Nereden nereye? (II)

Önce meşum olayı hatırlayalım, ardından tahlilimize geçelim:

Tarih 16 Şubat 1969, günlerden Pazar. Yer Taksim Meydanı. Sol grupların oluşturduğu 25-30 bin kişilik bir kalabalık protesto gösterisi yapıyor. Protesto edilen de ne biliyor musunuz? ABD’nin İstanbul sahillerine demirleyen 6. Filosu.

Hükümetin başında “yollar yürümekle aşınmaz” vecizesinin sahibi Demirel var. Protesto yürüyüşü çok önceden planlanmış. Basında taraftarlar ve karşıtlar oluşmuş. Sol basın ve özellikle radikal solun dergileri, ABD emperyalizmine karşı cephenin kartondan kalesi.

Bir de tetikleyen olaylar var. ABD’nin Ankara büyükelçiliğine yeni atanan Robert Commer’in ODTÜ rektörü tarafından konferansa davet edilmesi bu cümleden olarak anılabilir. Öğrenciler büyükelçinin arabasını ateşe veriyorlar, falan…

Peki, olayların “İslami hareketlerle sağcılık-devletçilik-ulusçuluk arasındaki ilişki” ile ne alakası var?

Var. Çünkü 6. Filo’ya karşı sol örgütlerin düzenlediği Taksim yürüyüşüne en sert muhalefeti o günün en dindar kesimlerinin okuduğu bir gazete ve onun bugün de yazan başyazarı yürütüyor. Bu tepki çığ gibi büyüyor ve “derin güçlerin” maharetli elleriyle iki kesim Taksim’de birbirine giriyor. Tabir caizse birileri, kışkırtılan “sağcı” dindarlarla “solcu” militanları birbirlerine karşı “sopa” niyetine kullanıyor. Demirel hükümeti, “sağcı dindarlar” sopasını sallayan elin ta kendisi. Sonuçta TİP’li iki militan ölüyor.

Militan solun hala “soğuk savaş dönemi” ağzını kullanan tayfaları tarafından “Kanlı Pazar” adıyla pazarlanıp Müslümanların sırtına yıkılmaya çalışılan bu olayın, kendi ortam ve şartları içerisinde nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi şart. Bu yapılmadan, bu olayın mahiyeti anlaşılamaz. Tabi ki bu, konumuzla doğrudan alakalı olmadığı için geçiyoruz.

Biz burada, Taksim olayları bağlamında özelde “İslami kesimin” genelde sağıyla soluyla tüm kesimlerin “nereden nereye” geldiğini tespite çalışıyoruz.

Dahası, “her şey aslına rücu eder” sözünün bir kez daha tecellisini konuşuyoruz.

Dönelim ve soralım, 16 Şubat 1969 Pazar günü Taksim’de 6. Filo’ya karşı sol yumrukları havada slogan atarak kükreyen anlı şanlı “68 Kuşağı” bugün ne durumda? Şu, “pompacı” ya da “hortumcu” patronların gazete köşelerine kurulup da ruhunu ABD’ye kiralayanlar? Bunların içinde onlardan ne kadar var? Yine bu kuşağa mensup olup da, kuruldukları televizyon ekranlarından Amerikan bombalarının marifetlerinden şehvetle bahsedenler?

Onların ABD’nin başını çektiği “Global 28 Şubat sürecinde” aldıkları vaziyet bu. Ya “yerel 28 Şubat sürecinde” aldıkları vaziyet neydi? Hepsi de günah çıkartıp kutsanmış şarap ve ekmeğe talim etmek için “Kemalist kilisenin” kapısında kuyruğa girmemişler miydi? Dün “faşizme karşı omuz omuza” diye slogan atanların, 28 Şubat’ta dindarlara karşı başlatılan faşizan savaşta “kimlerle kafa kafaya” oldukları anlaşıldı.

Evet, süreç doğru işliyor. Sol aslına rücu ediyor. Onun zaten aslı faslı yoktu. O hin-i hacette kullanılmak üzere imal edilmiş bir “stepne” idi ve işi bitince onu imal edenler -mamul mal olarak değil ham madde olarak- geri aldılar.

O gün 6. Filo’yu protesto edenlerin üzerine “Allah Allah!” nidalarıyla yürümek Müslümanlara mı kalmıştı? Kalmamıştı ama Müslümanlar o gün “âkil ve baliğ” değillerdi. Daha önce de adını andığım “soğuk savaş düşünürlerine” ilaveten, “sağcı-devletçi-militer” bir söylemi İslami zanneden “öncüler”, dindar kesimlere böyle bir vizyon sunmuşlardı.

Müslümanlar da aslına rücu etti. Hissi dindarlıktan ilmi dindarlığa doğru attıkları her adım onları “asıl”larına biraz daha yaklaştırdı. Bunda tercüme eserlerden yurt dışına açılmaya, yeni kuşak dergilerden yeni kuşak İslamcı yazar ve düşünürlere varana kadar, herkesin karınca kararınca bir payı var.

Şimdi şu soruyu soralım: Günümüzde ABD’ye karşı İslami kesimler açısından en antipatik olanları da içinde bir protesto yapılsa, İslami kesimin herhangi bir yayın organında buna karşı bir “kışkırtma” yer alabilir mi? Alırsa kaç kişiden cevap bulabilir? Hepsi bir yana, o gün “vatan-millet” aşkına o milleti Taksim’e yığan yazar bunca tecrübenin ardından, bugün yazdığı gazete köşesinde yine aynı tezi işleyen yazıların altına imza atar mı? Faraza attı diyelim, kaç kişi bu yazılanlara uyup da Taksim’in yolunu tutar?

Elbette hiç kimse! Çünkü sol kesim nasıl aslına rücu ettiyse, İslami kesim de aslına rücu etmekte. “Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana” olan aslına. Günümüzde yaşanan birkaç kırılgan örnek, bu aslına dönüş “sürecinin işlemediğine” değil, “henüz tamamlanmadığına” işaret eder.

Bu arada Süleyman Demirel’de aslına rücu etti. Bunu görmek için, bir 28 Şubat gerekiyormuş. Bakınız, dün onun iktidarında ona karşı yürüyenler, bugün onunla aynı gözede birleştiler. O kadar birleştiler ki, 68 kuşağı solcularından çok satan gazetenin Genel Yayın Yönetmeni, Demirel’in, ABD’ye “ne olur biz ettik sen etme” ricacısı olarak gönderilmesi fikrini öne sürebiliyor.

Nereden nereye…

“Aslına rücu süreci” devam ederse, daha nicelerini dün görmeye alıştığınız kutupların tam karşısında görüp şaşıracaksınız. Bizden söylemesi: Şaşırmayın, sevinin. Çünkü ne vuku bulacaksa, herkesin kendi yerinde olduğu bir zeminde vuku bulacak.

 

Yorum Yaz