Şahadet Var Olmak, Şahit Olmaktır

Ş-h-d maddesi, “orada olup tanık olma” (3:70) ve “tanık olduğunu haber verme” (25:72) manalarına delalet eder.

Tanıklığın şartı “huzur”dur. Huzur, “orada ve o anda hazır ve nazır olma”dır. Bu tanıklık gözle olabileceği gibi, gönülle de olabilir. Hacıların hac yapmak için toplandığı mekânlara meşâhidu’l-hac denir (22:28). Meşhed, “insanların topluca göründüğü meydan” anlamına gelir. Bu kelime daha sonra, düz ve büyük kabirler için kullanılmıştır. Dünyada yekpare en büyük ve en kalabalık kabristana sahip olma unvanı, Hz. Ali’nin kabrinin bulunduğu Irak’taki Meşhed şehrine aittir.

Peteği içindeki bala eş-şehdu veya eş-şuhdu denilir. Balın, “kendine ait yerde olduğuna” delalet eder. Bir genç kızın ilk defa hayız görmesi, eşhedet fiili ile ifade edilir. Zira bu durum, kadınlığa adım attığının şahididir. Oğlan çocuğunun ilk buluğa ermesine de eşhede’r-racul denilir. Ana rahminden, yeni doğan yavrudan önce gelen su ve kana şuhûd veya şâhid denilir. Zira bebeğin doğumunu haber verir.

Şehadet, “kesin tanıklık” demektir. (32:6). Şuhûd ile şehâdet arasında fark vardır. Şuhûdmücerret “orada olma” halini, şehâdet ise “orada olup müşahede etme” halini ifade eder.

Şehâdet ile haber arasında fark vardır. Şahidin şehâdet’i hukuki müeyyide doğurur, fakat muhbirin haberi hukuki müeyyide doğurmaz.

Şâhadet ile vekalet arasında fark vardır. Şâhid sadece tanıktır, fakat olaya müdahil olamaz; vekîl ise hem tanıktır hem de olaya müdahil olur.

Namazda tahiyyât’a “teşehhüd” adı verilir. Zira tahiyyât’ın zirvesi sonundaki şahadettir. Şahadetteki eşhedu, “bilir ve bildiririm ki” manasına gelir. Ustuşhide, bizim “şehid olmak” diye kullandığımız mananın tam karşılığıdır. Daha sonraları, Allah yolunda öldürülenlere şehîd denilmiştir. Bazı âlimlere göre; Allah yolunda öldürülenler “diri” olduğu için şehîd adı verilmiştir. Buna şu âyet delil gösterilir: “Allah yolunda öldürülenleri asla ölüler sanmayın; bilakis onlar Rableri katında diridirler.” (2:154). Fakat âyette şehîd veya aynı kökten başka bir kelimenin yer almaması, kelimenin anlam yolculuğunda geçirdiği değişimleri ele vermesi açısından dikkat çekicidir.

Şehîd, Allah’ın Kur’an’da geçen Esma-i Hüsna’sındandır. Sonsuz ve sınırsız, eşsiz ve benzersiz ilahi tanıklığa delalet eder. Şehîd olan Allah’ın şahitliği yalnızca görüneni değil görünmeyeni de, yalnızca bilineni değil bilinmeyeni de, yalnızca açıktakini değil gizlidekini de, yalnızca maddi olanı değil manevi olanı da, yalnızca organların eylemlerini değil kalbin ve aklın eylemlerini de kapsar.

En büyük şahit olarak Allah

Şahadet (şahitlik) ıstılah olarak; “Birinin bizzat müşahede ettiği başkasına dair bir haberi aslına sadık olarak haber vermesi” anlamına gelir. Haber verene şâhid, haber verilene meşhûd denir. Şahitlik, kişinin kendisi hakkında da geçerlidir.

– Şahitlik gerekli midir?

– Bir Hesap Günü, yani bir Mahkeme-i Kübrâ varsa, tanıklık şarttır. Ahiretin varlığının olmazsa olmaz şartı, şahitliktir. Mahkeme-i Kübrâ’nın hâkimi Allah’tır, sanıkları kullardır. Tanıkları ise hem Allah hem melekler hem kullar hem de bütün bir tabiattır.

Şahitlik iki ana başlık altında değerlendirilir:

  1. Yaradan’ın şahitliği.
  2. Yaratılanın şahitliği. Esma-i Hüsna arasında Şehîd isminin olması, Yaradan’ın şahitliğine imanı gerektirir.

Şehîd olan Allah’ın şahitliği, en yüce şahitliktir. Allah’ın şahadeti, reddedilmesi mümkün olmayan tek şahadettir. Onun şahitliği mutlak şahitliktir ve yalana asla ihtimali yoktur. O’nun şahitliği mahlûkatın şahitliğine benzemez. O, şahit olmak için bir yerde ve bir zamanda olmak zorunda değildir. Zira O, her zamanda ve her yerde hazır ve nazır olan mutlak şahittir.

