Peygamberimizi sevmek (3)

Mekke’nin tescilli müşrikleri de kendilerinden önce helak oluncaya kadar inkarda direnen kafir kavimler gibi “Bize bir melek gönderilmeli değil miydi?” diyen sınıfa dahil oldular.

Kur’an’ın haber verdiğine göre, Rasulullah’ı kastederek “Bu nasıl peygamber!” diyorlardı, “yiyip-içiyor ve çarşılarda geziyor” diyorlardı. İnsan olmak serapa kusurdu bu mantığa göre. Anlaşılan insan neslinden umut kesmiştiler. Aslında onlar kendilerinden umut kesmiştiler. “İnsandan adam olmaz” demeye getiriyorlardı, fakat bilinçaltında “bizden adam olmaz” demiş oluyorlardı.

“Sonra altından bir saray yapsın” dediler. “Şu dağı altın etsin”, “şu vadiyi altınla doldursun” dediler. “Göğe merdiven dayasın”, “bize bir melekle görünsün” vs. vs. dediler.

Onlar gerçekte bir peygamber değil, yeryüzünün tüm servetine hükmeden ihtişama gömülmüş bir imparator istiyorlardı.

Niçin olacak, onların gözünde “büyük adam” olmanın ölçüsü altındı, paraydı, güçtü, saltanattı, ihtişamdı, iktidardı da onun için. Onlar sadece bu saydıklarımızın önünde eğilirler, bu saydıklarımızla insanlara boyun eğdirirlerdi. Bunun dışında, Allah’a, “anlam”a, ahlaka, erdeme teslim olmak onların kitabında yazmazdı.

Eğer istekleri gerçekleşse, onlara peygamber olarak bir melek gönderilse veya diğer talepleri yerine gelse, inanacaklar mıydı dersiniz?

Kur’an bu soruya açık ve net bir biçimde, “hayır” diyor. Pazarlıkla başlayan bir sürecin sonu iman değil, “alım-satım” işlemi olurdu. Onun için de Allah, onların bu tür taleplerini ciddiye almadı. “Bu vahyi göndermiş olmamız onlara mucize olarak yetmedi mi?” diye meydan okudu ve bu tavrı istiskal etti. Vahiy, Rasulullah da bu yönde inşa etti. O da onların bu tür taleplerini ciddiye almadı.

Ve Rasulullah’ın öz ellerinde terbiye olmuş sahabe de bu tavrı gösterdi. Örnek mi, örnek çok. İşte bir tanesi: İslâm ordusu Bedr’e giderken yolda bir bedevi rast gelir. Bedevi Hz. Peygamber’e; “Sen Peygamber misin?” der. “Evet” cevabını alınca, Rasulullah’ı bedevice bir teste tabi tutar: “O halde devemin karnındakinin (cinsiyeti) nedir, bil bakalım?”

Sizce, orada bulunan sahabe ne yapmıştır?

Mesela, bedeviyi ciddiye alıp Efendimizin cevabına kulak mı kesilmişlerdir? Bedeviye “Biraz dur da vahiy insin” mi demişlerdir. Hayır. Çünkü onlara göre Rasulullah’a böyle bir soru sormak abestir ve oradaki sahabeden biri (Seleme b. Selâme), duruma hemen müdahale ederek, “O soruyu Allah Rasulü’ne sorma. Bu tarafa gel bana sor, ben?” diyerek adamı tersler. Adama verdiği cevabın sonu o kadar ağırdır ki, Rasulullah dahi Selâme’yi bu ağır ifadesinden dolayı kınamıştır.

Ya Vakıdi’nin ve İbn Hişam’ın naklettiği şu örneğe ne dersiniz? Rasulullah Tebük seferinde devesini kaybeder. Allah Rasulü sebeplere tevessül ederek tüm imkanlarla devesini aratır. Bir münafık şu sözleri sarf eder: “Kendisinin peygamber olduğunu ve gökten haber aldığını söyleyen bir adam, kaybolan devesinin yerini bilmiyor, vallahi hayret!”

Alın size üçüncü örnek: Allah Rasulü vefat ettiğinde Bahreyn’de mukim Abdülkays kabilesi “Eğer peygamber olsaydı ölmezdi” diyerek dinden dönmüşlerdir.

Dürüst olalım: Mevcut peygamber tasavvuruyla, bugünün sıradan Müslümanı bu örneklerdeki düşünme biçiminden hangisine yakındır sizce?

Bir Müslümanın peygamber tasavvurunun bu örneklerden hangisine yakın olduğunu anlamanın en net yolu nedir, biliyor musunuz?

El-Cevap: Allah Rasulü’nü öveyim derken gösterdiği gerekçeler ve deliller.

“Kim neye talipse, Alemlere Rahmet olanda onu arar” dersek, genelleme yapmış olur muyuz? Oluruz. O zaman değiştirelim ve kimseye haksızlık yapmamaya çalışalım: İnsan olmaya talip olan, peygamberimizin Allah tarafından övülen insanlığını görür ve gösterir. Melekleşmeye talip olan (ki bu talebi sünnetullaha aykırı olduğu için hem gerçekleşmeyecek, hem de kendisini onulmaz yanlışlara sürükleyecektir), Allah Rasulü’nde meleklik arar. Sahih haberler arasında buna örnek bulamazsa zayıflara, onlarda bulamazsa yalanlara sarılmakta bir beis görmez. Onlarda da bulamazsa, çoğu zaman görüldüğü gibi kendisi uydurma yoluna gider. Uydurduğuna müşteri olur, müşteri olduğunu uydurur.

Ve ortaya gerçeğiyle hiç alakası olmayan, Allah’ın seçtiğine ve Kur’an’ın tanıttığına benzemeyen efsanevi ve mutasavver bir “peygamber” çıkar. Çıkar çıkmasına da, ne kendisinin onu örnek alıp ahlakını üretmek gibi bir derdi vardır, ne de davranışları üretilebilecek, adımları izlenebilecek kadar yeryüzüne ve insana yakındır.

Müminler! Gözünüzü ve kulağınızı dört açın! Kimse size Alemlere Rahmet olanın sırtından rüşvet vermeye kalkmasın. Bunu yapanları uyarın. Ama bu yola tevessül edenlere, Rasulullah aşkına, Rasulullah’ın “hassû alâ vücûhihimu’t-turâb: yüzüne toprak saçın” tavsiyesini uygulayın. Bu Arap lisanında bir deyimdir: “Onu beklentisinden mahrum edin” manasına gelir. Size kim, “Allah Rasul’ünü örnek alın!”, “Onu çağınıza taşıyın!”, “Onun ahlakını -şimdi ve buradanız da- yeniden üretin!”, “Onun mirası vahiydir: ona ihanet etmeyin”, “Onun misyonu Risalet’tir, onu yerde bırakmayın!” diyorsa, onu dinleyin, ona uyun!

 

Yorum Yaz