Papalar da yalan söyler

Bugün, Faslı Mütefekkir Muhammed Abid el-Cabiri ile baş başa yaptığım verimli görüşmeden notlar aktarmayı düşünüyordum.

Ama gündemin baskısına yenildim. Buna biraz da okurlarım zorladı beni. Kâri-i kirâmıma vaadim olsun; Papa’nın kuyuya attığı taşı çıkarma çabasından fırsat bulur bulmaz, el-Cabiri ile aramızda geçen konuşmayı özetleyeceğim.

Şimdi Papa’nın konuşmasına dönelim ve madde madde ele alalım:

1) İslam’ı şiddet dini olmakla suçlayacak en son merci Vatikan’dır. Tarihinde on binlerce insanı sırf farklı inanç sahibi diye diri diri yakma cinayetini işleyen engizisyon, kanlı sayfalarla dolu Haçlı Seferleri, milyonlarca Müslümanın katledildiği Endülüs-ispanya mezbahası örnekleri, kilisenin yüzünü kızartmaya yetmelidir.

2) İslam şiddeti kategorik olarak dışlamaz, insandaki şiddet eğilimini terbiye eder ve sınırlar. Şiddeti kategorik olarak dışlamak, hem insanın ve eşyanın tabiatına, hem de adalet ve hak duygusuna aykırıdır. Çünkü şiddet hayatın doğasında vardır. Unutmayalım ki, suçlara ceza da, adaletin ikamesiyle zulüm ve saldırganlığın önlenmesi için yapılacak her tür karşı koyma da, özünde bir “şiddet”tir. Şiddeti kategorik olarak dışladığını söyleyen bir inanç, ikiyüzlüdür. Zaten Pavlus Hıristiyanlığının tarihi de, ikiyüzlülüğün tarihidir. Yoksa “Bir yanağına vurana öbürünü çevir”den yola çıkıp, kendi gibi inanmayanlar için “tümünü yakın, nasıl olsa tanrı kendinden yana olanları bilir”e nasıl geçilirdi? Yoksa önce her insanı doğuştan günahkar ilan edip, işkenceyi ve diri diri yakmayı doğuştan gelen günahın kefareti olarak görme vahşeti, nasıl Kilise doktrini haline gelebilirdi?

3) Papa, şöyle nazik bir zamanda Müslümanları tahrik ve tahkir eden böyle bir konuşma yapmakla, “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” yapmış oluyor. Önce şiddeti İslam’la özdeşleştiren bir konuşmanın içine Peygamber’e hakaret cümleleri yerleştireceksiniz. Müslümanlar buna karşı tepki verince de; “Ben dememiş miydim?” diyeceksiniz.

4) Bakara 256. ayetin bulunduğu pasajın Muhammedi davetin güçsüz olduğu bir zamana ait olduğu bilgisi yalan-yanlış bir bilgidir. Bu pasaj İslam’ın tartışmasız bir güç olarak çıktığı yıllarda inmiştir. Hatta bazıları bu pasajı Hz. Peygamber’in son yılına yerleştirirler. Bu ayetin iniş nedeni olarak nakledilen olay da, Papa’nın iftirasına cevap teşkil eder:

Cahilliye Medine’sinde çocuğu olmayan Arap aileler, bir çocukları olursa onu Yahudi mabedine adayacaklarına dair söz verirlerdi. Bu yolla birçok Arap çocuğu Yahudilere geçerek Yahudileştirildi. Nadiroğulları Yahudileri sürülürken bu çocukları da götürmek istediler. Çocukların öz anne-babaları Allah Resulüne gelerek  “Ya Rasulallah onlar Yahudileştirildiler, yanımıza alarak Müslüman olmalarını istiyoruz” dediler. Allah Resulünün cevabı şu oldu: “Tercih çocuklara aittir”.

5) “Şiddet Tanrı’nın ve ruhun doğasına aykırıdır” öyle mi? Bir Batılı kilise uzmanı (K. T. Ware) öyle der: “Zulüm Hıristiyan tarihinin kalıcı gerçeği oldu?” Onun için mi, 60 milyon insan canına mal olan iki dünya savaşını da dindaşlarınız çıkardı? İlk atom bombasını dindaşlarınız attı. Soykırım sözcüğünü dünya lügatlerine dindaşlarınız armağan etti. Neo-Con saldırganlığına onun için mi sesiniz çıkmıyor? Onları yaratan Tanrı’nın doğası “değişik” mi?

6) “Akla göre davranmamak Tanrı’nın doğasına zıttır”, öyle mi? Bu söz, Teslis gibi, hiçbir aklın almayacağı bir dogmanın mucidi olan Kilise’nin babasını ait? Hem bir ruhaninin aklı ve Grek felsefesini Hıristiyan Tanrı inancının temeline yerleştirmesi, ne kadar sağlıklı? Bu, hangi bilinçaltının eseri acaba? Hem, hangi Tanrı’nın doğasına? Bir olan mı, üç olan mı? Baba’nın mı, Oğul’un mı, Kutsal Ruhun mu, hepsinin mi, her birinin mi, hiçbirinin mi?

7) İslam’ın Tanrı inancını Kur’an’dan öğrenmek yerine, Papa, üçüncü sınıf, o da yalan yanlış yapılmış alıntılardan mı öğrenmeli? Vatikan’daki İslam uzmanlarına kıran mı girdi ki, Papa İslam’ın Allah tasavvurunu Kur’an yerine şaz görüş sahibi kelamcılardan öğreniyor? İslam’ın Allah tasavvuru ne mutlak tenzihçi, ne mutlak teşbihçidir. Denge yoludur. Kur’an bir yanda “Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir” derken, öte yandan “O her an hayata müdahildir” der. Bir yanda “O onların (müşrikçe) tanımlamalarından aşkındır” derken, öte yanda “Biz kulumuza şah damarından daha yakınız” buyurur. Hem, İbn Hazm “mutlak tenzih” doktrininden daha çok, lafızcı yaklaşımı gereği, Kur’an’da Allah için sıfat kullanılmadığı gerekçesiyle “sıfat”ı reddeder, İlahi Esma’yı değil. Bu da ayrı bir cehalet.

Hepsinden öte, Papa’nın alıntılardan müteşekkil konuşması masum bir felsefi tartışmaya indirgenemez. Hele şu küstahça iftiralar ortadayken: “Hadi bana Muhammed’in yeni olarak ne getirdiğini göster! Bu konuda kendisinin vaz ettiği, dini kılıç ile yayma emri gibi kötü/şeytani ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın”.

Papa, gelen tepkiler üzerine, “alıntıların içeriğini paylaşmıyorum, onlar benim düşüncemi yansıtmıyor” açıklamasını yaptı.

Soru şu: Papa’lar yalan söyler mi?

Papa, tüm dünyanın yüzüne baka baka yalan söylüyor. Zira bu alıntıları niçin yaptığını ifade ederken, aynen şöyle diyor: “B  u (alıntılar) beni çok etkiledi ve de bunu konuya ilişkin düşüncelerim için bir kalkış noktası olarak kullanacağım.”

Hıristiyan ilahiyatında Papa’nın sözü Tanrı’nın sözü mesabesindedir. İyi de; yalan söylemek, “Tanrı”nın doğasına aykırı değil midir dersiniz?

 

Yorum Yaz