Müslüman zamanından kopup koparanlar

Bismillah. Elhamdülillah. Vessalâtu alâ rasûlillah. Vesselâmu aleykum ve rahmetullah.

İçimden, bugün yazıya böyle başlamak geldi. Ne mahzuru var? Bilakis hayrı ve faydası var. İnanırım ki: Ben Allah’ı zikredersem, Allah da beni zikreder. Bunu buyuran Allah: “Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim.” Allah tarafından anılmak? Lafı dahi insanın tüylerini diken diken ediyor. Düşünebiliyor musunuz; “Şu anda Allah beni andı” diyorsunuz. Bunun delili olarak da, sizin Allah’ı anışınızı gösteriyorsunuz. Bu delil kapı gibi. Bu delil yerinde. İşte hamdele insana bu duyguyu kazandırıyor. Besmele de öyle.

Gelelim konuya. Şu kesin: Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşen ve adına “devrim” denilen ithal uygulamalar, bu toplumu aidiyetinden koparmak içindi. Bu toplumun bir aidiyeti vardı. Bir medeniyete mensup idiler. Görkemli bir geçmişin vârisleri idiler. Bilinçaltlarında “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” mısralarının yankısı vardı. Kurucu unsur olmanın haklı kıvancını taşıyorlardı.

Böyle bir milleti kendi kimliğinden soyutlamak kolay değildi. Zaten bu kolay da olmadı. Yaşadığımız asırlık trajedi bunun göstergesi. Akıllara ziyan uygulamalarla, tepeden, metazori, ceberuti yollarla bu milleti ruh köküne bağlayan ana ve kılcal damarlar birer birer koparıldı. İşte zaman da bu damarlardan biri.

Takvim, insanların zamanı ölçmek için kullandıkları masum bir ölçü. Kur’an, güneş ve ayın yaratılışından bahsederken, zamanı ölçmeye yaradığını dile getirir. Ay takvimi, vahyin içine indiği toplumun uyguladığı takvim. 12 ay esasına dayanıyor. 355 güne tekabül ediyor. İslam’ın teklif ettiği ibadetler, hep bu takvime göre eda ediliyor. Mesela Ramazan orucu, kameri takvime göre tutuluyor. Bayramlar, kurban kesme, hac ibadeti, zekatın yılını tespit hep bu takvimi esas alıyor. Vahyin içine giriyor. Mesela Kehf Suresi’nde 300 üzerine 9 eklediklerini söylerken, güneş takvimini ay takvimine dönüştürmeye işaret etmektedir. Çünkü 300 yıllık güneş takvimi, ay takvimine dönüştürüldüğünde 309 yıl eder.

Allah Resulünün hayatındaki olaylar kameri takvimle kayıtlara geçmiş. Vahyin iniş zamanını tespitte kameri takvim kullanılmış. Bu takvim, Müslümanın ibadetinin ve inancının içine bir biçimde girmiş. Hz. Ali’nin teklifiyle Hz. Ömer’in hilafetinde, Hz. Peygamber’in hicreti Müslüman takviminin başlangıcı sayıldı. Bu, hicretin 17. yılına tesadüf ediyordu.

Müslümanlar, sonraki yüzyıllarda Müslüman zamanı olarak intişar bulan kameri takvimi uyguladılar. Güneş de ay gibi Allah’ın belgelerinden (ayetlerinden) biridir, hem de büyüklerindendir. O da zaman ölçülerinden biridir.

Mekkeli müşrikler de Medineli Yahudiler de ay takvimiyle güneş takvimi arasındaki farkı kapatmak için “zamanla oynuyorlar” idi. Buna “nesî” adı veriliyordu. Hatta bu oynayışı Kur’an “küfürde/nankörlükte ileri gitmek” olarak adlandırıyordu. Bu bir tür sahte zaman peydahlamaktı.

Güneş takvimi, ay takviminden farklı olarak 365 günlük bir zamana tekabül eder. Bu da Allah’ın koyduğu bir zaman ölçüsüdür, ayetlerdendir. Osmanlı, Batılılaşmanın hızlandığı Tanzimat yüzyılında dahi, güneş takvimine geçme ihtiyacı duyduğunda, Batı karşısında kendi kimliğini koruma refleksiyle hareket etti. Güneş takvimini Mart’ta başlattı ve adına da “Takvim-i Rûmî” dedi. Adını doğru koydu, isim hırsızlığı yapmaya tevessül etmedi. İran’la da eşitlemedi takvimini. İran’ın “nevruz: yenigün”ünden bir hafta öncesine, yani 14 Mart’a denk getirdi.

Peki, Osmanlı sonrasındaki fetrette boy verenler ne yaptılar? Bu ikisini de iptal ettiler. Gerekçe “çağdaşlaşmak” idi. Onun da altında dinden kopma, sekülerleşme yatıyordu. Peki, hicri takvimi “dini” bulanlar onun yerine neyi koydular? İsmini Papa Gregorius’tan alan “Gregoryen Takvimi’ni”. Yani, Müslüman zamanından kopup koparanlar, bu milleti Hristiyan zamanına eklemeye kalktılar.

Tabii ki, ayıp ettiler. Fakat bu, o kadar da önemli değil. Zaman geçiyor, ömür akıyor. Takvim, hangisi kullanılırsa kullanılsın, insana zamanı hatırlatan bir ölçü. Ama bir yılı diğerine devrederken “yılbaşı kutlamaları” adı altında icra edilen melanetin hiçbir iler tutar yanı yok. Durum tam bir çılgınlık!

Yıllar yılı bu çılgınlığa çanak tutan, önde giden zincirli rolü oynayan TRT, şimdi uslu. Mağdur milletimizde yavaş yavaş işin farkına varıyor. Kimlerin kendisine neler yedirmek istediğini görüyor. Gidiş şimdilik iyiye gibi. Allah tamamına erdirsin. Meselenin Hz. İsa ile alâkası yok. O bir İslam Peygamberi.

Biz Müslümanlar ona iman etmezsek, Hz. Muhammed’e de iman etmiş sayılmayız. Meselenin bu millete yutturulan zokayla ilgisi var. Siz siz olun, zokayı yutmayın. Yutanları uyarın. Allah ömrümüze, aklımıza, kalbimize ve şahsiyetimize bereket katsın.

Yorum Yaz