Niçin?

“Niçin” (ne için) sorusu, eskilerin eskimez ifadesiyle “esbab-ı mucibe” sorusudur. Nedenleri araştırır, gerekçeler ister, illetlere dikkat çeker.

Kur’an tefsiri alanında uzman bir hanım ilahiyatçı cemaate cuma namazı kıldırmaya kalkıyor ve kıldırıyor da. Mesele haftalarca önceden planlanıyor. Bununla da kalınmıyor, dünya medyasına servis yapılıyor.

Beş ‘n’ bir ‘k’dan yalnızca “ne” ve “nasıl” üzerinde durmak olayı anlamaya yeter mi?

Bizce yetmez.

İşte bunun için tüm ısrarlara rağmen, bu konunun fıkhi boyutunu ele almamı isteyen sorulara cevap vermeye yanaşmadım. Doğru yaptığımdan emindim ama geçenlerde Hayreddin Karaman Hoca ile birlikteyken, bir gazetecinin bu konuda kendisine yönelttiği soruya yaklaşımı, tavrımı teyit eder mahiyetteydi.

Prof. Amine Vedûd’un cuma imamlığını, Peygamberimiz’in kendisine imamlık izni verdiği Ümmü Umara’nın imamlığı ile bir tutarsak bu “tefakkuh” (derin düşünme/anlama) sonucu elde edilmiş bir “fıkh” olur mu?

Evet Peygamberimiz, “Ümmü Umara” künyeli Hz. Nesibe’ye, ev halkına imam olma izni vermişti. Cemaati arasında, evin erkek hizmetlisi/abdi de bulunuyordu. Ümmü Umara’nın, Uhud Savaşı’nda 18 yerinden yara alan “ricalu’n-nisa”dan, yani “kadınların yiğidi” sahabî bir hanımefendi olduğunu da hatırlatayım. Aynı zamanda kendisi hanesinin “reisi” idi.

Bu örnek olayı kendi şartları içinde değerlendiren Malik, Ebu Hanife, Cafer, Zeyd, Şafii ve İbn Hanbel gibi büyük fıkıh okullarının imamları bu delili hükme mesnet kabul etmemişlerdir. Fakat Taberi ve Maliki kadı İbn Arabi gibi şaz görüşü temsil eden kimi imamlar bu delili hükme mesnet kabul ederek olumlu görüş bildirmişlerdir.

Fakat bütün bunlara rağmen, Amine Vedûd’un cuma imamlığını bu bağlamda tartışabilir miyiz? Yani, bu medyatik olayı bu bağlamda tartışmak meseleyi anlama ve anlamlandırmada yeterli olur mu?

Bizce asla olmaz.

Amine Vedud’un imamlığı ile Ümmü Umara’nın imamlığını aynı kefede değerlendirmek, elbet doğru değil. Bu kendisine “Hipodromdaki at yarışları hakkında ne buyurursunuz hocam?” diye soru sorana, “Bir şey lazım gelmez evladım, bilakis sünnettir” cevabını veren hocanın düştüğü duruma benzer. “Altılı ganyan” ne olacak? Altılı ganyanı bilmeden at yarışları hakkındaki fıkhi suale cevap vermek, “tefakkuhsuz fıkıh” olur.

Prof. Amine Vedûd’un siyasi basiretsizliği ayrı bir konu, ilmî dirayet ve Müslüman kişiliği ayrı bir konu. Maalesef, her ilim sahibi, aynı zamanda “fehm” sahibi de olmuyor. Onun için “Rabbim, ilmimi ve fehmimi artır!” diye dua etmemiz isteniyor.

Amine Vedûd, beş çocuk annesi bir âlime. İki çocukla ortada kalan kadınlarımızı gözönüne getirirseniz, bunun ne demek olduğunu takdir edersiniz. Kızlarından “Müslüman kız kardeşlerim” diye söz edecek kadar da müşfik. Yıllar önce kitaplarından biri Türkçeye de çevrilmişti (Kur’an ve Kadın, çev. Nazife Şişman, İz Yay). Vardığı kimi sonuçlar tartışılabilir olsa da, ciddi emek mahsulü, özgün bir eser.

Merve Kavakçı, Vakit’teki köşesine, Amine Vedûd’un bir tesettürlü bir de tesettürsüz fotoğrafını taşıdı ve tanışık olduğu bu hanımın kendisini şaşırttığını söyledi.

Olayın ‘nasıl’ faslını herkes biliyor.

‘Nerede’ sorusu elbet çok önemli: Amerika’da. Yaşlı kurt Kissinger’in “İslam diğer dinlerle değil asıl İslam kendi içinde çatışacak” öngörüsünde (!) bulunduğu ve bu öngörünün devlet siyasetine dönüştüğü bir Amerika bu. Yani 11 Eylül’ün gölgesinde İslam’a karşı küresel bir savaş yürüten Amerika.

Beş ‘n’ bir ‘k’dan geriye “niçin” kalmıştı. O “niçin”in cevabını bulmanızda yardımcı olsun için soralım: Sahi, niçin Amerika’da? Niçin, şimdiye kadar değil de ABD’nin İslam’ı küresel ‘öteki’ ilan edip Müslüman dünyayı kuşatmaya kalkıştığı bir zamanda? Niçin “Gerçek Furkan” adlı sahte metinlerin üretildiği bir ülkede? Niçin Şeyh Kabbani’lerin “Amerika İslami aşırılığı önlemek için sûfîliği kullanmalı” dediği bir zamanda?

Amine Vedûd’un kişiliğinden, alime oluşundan, fikri çizgisinden, kadının erkeklere imameti sorunundan bağımsız ele alınması gereken bir olay bu. Elbet Amine Vedûd için akla gelen ilk kelime “hain” olmamalı. İlle de kötü niyetli olmak şart değil. Siyasi basiretsizlik bu.

Maalesef bu ender bir şey de değil. Kendi tarihimizden hatırlayalım: İT’nin (İttihat ve Terakki) üniformalı eşkıyasının gölgesinde Selanik meydanında hürriyet nutukları irat eden aziz üstatlarımızın “eski” hallerini. Yine Abdülhamid’in hal fetvasını imzalayan o büyük alimimizin o günkü ruh halini.

Tabiî ki bu zaaf eskide kalmadı. Merhum Fazlu’r-Rahman, ABD Başkan’ını, merhum Ziya-ül Hakk’ı devirerek “demokrasi” getirmeye davet etmemiş miydi? Ha, siyasi basiretsizlik, sadece “yenilikçi İslam”ın müntesiplerine ait de değil. “Gelenekçi İslam”ın yüzyılımızdaki altın ismi mütefekkir Seyyid Hüseyin Nasr’ın, Devrim’in ardından Amerika’ya kaçan Şah’ın uçağında işi neydi? Elbet bu soruları, büyüklerimizin hakkını yemeden soracak ve “niçin”lere doğru cevaplar arayacağız.

“Niçin”ler önemli. Bu soruyu doğru cevaplamadan “ne” ve “nasıl” cevaplanmış olmaz. Hz. Peygamber bu soruyu sorup doğru cevapladığı için Mescid-i Dırar’ı yıktırdı, fetih planını Mekkelilere haber vermek için ulak gönderen Hâtıb’ı cezalandırmadı.

 

Yorum Yaz