Şahsiyet eğitim modeline girişte kişilik tipolojilerinin yeri-Jung örneği

Carl Gustav Jung’un (1875-1961) eserleriyle ilk karşılaşmam Metis seçkisinden oluşan Dört Arketip adlı makalelerinden müteşekkil risale ile oldu (Metis, 2003, İst).

Bu eserde de dikkatimi çeken, Jung’un 1938’de Eranos konferansında sunduğu Kehf Suresi’ni yorumlamasıydı. O, Kehf Suresi’ni “yeniden doğuş” nazariyesi bağlamında yorumluyordu.

Bir “ecnebi” olarak Jung’un Kur’an’dan bir sureyi yoruma tabi tutması başlı başına bir olay. Böyle şeylerin semtine dahi uğramayan Freud’la kıyaslandığında elbette bir artıdır. Fakat Freud’un “ruhsuz” psikanalizinin karşısında Jung’un “ruhçu” denebilecek seviyedeki arketipler tezine birazcık kulak misafiri olan için hiç de garip değil. Kim bilir, belki de o coğrafyada Goethe’den ve Rilke’den itibaren süregelen İslam merakının bir izdüşümü bu.

Jung, Kehf Suresi’ndeki Musa-Bir Kul kıssası ile ilgilenmiş. Daha doğrusu, bu meselimsi kıssada “kullarımızdan bir kul” olarak geçen ve menkıbe geleneğimizde “Hızır” olarak anılan figür etrafında dolaşmış.

Ona göre “Hızır”, “İslam mistisizminde önemli bir rol oynayan kişi.” Hemen ardındaki cümlede surenin ilk kıssası olan Kehf/Mağara kıssasına atlamış. Bu bir uzun atlama. Aradaki Âdem-İblis kıssası ve zengin-yoksul meseli hiç ilgisini çekmemiş, ya da görmemiş. Kehf kıssasını Jung, “Kur’an’ın yeniden doğuş gizemini anlatan” kıssa olarak değerlendirmiş. Bu kez daha uzun bir atlayışla beş kıssa-meselli surenin sonuncu meseline geçmiş: Zülkarneyn meseli. Orada tıkanmış. Oraya kadar kendi tezine -zorla da olsa- uyarladığı sure iş bu mesele gelince “kitabına uymam” demiş. Kur’an bunu hep yapar. Kitaba uymayı bırakıp da kitabına uydurmaya kalkışanları hep mahcup eder. O da almış kalemi eline, Kur’an’a ilahi bir vahiy değil de, beşeri bir söz olarak yaklaşan her şaşkın gibi döktürmüş:

“Kur’an’da nadir oldukları söylenemeyecek tutarsızlıklar burada da var. İki boynuzlu anlamına gelen Zülkarneyn’e yani Büyük İskender’e (o kadar emin ki. Mİ) bu ani geçiş tutarsızlık değil de nedir? Dehşet verici bu anakronizm bir yana (Muhammed’in kronolojisi genelde pek iyi değildir zaten), bütün bunların İskender’le ilgisini anlamak mümkün değil. Fakat şunu bilmek gerekir ki, Hızır ile Zülkarneyn ayrılmaz bir ikili, büyük dostturlar (bundan da çok emin. Mİ.)” (s. 74).

Bunu ilk yapan Jung değil, sonuncusu da olmayacak. Hermenötik dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Tarihselciliğin sefaleti de? Bu yüzden Jung’u kınamıyorum. O doğal olarak kendi tezine malzeme arıyor, uymazsa uyduruyor, hiç uymazsa Kur’an’ın yazarı yerine koyduğu Hz. Peygamber’i eleştiriyor. Ben sadece, Kur’an’ın “hidayet” maksadı dışlanarak okunduğunda âyetlere nasıl ıstırap çektirileceğine dair ilginç bir örnek sunmuş oldum.

Meal-i Şerif’e düştüğüm nottan özetleyeyim: “Kehf Suresi aktardığı beş mesel-kıssa ile baştan sona Allah-insan arasındaki ilişkinin çift kutuplu tabiatına atıftır. Bir yandan yaratan-yaratılan arasındaki mahiyet farkına vurgu yapılırken, öte yandan insanın Rabbine olan varoluşsal ihtiyacı dile getirilir. Ashab-ı Kehf kıssası varoluşun iki kutbu olan hayat ve ölümün mahiyetine dikkat çeker. “Bozulmuş bir toplum içinde direnerek mi yaşamalı, yoksa toplumu terk mi etmeli?” sorusuna cevap teşkil eder. Zımnen der ki: İmanı yaşayacak bir mağaralık yeriniz varsa korkmayın. Zengin-yoksul meseli varsıllığın ve yoksulluğun mahiyetine dikkat çeker. Âdem-İblis kıssası iyinin ve kötünün mahiyetini ele alır. Sembolik dilin zirvesi olan Musa-Salih Kul meseli, nicelik ve niteliğin, zahir ve batının, bilgi ve hikmetin mahiyetini ele alır. Zülkarneyn meseli, maddi iktidar-manevi bilgelik bağının ve yerellik-evrensellik dengesinin değerini işler.” (Hayat Kitabı Kur’an, 553). Yani sure, baştan sona hayatın ve hakikatin çift kutupluluğu kanunu dile getirir. Hele Jung’un “Hızır’ın Allah’ın bir simgesi ya da enkarnasyonu olduğu anlaşılmaktadır” türünden çıkarsamalarının sûreyle bir alakası yoktur.