Esma-i Hüsna’yı oluşturan her ismin tecellisi kulların lehine olduğu gibi, Şehîd isminin tecellisi olan ilahi şahitlik de kulların lehinedir. İnsan hiç kimselere söyleyemeyeceği dertlere duçar olur. Bazen insanın içinde ateşler yanar da, bağrını kimselere açamaz. Bazen de insanın başına öyle işler gelir ki, onlara birini tanık tutmak ister, fakat Allah’tan başka kimseyi bulamaz. İşte öylesi durumlarda, Allah’ın şahit olduğunu bilmek insanın yüreğini ferahlatır. “Allah kuluna yetmez mi?” ilahi sorusu, böyle anlarda cevabını bulur. İnsan da, ta yürekten; “Hiç yetmez olur mu?” cevabını verir.

Allah’ın şahitliğine vurgu, insanı dürüst olmaya davet eden bir işleve sahiptir. Zira insan, bazen kendi vicdanına karşı bile yalan söylemeye yeltenir. Vicdanı kendisine doğruyu söyler, o kendi vicdanını tasdik etmek yerine, susturmayı yeğler. Kendi hakikatinden dahi böylesine kaçan insana, hakikatten asla kaçılmayacağını öğretmenin bir yolu olmalı. İşte Allah’ın eş-Şehîd ismine imanın hakikati budur.

Eğer insan Allah’ın her şeye şahit olduğuna iman ederse, hakikatten kaçmaya teşebbüs etmez. Dolayısıyla, Şehîd olan Allah’a O’ndan kaçarken yakalanmaz. Vicdanının sesini susturmaya kalkmaz. Hepsinden öte, hesabını veremeyeceği işlerden mümkün olduğunca uzak yaşar. Bu ise, Şehid ismine iman etmenin en büyük getirisidir.

Şahit olan ya dostuna şahitlik eder, ya düşmanına şahitlik eder. Allah hiçbir kuluna düşman değildir. Fakat kulları arasından bazıları Allah’a düşmandır. Allah kendine dost olanların dostluğuna şahitlik edecek, düşman olanların düşmanlığına şahitlik edecektir.

 Şahadet “huzur”dur

Şahit olmak “hazır olmak”, şahitlik ise “huzur” manasına gelir. Huzur’un “şahitlik” manasıyla dilimizde kazandığı “mutluluk” manası, Şehîd isminin anlam alanında buluşmaktadır.

Şahitlik lâfzen “huzur” olduğu gibi, manen de “huzur”dur. Zira rahmeti, şefkati, merhameti ve mağfireti sonsuz olan bir Rab tarafından sürekli gözetilip kollanmak, insana tarifsiz bir huzur verir.

İnsan, kulların kendisini gözetlemesinden sıkılır. Hatta bu gözetlenen insana, bir parça “gözaltı” olarak yansır. Zira gözetleyen kulların duygu ve düşüncelerinden, tavır ve davranışlarından emin olamaz. Onlara hata ve kusurlarıyla yakalanmak istemez. Bu insanın en yakını bile olsa böyledir. Çünkü kullar hemcinslerinin hatalarını istismar edebilir. Şahit olan kullar şahit olduklarının hatalarını kendi sevapları sayabilir.

Fakat Allah’ın tanıklığı böyle değildir. O, kullarının hasmı veya rakibi değildir ki, kullarında şahit olduğu halleri istismar etsin. O’nun şahitliği kulların mahza hayrınadır. Kul, başkaları tarafından yanlış anlaşılabilir. Fakat böylesi her durumda kulu teskin eden Allah’ın niyetlere ve kalplerin içindekine şahit olmasıdır. Bu noktada kul, “Allah şahit ya, bu bana yeter” der. Bununla teskin olur ve huzur bulur.

Yanlış anlaşılmak, insani ilişkilerde insanı en çok huzursuz eden ve üzen durumlardan biridir. Bazı yanlış anlaşılmalar vardır ki, insanı kahreder. İnsan iyi niyetle bir şey yapar, bu uğurda büyük bedeller öder. Fakat bütün bunlara rağmen, yine de yanlış anlaşılmaktan kurtulamaz. İşte böylesi bir durumda, Şehîd olan Allah’ın tanıklığı insanın tek tesellisi olur.

İnsanın Allah’ın Şehîd ismine imanıyla, yaptıklarının birileri tarafından yanlış anlaşılma ihtimaline verdiği ehemmiyet ters orantılıdır. İnsanın Şehîd ismine imanı arttıkça, başkalarının yanlış anlama ihtimaline verdiği önem azalır. Şehid ismine iman kemale erince, başkalarının ne dediği veya diyeceği, nasıl gördüğü hepten önemini yitirir. İşte tarihte Melamilik adıyla müstakil bir meşrebe dönüşen “melâmet hali” bu haldir. Melâmet ehli olmayı görünmenin önüne koyma işinde o kadar ileri gitmişlerdir ki, aslında o günaha zerre kadar bulaşmadıkları halde başkalarının gözünde kendilerini “malamat” etmek için kasten günahkâr gibi görünürler. Gösterişçi dindarlığa tepki olarak ortaya çıkan bu yol da sağlıklı bir yol değildir.

