“Sana Frankfurt’tan soruyorlar!”

“Ahmet Taşgetiren üslubu”, karıncayı incitmekten sakınan bir üslup. Bunu onun yazılarını takip eden herkes bilir.

O bir derviş. Onun dervişliği “hırka” ve “post” dervişliği değil. Üslubuyla, edasıyla, tavır ve davranışıyla derviş o. En olumsuz tipleri ve olayları ele alırken dahi ayaklarının ucuna basarak konuşur.

Mahut 28 Şubat sürecinin basın ayağını oluşturan ‘en malum’ patronun davetine katılımı yine aynı derviş edasıyla, ihtiyatın zirvesinde bir üslupla sorguluyordu. Hatta “Bize soruyorlar” diyordu, “Frankfurt buluşmasından neden söz etmediniz?”

Sorarlar efendim. Hepimize sorarlar. Hatta yalnız onlar değil, biz de sorarız: “Ne oluyoruz?” diye… “Kırk yıllık Yani olur mu Kani?” diye? Bunu soran herkes elbet eski çamların bardak olabilme ihtimalini hesaba katıyor; ama daha devrilen çamların çatırtısı kulaklarımızdayken mi?

Sorarlar, çünkü umutları var? Sorarlar, çünkü seviyorlar? Sorarlar, çünkü ortada Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Baba katiliyle baban bir safta” durumları var. En nihayet sorarlar, çünkü canları yanmış, sopa yemiş, ezilmiş ve horlanmış, itilmiş ve kakılmışlardır?

Siz de cevaplarsınız, hem de size yakışan müşfik bir edayla? Sizi kitlelere sevdiren o babacan tavrınızla? Olur, politika bu, uygunsuz durumlar çok olur? Siz de böylesine bir uygunsuz durumun bir parçası olmak zorunda kalabilir ya da öyle gerektiğini düşünebilirsiniz. Dahası içinde bulunduğunuz o durumu açıklayamaya- bilirsiniz. Öyle ya, bazı durumlarda en iyi açıklama “hık-mık” bile olabilir.

Fakat inanın böyle durumlarda sizi en iyi yine bu mazlum camianız anlar. Eğer bir ızdırari durumla karşı karşıya kalmışsanız, inanın durumunuzu gözlerinizden okuyacaklardır. Siz de, eleştiren, ne eleştirmesi, masumca ve ayağının ucuna basarak kamuoyu önünde yaptığınız ve ‘uygunsuz’ bulunmuş olan bir hareketinizi sorgulayan kendi insanınıza “Gözlerime bakın!” dersiniz, olur biter?

Emin olun ki anlarlar. Onlar buna benzer durumlarla az karşılaşmamışlardır. Çok değil, yakın geçmişte yaşananları hatırlayın. Bundan çok daha ötesini sineye çekmişler, tahammül etmişlerdi.

Yarı yolda bırakılmalara, adam yerine konulmamalara, azarlanmalara, sayılmamalara, çok şahit olmuşlar, ama bütün bunları “umutlarının” hatırına, sevdalarının hatırına sineye çekmeyi de bilmişlerdir.

Fakat bu Allah’ın hoşuna gitmez. Biz Müslümanlar sevgiyi Allah’ın yarattığına inanırız; O’nun sevdirip aziz ettiğini dünya âlem bir araya gelse zelil ve rezil edemez. O’nun sevgisini yıpratanı ise dünya âlem bir araya gelse insanlara sevdiremez. Şebeke’nin, tüm şebekelerin yüreğini ağzına getiren şu sevgi halesi kaç trilyonluk bir reklam bütçesiyle oluşturulabilirdi? Maşeri vicdana Allah’ın müdahalesi anlamına gelen, rasyonel bir açıklaması olmayan ve kıymeti öznesinin kâmetinden büyük olan bu sevgi selini hangi propaganda makinesi ya da kanun zoruyla becerebilirdiniz?

Fakat Taşgetiren’in o bildik derviş üslubuyla dile getirdiği soru ve kuşkular karşısında takınılan tutum, hiç de hoş değildi. Geçmişinizde ait olduğunuz bütünden koparken camianıza gösterdiğiniz gerekçeleri hatırlayın. Bu tavırlar tam da sizlerin kopuş gerekçenizi hatırlatır cinsten?

Ne demişti koptuğunuz yapının bir duayeni: “Bizim geleneğimizde eleştiri yoktur!”

Biz de olanca gücümüzle karşı çıkmış ve sormuştuk: “İslam siyaset geleneği eleştiri ve özeleştiri üzerine inşa edilmiştir; çünkü bunlar sadece meziyet değil adına ‘tevbe’ ve ‘İstiğfar’ denilen birer yükümlülüktürler. Hal böyleyken, siz hangi gelenekten söz ediyorsunuz?” diye?

Yoksa böyle nevzuhur bir gelenek mi var? Kopuşlar ne kadar radikal, ne kadar iddialı olursa olsun “yok aslında birbirimizden farkımız” reklam spotunu andırırcasına hep zaaflar mı tevarüs ediliyor?

İyi ama, sizi kartel medyasının değil böylesine masum sorular sormak, kıyasıya sorguladığına kaç kez şahit olduk. Üstelik bu sorgulayanlar dün sövenlerdi, aynı malum takımın yarın da sövmeyeceklerine dair hiçbir garantiniz yok?

Sizden beklenenin asgarisi, onlara gösterdiğiniz hoşgörü ve munis tavrı, kendi unsurlarınız sorguladığında da göstermenizdir. Bu makamda “tahammül” kelimesinin en sevimsiz kelime olduğunu bile bile söyleyeyim, tahammül etmeniz gerekir. Unutmayın, Türkiye gibi politikanın ip cambazlığından farksız yürütüldüğü bir ülkede, sevenlerinizin size tahammül etmesini gerektiren birçok durumla karşılaşacaksınız. Ve yine söyleyeyim: Kulağınıza politikanın profesyonellerin sanatı olduğunu söyleyenler, doğruyu eksik söylüyorlar; ben tamamlayayım: Politika hayatın içindedir, hayatın ilkelerine karşı çıkarak hiçbir alanda kalıcı başarı sağlanamaz: o ilkelerin başında ise “umut” ve “sevgi”nin oluşturduğu hasbi bir çevre gelir?

Bu makam, Horasanlı Ebu Müslim’in Emeviler’in yıkılış gerekçesini özetleyen o harika tespitini hiç unutmama makamıdır: Düşmanlarına yaranmak için dostlarını kırdılar; sonunda düşmanlarına yaranamadıkları gibi dostlarından da oldular.

Tahammül ediniz ki, tahammül edilebilesiniz adamım!

 

Yorum Yaz