Nobel Ödülü ya da Butros Gali sendromu?

Minare’yi “kule”, ezanı “şarkı” diye çeviren sözüm ona bir mütercim var ya.

Hani şu, Müslümana ve İslam’a kini ağzından taşan malum. Biri ezana “şarkı”, minareye “kule” diyorsa, onun içinden çıktığı toplumun değerlerine ne kadar Fransız kaldığını varın siz hesap edin. İşte o, şimdi Nobel Edebiyat ödülünü alan Orhan Pamuk’a ağız dolusu hakaret ediyor.

Şimdi biz, “Madem malumlar Orhan Pamuk’a ve aldığı ödüle sallıyorlar, o halde biz Orhan Pamuk ödül aldı diye zil takıp oynamalıyız” diyebilir miyiz? Tabi ki hayır.

Malumlar öyle. Ödül meselesinde, başyazarıyla, boş yazarıyla, hoş yazarıyla, şaş yazarıyla cumhur cemaat mangalda kül bırakmıyorlar. Aslında onlar “iş bilir” ve “iş bitirir” takımıdırlar. Nal-mıh, davul-kasnak, şiş-kebap hesabı uzmanlık alanlarına girer.

İyi de, Orhan Pamuk onların kampından. Batıcılık dersinden tam not alır. İslam’a ve Müslümanlara mesafelidir; sürsen bulaşmaz. Geçenlerde verdiği bir demeçte, hiç lüzumu yokken İslamcılara salvo atışlar yapıyor, onları Batı’ya (sanki Batı onun jurnaline kalmış gibi) jurnalliyordu.

Peki de, malumlar kendi içlerinden biri olan Orhan Pamuk’a niye saldırırlar?

İhtimal 1: Orhan Pamuk’un ödül komitesine selam kabilinden ettiği “Ermeni Soykırımı Yapılmıştır” demeci üzerine, Fikir babaları olan İttihatçı çetelerin cinayetini savunmayı üzerlerine vazife bildikleri için.

İhtimal 2: “30 bin Kürt öldürüldü” demek, resmi ideolojinin amentü maddelerinden “ulus devlet” inancına aykırı olduğu için.

İhtimal 3: Orhan Pamuk, resmi ideolojiye imanını kaybedip, kâhyalarla iş tutmaktansa onların ağalarıyla iş tutmanın daha kârlı ve daha akıllıca olduğunu fark ettiği için.

Bu üçüncü ihtimali gözüm tuttu. Siz de bu ihtimal üzerinde durun. Ama önce şu Nobel Ödülü meselesine dair birkaç hususu hatırlamakta yarar var

İsveç Bilimler Akademisi’nin her yıl verdiği bu ödüller masum değildir. Birincisi, batının o bildik müstekbir ve küstah “benmerkezci” tavrının bir yansımasıdır. Unutmayın, büyükler küçükleri, efendiler kulları ödüllendirirler. İkincisi, objektif değildirler ve olamazlar. Hatta olmaları da gerekmiyor. Bir edebiyat ödülü, o ödülü verenin beğenisinin ürünüdür. Bir şeyi ödüllendiren, “ben bunu beğendim” demiştir. Onu almak isteyenler de, ödül verenlerin beğenisine hitap etmek durumundadır.

Orhan Pamuk bunu yapmış, ödülü kapmıştır. Onun ödül almış olması, iyi romancı olduğu, Türk dilinin iyi kullandığı, bazı iyi romanlar kaleme aldığı gerçeğini yok saymamızı gerektirmez. Ne yiğidi öldür, ne hakkını inkâr et. Bize ikisi de yakışmaz. Fakat Pamuk’a ödül verenler, ödülü her hangi bir eserine vermediler. Ödül gerekçesinde ifade edildiği gibi “kültürlerin çatışma noktalarını ortaya koyduğu için” verdiler.

Kimse Orhan Pamuk’a ödül verenlere köpürmesin. Neymiş efendim, bu ödül sırf edebi kriterlerden yola çıkılarak verilmemiş. Her halde yani; elin oğlu bir çuval parayı, “aferin sana çocuk, Türk edebiyatına katkıda bulundun” diye verecek değildi ya. Parayı veren, kuralı koyar. Başka türlüsünü mü bekliyordunuz? Bu anlamda ödülü alanın şu veya bu isim olmasının bir önemi yok. Asıl önemli olan, bu ödülle verilen mesajdır.

Bu mesajın iki muhatabı var: Birincisi, ödül verenlerin kendi halkları, ikincisi de eğer ödülü ötekilere mensup birine vermişlerse, ödül verdikleri kimsenin içinden çıktığı halklar.

Bu sadece Nobel’le sınırlı değil. Bakın Cannes’da ve diğer festivallerde ödül alan “ötekilerin” filmlerine hiç dikkat ettiniz mi? Mutlaka koyu bir sefaleti, açlığı, pisliği, dökülmüşlüğü, ahlaksızlığı işleyen filmlerdir bunlar. Bununla kendi halklarına verdikleri mesaj açıktır: “Hadi yine iyisiniz. Batılı olmanın değerini bilin ve keyfini çıkarın; siz birinci sınıfsınız ve en iyisine layıksınız. Sizden olmayanlar işte böyle sürünüyorlar? “Ötekiler” eserlerini sezin beğeninize sunuyor ve kapınıza diziliyor; galipsiniz, anlasanıza?” “Ötekilere” mesaj ise şu: “Bakın biz devşirdiğimizi böyle aziz eder ödüllendiririz. Tersi de geçerli: Gazabımızı çekeni de yok sayarız.”

Doğru, Pamuk’un eserleri sahiden de bilmem kaç dile çevrilmiş. Tüm dünyanın okuduğu ender Türk yazarlarındanmış. Bunda, Pamuk’un edebi yeteneğini inkar etmeyelim. Fakat söyleyin Allah aşkına, bu durumu sadece yetenekle açıklamak doğru mu? Gizli cemaat ilişkileri? Sabataist olmanın dayanılmaz hafifliği? Eş-dost dayanışması? Mavi kanlı Türklere ait olmanın getirisi? Maça daha baştan 5-0 galip başlamanın avanta(j/s)ı? Bütün bunları yok mu sayalım; sayana “enayi” demeyeceğinize söz verir misiniz?

Pamuk’un ödül alması bana Butros Gali’nin BM başkanı seçilmesini hatırlattı.

Bizzat şahit olduğum için iyi hatırlıyorum. Mısırlı Hıristiyan (eşi de Yahudi) Butros Gali’nin adı BM için geçince, sonradan görme Mısırlıların başı tavana vurdu. Bir sevindirik oldular ki, sormayın. (Kemal Derviş’i bir kenara not edin) İlk defa bir İslam ülkesinden BM başkanı seçilecekmiş. Butros Efendi seçildi. 6 ay sonra Araplara ilk kazığı attı. Ardından bir daha, bir daha? Adam karısının hatırından geçemeyip İsrail’i kolladıkça, Mısırlıların yüzü kızarmaya başladı. Bin pişman oldular, lanet ettiler, utandılar?

Ben buna “Butros Gali sendromu” diyorum. Bu ödüle karşı gösterilen yandaş veya karşıt tepkiler, görgüsüzlüğün ve aşağılık kompleksinin daniskası. Görmemişin ödülü olmuş, onu da tutmuşlar “körün taşı körün gözüne” kavgasında sopa yerine kullanmışlar?

Yorum Yaz