Hak âşıklarından 19. yüzyıl halk ozanı Seyrani, ömründe ağzına damlasını koymadığı halde, içki kadehlerini sarığına dizerek gezermiş. Aynı yüzyılın ariflerinden Borlu Ahmet Kuddusi, bir Ramazan günü davetli olduğu Kayseri’ye girişte kalabalığı görünce şöyle der: “Ey nefsim kalabalığı görünce kendini bir şey sanma! Ye orucunu, boyla 61’i de aklın başına gelsin!” Kendisini karşılamaya gelen kalabalığın şaşkın bakışları karşısında heybesindeki çöreği çıkarıp yemeye başlar. Kalabalık, “Biz veli sanmıştık, oruç yiyen bir zındıkmış.” diyerek dağılır. Melami meşrep Ahmet Kuddusi muradına ermiştir. Tabi ki bu meşrebin sadıkları gibi istismarcıları da vardır. İrtikâp ettikleri menhiyatı, Melamilik görüntüsü altına gizleyen sahtekârlar da az çıkmamıştır.

Başkalarının gözünde kötü görünmek için özel çaba harcayanların meşrebi olan Melamilik, İslam’ın tasvip ettiği bir yol olamaz. Zira İslam, töhmet makamında bulunmayı hoş görmez. Başkalarını suizanna düşürecek davranışları tasvip etmez. Bu, bir tür tersinden aldatma olarak nitelenebilir.

Şehîd olan Allah samimi olana da, istismar edene de şahittir. Allah’ın şahit olduğuna iman eden, istismarcılara ve istismara takılıp kalmaz. Hele istismarcıya kızıp, değere tavır almak gibi bir yol asla savunulamaz. Bu, “istismarın istismarı” veya “istismarcının istismarı”dır. Eğer birileri, olmak yerine görünmeye çalışıyorsa, onlara lanet gerekmez. Zira onlar kendi kendilerini lanetlemişlerdir. Çünkü olmadan görünmeye çalışanlar, asla olamayacaklar demektir. Görünmeyi olmanın önüne çıkaranlar, görüntülerine toplum içinde müşteri buluyorlarsa, bu müşterilere kızmak yerine acımak gerekir. Zira onlara müşteri olanlar, sahte dövizi hakiki parayla alan ahmağa benzerler. Ellerinde aldatılmış olmaktan başka bir şey kalmayacaktır.

Allah’ın şahadeti en büyük şahadettir

Allah şahittir. Hem de bir şeye değil, her şeye şahittir. Zira Allah, insana şahdamarından yakındır. İnsan, kendisine şahdamarından yakın olandan hiçbir şeyi saklayamaz, kaçıramaz, gizleyemez. Bu hakikati Kur’an “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (57:4) âyetiyle haber verir.

Allah’ın tanıklığı, kulların tanıklığına benzemez. Allah nasıl varlığın zirvesi ise, Allah’ın tanıklığı da tanıklığın zirvesidir. Tıpkı şu âyette buyrulduğu gibi:

قُلْ اَىُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةً قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُوۧحِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰى قُلْ لَاۤ اَشْهَدُ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪يۤءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ ﴿١٩﴾

De ki “En büyük şahit kimdir?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah şahittir ve bu Kur’an bana kendisiyle sizi ve onun ulaştığı kimseleri uyarayım diye vahyedildi. Size de (ulaştığına göre şimdi söyleyin bakalım): Allah’la birlikte başka ilahların olduğuna gerçekten şahitlik eder misiniz? De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” De ki: “Tek ilah ancak O’dur ve benim Allah dışında ilahlık yakıştırdıklarınızla hiçbir bağım yoktur.” (En’âm 6:19)

Şehîd ismine iman, Allah’ın en büyük şahit olduğuna imandır. Bu âyette Nebi aleyhisselam, kendine gelen vahyin kaynağının Allah olduğuna yine Allah’ı şahit gösteriyor. Esasen bununla o şunu diyor: Ben kendiliğimden bir şeyler uydurup “Bu bana Allah’tan geldi” diye Allah’a iftira etmeyeceğime Allah’ı şahit tutuyorum. Siz de şirkinize, benim gibi Allah’ı şahit tutabilir misiniz?

Bu nokta, işin püf noktasıdır. Zira şirk ile her şeye şahit olan bir Allah inancı, aynı yerde barınamaz. Niçin? Çünkü şirkin gerekçesi, uzak Allah inancıdır. Müşrik akıl şöyle çalışır: Allah uzaktır. Uzak olana ulaşmak için, aracılar tedarik etmek gerekir. İşte taptığımız bu putlar, bizi Allah’a ulaştıracak aracılardır. (39:3).

Her şeye şahit olan bir Allah’a inanmak için evvela Allah’ın insana şahdamarından yakın olduğuna inanmak gerekir. Buna inanınca da şirke ihtiyaç kalmaz. İşte Nebi’ye, “De ki” emri ile söyletilen hakikat budur. Allah’ın en büyük şahit olduğunun hatırlatılmasının gerçek sebebi de budur.

