Osmanlı’yı nasıl tanımalı, tanıtmalı?

Osmanlı Devleti, 700. Kuruluş yıl dönümü münasebetiyle yeniden ilgi odağı oldu. İyi de oldu.

Tarihsizlik en büyük talihsizliktir, bu doğru. Sayın Ahmed Davudoğlu’nun yerinde tespitiyle “Osmanlı’sız bir dünya tarihi yazılamaz”, bu da doğru. Tarih, ileriye sıçramak için geriye gerilmektir.

Tarihi olmayan toplumlar, hafızasız toplumlardır; hafızasını yitirmiş bir toplum çağının aktif öznesi değil, pasif nesnesi olmaya mahkumdur.

Ne ki, tarih, ne övgü malzemesidir, ne de sövgü; tarih ibretler ve örnekler meşheridir. Tarihe övgücü ya da sövgücü bir söylemle yaklaşmak, nihayetinde aynı kapıya çıkar; tarihi manipüle etme, onu yeniden “kurgulama”.  Tarih, yeniden kurgulandığında, tarih olmaktan çıkıp “tahrife” dönüşür. Bu kurgulama, ister olumlu olsun ister olumsuz, bir şey fark etmez.

Türkiye’de, resmi söylem, kendi meşruiyetini, külleri üzerinde yükseldiği Osmanlı mirasının reddi üzerine kurdu. On yıllardır, ilkokul çocuklarına varana değin, Osmanlı tu-kaka ilan edildi. Bu, resmi Osmanlı sövgücülüğü, karşı kutupta tepkisel bir tavrı ortaya çıkardı: Osmanlı övgücülüğü.

Osmanlı övgücülüğü, Osmanlı’yı, tarihin büyük aktörlerinden biri, “ilmi ve tarihi bir alan” olarak değil, “kutsal bir alan” olarak algıladı. Duygusal “şanlı tarih” söylemi, şapın şekere karıştığı bir söylemdi. Bu söylem, ataların ocağından yalnızca közü değil, külü de taşıma hevesine düştü.

“Anlamaya” değil “ağıt yakmaya” dönük olan bu söylem, kimi zaman, Osmanlı’yı öylesine duygusal bir zeminde ele aldı ki; sanırsınız ki tartışılan tarihsel bir fenomen değil, “inkar” ya da “iman”a konu olan teolojik bir “postülat”dır.

Bilkent Üniversitesi’nden, ara ara sorularına muhatap olduğum mütecessis ve uyanık bir beyin olan Hakan Koroğlu’nun elektronik posta adresimize geçtiği mesajda, işte bu tavrın tipik bir örneği gündeme getirilmiş:

“Tarih ve Medeniyet dergisinin Ocak 1999 sayısında yer alan bir yazıdaki birkaç satır sebebiyle sizleri yine rahatsız ediyorum. Aşağıya alıntıladığım bu satırlarda ifade edilen görüşleri, bildiğim/anladığım/ inandığım İslam’la bağdaşır bulamıyorum. İslamiyet’i yanlış mı biliyorum?

Gaybı Allah’tan başkasının bilemeyeceği açık bir nass iken, bir akademisyen olan hocamız bu ifadeleri nasıl dile getirir? İlm-i cifir adı altında ilmi bir kılıfa büründürülen bu anlayış Ehl-i Sünnet nezdinde merdud değil midir? Kuruluşunun 700. yılına gireceğimiz Osmanlı Devleti’ni ilmi ölçüler çerçevesinde tanımaya ve tanıtmaya bu kadar ihtiyaç varken, ilim adamlarımız/ hocalarımız problemli din anlayışlarını tarihe uygulamakla niçin vakit kaybederler? “Aynı ilim (!) anlayışıyla, kıyametin kopuş tarihini tespit ettiğini iddia eden “Ondokuzculara” ne derler?”, diye düşünmeden edemiyor insan. “Sünnet düşmanları ile Ehl-i Sünnet mutaassıpları da bazı noktalarda buluşabilir” diye sevinelim mi, üzülelim mi, bilemiyorum?

İlgili satırları okurken yaşadığım huzursuzluğu dile getirmek gayesiyle sorduğum bu soruların yanında esas öğrenmek istediğim, Muhyiddin-i Arabi’ye atfedilen eserin konusu ve Osmanlı Devleti’ne işaret olarak algılanan ifadeler. Kıymetli vaktinizi aldım; hakkınızı helal ediniz. Selam eder, afiyetler dilerim.”

Neresinden ele alsak, bilmem ki? Hakan Koroğlu’nun adını verdiği dergiye baktım, her şey aynen söylediği gibi.

İmdi, ğayb konusu, teolojik bir konu; yani bahs-i diğer. Kısaca, sünni kelamın yaklaşımı, tam da okuyucumuzun dediği gibidir. “Ğayb”dan ne anlaşılması gerektiği ve kelami yaklaşımların eleştirisi ise, ayrı bir konudur. Kur’an, ğaybı yalnızca Allah’ın bileceğini açık ve kesin bir dille ifade etmiştir. Kur’anî anlamda ğaybı “insan idrakinin algılamakta acze düştüğü hakikatler” olarak anlamak, daha doğru bir yaklaşım olsa gerek.

İlk defa Yahudiler tarafından sistematik hale getirilen ve “kabala” geleneğinin temelini teşkil eden rakam değerli harf sistemi “cifir”den ve adı geçen süreli yayında Muhyiddin Arabi’ye nisbet edilen “ed-Dâiratun Numaniyye fi’d-Devleti’l-Osmaniyye” (doğrusu eş-Şeceratu’n-Nu’maniyye fi Devleti Osmaniyye)’ye bir sonraki yazımızda değineceğiz.

( 3 Şubat 1999 )

 

Yorum Yaz