişti. Kemalist tekkeyi beklemekten vazgeçmedim. Tekkeyi bekleyen çorbayı içerdi. Ben de bekledim ve işte? Nihayet o gün geldi çattı.

Sonunda ben kazandım. Şimdi bir kuş gibi uçuyorum. Artık bana kimse “80 yılda dünya çapında hangi gelişmenin altına imza attınız?” diye horozlanamayacak. En azından ben, bu tür sözler karşısında “hık-mık” diye bin dereden su getirmekten kurtulup, göğsümü gere gere cevap vereceğim:

-Attık ya, senin dünyadan haberin yok!

-Neymiş o?

-ERKE! ERKE! ERKE!

“Evreka! Evreka!” diye peştamalla sokağa fırlayan Arşimet gibi, akşama kadar haykıracağım; avazımın çıktığı kadar, dilimin döndüğü kadar, gücümün yettiği kadar. Bunu bir “vird” olarak çekeceğim; isterseniz siz buna “Erke zikri” deyin. Dilimden düşmeyecek.

Her hatırlayışımda Kemalizm’e olan inancım güçlenecek. Güçlenecek ya, çünkü bu bir “güç ve kuvvet makinesi”. Makinenin bu niteliği, makineye olan inancımı bile kuvvetlendiriyor. Ne hayaller kuruyorum bir bilseniz.

Mesela, makinenin yapım aşamalarını hayalimde şöyle canlandırıyorum:

Bizimkiler, makineye katkısı bulunan tüm mühendis ve teknisyen ekibini önce alıp Anıtkabir’e götürmüşlerdir. Götürmemişlerse, bu işe Kemalist besmele ile başlamamışlar demektir. Yok yok, mutlaka götürmüşlerdir. Ben onlara güveniyorum. Orada, Ata’dan izin almışlardır. Zaten almasalardı, böyle başarılı olmaları mümkün olmazdı.

Makinenin hammaddesini de Anıtkabir’e götürmüşlerdir. Yine hayal dünyamda, Anıtkabir’e gidemeyecek parçaların, Anıtkabir mozolesine sürülmüş bir bez ile bir iyice mesh edildiğini kuruyorum.

Bazı zevzekler çıkmış “bilimsel değil” diye kendini bilmezce laflar ediyorlar. Destur bre kendini bilmez! Sus, yoksa çarpılırsın! Bilime iman etmiş bir kadronun elinden çıkmış Atatürk İlke ve İnkılâplarına Uygun bir icadın “Bilimsel olup olmadığı” sorgulanır mı hiç? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Bir şeyin bilimsel olup olmadığına siz mi karar vereceksiniz? Hem siz bilime iman ettiniz mi bakim! Kim bilir, yılda bir kez bile Anıtkabiri ziyaret etmemişsinizdir. İmanınız varsa bile eskimiştir. Böyle birinin, bilimden söz etmeye hakkı var mı?

Bazı haddini bilmezler de ERKE için “Bir enerji harcamadan bir enerji elde edilemez” diyor. Hurafe,and içerim hurafe! Tamam, icadın nasıl çalıştığını bilmiyorum, ama icadın reklamı için bir trilyonluk ilan veren Paşamız şöyle açıkladı: “Maddenin atalet özelliğinden yararlanılmıştır.” İşte burada dur!

Zira bu işin sırrı burada… İşin sırrını bilmeyen adamlar, çıkmışlar TV’ye “Efendim olmaz böyle şey” diye lafugüzaf ediyorlar. Makine profesörüymüş. Ne profesörü olursan ol. Önce adam ol! Bak Paşamız açıkladı. Sır kavram “atalet”. Yani “ATA-let”. Bunu bile anlamayacak kadar gerzek olana ne denir ki? “Ata” var işin içinde, “ata”. Bir işe “ata” girdi mi, işin rengi değişir. Ne bileyim, Selanik’ten getirdikleri toprağı icadın karışımına koymuş olamazlar mı? Üzerine, 40 kere nutuk okumuş olamazlar mı?

Bakın, ben bu işin dini bir boyutu da olduğuna inanıyorum. Kişisel kanaatim, bu bir iman işi zaten. Nasıl mı? Şöyle: “Takva” ne demek? Bunu bilmeyecek ne var: “Kuvvet” ve “kavi” ile aynı kökten. Hadi bilin bakalım, Arapçada ”enerji”nin karşılığı ne? Benden öğrenin: “takva” ile kardeş kelime “tâka”. Zaten “erke”de “takva” ve “kuvvet”in öz Türkçesinden başka bir şey değil. Sizin anlayacağınız bu “kuvvet aleti” ERKE var ya, “Kemalist takva” demek. “Atalet”teki “ata” da, bunun kapı gibi delili.

Koca koca paşalarımıza laf atacağınıza, gidin öğrenin de gelin cahiller!

Yorum Yaz