Olamaz değil mi, bu kadarı olamaz?

Demirel’in 12 Eylül darbesi üzerine söylediği sözü hatırlattı, siyasetin en az Demirel kadar ustası olan eski tüfek muhatabım:

“Madem 12 Eylül’de şıp diye durdurabiliyordunuz da, 11 Eylül’de oluk oluk akan kanı niye durdurmadınız?”

Karşımda duran yaşlı siyaset kurdunun Demirel kadar şöhreti yok ama, yine de bu ülkede dönen ayak oyunlarını en iyi bilenlerden biri olarak tanınır yakın çevresinde. Bu siyaset kurduyla aramızda geçen diyalogu nakledeceğim bugün size:

-Usta, sahi, Demirel bu sözle neyi îmâ etmişti? Darbecileri neyle itham etmişti?

-Yeterince açık değil mi? Demirel’in dediği şuydu: 12 Eylül’de durdurabildiğinize göre, akan kanı 11 Eylül’de de durdurabilirdiniz. Demek ki, bunu istemediniz. Oluk oluk akan kanı, bile isteye durdurmadınız. Bu kanın suçlusu sizsiniz. Bu, kanın akmasına seyirci kaldığınız anlamına gelir. İşinizi yapmadığınız anlamına gelir. Hatta bu milletin çocuklarının kanı üzerinden darbe hesapları yaptığınız anlamına gelir.

-İyi de usta, bu kadarını yapabilirler mi?

-Oho, bu daha ne ki! Daha fazlasını yaparlar. Nitekim (Siyaset kurdu kinayeten? netekim? dedi ama, ben nitekim yazdım) Demirel ile aynı yaklaşımı paylaşanlar arasından, daha ilerisini de söyleyenler çıktı. Mesela, cuntacılar içerisinden daha sonra mülakat verenlerin bir lafı var: “Darbenin olgunlaşması”. Daha önce niçin harekete geçmedikleri sorusunu böyle cevapladılar.

-Dur bi usta, bu, şu anlama mı geliyor: Darbe olgunlaşsın diye, kan daha çok akmalı?

-Ne sandın ya! Ne kadar kan, o kadar olgun darbe. Şu halde, darbeciler yalnızca akan kana seyirci kalmak yerine, bu işi el altından teşvik etmiş olamazlar mı? Darbeci olsam, ben de böyle yaparım. Nitekim 12 Eylül öncesi kargaşa ortamında öğleden önce sağcıyı vuran silahın, öğleden sonra solcuyu vurduğu ortaya çıkmadı mı? Bu, ülkede estirilen terör ortamının altında derin ellerin olduğunu göstermez mi?

-Olamaz, bu kadarını yapacak kadar gözleri dönmüş olamaz, bunlar her kimlerse!

Ben bunları söylerken sıçradım tabii. Ama siyaset kurdu muhatabım beni duymamış gibi, benim tepkimi ciddiye bile almadı. Görmezden geldi. Ve sözü pattadanak günümüze getirerek bombasını patlattı:

-Şemdinli İddianamesinin kızgınlığını, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un kellesi bile yatıştırmamış. Baksana, 14 PKK’lının cesedini, Diyarbakır’a bir günde postalayıverdiler!

-“Sen ne diyorsun be usta?” diyecek oldum, sözümü ağzıma tıkadı:

-Bir düşün bakalım, bu ülkede 14 veya daha üzeri sayıda PKK’lının bir günde öldürüldüğü en yakın tarih nedir? Çatışmaların ayyuka çıktığı zamanları düşün. Bir de şu sakin ortamı kıyas et. O zaman anlarsın bunun vaka-yı adiyeden olmadığını.

Sahiden, ben hatırlayamadım bu kadar kalabalık bir öldürme operasyonunu. Üçünü, beşini, hatta yedisini hatırlıyorum ama bundan ötesini hatırlayamadım. Muhatabıma, beni buna inanacak kadar saf zannetmemesini de ima ederek sordum:

-Bundan ne çıkar? Sadece operasyonda öldürülen PKK’lı sayısı üzerinden böyle bir yargıya varmak, biraz uçuk kaçmıyor mu? Komplo teorisi kokmuyor mu?

“Haklısın” dedi bana, sadece olay 14 PKK’lı cenazesi olsaydı, bunu bir şekilde tevil edebilirdik. “Tesadüf” derdik, “Bu kez böyle denk gelmiş” derdik. “Demek ki bu kez, diri yakalamak yerine ölü ele geçirmeyi münasip görmüşler” derdik. Ama, bu 14 cesedin tümünün birden, Türkiye’nin en riskli kenti Diyarbakır’a postalanması da mı tesadüf? Bu paketi yapanlar, bu cenazelerin nasıl bir infiale yol açacağını hesaplamamış olabilirler mi? Sadece Diyarbakır’da değil, Van’da, Batman’da, İstanbul’da ve daha birçok yerde hükümeti zor durumda bırakan olaylar çıkacağını bilmiyor olabilirler mi? Bilmiyorlarsa, bu da en az diğeri kadar vahim değil mi? Biliyorlarsa, bunu bile bile neden yaptılar, kime mesaj verdiler?

-Yani sen bunun “hükümete” bir mesaj olduğunu mu söylüyorsun?

-Sadece hükümete değil, aynı zamanda PKK’ya da, hatta ABD’ye de mesaj.

-İyi de usta, PKK’ya mesaj için bu yola ne gerek var? İmralı’daki “zat” ellerinde değil mi? “Onlardan izinsiz oraya kedi bile giremez, mikrop bile çıkamaz?” diyen sen değil misin? Şimdi de kalkmış, AB raportörü Just Lagendjik gibi, PKK’yla aslanlar gibi savaşanları kastederek “Onlar PKK’yı seviyor” demeye getiriyorsun, bunu da benim kabul etmemi istiyorsun?

-Evlat, bu işlere Şeytan’ın bile aklı ermez. İş senin bildiğin gibi değil. Biz tavşana kaç tazıya tut denildiğini görünce artık şaşırmaz olduk. Çünkü tavşanın ve tazının, aynı mahlukun kılık değiştirmiş hali olduğunu gördük. Ondan öte bizi ne şaşırtabilir? Çok çabuk unutuyorsunuz. Uğur Mumcu niye öldürüldü? Apo’yu son anda ölümden siviller mi kurtardı sanıyorsun? Apo’yu adada boşuna mı misafir ediyorlar sanıyorsun?

Kafam karışmış, nutkum tutulmuştu. Benden hayli yaşlı muhatabıma nezaketsizlik etmeyi göze alarak, çareyi, “Hayır, ben bunu asla kabul edemem!” tepkisiyle orayı terk etmekte buldum.

Bari siz olsun benden yana olun! Olamaz değil mi, bu kadarı olamaz?

Yorum Yaz