Nereye gömdün paşam?

İlham da alsanız, kaynağını göstereceksiniz. Ben de, bu başlığı bana ilham eden cümleyi haber vererek gireyim söze: İlhami Paşa’ya sorulan “Nereden buldun paşam?” sorusu.

Bana ilham veren bu cümle Gülay Göktürk’e ait. Ama hakkını yemeyelim, bu cümleyi meşhur eden, Vakit’in reytingi yüksek sayfası Arşiv’i hazırlayan Abdullah Birisi. O öne çıkarmasa şahsen benim dikkatimi çekmezdi. (Vakit’e bir teklifim var: Arşiv sayfası gazetenin ortasına alınıp, iki tam sayfaya çıkarılamaz mı? Bunun sayısız yararları var.)

Gelelim “Nereye gömdün paşam”ın izahına: Malumlar Menemen Provokasyonu münasebetiyle yine esip yağdılar. 74 yıldır yaptıkları gibi gerçeği yine gargaraya getirdiler akılları sıra. Temcit pilavına dönmüş iki slogan, üç şamata, beş tehdit? Al sana Menemen!

Nasıl olsa kimse sormuyor mahkeme zabıt tutanaklarını? O günkü politbüronun Pravda’sı niteliğindeki Hakimiyet-i Milliye’de olayın hemen ardından yayımlanan birbiriyle çelişkili yazıların aslı astarını? Daha savcı ilk ifadeleri dahi almadan, Ankara’da rejimin sesi olan bir gazetenin, en ince ayrıntısına varana kadar olayı nasıl haber yaptığını?

Geçelim bütün bunları, sadece bir tek şeyi açıklamalarını isteyelim: Kubilay’ın yedek teğmen olduğu Menemen askerlik şube komutanı Yüzbaşı Fahri’nin, şubenin penceresinden eylemcilere ateş etmek isteyen askere “Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil” diyerek neden mani olduğunu? İsteyen gidip arşivden baksın diye kaynağını veriyorum: Milliyet gazetesinin 30 Kanunuevvel 1930 tarihli nüshası. Okuyunuz:

“Hadiseyi gören jandarma komutanı elebaşlarının yanına gelir. “Ne istiyorsunuz?” diye sorar. Asinin “Şeriat istiyorum” cevabıyla karşılaşınca makamına dönüyor. Maiyetinde bulunan jandarma neferlerini odasına alarak kapıyı kilitliyor. Pencereden Kubilay’ın başının kesilmesini seyrediyor. Maiyetindeki bir jandarma neferi dayanamayıp pencereden olsun ateş etmek istiyor. Kumandan (Şube komutanı Yüzbaşı Fahri A.Ç.) buna izin vermiyor. “Bu iş sizin bildiğiniz gibi değildir” diyor.”

Buna Çölaşan mı cevap verecek, denizaşan mı? Sezer mi, asker mi, sivil mi? Kim cevap verecekse biri çıkıp cevap versin.

Biliyorum, kimsenin “gerçeği, yalnızca gerçeği” aramak gibi bir niyeti yok. Onu bunu bahane edip sürekli milleti dövseler. Dertleri bu. Dolayısıyla kimse bu ve bunun gibi onlarca soruya cevap vermeyecek, veremeyecek. Vermeye kalkarsa fosseptik patlar, ortalığı öyle bir koku kaplar ki, kimsenin burnu buna dayanmaz.

Peki, bu son sorudan da vazgeçelim mi?

Naçar. Başka çaremiz var mı? Biz ne sorulardan vazgeçtik, bundan mı geçmeyelim? Hadi leylekler oradan da geçsin, kimsenin keyfine keder getirmeden?

Ama bir sorumuz daha var ve bunun cevabında ısrarlıyız:

Menemen’le hiç alakası olmadığı halde 90 yaşına merdiven dayamış bir pir-i fani olan Şeyh Esad Erbili Efendiyi asamadıkları için hastanede defterini dürdüler. Rivayeten zehirleyerek öldürdüler. Öldürdükleri kesin de, nasıl öldürdüklerini bilemem. Kesinliğini şuradan çıkarıyoruz: Devlet, Şeyh Efendi’nin cenazesini ailesine müteaddid müracaatlara rağmen vermiyor ve gömdüğü yeri de bildirmiyor. Şimdi sevenlerinin ziyaret ettiği yeri ben de biliyorum. Orada mı değil mi, meçhul. Bu naaşı devlet gömdü, yerini de devlet söylesin.

Bilgi edinme kanununa dayanarak soruyorum: Esad Erbili’yi nereye gömdünüz?

Kulp’taki toplu mezarda 11 ceset bulanlar! Halinize şükredin. Siz, başsız da olsa cesedini buldunuz yakınlarınızın. Şeyh Efendi, oğlu Ali Efendi, alay imamı İbrahim Efendi, Said Nursi ve daha birçokları gibi mezarı ısrarla gizlenenlerin sevenleri ne yapsın?

Sahi şu bilgi edinme yasası çıkalı, cesedi kaybedilen bu insanların gömüldüğü yeri sormak için, binlerce yakını ve seveninin dilekçe kuyruğuna girmesi gerekmiyor muydu?

Bu soruya cevap vermek, “Nerden buldun paşam?” sorusundan daha kolay. “Nereye gömdün paşam” diye sormak, o kadar zor mu?

 

Yorum Yaz