Reconquista

Reconquista denince akla Endülüs gelir. Bu kavram, Müslüman Endülüs’ün Katolik Hristiyan dünyası tarafından istirdadını, yani “geri alım” sürecini ifade eder.

Bu köşenin takipçileri, başlığında ya da içinde “Reconquista” geçen birçok yazı okuduklarını hatırlayacaklardır. Yaklaşık 400 yıl süren bu süreç, Endülüs’teki Müslüman nüfusunun sıfırlanmasıyla noktalanmıştı. Hatta Papalık bu sürecin akamete uğramaması için Haçlı Seferlerinden İspanyol ve Portekizli Hıristiyanları muaf tutmuştu.

Endülüs’te İslam’ın kökünün kazınması Müslüman dünya için gerçek bir felaketti. Bu sadece çok kanlı bir soykırım değil, Hıristiyan Batı’nın “öteki”leştirdiği bir medeniyete karşı bakışını da ifade ediyordu.

Fakat Endülüs Müslümanlarının sıfıra kadar imha edilmesi, asıl Batı ve onun inanç dünyası için bir yüzkarasıydı. Batı, geçmişte işlediği bu cinayetin sosyo-psikolojik tezahürlerinden oldum olası kurtulamamıştır. Bunu bir katilin uykularını zehir eden kabusuna benzetebiliriz; mazlumen öldürdüğü maktulü tarafından rüyasında her gün boğulduğunu gören bir katilin?

Toplumsal bilinçaltı diye bir şey varsa, bu bilinçaltını harekete geçiren toplumsal dürtüler ve onları güdüleyen saikler de olmalıdır. Batı’nın İslam karşısında kapıldığı tehevvürün arka planında da işte böyle bir sosyo-psikolojik hafıza olsa gerek.

Bu hafızayı hangi olayların oluşturduğunu bilmek için, 1425 yıllık İslam ümmeti tarihinin temel parçalarından biri olan Endülüs tarihini çok iyi bilmek şart. Bu tarih içerisinde özellikle de Reconquista sürecinin tarihini.

Lütfi Şeyban’ın bu yakınlarda piyasaya çıkan “Reconquista: Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri” adlı eseri bunun için iyi bir fırsat (İz yay.).

Sağ olsun Lütfi Şeyban Reconquista ile ilgili yazılarım üzerine, konu üzerinde ihtisas yaptığını beyan eden mesajlarını ve bu arada da bu esere esas olan doktora tezinin müsveddesini göndermişti. Eser yayınlanmadan çok önce görme şansım oldu. Şahsen bu konunun Türkiyeli bir akademisyen tarafından çalışılmasından büyük bir sevinç duydum.

Çünkü Endülüs tarihi, özellikle de Reconquista süreci, bizi çok yakından ilgilendirmektedir.

Neden mi?

Nedeni, Türkiye’nin yaklaşık bir asır önce girdiği malum süreçle Endülüs Müslümanlarının sıfırlanmasıyla sonuçlanan Reconquista süreci arasında çok ilginç benzerlikler var. En azından bir yığın konuda iki süreç arasındaki çağrışımlar sayılamayacak boyutta.

Tabi bu arada şu soruyu sormanın da tam sırası: “Hedeflerine ulaşma açısından, Endülüs Reconquistası ile Anadolu Reconquistası karşılaştırıldığında neler söylenebilir?”

Hemen ifade edeyim ki, Anadolu Reconquistası doğrudan yabancılar eliyle değil yabancıların hedefine gönüllü hizmet eden “yersizlerin” eliyle yürütüldüğü için daha sofistike idi. Buna rağmen yine de başarılı olamadığı ortada. Bu ülkenin İslam’la ve Allah’la ilişkisini sıfırlamaya ant içmiş Batı devşirmesi sınıflar, bu arzularına ulaşamadılar. Şu anda yaşadıkları ve koca bir ülkeye yaşattıkları sancı da aslında bunun sancısı.

Onlar “Nerede hata yaptık da bu ülkeyi kendi öz kimliğinden soyutlayamadık?” sorusunun cevabını arayadursunlar, Anadolu Reconquistasının bilinçli mağdurlarına düşen öncelikle Endülüs tarihini iyi öğrenip, ona göre bu topraklardaki süreci tersine çevirmektir.

“Endülüs tarihinin önemi nereden kaynaklanıyor?” diyene Şeyban’ın da katkısıyla şu cevabı verebiliriz:

İslam’ın medeniyet ve bilim açısından Ortaçağ’da ulaştığı zirve ve Batı aydınlanmasına yaptığı katkıdan?

“Avrupalı İslam”ın köklerini tanıma açısından.

İçerisinde yaklaşık 7 farklı ırk ve 3 dine mensup insanı barındıran multikültürel yapısıyla İslam medeniyetinin hoşgörüsünü yansıtması açısından.

8+1 asırlık (711-1992+1609) Endülüs medeniyetinin modern bilimin temellerini attığı gerçeğini tanımak açısından. Ki Endülüs medeniyeti, Batı aydınlanmasının gerçek kaynağıdır.

İslam dünyasına karşı Haçlıların örgütlenişi ve Haçlı Savaşlarının arkasında yatan psikolojik saikleri öğrenme açısından.

Kilisenin tarihte nasıl bir medeniyet ve kültür cinayetine önderlik yaptığının bilinmesi açısından.

Endülüslü şair Salih b. Şerif’in Fatih’in huzurunda ağlayarak okuduğu “Endülüs’e Ağıt” şiirini ne zaman okusam içim bir hoş olur. Ali el-Carim’in Endülüs’ün yok oluşunu kastederek söylediği “Hiçbir ölünün arkasından bu kadar ağlanmamıştır” sözü bu anlamda elbette doğrudur. Fakat sadece “ağlamak için” değil, aynı zamanda “anlamak için” Endülüs bilinmeli. Tatil okumak için iyi bir fırsat.

 

Yorum Yaz