O’ndan razıyım, ama sizden?

Geçtiğimiz haftanın Çarşamba ve Cuma yazılarını, İslamiyet dergisinin “Şeriat Dosyası” adlı özel sayısı münasebetiyle, Şeriat konusuna ayırmıştım.

Söz konusu yazılara, elektronik posta aracılığıyla farklı eleştiriler aldım. Olumlu olanları çoğunluktaydı, olumsuz olanları da vardı. Ancak olumsuz olanları, konuyu zenginleştirme, yeni bir boyut
“katma” amacı taşımıyordu. Suçlama, mahkum etme ve kalem kırma amacını taşıyordu.

Hele bir tanesi vardı ki, benim “Yahudileşme Temayülü” adını verdiğim bir tavırla, Allah’ın kanunlarından razı olmadığımı iddia ediyor, bu iddiayı tekfirine gerekçe kılıyor ve İslam’da olmayan “aforoz” müessesesini icat ederek, bizi mülkiyeti saydığı dinden dışlıyordu.

Bumarazi tavır, ender karşılaştığım bir şey değildi; yıllar yılı “tekfirci” anlayışla çok sık karşılaşmışımdır. Tabi ki bu tavrın yanlışlığını, tarihteki örneklerinden yola çıkarak dilim döndüğünce anlatmaya çalışmışımdır.

Bu tavrın, dini koruma (hamaset) refleksinden kaynaklanan bir boyutu var; onu anlamıyor değilim. Fakat bu tavır daha çok cehaletten kaynaklanmakta ve kimi zaman maddi-manevi cinayete kadar varmaktadır.

Butavrın en büyük cinayeti, Kur’an’ın ifadesiyle “imanı inkar etmesi”, onun değerini yok saymasıdır. Fakat bu tavrın sahipleri bilmiyorlar ki, “imanı inkar eden kimsenin ameli boşa gider”. (5.5)

Allah’tan, O’nun bizim için razı olduğundan razı olmamak, iman taşıdığını iddia eden hiçbir kimsenin cür’et edemeyeceği kadar büyük bir cürümdür.

Kaldı ki, Allah’ın muradı “insanın saadeti”dir ve Kur’an düşüncesinin tek ana teması “insanın kurtuluşu”dur. İnanan ama mes’ud olamayan, Müslüman olduğunu iddia eden fakat başta ahlak alanı olmak üzere, hayatın her alanında battıkça batan insanlar, sadece kendi sorumluluklarını değil, kendilerine bakarak İlahi hakikatten uzaklaşanların da sorumluluklarını

Sonra “nedir Allah’ın hükmüne razı olmamak”? Köşe başından çıkıp gelen kimsenin, suçunu itirafa niyetlenmiş bir mücrim olduğunu eskin basiretiyle fark eder etmez “Aman itiraf etme!” diye ondan önce davranıp, cezalandırılmasının önüne geçen Hz. Peygamber Allah’ın hükmüne razı olmamış mıydı?

Yine, ilk hırsızlık cezasının infazının ardından, yüzü sapsarı kesildiği halde, hırsızı kendi malı üzerinde yakalayıp getiren mal sahibine “Sizler şeytanın yardımcılarısınız!” diyen; Maiz’in linçe kurban gittiğini
haber aldıktan sonra, Maiz el-Eslemi’yi işlediği zina suçunu itirafa ikna eden Hezzal isimli adama dönüp, “Yaptığını beğendin mi?” diyen Hz. Peygamber, “Allah’ın hükmü”nü içine sindiremediği için mi bu sözleri söylüyordu?

Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara, Kur’an’da açıkça yer almasına rağmen, hem Hz. Peygamber’in hem birinci halifenin vermeyi sürdürdüğü zekat payını kesen; kıtlık yılında hırsızlık cezalarını rafa kaldıran; Suriye’nin harpte ele geçen arazilerini (Savafi) açık hükme ve Nebevî uygulamaya rağmen askere dağıtmayan; Kur’an’ın açık iznine rağmen Ehl-i Kitap hanımlarla evliliği yasaklayan Hz. Ömer, bütün bunları Allah’ın hükmüne karşı geldiğinden dolayı mı yapıyordu?

Oğlu Abdulmelik kendisine “Niçin emirleri uygulamıyorsun? Vallahi, hak yolunda senin ve benim için kazanlar kaynatılsa bile umurumda olmaz, ben emirleri uygulardım” deyince “Acele etme yavrum; Allah Kur’an’da içkiyi iki kez kötülemiş ve (ancak) üçüncü defada yasaklamıştır. İnsanlara hakkı bir seferde yükleyip, onların bunu toptan reddetmesiyle çıkacak fitneden korkuyorum.” diyen adil halife Ömer b. Abdulaziz de mi Allah’ın hükmüne razı olmamıştı?

Sartre ne diyordu: “Tanrı’ya ihtiyacım vardı, verdiler; kendisinden ne bekleyeceğimi bilemeden aldım O’nu. Yüreğimde yeterince kök salmadığı için bir sürü sıkıntıyla yaşadı içimde ve sonra öldü. Bugün bana ondan bahsedildiğinde, eski bir sevgiliye rastlayan yaşlı birinin “üzüntüsüz hayıflanışını” duyarım: Elli yıl önce o anlaşmazlık olmasaydı, belki de aramızda güzel bir şeyler olabilirdi.”

Sartre’ın içinde ölen aslında kendisiydi; o bunu bilemedi. Ya öteki Sartre’lar? Kim duyacak onların acısını? Biz Müslümanlar değilse, kim?

( 24 Mart 1999 )

Yorum Yaz