İmdi, asıl meselemize gelelim: Jung’u gündemime sokan A. Gürcan hanımefendinin bu sayıda okuyacağınız “Neden Öğretemiyoruz?” başlıklı yazısıdır. Bu yazının omurgasını teşkil eden eğitim modeli, Jung’un dört arketipi üzerine inşa edilmiştir. Jung’un arketip tezi bu meselede hayli kullanışlı ve çözümleyici görünmektedir.

Bir süreden beri Akabe Eğitim Üst Kurulu’na bağlı bir alt kurul olarak Şahsiyet Eğitimi Modeli adını verdiğimiz, merkezinde vahyin yer aldığı kapsamlı bir model üzerinde çalışmaktayız. Bizi buna iten sebep, günümüz eğitim modellerinin hem esastan, hem usulden hem de uygulama açısından problemli oluşları. Kur’ani Hayat’ın bir önceki sayısında yer alan 18’er maddelik modern eğitim modellerinin eleştirisi ve yeni bir eğitim modelinin olmazsa olmazlarını havi yazılarımız da bu çerçevede yapılmış bir çalışmaydı. Aynı çerçevede ömrünü eğitime ve eğitim modellerine vakfetmiş, doktora ve doçentlik tezlerini bu alanda yapmış vahiy aşığı bir eğitimci olan A. Gürcan Hanım’da bir çalışma yaptı. Dergide yayınlanan çalışma, kendisinin ricamız üzerine Akabe Eğitim Üst Kurulu üyelerine söz konusu model kapsamında sunduğu bir tebliğdi.

O sunumdan kurul üyelerinin hepsi çok istifade etti. Sunum sırasında düştüğüm notlar oldu. Jung’un bazı tespitleri bir “keşif” tadındaydı. Zihnimde hemen ilgili Kur’an ayetlerini çağrıştırdı. Bazen Kur’an’dan konuşuyor sandım. Heyecanlandım o yerlerde. Bazı noktalarda “keşke Jung Kur’an’ın şu şu ayetlerini görseydi, tezini kemale ulaştırırdı” dediğim oldu. İhtirazı kayıtlarım ve itirazlarım da oldu. Burada okuyucuyu uyarma ihtiyacı hissettiğim bir nokta var: Bu yazıdaki itirazlar A. Gürcan Hanım’ın çalışmasına değil, kişilik tipolojilerinin temelini oluşturan Jung’un arketip tezinedir. Burada notlarıma geçmeden hanımefendinin yazısından bıktırıcı olmamak kaydıyla kifayet miktarı bir alıntı yapmalıyım:

“?/ Çıkış noktası ise; Jung’un türettiği kişilik arketipleri teorisine dayanır. Jung’un kişilik teorisi, insanların bilgiyi nasıl topladıklarına ve kişisel anlamı açısından aynı bilgi hakkında nasıl karar oluşturdukları konusundaki gözlemlerinden ortaya çıkmıştır. Jung’un teorisindeki ana tema, insanların bazı fonksiyonlarını zıtlarına göre daha fazla geliştirmesinden kaynaklanan insan davranışının rastgele çeşitliliğidir.”

Gürcan’a göre Jung’u benzerlerinden ayıran fark: Davranış-gaye ilişkisi: “insanın davranışlarının sadece geçmişten getirdiği sebeplerle değil, geleceğe dönük gayelerden de etkilenir düşüncesidir. İnsanın davranışlarına etki eden hem tarihten gelenler, hem de gelecekteki maksat ve gayelerdir.”

Burada Jung’un söylediği “gaye” aslında bizdeki “mâ hulika leh”e (yaratılış gayesi) tekabül ediyor. Bu tespit, anlamın sadece sebeplerde değil, aynı zamanda gayelerde gizli olduğunu, amacı gözden kaçıranın anlamı gözden kaçıracağını ima ediyor. Hikmetin gereği de zaten bu ikisi arasındaki bağı bulmak değil midir?

Yorum Yaz