Neredesiniz ey yürek Fatihleri?

Herkes yiyecek, içecek, giyecek götürüyor; barınma gereçleri temin ediyor.

Bunlar gerekli şeyler, ancak bütün bu şeyler depremin sadece fiziki yaralarını sarmaya matuf yardımlar. Oysaki deprem yalnızca bedenlerde yara açmadı, depremin yaraları yalnızca fiziki alanla sınırlı değil; belki ondan daha da büyük tahribatı ruhlar üzerinde yaptı, insanların maneviyatını sarstı.

Moraliniz yoksa hangi iştahla gönderilen yiyecek ve içecekleri yiyip içeceksiniz? Ruhunuz sarsılmış, içiniz kararmış, yüreğiniz ağzınıza gelmiş, umudunuz kırılmışsa; isterse kuştüyü döşek sersinler, nasıl uyuyacaksınız?

Depremzedelerin manevi yardıma olan ihtiyacı, maddi yardıma olan ihtiyacından daha büyük… Bu ihtiyaç, depremin fiziki yaraları sarılıp günler geçtikçe daha bir artacak. İnsanlar henüz depremin şokunu üzerlerinden atamadılar. Hani, tıpkı Kur’an’da “o bir günün depremi” tasvir edilirken söylendiği gibi: “İnsanlar sarhoş olmadıkları halde sarhoşmuş gibi görülürler.” Şimdi, depremzedeler işte bu ruh hali içerisindeler.

Olayın metafizik boyutundaki korkunç tahribatı şimdilik pek fark eden yok; bunun en büyük sorumlusu da birkaç istisnasıyla olaya salt seküler bir gözlükle bakan ve Allah adını anmadan deprem haberleri vermeye kararlı olduğu anlaşılan laikçi medyadır.

Onların nazarında deprem ille de bir “doğa olayı”dır. Her şey sebep-sonuç ilişkisi içerisinde izah edilmeye çalışılır; izah edilemeyen tarafı ise bütünüyle “tesadüf”tür. Seküler dünya görüşü Allah’ın yerine “doğa”yı, takdirin yerine “tesadüf tanrısını”, ibretin yerine “şans” ve “uğur” gibi ilkel hurafeleri koymuştur. Onlar, halkın diline ve dinine yabancı bir jargonla Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya yeminli gözüküyorlar.

Bu kör ve sağır yaklaşım, ne yazık ki bazen İslami duyarlıkla yayın yaptığı kanaati yaygın olan televizyon kanallarının da hakim söylemi haline gelmektedir. Oysaki böylesi afet zamanlarında en büyük görev, sağduyu ile yönetilen medya organlarına düşmektedir. İnsanımızın yıkılan maneviyatını kaldıracak, sarsılan ruhunu sükunete ve sekinete erdirecek, inancı yara alanlar varsa onların imanını tamir edecek ve her şeyden öte dünya-ahiret dengesini doğru bir orantıyla kurup insanlara ölümün bitiş anlamına gelmediğini hatırlatacak yayınlar yapmak, en birincil görevleridir.

Sözün burasında, manevi imar seferberliğinin kendisinden beklendiği Diyanetin ne işe yaradığı sorulacaktır. Evet, son günlerin en sık sorulan sorusu budur: Diyanet nerede? Ben, bana “Diyanet nerede?” sorusunu soranlara, “Devlet neredeyse Diyanet orada” cevabını veriyorum.

Öyle değil mi ama Diyanet de bir devlet kurumu ve devletin tüm diğer kurumları gibi, bu afet sırasında çuvallayıp havlu attı. Milletin cenazesini kaldıracağı yerde, sistemin namusunu kurtarmak için “ısmarlama fetva” ve “fotokopi hutbe” hazırlamakla meşgul.

Deprem haftasında, içlerinde üst düzey görevlilerin de bulunduğu birçok diyanet mensubundan aldığım mesajlardan anlıyorum ki, tam deprem haftasında Diyanet önemli bir görev yapıyordu: Tüm il ve ilçe müftülüklerine verilen emirle “imamların da irtica ile mücadele etmesi” talimatı verilmişti. Evet, gülmeyin; aynen böyle; deprem haftasında İstanbul’daki kimi ilçe müftüleri imamları toplayarak “irtica ile mücadele etmeleri” emrini tebliğ ediyordu.

Bunun anlamı; imamlar “irtica” adı verilen İslam’la mücadele edecekler demekti; biliyorum bu, ADD’yi ya da Bay Yekta’yı “Kemalizm’le mücadele” için görevlendirmek kadar gülünç, ama ne yapalım ki burası Türkiye.

“İrtica” adı altında İslam’la ile mücadele görevi verilen Diyanetten manevi imar seferberliğine girişmesi beklenemezdi. Hele, depremin üçüncü gün Gölcük’te namaz için girdiğim camide gördüğüm “çağdaş imam” tipiyle bunu hiç beceremez. Tesadüfen şahit oldum; imam kendisine gelen cenaze yakınlarını azarlıyordu. Ahlak-ı Muhammedî ile mütehallik imamlar disiplin cezalarına çarptırılıp “irticacı” yaftasıyla kovuşturmaya ve sürgünlere maruz kalırsa, olacağı budur.

Gelelim asıl konumuza: Şimdi, depremzedeler için manevi bir imar seferberliği başlatılmalı.

Tüm gönüllü kültür teşekkülleri ve sivil örgütler, cemaatler, tarikatlar; özetle sözün özünü söyleyebilen ve sözü özünden söyleyen herkes, olayın tozu-dumanı çekilip de herkesin acıları ve sancılarıyla baş başa kalacağı önümüzdeki haftalarda çadır çadır manevi bir imar seferberliği için üçer-beşer kişilik “manevi tamir ekipleri” oluşturmalı. Çadırlara girip Kur’an okumalı, diriler ve ölüler için dua etmeli, can kaybı olan ailelerle birlikte gıyabi cenaze namazı kılmalı ve insanın tek dünyalı değil çift dünyalı olduğu hatırlatılmalı. Gidenlerin aslında “ebedi bir hayata” başladıkları, bizim de, sonunda oraya gidip onlarla buluşacağımız hatırlatılmalı.

Depremde yıkılan binalara karşılık bir teki bile yıkılmayan ağaçlar gösterilerek, kökü olanların yakılmayacağı, ağaca göre kök ne ise insana göre de imanın o olduğu hatırlatılmalı; tek katlı binaların çok katlılara inadına ayakta durduğu örnek verilerek, üst üste yığma hırsının yıkılışı getirdiği hatırlatılmalı; “yığanlarınki yıkılır” denmeli; günahlarını üst üste yığanların, kendi günahlarının altında kaldıkları, Allah’a dayananın yıkılmayacağı hatırlatılmalı.

İş başa düşünce, baş da işe düşmelidir:

Neredesiniz ey yürek fatihleri?

( 25 Ağustos 1999 )

 

Yorum Yaz