Organize işler

Ev arkadaşı Fikri Cora, saldırgan Alparslan Arslan’ı üç kelimeyle tanıtmış:

“Ülkücü, aydın, Atatürkçü”.

Atatürkçü olması garip değil. 7 yaşından 22 yaşına kadar tam 15 yıl resmi ideolojinin planyasından geçmiş. Cumhuriyet’in her sabah “and içerek” başlanan ilkokulunu ve ortaokulunu bitirmiş. Amacı Cumhuriyet için “genç yaratma” olan lise programının endazesinden geçmiş. YÖK’-ün standardize ettiği üniversite eğitimini tamamlayıp avukat olmuş.

Dindar ve İslamcı değil. Öncelikle, içen biriymiş. Komşularının ve arkadaşlarının şehadetiyle sabit. Sorguda kendisini Ülkücü olarak tanıtmış. Cebinden Doğu Perinçek’in İşçi Partisi’ne yakınlığıyla bilinen Ulusal Haber Ajansı’nın kartviziti çıkmış.

Hukukçular Derneği Başkanı Av. Hüsnü Tuna, Saldırgan Arslan’ın Baro seçimlerinde, şimdi kendisini “yargısız infaza” tabi tutan Baro Başkanı’nı desteklediği bilgisini veriyor ve ekliyor: “Bu adam kesinlikle birileri tarafından kullanıldı. Arslan, hedef belirlenerek kullanılmış bir taşeron.”

Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin “Sürprizlere açık olun” diyor. Ama bu ülkenin yapısal problemlerini birazcık bilen kimse için, sürpriz diye bir şey yok zaten.

Organizatörleri tebrik etmek lazım. Ev arkadaşının itirafıyla Atatürkçü, Atatürkçülüğünü içkisiyle ispatlamış, seçimde laikçi Baro yönetimini destekleyen birini, İslami tesettür uğruna tetikçi olarak kullanmak, az şey mi?

Bu ilk değil. Hatta hep böyle oluyor. Bunun uluslararası örneği 11 Eylül eylemcileri. Eylemcilerin başı diye tanıtılan genci, striptiz yapılan gece kulübünden, şehadet eylemine gönderme cinliğini hatırlayın bi yol. Atatürkçü birine, İslami tesettür yasağına karşı “tetikçilik” yaptırmaktan ne farkı var bunun?

6-7 Eylül olaylarını tetikleyen, Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması olayını hatırlayalım. Özel Harp’çi eski bir orgeneral, bu olayın “Başarılı bir Özel Harp operasyonu” olduğunu ağzından kaçırmıştı.

Bu aslında, İT’in (İttihat Terakki) komitacı taktiği. 31 Mart Olaylarında düğmeye basma işini İttihatçıların Selanik’ten getirtip “Meşrutiyet’in Muhafızları” payesiyle İstanbul’a yerleştirdikleri Avcı Taburları yapmamış mıydı? Meşrutiyet Yaşasın (!) diye getirilen Avcı Taburları’nı “Yaşasın Şeriat!” diye bağırtarak ayaklandırmak neyse, Atatürkçü-ulusalcı birine tekbir nidalarıyla cinayet siparişi vermek de aynı şeydir.

Bunun benzeri bir cinlik, daha sonra Menemen organizasyonunda da yaşandı. Adının önüne malum basının o günkü versiyonu tarafından “Derviş” kondurulan Mehmet isimli bir esrarkeş ve kafadarlarına, “Şeriat İsteriz!” diye ayaklanma siparişi verilmişti. İşin ilginci, 1931’deki Menemen tezgahında CHP’nin (o gün CHF: Cumhuriyet Halk Fırkası) ve başkanı İnönü Efendi’nin oynadığı rolle, günümüzdeki CHP’nin ve başkanı Baykal Efendi’nin rolü aynı. Tıpkı Menemen organizasyonundaki “Derviş Mehmet” ile Danıştay organizasyonundaki tetikçi avukatın rolünün aynı olduğu gibi.

Sabah sabah Ankara’dan gazeteci Harun Çelik aradı. Ankara caddelerinde CHP adına bir sürü araç, halkı Anıtkabir’e yürütmek için tahrik çağrıları yapıyormuş. CHP, işte bu. Bay Sezer’i gördüm ekranda: İlk defa bülbül gibi şakıyordu. Baykal, mal bulmanın sarhoşluğuyla, “kanlı siyaset”in tadını çıkartıyordu. Fırsat bu fırsattı, kaçırılmamalıydı. Çiçeği burnunda Danıştay başkanı bayan, bir “hukuk insanı” gibi konuşmuyordu. Hiçbirinin konuşmasında, bu milletin ruh köküne sadık siyasetçilerde gördüğümüz “devlet adamlığı” sorumluluğu, bu sorumluluğun zaruri yansıması olan metanet ve sükunet yoktu.

İstemeye istemeye ekranları dolaştım. CNN ve NTV, resmen halkı ayaklanmaya tahrik ederek suç işliyorlardı. RTÜK bu günler için değilse ne günler için lazım? Bu iki kanal, Vakit gazetesini açıkça hedef göstererek, Vakit’e attıkları suçu bizzat kendileri, hem de en kaba ve banal biçimde işliyorlardı.

Bütün bu saydığım etkili ve yetkili kişi ve kuruluşların ağzına bakan bir halk olsa, kesinlikle milyonlar ayağa kalkardı.

Tısss. Sonuç, tıss. Resmi ideolojinin yeminli militanları ve millet karşıtı koalisyonun tuzu kurularından başka kimseyi etkileyememişlerdi. Onca etkili ve yetkili şahsın ve kuruluşun tahriklerine rağmen ancak birkaç bin kişiyi sokağa dökebilmişlerdi.

Bu provokasyonun son perdesini Uğur Mumcu cinayetinde seyretmiştik. Benzer tahriklerle belli görüş mensupları sokaklara dökülmüş, İslam Şeriatına küfrettirilmiş, ezan yuhalanmış, bazı Finans Kurumları taşlanmıştı. Laikçi kesim Mumcu’nun ölümünün rantını sonuna kadar devşirmiş, bu ranttan en fazla kazanan ölüm ilanlarıyla Cumhuriyet Gazetesi olmuştu. Ama Mumcu’nun öldürülme olayı aradan geçen bunca yıla rağmen tüm boyutlarıyla aydınlatılamamıştı. Bu karanlığa onun cinayetinden rant devşirenlerden ciddi hiçbir itirazın gelmemesi, sizce de anlamlı değil mi?

Şemdinli’nin üzerine haki renk yorgan örterseniz, kokusu Ankara’dan çıkar.

Bu işler organize işler.

 

Yorum Yaz