Sayın Tantan, Sayın Türk: “Devlet vatandaşına ‘zehir’ içirmez” deyin lütfen!

Ercüment Öztürk, şimdilerde emekli olan öğretmen bir anne-babanın tek oğlu.

Gençliğini İzmir’de geçirmiş, yüksek tahsilini İstanbul’da tamamlamış İşletme Fakültesi mezunu genç bir işadamı. İstanbul’dan Eskişehir’deki baba köyüne dönüp, bir tavuk ve besi çiftliği kompleksi kurdu. Etrafına örnek oldu ve idealindeki hayatı bin bir emek ve zahmetle gerçekleştirdi.

Onunla İstanbul Küçükköy’de altı yıl kapı komşuluğu yaptık. Önceleri iyi bir okuyucummuş, sonraları aile dostu olduk. Karıncayı incitecek biri değil Ercüment Bey. Beş yıl önce mahallemizi terk edinceye kadar onu hep hayır hasenat işlerinde, insanlara yardım için koştururken gördüm. Genç, dinamik, sevecen ve hayırsever bir müteşebbis olarak tanıdım.

Arife günü (Salı) kuşluk vakti telefonum çaldı. Telefondaki ağlamaklı ses, Ercüment Beyin değerli eşi Zehra Hanımefendinin sesiydi: “Ercüment Bey bu sabah Eskişehir’e inmişti. Sivil polislerce otogardan alınmış” dedi.

Teselli ettim, resmi girişimlerde bulunmasını tavsiye ettim ve ben de elimden geleni yapacağımı söyledim. Olaylar baş döndürücü bir hızla gelişti. Olayların izini sürenler, insanın kanını donduran korkunç bir cinayet teşebbüsüyle karşı karşıya geldiler. Bir an artık kapandığına inanmak istediğimiz “fail-i meçhuller” devrine geri döndüğümüz izlenimine kapıldık.

Zehra Hanım, üç çocuğunu Allah’a emanet ederek, yerleşim merkezlerinin dışında olan tavuk çiftliğinden şehre iniyor. Eşinin gözaltında olup olmadığını öğrenmek için dilekçe veriyor. Dilekçesi tüm yalvarmalara rağmen nöbetçi savcılık ve Emniyet Müdürlüğü tarafından kabul edilmiyor.

Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, sağolsun, beni telefonla aradı. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nü aradıklarını, ısrarlı sorularına rağmen hep Ercüment Beyin ellerinde olmadığı açıklamasını yaptıklarını söyledi. Emniyetle telefon görüşmelerini yürüten bizzat derneğin Genel Sekreteri Ömer Ekşi idi.

Emniyetin “bizde değil” açıklamasıyla daha bir telaşlanan yaralı eş öğleden sonra tekrar savcılığa başvurur. Savcılık bu kez dilekçeyi Emniyete havale eder. Emniyetteki yetkililer Zehra Hanıma hem gözdağı verir hem de alay ederler. Görevlerini yapmak yerine Zehra Hanımı Mazlum-Der’e başvurduğu için tehdide yeltenirler. Ve dalga geçercesine “Kaşemiz olmadığı için dilekçenizi resmen kabul edemiyoruz” deyip geri gönderirler.

Mazlum-Der’in ısrarlı teşebbüsleri gecenin ilerleyen saatlerinde sonuç verir. Sayın Ensaroğlu’nun açıklamasına göre, Ercüment Öztürk’ün Terörle Mücadele Müdürlüğü’nde olduğu öğrenilerek ailesine gece 00.30’da haber verilir. Bundan yarım saat sonra ailesi Emniyet Müdürlüğünce aranarak Ercüment Öztürk’ün rahatsızlandığı için Tıp Fakültesi Hastanesi’nde olduğu, kendilerinin sabah saat 10.00’da hastanede olmaları istenir.

Tam bayram namazı sonrası hastaneyle irtibat kurduğumuzda, Ercüment Öztürk’e tıbbi müdahaleyi yapan sağlık ekibinden dehşet verici gerçeği öğrenmiş olacaktık. Ercüment Öztürk elleri ve ayakları bağlanmış olduğu halde karlarla kaplı bir tarlada bulunmuştur. Hastaneye getirildiğinde kendisine zehirli tarım ilacı içirildiği tespit edilmiş ve hemen tıbbi müdahale yapılarak ölümden döndürülmüştür. Hastane yetkilileri, başında jandarmanın beklediğini ve kimsenin kendisiyle görüşmemesi talimatını verdiklerini de ilave etmişlerdir.

Bu arada Öztürk’ün durumu hakkında soru soran herkesin kimliği titizlikle tespit edilmekte, henüz o ana kadar Öztürk’ün hastaneye giriş kaydının yapılmamış olduğu görülmektedir. Öztürk’ün babası ve eşinin ısrarlı görüşme talepleri sadece kısa bir süreliğine kabul edilmiş, fakat görüşme öncesi bir jandarma subayı Ercüment Öztürk’le baş başa yirmi dakika görüştükten sonra babası ve eşine ancak görüşme yapma izni çıkmıştır. Ercüment Öztürk babasına kendisini alanların sivil polisler olduğunu söylemekle yetinmiştir.

İçişleri Bakanı Sayın Tantan, Adalet Bakanı Sayın Türk! İç güvenlik ve yargıdan sorumlu iki bakan olarak, bu olayın gerçeğini aydınlatmak sizlere düşüyor. Bu olayda polis zan altındadır, jandarma zan altındadır, hatta adalet teşkilatı zan altındadır.

Yarım kalmış bir fail-i meçhulle mi karşı karşıyayız? Lütfen bize, vatandaşın güvenliğini sağlamakla görevli olan kurumların, vatandaşın güvenliğinin en büyük tehdidi haline dönüşmediğini söyleyin ve kamuoyunu ikna edin!

Polis kendisinde olduğunu daha sonra kabul edeceği biri için neden ısrarla “bizde yok” der? Neden mağdurun eşinin dilekçesi kabul edilmez, canından bezdirilir? Bu ülkede yakını kaybolan polis-jandarma ve adliye dışında nereye başvurmalıdır? Ve hepsinden önemlisi, polis kendi elinde olduğunu açıkladığı bir insana kim tarım ilacı içirir? Çek-senet mafyasına ilaveten, bir de “insan tahsilatı” yapan “kayıp mafyası”na mı ihtiyaç var?

Sayın Tantan, Sayın Türk!

Kamuoyunun aklına gelen soru şudur: İnsanları tarım ilacı içirerek ellerini ve ayaklarını bağlayıp öldü diye tarlaya bırakmak, fail-i meçhullerin son modeli midir? Ensaroğlu’nun açıklamasından, Ercüment Öztürk’ün, tanıdığı kimi mahkum ailelerine ziyaret günlerinde yardımcı olduğu için polis tarafından iki kez kısa süreliğine içeri alınıp gözdağı verildiğini öğreniyoruz. Farz edelim ki bu ‘suç’; ama bu ülkede ne zamandan beri ‘suçlular’ yargısız, sorgusuz-sualsiz zehir içirilerek infaza tabi tutuluyorlar?

Sayın Tantan, Sayın Türk! Başında bulunduğunuz kurumlar töhmet altındadır. Bu yarım kalmış cinayet teşebbüsünün sorumlularının tespiti için elinizden geleni yapacağınıza inanmak istiyoruz.

( 29 Aralık 2000 )

 

Yorum Yaz