Oruç ve İnfak

Oruç paylaşmaktır. Malumunuz “oruç” kelimesinin orijinal karşılığı olan savm kelimesi iki asli manaya geliyordu: “Terk etmek” ve “tutmak”.

Tutmak anlamını biliyoruz. Fakat savm’ın “terk etmek” anlamı üzerinde durmuyoruz.

Evet, oruç bir açıdan tutmaksa bir açıdan da terk etmektir. Ruhu tutup cesedi nefsi terk etmektir. Manayı tutup, maddeyi terk etmektir. Kalıcı olanı tutup geçici olanı terk etmektir. Zaten paylaşmak da bir yerde terk etmek değil midir? Bu anlamıyla zekat sadaka, sadaka-i fıtr, infak paylaşmanın farklı isimleridir.

Varlıklı mü’minler zekat ve sadakalarıyla, yoksul sofralarındaki yangını söndürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Vakıflar tüm çabalarını ortaya koyarak varsıllarla yoksullar arasında köprü olmaya çalışıyorlar. Ramazan’ın rahmet iklimini yoksulların sofrasına taşımak için var güçleriyle koşturuyorlar.

Sorumluluğunun bilincinde belediyeler, kurdukları iftar çadırlarıyla Ramazan kumanyası kampanyalarıyla, aşevleriyle yoksulların sofralarına düşen hüznü azaltmaya çabalıyorlar. Görüyor, biliyor ve takip ediyorum. Özellikle bazı belediyelerin nasıl canla başla gayret ettiklerine şahidim.

Ramazan yürekli gönüllüler, aralarında gruplar oluşturuyorlar. Ramazan’ın rahmetini bir tas sıcak çorbaya hasret insanların sofralarına ulaştırmak için çırpınıyorlar. Yüreklerindeki imanın iktidarı durdurmuyor onları. İtilmiş, kakılmış ve aç açık bırakılmışlara yetişmeye çalışıyorlar.

Fakat bütün bu gayretler kafi gelmiyor. Aç, açık ve mağdur o kadar çok ki, bunca insanın bireysel çabası, bunca vakıf ve hayır kuruluşunun gayreti, bunca belediye ve gönüllü grupların himmeti yokluk ve yoksulluğu bastırmaya yetmiyor.

Çok değil 4-5 yıl önce zekat verecek durumda olanlar, şimdi zekata muhtaç hale gelmişler. Dün işi olanlar bugün işsiz, aç ve muhtaç hale gelmişler.

Kim mu bu hale getirmiş onları?

Bu ülkeye 6 yıldır deli gömleği giydiren 28 Şubat kafası. O kafanın bu ülkenin gerçek sahiplerine açtığı savaşın gölgesinde halkın servetini soyup soğana çevirenler. Bir “öteki Türkiye” yaratıp onun üzerinde tepinen Laila’cı güruh. Kur’an’ın “mütref” dediği semirdikçe şımarmış, şımardıkça semirmiş “azgın azınlık”…

Onların kundakladığı ülke insanının yangınını söndürmek, acısını dindirmek, açlarını doyurmak, açıklarını giydirmek gene “mürteci” yaftasını vurdukları Müslümanlara düştü. Her seferinde olduğu gibi yediler, içtiler, ortalığı kirlettiler.

Onların geride bıraktıklarını temizlemek, kırdıklarını onarmak, yıktıklarını inşa etmek, devirdiklerini kaldırmak, aç bıraktıklarını doyurmak, yoksullaştırdıklarına yardım etmek yine bu ülkenin asli sahiplerine düştü.

Fakat görüyorsunuz ki, ne kadar canla başla yapılsa da, bu çabalar yangını söndürmeye yetmiyor. Mağdurların, mazlumların, mahrumların sayısı o kadar çok ki, değil bireysel, kurumsal çabalar dahi yeterli olmuyor.

Bu işe yeni hükümeti oluşturacak kadro mutlaka el atmalı. Hem de hemen, şimdi. Ramazan’ın yüreklerin yükünü hafiflettiği bu rahmet sağanağı geçmeden… Yoksullukla pençeleşen insanımız için acil bir eylem planı olmalı yeni yönetimin. Bu planı hemen uygulamaya koymalı. Duasını almalı bu ülkenin mazlum ve mağdur yığınlarının.

İnanın bu bir devlet hazinesi için çok bir şey değil. Sadece bir batık banka patronunun götürdüğünü bu ülkenin aç insanlarına dağıtsanız, belki açlık sınırında yaşayan milyonların hiç değilse bir Ramazan boyunca yüzü güler.

Hem, bu ülkenin insanını bu duruma düşürenler bu işi “devlet” adlı aygıtı kullanarak becermemişler miydi? Hiç değilse “devlet” adına millete verilen zarar, yine “devlet” tarafından bir nebze de olsa tazmin edilmiş olur. Bu sayede “devlet” adı verilen her kim ve ne ise, işte o şeyin itibarı da bir nebze olsun düzelmiş olur.

Bu durum karşısında, bu ülkeyi babalarının çiftliği gibi gören tuzu kuruların kılının kıpırdamadığını, kıpırdamayacağını biliyorum. Yüz yıllık bir hikaye bu. İttihat ve Terakki’den miras kalan oligarşik yapının bu ülke insanını getirip bıraktığı yer işte bu. Ve hiçbirimiz, suya sabuna dokunmadan bir Ramazan yazısı dahi yazamayacak durumdayız.

Sözün özü şu: Bu ülkede yangın söndürücü olarak kullanılan “yerliler”, yangın çıkaran “kovboylardan” bıktı usandı. Artık onların çıkardığı yangınları söndürmek için değil, yangın çıkarmalarını engellemek için tedbirler alması gerekiyor. Ve tabii ki, bu arada, üzerine düşeni de yaparak.

Yerlilerin üzerine düşen belli:

Ramazan’ın estirdiği rahmet rüzgarlarını, bu ülkenin yoksullarının, mağdurlarının, mazlumlarının, itilmiş ve kakılmışlarının hanelerine, sofralarına, gönüllerine taşımak…

Yorum Yaz