Nedir Patrona Halil’in sizin elinizden çektiği?

Önce, Yılmaz Karakoyunlu bir kartel gazetesindeki köşesinde Patrona Halil’e ağız dolusu iftira etti:

“Patrona Halil, aydınlık çağımızı başlattığı için Nevşehirli İbrahim Paşa’yı yüzmüştü. Sultan Birinci Mahmut, katil Patrona Halil’i saçlarından yakalayıp başını musalla taşına vururken “Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak. Aradan tam iki yüz yetmiş yıl geçmiş… Hâlâ bu mücadele sürüyor…”

Breh… breh… breh. Laik-demokrat Karakoyunlu’ya bakın, kelle istiyor. “Batı’nın yeniçerileri” kimlerin kellelerini arzu buyururlardı: Boynumuz kendilerine hep kıldan ince olmamış mıdır? Aldıklarının hesabını kim sordu ki, alacaklarınınkini kim sorsun?

Şu celadete, şu şecaate bakınız! Kerameti kendinden menkul beyimiz, o sivri diliyle sell-i seyf etmiş haydarane naralar savurarak Vural Savaş’ın tetikçiliğini yapıyor. Salkım Hanım’ın Taneleri’yle Tek Parti diktasının azınlıklara yönelik Varlık Vergisi zulmünü romanlaştıran Karakoyunlu, bu baştan sona tahrifat olan satırları Vural Savaş’ın Militan Demokrasi kitabını öveyim derken döktürüyor. Savaş’ın kitabı “demokrasi ve laiklik mücadelesinin” ürünüymüş. (!)

Beyimiz becerikli: Üç-dört satırda o kadar çok yalan-yanlış sergileme becerisi göstermiş ki, tashihini bendeniz bu köşeye sığdırmayı beceremem: İbrahim Paşa’yı III. Ahmet boğdurdu, bu bir. Yüzüldüğü “romancı” türrehatı, bu iki. Sultan Mahmut tahtını borçlu olduğu Patrona’yı saçlarından hiç tutmadı, çünkü paramparça cesedini hiç görmedi, bu üç. Dolayısıyla Karakoyunlu’nun hayal gücünü konuşturarak imal ettiği o lafı da hiç söylemedi, bu dört.

Cevap Zaman’da Mustafa Armağan’dan geldi. Armağan, Karakoyunlu’nun romancılığına “belli bir ölçüde tarihi tahrif etme” obsiyonu tanıyor. Ve ardından şu sitemi ediyor: “Yahu nedir bu Patrona Halil’in elimizden çektiği? Saltanatçısı saldırır, solcusu saldırır, Kemalist’i saldırır, İslamcısı saldırır, o da yetmez…”

Hakikaten öyle. Nedir bu zulüm, bu haksızlık? Açıp bakınız, bizim yakadan bir yığın saltanatçı-Osmanlıcı kalem, saltanatı kurtaracağım derken dürüst ve gerçek bir halk kahramanı olan Patrona Halil’i yerden yere vurup, onun haklı çıkışını tahkir ederler. Patrona Halil’e yapılan bu haksızlığı telafi için, onun hayatını ve ayaklanmasını ele alan Serdengeçtiler Hareketi 1730/Bir Halk Kıyamının Anatomisi adlı eseri kaleme almıştım. Eser 7 baskı yaptı ama “konusu Osmanlı olan masal” yazanlar hâlâ alışkanlıklarından vazgeçmediler.

Laik-Kemalist’inin, Osmanlıcı-saltanatçısının “gerici”, “baldırı çıplak”, “tellak” vs. diye tahkir ettiği Patrona Halil ayaklanması; İran seferlerinin halkı ek vergilerle (tıpkı deprem vergileri gibi) soyma aracına dönüşmesi, Rio karnavallarına dönüşen Sadabad sefahatlerinin yoksul halkı çılgına çevirmesi, İstanbul’un sırtını devlete yaslamış aristokrat tabakasının bin bir türlü ahlaksızlığı açıkça irtikap edip özendirmesi ve hepsinden öte Damat İbrahim’in korkunç boyutlardaki soygun ve suiistimallerine karşı oluşan tepki neden olmuştur.

Karakoyunlu, Damat İbrahim’e “aydınlık çağımızın başlatıcısı” payesini verirken, Cumhuriyet Batıcılarıyla Osmanlı Batıcıları arasındaki ahlaki ve psikolojik nesep bağını ele veriyor. Patrona Halil hakkındaki en çaplı araştırmanın yazarı Münir Aktepe, bir bir kaynaklarını göstererek Damat Paşa’nın “gizli bir Hıristiyan” olduğunda tüm Batılı kaynakların müttefik olduğunu yazar. (s. 152) Patrona Halil ve isyanı hakkında ikisi de İsyan günlerinde kaleme alınmış olan ilk elden kaynaklar Destari Salih Tarihi ve Abdi Tarihi’dir. (Bu ikincisi Faik Reşit tarafından transkripsiyonu yapılarak 1943’te yayımlanmıştır) Bu iki görgü tanığı tarihçiye göre, III. Sultan Ahmed’in öldürterek cesedini ayaklanan halka gönderdiği Damat İbrahim’in elbiseleri parçalandığında sünnetsiz olduğu ortaya çıkmıştır. “Bu laşe bizim matlabımız olan İbrahim Paşa laşesi değildir” (Destari v. 17, Abdi, s. 39) diye feryat etmişler, cesedin Paşa’nın Hıristiyan Kürkçübaşı’sı Monal’a ait olduğunu sanmışlardır. Ahmet Refik der ki “Paşa’nın Monal’a benzemesi mümkün değildi; Paşa aksakallı, Monal ise sakalsız, sarı bıyıklı, gök gözlüydü.”

Cumhuriyet dönemi talancılarıyla Osmanlı dönemi talancıları arasındaki muhabbetin bilinçaltı nedenini okuyucunun kavraması için Destari’nin, Damat İbrahim’in boğulmadan hemen önce yaptığı itirafı nakledeyim: “Hazinedarımda on iki bin keselik zolata ve iki sandık altın ve yalıda dahi iki sandık altın ve derun-ı hazinemde gizli taş odada bakırdan mebni on iki sandık altın vardır.”

Sadrazamlığının ilk günlerinde borç para alacak kadar yoksul olan Karakoyunlu’nun “aydınlık çağının başlatıcısı” İbrahim Paşa’nın bu devlet bütçesi gibi hazineye sahip olma yöntemini “aydınlıkçı” geçinenler daha iyi bilir. Bu serveti teslim alan kıyamın başı Patrona Halil’dir. Sizce ne yapmıştır bu “gerici” söz konusu hazineyi? Kuruşuna kadar devlet hazinesine makbuz karşılığı teslim etmiştir. (Ruznamecibaşı’nın düzenlediği makbuz koçanı B. Sıtkı Baykal tarafından keşfedildi).

Enayi “gerici”, n’olacak.

“İlerici” olsaydı, Damat Paşa ve onun günümüzdeki kafadarları gibi “hortumlardı”.

Evet, mücadele devam ediyor; kimlerle kimler arasında olduğu belli değil mi?

( 21 Temmuz 2000 )

 

Yorum Yaz