Üzerine yemin edilenlerin hepsi şahittir

Kur’an’da Allah, bazı yaratılmışlar üzerine yemin eder. Bunları 10 başlık altında tasnif edebiliriz:

  1. Kâinata dair unsurlar: Güneş, yıldızlar ve ay gibi.
  2. Zamana dair unsurlar: Asır, gece, gündüz, sabah ve kuşluk gibi.
  3. Yeryüzüne dair unsurlar: Denizler, dağlar, kabirler, gündoğumu ve günbatımı noktaları gibi.
  4. Son Saat ve Kıyamet Günü’ne dair unsurlar: Vaat edilen gün, kıyamet günü gibi.
  5. Kur’an’a ait unsurlar: Yol gösteren ve fetheden âyetler, uyarı, müjde ve rahmet âyetleri gibi.
  6. Öğrenmeye dair unsurlar: Kalem ve kalemin yazdıkları gibi.
  7. Yaratılışa dair unsurlar: Yokluk ve varlık, erkek ve dişi, görülen ve görülmeyen her şey gibi.

8 İnsana dair unsurlar: Kendini kınayan nefis, hayat denizinde yüzdükçe yüzen mü’minler gibi.

  1. Vahyin indiği mekâna dair unsurlar: Mekke, Beytu’l-Ma’mur, incir, zeytin, Tur-i Sina gibi.
  2. Şahitliğe dair unsurlar: Tanık, sanık, şahitlik gibi.

Görüldüğü gibi, Allah’ın yemin ettiği şeylerden bir grubu da, “şahitlik” ile ilgili unsurlar oluşturmaktadır. Fakat bu yeminlerin tümü esasen şahitlikle ilgilidir. Zira Allah’ın yaratılmış bir varlığa yemin etmesi, onun “şahit olacağını” haber vermesidir. Ve’l-asr demek, “Asır şahit olsun” demektir. Ve’l-leyl demek, “gece şahit olsun” demektir. Ve’ş-şems demek, “güneş şahit olsun” demektir.

Kur’an’da iradesiz ve cansız mahlûkat üzerine edilen yeminler, cansız varlıklara “hafızasız” muamelesi yapmamızı önlemek için bir uyarıdır. Onlar da kendilerine has bir hafızaya sahiptir. Ancak taş kesilmiş kalp sahipleri, taşa taş gibi bakar.

Şahit olan her şey dile gelecektir. Dile gelen her şey Allah’a konuşacaktır. Allah zaten her şeye şahittir. Bunların arasına şahit olanlar da girer, şahit olunanlar da, şahitlikler de…

Dolayısıyla Allah’a kimse yalan şahitlik yapamayacaktır. Bununla verilen mesaj açıktır: Ey insan, gece ve gündüz, ay ve güneş, çift ve tek, dağlar ve denizler, su ve toprak, insan ve melek şahitse eğer, sen Şehîd olan Yaradan bir yana, şahit olan yaratılandan dahi bir şey kaçıramazsın. Hal bu iken, Allah’ın her şeye şahit olması, sana yetip de artmalı.

Var olmak şahit olmaktır

Şahitlik, Yaratan ve yaratılanın buluştuğu ortak eylemdir. Zira var olmak şahit olmaktır. Yaşamak şahit olmaktır. Zira Hâlık da şahittir, mahlûk da. Elbette ikisinin şahitliği arasında mahiyet farkı vardır.

– Allah’ın şahit olması yetmez mi?

– Bu soruyu Rabbimiz soruyor ve bizden “Hiç yetmez olur mu ya Rab!” cevabını bekliyor. Zira şahit olarak kuluna Allah da yetmezse, kim ve ne yeter? Esasen, aklı başında hiç kimse, hem Allah’a inanıp da, hem de Allah’ın şahitliğinin yetersizliği fikrine kapılamaz.

– Peki, müşrikler niçin bu fikre kapıldılar?

– Çünkü Allah’ı uzak ve ulaşılamaz olarak tasavvur ettiler. Bu nedenle aracılar ihdas ettiler. Bu nedenle şefaat tezini geliştirdiler. Bütün bu tavırları, gerçekte Allah’ın şahitliğinin yetersizliği üzerinde yükseliyordu. İşte bu hastalıklı inancı reddetmek için Kur’an tekrar tekrar “Her şeye şahit olarak Allah yetmez mi?” sorusunu sordu:

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪يۤ اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿٥٣﴾

“Vakti geldikçe insana, kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında mesajlarımızı göstereceğiz. Ta ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için ortaya çıksın. Her şeye şahit olan senin Rabbin (insana) yetmedi mi?” (Fussılet 41:53)

Allah, mesajlarını insanın iç ve dış dünyasında hep gösteriyor. Fakat insanın bu mesajları görmesi için, Allah’ın “gör” dediği yerden bakması şart. Ancak o zaman görür. Eğer görmüyorsa, gösterilmediği için değil, bakmadığı için görmüyordur. Elbette Allah, bakmamasının en derinlerinde yatan gizli sebeplere de şahittir.

“Allah’ın her şeye şahit olması yetmez mi?” kalıbı, bazen Nebi’yi ve mü’minleri teselli için gelir. O Nebi ki, kendisine yüklenen nübüvvet görevini layıkıyla taşımak için kendini helak edercesine koşturuyor, hatta bu konudaki aşırı hassasiyeti bazen “Mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin.” (26:3) yollu uyarılar almasına sebep oluyordu. İşte Allah’ın her şeye şahit oluşunun hatırlatıldığı şu âyet, Nebi’yi teselli etmeyi amaçlamaktadır:

قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا ﴿٩٦﴾

“De ki: “Benimle sizin aranızda (bütün bu olan bitenlere) tanık olarak Allah yeter: Çünkü O, kullarıyla ilgili her habere daha kaynağında vakıf olan, onların her halini bizzat görendir.” (İsra 17:96)

Allah yaptıklarınıza şahittir

İslam ahlâkı, eylem ahlâkıdır. Zaten ahlâk dediğimiz şey de eyleme dair bir niteliktir. Kur?an imanın yanına “eylemi” (amel) koyar. Fakat bu eylem yalınkat bir eylem değil, “salih” sıfatına layık olan bir eylemdir.

