O bir İslamcı

Reşid Rıza, el-Menar isimli tefsirinde “Tafsilu’l-kavl fi-tercumeti’l-Kur’an” başlığı altında tam 50 sayfa boyunca (9/314-363) işlediği Kur’an tercümeleri konusundaki görüşlerinin büyük kısmını Kur’an’ın Türkçe’ye çevirisi ve mevcut Türkçe tercümelere ayırır.

Sözü, eski Maarif Nazırı Kemal Paşa’nın torunu (Albay) Cemil Said Bey’in Kur’an çevirisine getiren Rıza, sözde tercümenin ne vahim bir tahrif olduğuna şu örneği verir:

Cemil Said Bey, Yunus Suresi’nin “Biz Musa ile kardeşine: “Şehirde halkınız için kimi evleri sığınak haline getirin, evlerinizi de ibadet yerine (ya da “karargaha”) dönüştürün” mealindeki 87. ayetini şöyle tercüme (“tahrif” demeliydik) eder:

“Kavminiz için Mısır’da haneler inşa ediniz ve putlarını kıble tarafına tevcih ediniz” (9/354-355)

Dücane Cündioğlu’nun Bir Kur’an Şairi-Mehmet Akif ve Kur’an Meali- isimli çalışmasını görünce, Reşid Rıza’nın yıllar önce okuduğum yukarıdaki sayfalar dolusu değerlendirmeleri geldi aklıma ve hafızamı tazelemek için açmışken buraya da aktarayım dedim.

Cündioğlu’nun eseri, sadece Mehmet Akif Kitaplığına değerli bir katkı değil, aynı zamanda Türkçe Kur’an Tercümeleri Kitaplığına da bir katkı teşkil ediyor. Akif… Onun Kur’an meali… Akif’in şahsında mahkum edilen ‘adam gibi adamlık’ …Bu ülkenin kendi beynini öz elleriyle yiyen bir idrak hastası gibi en değerli evlatlarını unutulmaya mahkum etmesi… Bütün bunlar kaç kişiyi mi ilgilendiriyor?

Bu toplumun hafıza kaybına uğradığını göz önüne alınca, belki size de hak vermek gerekebilir. Ama böyle diyenlerin yalnızca haklı olma ihtimali var, fakat şöyle söyleyenler haklı olanların ta kendileri: Sel gider, kum kalır! İşte bu yüzden anladığımı sanıyorum şu buruk satırları:

“Tarihin hafızası da toplumun hafızası gibi midir? Asla! Tarih unutmaz, o bütün olup bitenleri kaydeder. Geçici olan belki yine geçer ama ondan yarına kalacak hep bir şeyler vardır. Bugüne kadar böyle olmuştur, hiç kuşku yok ki bundan sonra da böyle olacaktır.”

“Akif” deyince, bir zamanlar dedesinin asıldığı söğüdü bilmeden sulayan bir torun suçluluğuna bürünüveririm, nedense. İçim yangın yerine döner, gözüm gönlüm dolar. Benim muhayyilemde bir tek sözcükte bulur karşılığını Akif adı:

Adam!

Kesilen fakat eğilmeyen bir baş.

Kafa, bilek ve yüreğin; duygu, düşünce ve bileğin; Kuşeyri’nin kavramlarıyla beyan, burhan ve irfanın kendisinde imtizac ettiği muvahhid şahsiyet.

İsmail Kara’nın tasnifine göre o da bir ‘İslamcı’. Doğru; hepsi de Akçuraoğlu Yusuf’un “Üç Tarz-ı Siyaset”inden İslamcılığı meslek ve meşreb edinmiş Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ferid Vecdi, Abdulaziz Çaviş, Said Halim Paşa gibi isimlerin hem dava yoldaşı, hem çevirmeni.

Her ‘adam’ gibi onun da ayıklanacak taşı olabilir, vardır; ancak o mensubiyetini ‘tüketmek’ yerine ‘üreterek’ yaşamıştır. Akif, İslamcılığın sırtından geçinmeyen, onu tüketmeyen, aksine ‘üreten’, yüzünü ağartan bir İslamcıydı.

“Onun Kur’an tercümelerinin ulaştığı sadelik ve ses işçiliğine bugün bile ulaşılamamıştır” dersem, sanırım haksızlık etmiş olmam. Bunda sadece Türkçe ve Arapçaya vukufiyeti değil, belki onlardan da önce ‘şiir diline’ vakıf, ‘şiir kulağı’ olan iyi bir ‘şair’ olmasının payı büyüktür.

İşte bu nedenle Akif’in tercümesi hepimiz için değerliydi. Fakat yakıldı. Elbette ki konuya duyarlı herkes gibi beni de çok üzmüştür bu sonuç. Fakat tam beş yıldır Kur’an meali üzerinde tüm mesaisini harcayan ve henüz yarısını dahi tamamlamayı başaramayan bu fakir, Akif’in bu kararı almakla imanı uğruna ne muhteşem bir bedel ödemeyi göze aldığını tahmin edebilecek durumdadır. “Akif, “Kur’an Şairi” olma vasfını, asıl üzerinde yedi yıl emek verdiği mealinin yakılmasını vasiyet etmekle hak etmiştir” dersem, umarım yanlış anlaşılmam.

Ve işte bu yüzden o, bu yüzyılın yetiştirdiği ender iman adamlarından biridir. Onun aldığı bu hayati kararı tartışabilir, hatta yersiz bile bulabilirsiniz; fakat Akif’in bu kararı almakla, imanı uğruna ne büyük bir fedakarlık yaptığını görmezden gelemezsiniz. Onu anladığımı sanıyorum.

Cündioğlu’na tebrik…

Akif’e rahmet…

( 30 Haziran 2000 )

 

Yorum Yaz