Şafak Türküleri

Gece uyuyanların türküsü olmaz. Onlar ne söylerler, ne dinlerler.

Acısı, sancısı, gamı, kederi olanlar bekler şafağı. Onlar bilir en uzun geceleri; zaman bilimciler değil. Ne bileyim, bize şair öyle öğretti:

Şeb-i yeldayı müneccim ve muvakkit ne bilir

Ehl-i derde sor bakalım geceler kim kaç saat

“Eleyse’s-subhu bi-garib: şafak yakın değil mi” diyenlerin türküsü bitmez, şarkısı bitirilemez. Çünkü onlar beklemeyi öyle öğrenmişlerdir. “Beklemek ateşten daha şiddetlidir”, fakat bekleyenler bu yangını söndürecek bir gönül suyu bulurlar elbet.

İşte bizim sevgili Erdoğan Akın da şafağın sökmesini bekleyenlerden biri. O kendi tarzınca bekliyor şafağı; türkülerini söyleyerek, tabii ki “Şafak Türküleri”ni…

Susup uyuyanlara inat susmadı Sevgili Erdoğan. Onu eskiden beri tanırım, aşkını, acısını, sancısını sesine ve sazına katarak söylemeyi sürdürdü. O hiç “sanat dinine” mensup olmadı, ama hep mümin bir sanatçı olarak kaldı. Nicedir onun son kaseti ve CD’si üzerine bir “güzelleme” yazayım dedim, ama fırsatını ancak bulabildim.

Doğrusu bendeniz, ses sanatlarına olan ihtiyacımı Kur’an dinlerken karşılıyorum. Kur’an’a doymak ne mümkün. Her dinleyişimde bambaşka şeyler söylüyor ayetler, onlarla hısım akraba gibi olduk, aramızda güzel diyaloglar oluyor zaman zaman. Fakat müzik dinleyeceğim zaman, insanın içini alıp götüren Yemen Türküsü gibi, Mihriban gibi türküler müstesna, genellikle birilerinin “yeşil pop” diye dudak kıvırdığı genç yeteneklerin ele-yüze gelir eserlerini dinlemeyi tercih ederim.

Belki biz fark etmiyoruz, fakat çocuklar için müziğin yeri yetişkinlerden daha farklı. Onların kültür kodları henüz oluşmadığı ve kültürel dokuları tamamlanmadığı için, hemen etkileniyorlar. Dinledikleri kulaklarında kalmayıp yüreklerine iniyor ve oradan dudaklarına yansıyor. Hayatı gözümün önüne gelince içerisine sinek düşmüş enfes bir yemek gibi güzelim eserleri berbat eden kişilere müşteri olmanın, duyarlılık sahibi bir mümin için şık kaçmadığını düşünmüşümdür hep. Seçici ve hassas davranmak tek dünyalılardan çok, iki dünyalılara yakışır. Zerrelerin bile hesaba katılacağı bir dünyaya inanan, neden zerreleri hesaba katmaz ki?

Şafak Türküleri için benim eserlerden birkaçını bestelediğini söylediğinde, bu denli hoşuma gideceğini tahmin etmemiştim. Fakat dinledikten sonra şiirlerimin yeni halini ben bile zor tanıdım. Takdim, Anne, Enkara, Göçmen Kuşlar… Hepsi de güzel aranje edilmiş.

Sevgili Erdoğan bana, “Şiirlerinizi okur musunuz?” diye ihtiyatlı bir teklifle gelince, “Beni meşgul etmeyecekse olur” demiştim, ama kaset/CD çıktıktan sonra, bu güzel üründe küçük bir katkım olduğuna sevinmedim desem yalan olur. Ama asıl sevincimi Sevgili Erdoğan’ın kaset/CD’nin tüm gelirini Çeçen mazlumlara bağışladığını öğrendiğimde yaşadım.

Ben şafağı Kur’an’la bekleyenlerdenim. Fakat dinlediklerim arasında şimdi bir de Şafak Türküleri var.

Karayel ve Karaoğlu

Ara sıra zevkle dinlediklerim arasından hiç eksilmeyen seslerden biri de Ömer Karaoğlu’nun sesi olmuştur. Ömer Karaoğlu, benim “özgür müzik” adını verdiğim İslami duyarlıklı müziğin duayeni. Hangimizin kulaklarında onun bir eserinin tınısı yoktur ki? Hele “Şehit Tahtında” diye başlayan o güzelim çalışması… Onu ne zaman dinlesem, beni alır bir başka yere götürür.

Karayel adlı son kaset/CD’sinde Sevgili Karaoğlu aynı performansı korumuş. Çocukların elinden alamadım doğrusu. Biraz da almak istemedim; çünkü onlar duyduklarından hemen etkileniyorlar. Ben, çocuklarımız kulaklarında sevap seslerle büyüsün istiyorum.

Karayel’de Var Mıdır adlı bir eser var ki, gerçekten dinlemeye doyulmuyor. Sözleri Abdurrahim Karakoç’a ait Sultanım adlı eser de öyle. Fakat -ben bunu Bestami Bey’den canlı canlı dinlediğim için belki de- kanaatim o ki, o güfte sahibinin sesine daha güzel gidiyor.

Müzik ürünlerinden bana ulaşan son eser, Mevlana’nın Mesnevi’sinden seçme şiirlerin ney eşliğinde okunduğu şık bir CD. Benim gibi ney sesine karşı özel bir zaafı olanlara tavsiye olunur. CD’nin hem Farsça aslı, hem de Türkçe çevirisi ayrı ayrı piyasaya arz edilmiş. Farsçasını tahmin edemeyeceğiniz bir isim okuyor: İranlı mütefekkir, Seyyid Hüseyin Nasr.

Söz CD’den açılmışken, bizim bin kitaptan oluşan sünnet külliyatını nasıl taradığımıza akıl erdiremeyip sui zanna sarılanlar için de bir tanıtım yapalım. Belki ilim-irfan sahipleri yararlanırlar. Binlerce ciltten oluşan bin kitaplık sünnet külliyatını tarayabilmeniz için iyi derecede bir Arapçanız, bir bilgisayar donanımınız ve bir de Mektebetul-Elfiyye adlı CD’niz olması yeterli.

Bu CD, bu alanın bir numarası Turas şirketinin bir ürünü. İçerisinde sünnet ve hadisle ilgili bin kitap, 400.000 hadis, ayrıca çok sayıda ıstılah kitabı ve kamustan oluşuyor. Eski versiyonları Floppy’li idi, ama son versiyon kendinden kurulumlu. Bu kadar yüklü bir CD’nin güçlü bir bilgisayar istediği açık. Ama kurup da çalışmaya başladınız mı, dünyanın var malına değiyor. Çünkü bir hadisin bildiğiniz bir kelimesini yazıyorsunuz, 1000 sünnet kitabı içerisinde o hadisten ne kadar varsa birkaç dakikada önünüze diziyor. O hadisler hakkında yapılmış tüm eleştirileri de görebiliyorsunuz. Eğer diliniz varsa, hadis hakkında Arapça not bile düşebiliyorsunuz. Ravi isminden arama şansınız da var. Ayrıca birikiminiz yeterliyse hadisleri yeni bir cerh ve tadile tabi tutabiliyorsunuz. Bundan iyisi can sağlığı.

Şafak Türkülerinden başlayıp nerelere geldik.

Yok yok, iyi yerden başlayıp iyi yere geldik. İnsanın üzerinde kulağının da hakkı var, kafasının ve kalbinin de. En iyisi, herkese hakkını vermek.

( 20 Kasım 2000 )

Yorum Yaz