Neyi yitirdik, neden yitirdik?

Yazmazsam yara açacak: Asya’daki büyük felakete karşı insanımızın vurdum duymazlığı beni hayal kırıklığına uğrattı.

Hayal kırıklığı lafın gelişi. Bu konuda hayal falan kurmuş değilim ki, kırılmış olsun. Çünkü insanımızın felaketlere karşı inandığı değerlerden kaynaklanan derin duyarlığı benim için bizzat yaşanmış bir gerçek. Onu ömrüm boyunca kaç kez müşahede ettim. En son depremler sırasında gözlemledim.

28 Şubat zorbalığının ortalığı kasıp kavurduğu o zor dönemde yerden gelen gazap bir ayeti gibi gelip çatan Gölcük merkezli deprem sırasında sayısız olaya şahit oldum. İslami vakıf ve dernekler canlarını dişlerine takıp depremin yükünü hafifletmeye çalışıyorlardı. Devletin “d”si dahi ortada yokken bazı vakıflar bölgede tam teşekküllü çadır kentler kurmaya başlamıştı bile. Ben, temiz nasiyeleriyle oradan oraya koşuşturan gençlere, kolluk güçleri tarafındın “kuduz köpek” muamelesi yapıldığına şahit oldum, ama şaşırmadım. Asıl şaşırdığım şey, o mümin gençlerin bu çirkin ve insanlık dışı muameleye rağmen metanetlerini ve afetzedelere yardım etme azimlerini kaybetmemeleriydi.

İşte şimdi de tam tersi bir şaşkınlığı yaşıyorum. Bu şaşkınlığım yüzyılın felaketine karşı Müslüman halkımızın duyarsızlığı. Bu duyarsızlık genel anlamda bir duyarsızlık. Yoksa çok özel bir takım çalışmalar yapılmıyor değil. İHH’nın bölgeye uzanan yardım elinden bu köşede felaketin hemen ardından yazdığım yazıda söz etmiştim.

Bizzat şahidi olduğum göz yaşartıcı manzaralar da yok değil. Önceki örneklerinden biliyorum: Cuma namazını beraber kıldığımız bir vakıf mescidinde topu topu 300-400 kişilik cemaatten, İstanbul camilerinin tümünden elde edilenin iki katı yardım miktarı çıktığına şahit olmuştum. Sanırım bu kez de yaşanın ona benzer bir durum. Yardımı organize eden bir yetkili namazdan çıkan birçok insanın cüzdanını son kuruşuna kadar boşalttığını söyledi. Bazıları bunu resmen çırparak yapmışlar.

Bu manzara da Türkiye’den. O halde sorun nerede? Sorun bilgilendirmede. Sorun insanımızın yüreğine ulaşmada. Sorun insanımızın yüreğine açılan kapıyı neyin açacağını bilmekte. Özetle sorun sokaktaki Müslüman’da değil, ona ulaşması gerekenlerde.

Demin bahsettiğim vakıf, yardımların bizzat bir vakıf görevlisiyle Açe’ye gönderileceğini, bununla yetinilmeyip Açe insanına moral destek verecek bir kadro oluşturma imkanlarının araştırılacağını, sonuç olumlu çıkarsa buradan böyle bir kadronun gönderilmesinin gündeme geleceğini söylediler. Ben bu tür imrenilesi işleri sessiz sedasız yapan kurumları, inanç deryamızın denizaltıları olarak niteliyorum. Bunun düşünülmesi bile beni çok sevindirdi. Vakıf dediğin işte bunu yapmalı. Yatarak, ya da cemaatçilik ve hizipçilik yapıp tüm imkanları ‘taraftar’ kazanmaya vakfederek vakıf olunmaz ki?

Burada, benden talepte bulunan okuyucularımla resmi yetkililer arasında hayırlı bir aracılık yapmak istiyorum. Bazı duyarlı okurlarım ve çevremden bizzat bana ulaşanlar, Açe’de öksüz ve yetim kalan çocuklara bakabileceklerini, bunun için hangi makama başvuracaklarını bilemediklerini soruyorlar.

Bu talebin ne kadar yerinde olduğu, dün Yeni Şafak’ta yer alan Dr. Turhan Çömez’in verdiği bir bilgiden daha iyi anlaşılıyor. Açe’de ailesini kaybetmiş çocuk sayısı 35.000. Resimde kucağındaki çocuğu emziren bir hanım var. “Emzirdiğim bebeğin kime ait olduğunu bilmiyorum” diyor. Umarım Dışişleri Bakanı Gül konuyla ilgilenir. Bu tür talepliler tesbit edilerek, gerekli şartları haiz olan aileler eliyle, Açe’nin kimsesiz çocuklarından bir miktarı daha şefkatli bir yuvaya kavuşmuş olur.

Son olarak, Avrupa’dan yazan duyarlı bir okurumun mesajını buraya alıyorum. Değerlendirmeyi size bırakıyorum:

“…

Bu güne kadar hiç zorlanmadığım kadar bu günlerde zorluk çekiyorum. Nedenine gelince: Bu gün Hollandalının birisi bana “Hasan benim anlamadığım bir şey var, dedi. Güney Asya’da bir felaket oldu ve gördüğüm kadarıyla İslam aleminden gözle görülen bir yardim gelmedi. Ve orada zarar gören insanların çoğu Müslüman. Ben de ona “Bu konuda hakkın var” dedim. Sunu belirtmemde yarar var: Burada insanlar öyle organize bir şekilde yardım topluyorlar ki, görüp de imrenmemek mümkün değil. Sadece halktan Güney Asya’ya göndermek için yüz otuz milyon euro para toplandı. Bu paraları da başta Kızılhaç olmak üzere, Sınır Tanımayan Doktorlar ve benzeri kuruluşlarla ve genelde Hıristiyan misyonerlerinin çalıştığı yardım kuruluşları ile o bölgeye ulaştıracaklar. Benim naçizane sorum şu: insanlarımız hac vazifelerini yerine getirmek için kutsal topraklara gidiyorlar, acaba bir organizasyon ile yardım kampanyası düzenlense veya orada kesilen kurbanlar o bölgeye gönderilse veya orada kesilse veya paraları bir şekilde Müslüman organizasyonlarla felaketzedelere iletilse diye düşünüyorum. Bu konuda ne yapılabilir? Ben ne yapabilirim? Yoksa burada Hollandalılara “Haklısınız” demekten başka bir şey yapamayacağım.”

İş soruya kalsaydı, cevapla halledilirdi. Fakat sorunlar cevaplarla halledilmiyor. Bu bir sorun. Medeniyet sorunu, aidiyet sorunu, kimlik sorunu, kardeşlik sorunu! Her şeyden öte, yitirdiğini bilme sorunu, yitiğini arama ve bulma sorunu!

 

Yorum Yaz