Ramazan’ın gücü

Ramazan ikliminin toplumu nasıl sarıp sarmaladığının, Ramazan kokusunun en beklenmedik mekan ve mahallere dahi nasıl ulaştığının farkında mısınız?

Yüreğinin gözü kör, kulağı sağır, dili lal olanlar dışında herkes bunu görüyor, duyuyor, konuşuyor. Kendileri için oluşturdukları ve dini olan her şeyden soyutladıkları “laik gettolarda” keyif süren bir avuç yabancılaşmış azınlık hariç, herkes Ramazan ikliminden bir şey alma yarışında.

Herkes Ramazan’dan kendince bir şeyler alıyor. Bu herkesin imanına, ilmine, irfanına, gayretine, niyetine bağlı olarak kişiden kişiye değişiyor. En dindarından Ramazan’a toplumsal kültür düzleminde ilgi gösteren lakaytlara varana dek herkes, Ramazan’ın mübarek değirmenine su taşıyor. Ramazan güçlendikçe, sanki millet güçlenmiş gibi oluyor. Çünkü Ramazan milletin “derin” tarafını temsil ediyor. Milleti “derin millet” yapıyor ve derin millet güçlendikçe, birileri pireleniyor.

Belli ki o birileri, Ramazan’ın evlere, sokaklara, şehirlere ve tüm ülkeye taşıdığı ilahi kokuyu sevmiyor. Şeytanların bağlanması, onun dostlarını huzursuz ediyor. Huzursuzluklarını yazdıklarında, konuştuklarında, yaptıklarında ve hatta sustuklarında gözlemek mümkün.

Onlar umutsuz bir vaka. Şunca yıldır bu ülkeden kazımak istedikleri kutsal, her yılın Ramazan’ıyla birlikte daha gür ve gümrah bir biçimde geri dönüyor. Bu kaçınılmaz bir süreç. Huysuzlansalar, homurdansalar da bu sürecin önünü kesmeleri mümkün görünmüyor. “Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez” diyordu ya şair, işte öyle. Boyasını bozuyorsunuz, imajını bozuyorsunuz, ahlakını ve adabını bozuyorsunuz, fakat Allah’ın yarattığı fıtratı bozamıyorsunuz. Özünde sağlam olan maya, ortamını bulunca tutuveriyor.

Şu yakınlarda dinlediğim bir hikaye bu halkın ruh köküne yabancılaşan ahmaklara belki ders olur.

Hakan Albayrak’la birlikte konuşurken bir telefon geldi. Hakan izin alarak telefondaki muhatabıyla konuşmaya koyuldu. Muhataba “Hani tefsir CD’lerini dinlediğimiz hocamız var ya, işte onunla beraberim” deyince, telefondaki tanımadığım kişiden bir selam aldım. Asıl hikayeyi telefonu kapattıktan sonra anlattı Hakan.

Aynı cezaevinde kalmışlar. Hatırımda kaldığına göre, yaklaşık 15 yıla mahkum olan telefondaki muhatap, cezasını çekip yeni tahliye olmuş.

Sevgili Hakan’ın cezaevi günlerini bilenler, onun hapishaneyi gerçek bir medreseye dönüştürdüğünü de bilirler. Orada, birinci maddesini Kur’an tefsirinin oluşturduğu sıkı bir eğitim ve öğretim programı uyguladı. İşte bu sırada, cezaevine girerken kendisine hediye edilen bizim sesli ve görüntülü tefsirimizi de ‘hatmetti’. O hapishanede ne zaman tefsir dinlemek için kulaklıklarını geçirse, telefondan selamını aldığım bu zat, “Bizimle ilgilenmiyorsun da, kaset dinliyorsun” diye sitem edermiş. Hakan diyor ki: “Bir gün yine tefsir dinlerken, aynı sitemi yaptı. Ben de kulaklığı kulağımdan çıkarıp onun kulağına taktım. İşte dinlediğim bu, dedim.”

Tabiî ki ondan sonra o da tefsirin kulak müdavimi olmuş. İşte hikaye bu zatın hikayesi.

Başından geçen bir olaydan dolayı bir buçuk yıl hüküm giymiş. Karar temyize gitmiş. Temyizden aleyhine bozularak dönmüş. Ve bir buçuk yıllık ceza sonuçta 15 yıla çıkarak hayatını karartmış. İşte, temyizde 15 yıllık cezasının onaylandığı o gün, bir kandil gününe denk geliyormuş. Bir müddettir içkiye tövbe eden adamımız, o gün bu kara haberin verdiği efkar ile Ankara’nın meyhanelerinin bulunduğu semtte haram işleyecek mekan aramış. Nereye uğrasa kapısında “Kandil dolayısıyla kapalıyız” yazıyormuş. En sonunda ara sokakta zulaya saklanmış loş ışıklı açık bir mekan bulmuş. Girdiğinde kendisinden başka kimse yokmuş. Bir de, her biri bir yana çökmüş olan konsomatris kızlar.

İçkisini istemiş. Bir müddet sonra içkisi gelmiş. Çalışanların başındaki kişi sormuş “Sen a?i misin?” Adamımız “Hayır” demiş. Bu kez “Peki, sen gayr-ı Müslim misin?” diye sormuş. Yine “Hayır” cevabını verince. Meyhane çalışanından “Bu günün kandil olduğunu bilmiyor musun, niye içiyorsun?” azarını işitmiş. O da kendini savunmak için “Siz de çalışıyorsunuz ama” deyince, “Eğer sen gelmesen çalışmayıp oturuyor olacaktık” cevabını almış. Hikayenin sonunda adamımız içkiyi içemediğini, parasını verip kaçarcasına uzaklaştığını söylüyor.

Evet, hikaye bu. Bu hikaye, bu toprakların insanını ayyaş edip günaha alıştırınca İslam’dan kurtulacağını sananların yanıldıklarını gösteriyor. Aynı şey, Ramazan iklimi için de geçerli.

Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, bu toprakları İslam’ın elinden söküp alamayacaklar.

Yorum Yaz