Esasen Kur’an’da muhataplara, Allah’ın her şeye şahit olan bir Şehîd olmasının hatırlatılması yeterli idi. Fakat vahiy bununla yetinmemiş, Allah’ın insanın eylemlerine şahit olduğu ayrıca vurgulanmıştır:

وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ ﴿٤٦

“Ve sana, onlara vaat ettiklerimizden bir kısmının gerçekleştiğini ya (bu dünyada) gösteririz ya da senin canını alırız (ahirette gösteririz). Nasıl olsa en sonunda dönüşleri Bizedir; dahası, Allah onların yaptığı her şeye şahittir.” (Yûnus 10:46)

قُلْ يَاۤ اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ ﴿٩٨﴾

“De ki: “Ey önceki vahyin takipçileri! Allah yaptıklarınıza şahid olup dururken niçin Allah’ın âyetlerini reddediyorsunuz?” (Âl-i İmran 3:98)

– Kur’an “Allah her şeye şahittir” demişken, neden bir de eylemlere şahit olduğunu hatırlatma gereği duymuştur?

– Bunun muhtemel cevabı şudur: Kendinizden sadır olan her şeye dikkat edin, fakat eylemlerinize daha bir dikkat edin? Zira insandan sadır olan şey eylemse, ilahi kayıt sistemi de eyleme geçmektedir. Eylemle yıkılanın telafisi, yine eylemle yapmaktır. Eylemle bozulanın telafisi, yine eylemle düzeltmektir. Bu yüzden eylemin verdiği zarar ve ziyan da çok, telafisi de zordur.

Biz bu âleme sahip olmaya değil şahit olmaya geldik

İnsan şâhit olan bir varlıktır. Zira kendi kendinin farkında olan ve kendi kendini gözetleyen, kendi üzerine düşünebilen, soru sorabilen ve cevap verebilen bir varlıktır. (75:14). Bu da insanın şâhit olarak yaratılışındandır. Allah’ın Şehîd isminin en büyük tecellisi insandır.

İnsanın şahitliğini güneş sistemi ile izah edebiliriz:

  1. İnsanı oluşturan organlar, hem kendine şahittir, hem de insana: Ay hem kendi etrafında hem de dünyanın etrafında döner: Ayın kendi etrafında dönmesi, kendi kendine şahit oluşuna, dünyanın etrafında dönmesi, bu şahitliğin daha büyük bir şahitlikten bağımsız olmayışına delalet eder. İnsanın el, ayak, göz, kulak gibi maddi; irade, akıl, vicdan gibi manevi organları aya delalet eder. Bir bütünün parçaları olan bu unsurlar, hem kendi kendilerine şahittir hem de ait oldukları insana şahittir: “O gün ağızlarına mühür vururuz. Bize elleri konuşur, ayakları şahitlik yapar.” (36:65).
  2. İnsan organlarıyla birlikte hem kendine şahit, hem de Allah’a şahittir: Dünya hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında döner. Dünya insanı temsil etsin. İnsan hem kendi kendisine şahit olur hem de Allah’a şahit olur. Kendi kendisine şahit oluşu vicdanıyladır. Vicdan, Allah’ın insanın içine koyduğu eşsiz bir sevk edici ve doğru sözlü bir şahittir. Bunu şu âyet beyan eder:

وَجَاۤءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَاۤئِقٌ وَشَه۪يدٌ ﴿٢١﴾

“Ve (Hesap Günü) her can kendisini sevk eden unsurlar ve tanıklarla (ilahi) huzura gelir.” (Kâf 50:21).

Sâık “sevk eden, yönlendiren” demektir. Özne formundadır. Aktif ve etkendir. Hem insanı kötüye sevk eden içgüdü ve ayartıcı benlik gibi nefsanî boyuta, hem de insanı iyiye sevk eden vicdan gibi Rahmani unsurlara delalet eder.

Şehîd, “şahit olan/olunan, tanık olan/olunan” demektir. Şehîd formu, fa’îl vezninin yapısı gereği, hem nesne hem özne anlamını birlikte kapsar. Hem pasif, hem aktiftir. Belki bir boyutuyla pasif, diğer boyutuyla aktiftir. Mesela kişiye nefsi vesvese verdiğinde, kişi bu vesveseye şahittir. Eğer nefsinin verdiği vesveseye kapılmazsa özne olarak şahittir, kapılırsa nesne olarak şahittir. Başta vicdan olmak üzere, akıl ve irade de şahittir.

İnsanın Allah’a şahit oluşunu Kelime-i Şahadeteyn’in ilk kısmı temsil eder: Eşhedu en-lâ ilâhe illallah (Ben şahit olurum ki ilahlık sadece Allah’a yakışır, başka hiçbir şeye yakışmaz).

