Mushaf ya da Laila

Tam da şairin dediği gibi:

Şarkı görmez garbı bilmez görgüden yok pâyesi

Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi

Dinsiz olabilirler. İmanı ya da küfrü, hakkı ya da batılı seçme özgürlüğünü Allah bahşetmiş. Paşa gönülleri bilir. Fakat bu ülkenin tepesine musallat olmuş malum kesimin tercihi “dinsizlik” değil, “din düşmanlığı”.

İslam’a karşı kan davaları var. Din karşıtlığını ideoloji haline getirmiş bu zümrenin tek dini var: Kin… Dinin her tür tezahürüne karşı çılgınca bir hınç ve gayzla saldırıyorlar. Kimi bu saldırıyı “hard” bir biçimde yapıyor, kimi “soft” bir biçimde.

Eli kalem tutanların saldırıları ikinciye giriyor. Taşların bağlanıp bilumum muzır varlığın salındığı bir ortamda “Sen şeriatçı mısın?” sorusu, basbayağı kuzuyu yemeyi gözüne kestiren kurt sorusudur.

Şeriat, İslam hukukunun adıymış… Her dinin bir şeriatı olurmuş… Ölülerini getirip attıkları musallada kılınan cenaze namazı da o kin kustuğu şeriatın parçasıymış… Bu halkın tasavvurunda “şeriat” sözcüğü “hak ve hukuk” anlamına gelir ve işte bu yüzden “Şeriatın kestiği parmak acımaz” dermiş… Bütün bunları kim anlar, kim dinler?

Kinini din edinmiş bu güruhun gerçeği aramak ve öğrenmek gibi bir amacı yok. Üç beş kelimenin ardına sığınıp muhalif sesleri susturmak… Hepsi bu.

Bu güruh, yeşil gözlü kadınları, içine cin girmiş gerekçesiyle her halükarda yakmayı gözüne koymuş Engizisyon cellatlarıyla aynı mantığa sahip. “Falancaya soru sorulamaz mı?” imiş… Peh! Soru soranlara bakınız? Post modern darbenin şakşakçıları, yaptıklarının hesabını verdiler mi ki, başkalarını sorgulama hakkını kendilerinde görüyorlar.

Bu ülkede dine karşı estirilen terörün alkışçıları onlar değil miydi? Hâlâ da değiller mi? Şu mesajı okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:

“Ben 24 yaşında askerliğini yeni bitirmiş bir endüstri mühendisiyim. Ve şu kriz ortamında iş aramakla meşgulüm. Şu ana kadar bir şirketle olumlu bir görüşme yaptım ve anlaşma aşamasına gelmiştik. Ben dostane sandığım bu ortamda namaz kılmak için gün içinde 10-15 dakika müsaade isteyeceğimden bahsedince şirket anlaşmayı bozdu. Şu an yine birkaç şirketle görüşüyorum. Ancak namaz konusunda yine problem çıkaracaklarından eminim. Bu sefer işin başında bahsetme yolunu seçmeyip işe girdikten sonra bir çözüm aramayı düşünüyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğumuz ortamında namazı kaza edebileceğim konusunda çok fazla tavsiye aldım ama pek itimat etmedim. Sizin görüşlerinizi de öğrenmek istiyorum. Emin olun amacım kendimi kandırmak ve içimi rahatlatmak değil. Aynı durumda bir de İmam-Hatip mezunu arkadaşım var. Askerden sonra iki yıl iş aradı ve şu an bulabildi. Namazlarını kılamıyor şu an ve stres altında. Tavsiyeleriniz için şimdiden teşekkür ederim.”

“Topyekün savaş” ilanının sadece gazete manşetlerinde durmadığının sayısız örneğinden sadece biri bu… Başörtüsüne karşı estirilen terörün onunla sınırlı olmadığının en çarpıcı göstergesi. “Topyekün savaş” naralarıyla hedefe konulanlar arasında namaz da var, diğer ibadetler de…

Bunun anlamı şu: Namaz kılıyorsan açlıktan öl.

Laila ideolojisi bu… “Benim hayat tarzıma karışırsan ağzını karışlarım, fakat ben bu ülkede adama ağız tadıyla namaz bile kıldırmam” demeye getiriyorlar işi.

Post modern darbe, Laila’nın yanında Leyla’nın örtüsüne karşı açılmış bir savaştı…

Post modern darbe, alkolün yanında fakat namazın karşısındaydı…

Okullarda örtülü kız görmektense, tuvaletlerden cenin toplamaya razıydılar…

Ara sıra alışveriş yaptığımız bir bakkal bunca yıl sonra içki şişelerini dizmişti tezgaha… “Ne oldu da böyle oldu” diye sorduğumuzda, “Bize içki satma dışında para kazanacağımız alternatif bırakmadılar” diye yakınmıştı. Besbelli, kendisi de tiksinerek yapıyordu bu haram işi…

Her gün önünden gelip geçtiğim oto aksesuarcısı, birden bire işi biracılığa dökmüştü. O da konjonktüre uymuş ve resmi ideolojinin kutsallarından biri olan “alkol”e sarılmıştı…

Geçenlerde ailece Çanakkale Şehitliğini ziyarete gittik. Abide’nin altındaki savaş müzesinde bir Kur’an’ı Kerim sergileniyor. Yanındaki notta, bu Mushaf’ın şehit olan zenci bir askerin göğsünden çıktığı yazılı. Mushaf’ı bulan Osmanlı subayının kimliği de…

Şehitliğe varıyoruz. Her bir taşın üzerinde şehidin adı, baba adı, memleketi ve yaşı yazılı. Üsküp, Medine, Gostivar, Bağdat, Selanik, Kudüs, Şam… Bu taşlar “Ümmet nedir?” sorusunun cevabı sanki. Her biri Osmanlı İslam coğrafyasının bir yanından gelip burada can vermiş…

Ne uğruna diyorum, hangi değerler adına burada can verdi bu insanlar?

Bu ülkeye tebelleş olmuş yönetici elitlerdeki Oedipus kompleksi geliyor aklıma. Yani bilmeden babasını öldüren adamın kompleksi; ne ‘bilmeden’i canım, taammüden, bilerek…

O savaşta, komutanları, ölüm tarlası haline gelmiş bu yerde “Taarruza geçmelerini değil, ölmelerini emrettim” diyor… Ve kendime dönüp soruyorum: Bor’lu Mehmed’e, Medine’li Muhammed’e, Piriştine’li Hacı’ya, Ezine’li İsmail’e ölmeyi emreden komutan bu emri neye referansla vermişti? “Muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşmak için mi bunca insan kendilerine verilen “öl” emrini göz kırpmadan uygulamışlardı? Bir gün gelip uğruna can verdikleri değerlere karşı savaş açılacağını bilseler, yine de ölüme böylesine pervasız giderler miydi?

Şimdilerde göğüslerinden çıkan Mushaf suç aleti.

Laila ise resmi ideolojinin yeni mabedi…

 

Yorum Yaz