Gaza gelmek, saza gelmek, kaz görmek

Başörtüsü bu ülkenin gerçeğidir. Müslüman kadının inancından kaynaklanan amelinin bir parçasıdır.

Bu ülkenin kadınlarının kahir ekseriyeti başörtülüdür. Son kamuoyu yoklamasında tesettüre yönelik yasağın kalkmasını isteyenlerin oranı % 77’dir. Başörtüsü yasağını koyanlar bu ülkenin malum azınlığıdır.

Onlar bu yasağı hiçbir hukuki ve toplumsal gerekçeye dayanmadan uyguladılar. Kendi koydukları yasağa meşruiyet arama ihtiyacı duymadılar. Sadece paranoya derecesine varan korkularının eseridir bu yasak. Belki malum azınlığın paranoyalarını azdıran bir çelik çekirdek, bu yasakla çok daha başka amaçlar peşindedir.

Başörtüsü yasağının doğrudan mağduru olan genç kızların sayısı yaklaşık 90 bindir. Fakat bu yasaktan dolaylı olarak etkilenen ve mağdur olanların sayısı milyonlarla ifade edilmelidir. Bundan da öte bu yasak, kendilerine yasak uygulanan kesimler için “psikolojik eşik” haline gelmiştir. Bu yasak kalkmadan, geniş Müslüman yığınlar “devlet” adlı çatık kaşın kendilerine surat asmaya devam ettiği kanaatini sürdüreceklerdir.

Bu yasak imtiyazlı azgın azınlığın, “öteki Türkiye” de denilen çoğunluğu tasfiye aracı olarak kullanılmıştır. Bu işin bir başka boyutudur ve üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Kızını okula gönderen fakat bunu yaparken inancından da taviz vermeye yanaşmayan aileler, merkezi kuşatan çevreye mensupturlar. Onların merkeze doğru yürüyüşlerini, pastadaki paylarını küçültecek bir teşebbüs olarak görenler, yasağı açık ya da örtülü desteklediler.

Bu açıdan başörtüsü yasağının kalkması sadece din ve inanç özgürlüğü bağlamında değerlendirilecek bir talep değildir. Bu talep, aynı zamanda gelir dağılımındaki dengesizliğin giderilmesiyle ilintilidir. Her iktidarın ana sorunu olan “siyaset alanının genişletilmesi” talebiyle ilintilidir. Demokratik Cumhuriyetin “vesayet rejimi” görüntüsünden kurtulması talebiyle ilintilidir. Devlet-millet barışması ve kaynaşması talebiyle ilintilidir.

Ama her şeyin üstünde bu bir hak ve özgürlük meselesidir. Diğer gerekçelerin hiçbiri olmasa dahi başörtüsü özgürlüğünü savunmak, inanan inanmayan, Müslim gayr-ı Müslim, ateist veya ataist, kim olursa olsun her bireyin özgürlüğünün bir parçası sayılmalıdır. Hangi kesime yönelik olursa olsun, ihlal edilen her özgürlükle toplumsal özgürlük katsayısı düşer. Bundan o toplumu oluşturan herkes zarar görür.

Herkesin zarar gördüğü ve toplumun kahir ekseriyetinin “kalksın” dediği bir yasağı, o yasağın mağdurları arasında yer alan insanların oluşturduğu bir iktidardan beklemek yanlış mı? Geçen yazıda da dile getirdim; Ak Parti’yi rekor düzeyde bir halk desteğiyle iktidara taşıyan, bu tür yasaklara karşı oluşan tepkinin rüzgarıydı.

Ak Parti liderliği bu rüzgarın şimdilerde şişirecek yeni bir yelken aradığını bilmiyor olamaz. Mesut Yılmaz “Siyasal hayatıma da mal olsa…” demişti 28 Şubat tırpanının İslam’la ilgili her gelişmeyi biçtiği günlerde. Ne oldu? Siyasal hayatına mal oldu. Olmakla kalmadı, eski başbakan şaibeli icraatlarının hesabını vermek için Yüce Divan’ın eşiğine kadar geldi.

Geçenlerde Başbakan yalakalardan şikayet ediyordu. Şimdi iktidarda bulunan siyasilere yapılacak en büyük iyilik, onlara yalakalık yapmak değil, onları Allah, tarih, vicdan ve toplum önünde uyarmak ve “sorumluluğa” davet etmektir. İkbal ve nimet zamanlarında sırt sıvazlayan çok olur. “Yürüyün aslanlarım, iyi gidiyorsunuz!” diyen şerbetçiler mebzul miktarda bulunur. Her birinin bir hesabı vardır. Fakat nimet ve ikbal bitip de nikmet ve idbar zamanı başladı mı toz olurlar. Ara ki bulasın. Bir de bakmışsın giden “paşam”ı bırakmışlar, gelen “ağam”a temenna kuyruğundalar.

Ne diyordu adil Halife: “Siz uyarmazsanız sizde, biz dinlemezsek bizde hayır yoktur!”

Uyarıyorum: Ak Parti’nin yelkenini şişiren rüzgar kendine yeni yelkenler arıyor. Bunun ille de Sağ’dan olması şart değil. Sol bile olabilir. En küçük bir îmâ, sahte bir tebessüm, yalancı bir vaat bile bu rüzgarı arkasına alabilir. İyidir, kötüdür. Ama kitle rüzgarı işte böyle bir şeydir.

Şimdi siyasal bir fantezi kuralım: Bugünlerde Sarıgül parlatılıyor. Birileri tarafından bir yerlere hazırlanıyor olma ihtimali yüksek. Türkiye gibi bir ülkede bütün bu olan bitenlerin tesadüf olduğunu söyleyemeyiz.

Düşünsenize bir: Bugün cilalandıkça cilalanan Sarıgül’ü makyajlama işine medya da dört elle sarılsa (ki şimdiden ucu göründü). Bir taraftan da, zaten buna inanmaya yatkın olan mağdur kitlelere el altından “Derin devlet bu sorunu Sarıgül’lü iktidara çözdürecekmiş” tüyoları salınsa. Eh, elde aksakallı hacı babaları belediye otobüsleriyle sabah namazına taşıma gibi bir referans da var. Bu durumda, şişirecek yelken arayan mağdurların ve destekçisi yığınların rüzgarı kimin yelkenlerini şişirir dersiniz?

Bazılarına göre Ak Parti’yi başörtü mağdurlarına karşı sorumluluğunu yapmaya davet ona “gaz vermek”miş. Asıl gazı, iktidara “Sen de senden öncekiler gibi mağdur yığınları “kaz” yerine koyabilirsin” diyenler veriyor. Benim bildiğim Tayip Bey “gaz”a gelmez, fakat “saz”a da gelmemeli; özellikle sineklerin sazına.

Malum, siyasetin arıları ve sinekleri vardır: Arılar üretir, sinekler tüketir.

Yorum Yaz