  1. Peygamberler ümmetlerine, ümmetleri de peygamberlerine şahittirler: Peygamberleri güneş temsil eder. Güneş nasıl ki hem dünya, hem diğer gezegenler ve onların uydularına şahitse, bütün bunlar da güneşe şahittirler. Allah’ın vaadi vardır: O, hem peygamberlerden hesap soracaktır, hem de onları gönderdiği ümmetlerden. (7:6).

Peygamberlik bir şahitlik müessesesidir. Her peygamber şahit olarak gönderilir. Şahitlik peygamberlere Allah’ın yüklediği bir sorumluluktur. Peygamberler bu sorumluluğu, hem dünyada hem ahirette yerine getirmekle mükelleftirler. Peygamberlerin dünyadaki şahitlikleri, “örnek ve model” olma misyonlarıdır. (Bkz: 2143).

Nasıl ki dünyada hakikati tebliğ etmekle yükümlülerse, ahirette de tebliğ ettikleri hakikate karşı nasıl davranıldığına şahitlik etmekle yükümlüdürler. Şu âyetler bu hakikatten söz eder:

“(O Gün) Biz her ümmetten, eksiksiz şahitlik yapacak bir şahit çıkarmış olacağız.” (Kasas 28:75).

Her ümmetten çıkarılacak şahitler ümmetlere gönderilen peygamberler ve onların varisi olan âlimlerdir. Hz. Muhammed’in ve Hz. İsa’nın şahitliğinden söz eden âyet (5:117), her peygamberin ümmetinin şahidi olduğunu teyit eder.

  1. Allah her şeye şahittir ve başta insan olmak üzere her şey de Allah’ın varlığına şâhit olan birer âyettir: Bu benzetmemizde Allah’ı, güneş sisteminin etrafında döndüğü ama bizim göremediğimiz ve bilemediğim merkez temsil eder. Biz o merkezin varlığını âyetlerden/karinelerden çıkarırız. İşte o merkez, hepsine şahit olan bir Şehît’tir. Her şey de O’nun varlığına şahittir.

Bu “her şeye”, meleklerin şahitliği de dâhildir. Allah yeri ve göğü insana nasıl şahit kılmışsa, bazı melekleri de insana öyle şahit kılmıştır. İnsan ise her şeyiyle şahittir. Hem zatına kulluk için yaratıldığı Allah’a şahittir, hem kendi emrine musahhar kılınan eşyaya ve tabiata şahittir. Zira insan bu âleme sahip olmak için değil, şahit olmak için gelmiştir. Yaşamak şahit olmaktır.

Rasul’ün şahitliği bu dünyada örneklik ahirette tanıklıktır

Şehîd ismi, müşahede edilebilir varlıklar söz konusu olduğunda “örnek ve model” anlamını da içerir. Allah bizzat müşahede edilebilir varlıklardan olmadığı için, Allah’ın Şehîd olmasında “örnek ve model” manası kesinlikle aranamaz. Fakat peygamberler için kullanılan şehîd sıfatı, “örnek ve model” manasını içerir.

Peygamberlerin gönderildikleri topluma “örnek ve model” anlamında şehîd kılındıkları izahtan varestedir. Kur’an’da Hz. İbrahim ve Hz. Peygamber için kullanılan usvetun hasenetun (güzel bir örnek) tabiri de, peygamberlerin şehîd oluşları kapsamında değerlendirilmelidir.

Hz. Muhammed aleyhisselam şahit olarak gönderilmiştir. Şu âyet, bu hakikati müteaddit olarak söyleyen âyetlerden sadece biridir:

يَاۤ اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّاۤ اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًا ﴿٤٥﴾

“Sen ey Peygamber! Şüphe yok ki Biz seni şâhit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzâb 33:45).

Allah Rasulü’nün şahit olması, ümmetine tanık olmasıdır. Zira Hesap Günü, peygamberlik görevini yapıp yapmadığından Allah huzurunda hesaba çekilecektir. (7:6). Bu yüzdendir ki, Allah Rasulü, hayata veda etmeden hemen önce gerçekleştirdiği ilk ve son haccında irat ettiği veda hutbelerinde üç kez “Bakın! Tebliğ ettim mi?” diye sormuştur. “Evet, işittik ve itaat ettik ya Rasulallah!” cevabını alınca da; “Şahid ol ya Rab!” demiştir. Bu, hem şahit olmanın, hem de şahit kılmanın telaşıydı.

Allah Rasulü, yalnızca şahit olarak gönderilmemişti. O aynı zamanda, şehîd olarak da gönderilmişti. Onun şehîd olarak gönderilmesi, gönderildiği insanlara “örnek ve model” olması anlamını taşıyordu. İşte ona bu sorumluluğu yükleyen âyet:

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاۤءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًا ﴿١٤٣﴾

“İşte böylece sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Rasul de size örnek ve model olsun.” (Bakara 2:143).

Hz. Peygamber’e yüklenen sorumluluk şahid olmasının yanında ayrıca bir de şehîd olmasıdır. Şehîd olmak, insanlara model ve örnek olmaktır. Bunun anlamı, tebliğ ettiği hayat tarzını önce kendi hayatında yaşamasıdır. Kur’an örnek ve model bir hayat yaşamaya, “şehîd olmak” diyor.

