Sakın dans etmeyin

“Ben Atina atını uyandırmak için sırtına konan bir at sineğiyim.” diyen Sokrat, Atina’nın uyanmasını istemeyenlerin hışmına uğradı. Onlar da lâik miydiler, bilemiyorum; fakat gaddar ve zalim oldukları belli.
Hâkim kılıklı birtakım adamlar yargılamıştı Sokrat’ı ve baldıran içerek ölmeye mahkûm etmişlerdi.
Suçu, Atina yönetici elitinin kimliğini yüzlerine karşı söylemekti. Ölüm cezasının infazı için baldıran içmeye götürülürken, kendisini ebediyyete uğurlamaya gelen öğrencilerinin oluşturduğu hüzün saflarının arasından vakarla ilerledi.
Hıçkıra hıçkıra ağlayan bir öğrencisinin önünde durdu ve sordu:
– Evladım, niçin ağlıyorsun?
– Üstadım, sizi suçsuz yere öldürecekler.
– Ya suçlu yere öldürselerdi?
Sokrat bir düşünce suçlusuydu. Tarih onu yargılayanları yargıladı ve zamanın tozlu sayfaları arasında unutulmaya mahkûm etti; fakat o bir mazlumiyet abidesi olarak yaşadı ve yaşamaya devam edecek.
“Türkiye’de yargı bağımsız değil” diyenler yargının tepesinde oturan kimseler. Bunu biz söylemiyoruz. Yargının göbeğinden bağımlı olduğu yer ise resmi ideolojidir. Türkiye’de yargı sistemi baştan ayağa ideolojiktir. Bu durumda, resmî ideoloji muhalifi olan herkes, “bağımsız mahkemeler” tarafından “Türk Milleti adına” değil, itiraf edilmese de, resmî ideolojiye şartlanmış mahkemeler tarafından “rejim adına” yargılanır. Resmî ideolojiye muhalif herkes, mahkemenin hasmı olarakçıkar ‘adaletin’ karşısına.

Bu durumda şöyle bir sorun çıkıyor orta yere: Resmî ideoloji muhaliflerini, resmî ideolojiye şartlanmış hâkimlere karşı kim koruyacak?
Muhalif söylem geliştiren birini resmî ideolojiye şartlanmış bir hakimin karşısına çıkarmak, hasmın kadı olmasıyla eş değerdedir ve bu durumda o eskimez temenniyi dile getirmekten başka yol yok: “Hasmın kadı olursa yardımcın Allah olsun. “
Yıllar önce, gazetedeki köşe yazım 5816 sayılı “koruma kanunu”na muhalif bulunmuş ve bir yıl cezaya çarptırılmıştım. Temyiz aşamasında, Yargıtay’dan duruşmalı temyiz istedim ve gittim. Yaklaşık bir saati aşkın konuştum. Fakat, karşımda oturan ve “hakim” makamını işgal eden zatların jest ve mimiklerinden, onların suçun oluşup oluşmadığıyla, yargılamanın hukukun en temel kurallarıyla uyuşup uyuşmadığıyla, objektif hukuk normlarının gözetilip gözetilmediğiyle hiç ilgilenmediklerini, “sen salla başını ben bilirim işimi” havasında olduklarını sezince sordum: “Siz hasım mısınız, hısım mısınız?” diye hâlâ tatmin edici bir cevap bulabilmiş değilim.

Yargı kurumunun boğazına kadar ideoloji çamuruna saplandığı bir ülkede, verilen kararların ne kadar “âdil” olduğu tartışılacaktır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a verilen ceza, yargının siyasallaşma sürecinin nerelere kadar vardığının tipik bir örneğidir. .

Olsun Sevgili Başkan, keçe dövüldükçe sertleşirmiş, belki duymuşsunuzdur, samur kürkü parlatmak için kamçılarlarmış. Yine biliyor olmalısınız; demirin çelik olması için önce ateşe sonra suya girmesi gerek.

Sakın dans etmeyin Sevgili Başkan; dans etseniz de çektirirler o cezayı, etmeseniz de. Onlar sizin ezildiğinizi ve eğildiğinizi görmek için can atıyorlar. Eğilip bükülmeyin, ezilip büzülmeyin. Tebessümünüz bugünlerde daha bir önemli. Çünkü onlar, bunca ettik eyledik, fakat hâlâ tebessümünü yüzünden söküp atamadık, diye kahrolacaklardır, adım gibi eminim bundan.
Hatta sevinin! Sizin mahkûmiyetiniz hakikatten habersiz birtakım insanların fikrî ve kalbî özgürlüğüne vesile olacaksa, sevinin. Bunun izlerini şimdiden görmeye başladık bile. Hani ne demişti Sevgili Nebi: “Ya Ali, senin elinle bir kişinin doğruyu bulması, güneşin üzerine doğduğu herşeyden hayırlıdır.

Yorum Yaz