Elçi’nin şehîd olması gereken kitle, ümmettir. Zira elçi ümmetin imamıdır. İmam, “anne anlamındaki umm kökünden gelir. Yani imam, “ana yürekli adam” demektir. Hz. Peygamber’den istenen, ana yürekli olmasıdır. Zira annelerin evladına şefkat ve merhameti daha üstündür. Peygamberlerin de ümmetlerine, annenin evladına duyduğu şefkat gibi şefkat duyması istenmektedir. Ümmete şefkat ve merhamet göstermenin Allah indindeki en güzel karşılığı, onların “örnek” alabileceği, model olarak üretebilecekleri bir hayatı yaşamaktır.

Şehîd olmak, sadece Rasulün ümmetine karşı görevi değildir. Şehîd olmak, aynı zamanda ümmetin insanlığa karşı görevidir. Âyette ifade buyrulan ikinci hakikat budur.

Şuhedâ kelimesi şehîd’in çoğuludur. Ümmet-i Muhammed’den insanlığa “örnek ve model bir ümmet” olması istenmektedir. Adeta şöyle söylenmektedir: Nasıl ki Rasul size yaşadığı hayatla örnek ve model olduysa, siz de bütün bir insanlık için öyle olun. Ümmet olarak öyle bir model ortaya koyun ki, başka ümmetler ve milletler sizi örnek alsın.

Sözün özü: Şehîd olmak örnek olmaktır. Şehîd olmak, insanın üzerinde söz hakkı olan değerlerini imanına şahit kılmaktır. Bunu yapanlar ilahi mahkemede sanık olarak değil, tanık olarak arz-ı endam eder.

Şahitlik sorumluluğumuz ve şehîd olmanın hakikati

Kur’an’da “şehîd olmak” ile ne kastedildiği buraya kadar iyice anlaşılmış olsa gerektir. Kur’an şehîd olmayı önce peygamberlere, sonra onların izinden giden mü’minlere ve ümmete bir sorumluluk olarak yüklemektedir. Kur’an’a göre şehîd olmak, “şahit olmak ve şahit olunmak”tır. Şahit olunmak, örnek ve model olmaktır.

Bu, insanlık tarihi boyunca, tüm İslam ümmetine düşen evrensel bir sorumluluktur. İşte bu yüzden Kur’an, İsevî Müslümanlar olan Havarilerin şu duasını ölümsüzleştirerek mü’minlerin tümüne öğretir:

“(İsâ) sordu: “Kim Allah’a ulaşan yolda bana yardım eder?” Havariler dediler ki: “Allah’ın yardımcıları biziz: Biz Allah’a inandık, Sen de şahit ol ki biz Allah’a teslim olan Müslümanlarız! “Rabbimiz! İndirdiklerine iman ettik, elçiye de tabi olduk: Bu nedenle bizi (hakikate) şahit olanlarla birlikte yaz!” (Âl-i İmran 3:52-53).

Şahitlik sorumluluğu, her mü’minin imanına karşı borcudur. Mü’min bu borcunu öderse şehîd olur. Şehîd olan, Allah’ın hayatını başkalarına “model ve örnek” olarak sunduğu mü’minlerdir. Rabbimiz şehîd olma liyakatine erenleri, insanların geri kalanına “örnek” olarak takdim etmektedir.

Kur’an şehîd’i bu manada kullanmıştı. Fakat rivayet kültüründe, şehîd’in anlamı, Kur’an’i anlamından kayarak daha dar bir alana hasredildi. “Şehîd olmak”, Allah yolunda savaşıp öldürülenlere tahsis edilen bir unvan halini aldı.

Esasen, Allah yolunda savaşıp öldürülme konusu, Kur’an’da tekraren işlenen bir konuydu:

“Ve Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın! Aksine onlar diridirler; rızıkları Rableri katındadır.” (Âl-i İmran 3:169).

“Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolunda eziyet çekenler, savaşanlar ve öldürülenler: İşte bunların günahlarının üzerini kesinlikle örteceğim ve onları tabanından ırmaklar çağlayan cennetlere sokacağım.” (Âl-i İmran 3:195).

“Allah yolunda hicret eden, sonra da öldürülen veya ölen kimseler var ya: Allah onlara tarifsiz güzellikte bir rızık bahşedecektir.” (Hac 22:58).

“Allah yolunda öldürülen kimselere gelince: O, onların yaptıklarını asla zayi etmeyecektir.” (Muhammed 47:4).

“Kuşku yok ki Allah yolunda çarpışan, öldüren ve öldürülen mü’minlerden Allah, karşılığında Cennet vaat ederek mallarını ve canlarını satın almıştır.” (Tevbe 9:111).

Bu ve buna benzer âyetlerde “Allah yolunda öldürülenlerden” söz edilir. Fakat şehitlik vasfını bunlara tahsis etmek şöyle dursun, Allah yolunda öldürülenlerden söz eden âyetlerin içinde şehîd kelimesi ve türevleri bir kez bile zikredilmez.

Bu âyetlerde geçen “Allah yolu”, Allah davasını ifade eder. Bu âyetler, sırf Allah davası uğrunda ölenlerden söz etmektedir. Allah Rasulü bu kimselerin hizasına, “kahraman olma” niyetiyle savaşa katılıp da savaşta öldürülen kimseleri yazmamıştır. Kendisini kadınlara kanıtlamak için, Rasulullah’ın ordusunda savaşarak can veren Kuzman adlı sahabi buna örnektir.

Şehîd kavramının Kur’anî çığırından çıkarılması

Vahyin inşa ettiği akılların yerini rivayetin inşa ettiği akıllar almaya başlayınca, Kur’anî kavramların yerini de rivayet kültürüyle taşınan kavramlar aldı. Bazı Kur’anî kavramlar ise, anlam daralmasına veya anlam genişlemesine uğradı. Her iki halde de sonuç anlam kaymasıydı.

İlahi rehberliğe “riayet”in yerini alan “rivayet” ile şehitliğin kapsamı genişletildi. Rivayetler yüzyılında şehîd kapsamına, ilkin canını ve malını savunurken ölenler dâhil edildi. Ardından, o zamanın dermansız hastalıkları sayılan hummadan ve vebadan ölenler ilave edildi. Bu sınır yeni rivayetlerle sürekli genişledi: Boğularak ve yanarak ölenler, gurbette ölenler, yılan gibi zehirli bir hayvanın sokması sonucu ölenler, doğumdan ölenler, karın ağrısından ölenler, bir evin yıkılan duvarının altında kalıp ölenler, damdan düşüp ölenler, üzerine taş düşüp ölenler? Bütün bunlar da, rivayetler yoluyla şehitlik kapsamına alındı.

Öyle ki, bu üretim ilerleyen yüzyıllarda da durmayacak, bu kapsama ulus devleti savunma uğrunda ölenler, işgal ordusuyla birlikte komşu bir İslam toprağına saldırı yaparken ölenler, diktatör yöneticileri tarafından masum ve mazlum Müslüman halka saldırırken ölenler de dâhil edilecektir.

Şehitlik meselesinde iş bu kadar çığırından çıkınca, bu gidişin nerede duracağını kimse kestiremezdi. Bu Kur’anî kavramı Kur’an’a inananlar istismar edince, onlara bakıp Kur’an’a inanmayanlar da istismar etti: Devrim şehidi, sendika şehidi, örgüt şehidi, ideoloji şehidi vs. bu istismarın eseriydi. Neticede, vahyin açtığı çığırdan çıkalı çok olan şehitlik kavramı, vahyin kastettiği dışında, herkes ve her şey için kullanılır hale gelecektir.

Vahyin inşa ettiği bir tasavvurda, “şehîd olmak” ile ölmek arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Böyle bir bağlantı, vahyin inişinden en az yüzyıl sonra ortaya çıkan rivayet kültürünün inşa ettiği akıl için geçerlidir. Vahye göre, “şehîd olmak” ile “yaşamak” arasında zorunlu bir bağlantı vardır.

Kim hangi yolda yaşarsa o yolda ölür. Allah yolunda yaşayanlar, Allah yolunda ölürler. İsterse ölüm onları sıcak yataklarında gelip bulsun. Kur’an’da geçen bir ismi de Şehîd olan Allah şahittir ki, Muhammed aleyhisselam şehîd’dir. Ona şehîd diyen bizzat Allah’tır. (2:143; 22:78). Yine Allah, insanlar ve tarih şahittir ki, o öldürülmeyip yatağında ölmüştür. Buna rağmen o iki sebepten şehîd’lerin en büyüğüdür:

  1. Hayatını imanına şahit kılmıştır.
  2. Mü’minlere örnek ve model (şehîd) olmuştur.

Allah yolunda yaşayanlar Allah yolunda ölürler. Elbette böyleleri de vahyin şahadetiyle şehittirler. Onlar canını ve kanını imanına şahit kılanlardır. Fakat onları şehit kılan sırf “ölmeleri” değil, Allah yolunda “olmaları”dır.

Rabbim! Bizi de şahitlerle birlikte yaz!

Rabbim! Bizi de örnek bir hayatı yaşayarak şehitliği hak etmiş bahtiyarlar arasına kat!

1- Allah’ın şahadeti, reddedilmesi mümkün olmayan tek şahadettir.

2- Allah’ın şahitliğine vurgu, insanı dürüst olmaya davet eden bir işleve sahiptir

3- Şehîd olan Allah samimi olana da, istismar edene de şahittir

4- Şahitlik, Yaratan ve yaratılanın buluştuğu ortak eylemdir. Zira var olmak şahit olmaktır.

5- İslam ahlâkı, eylem ahlâkıdır. Zaten ahlâk dediğimiz şey de eyleme dair bir niteliktir.

6- Peygamberlik bir şahitlik müessesesidir. Her peygamber şahit olarak gönderilir.

7- Şehîd olmak, insanlara model ve örnek olmaktır.

8- Şehîd olmak, insanın üzerinde söz hakkı olan değerlerini imanına şahit kılmaktır.

9- Vahyin inşa ettiği bir tasavvurda, “şehîd olmak” ile ölmek arasında zorunlu bir bağlantı yoktur.

 

Yorum Yaz