Semantik savaşın kör kurşunları

Bir general, devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada “ahlaki değerlerin gittikçe zayıfladığından” şikayet ediyor.

Ardından, nicedir İslam’ın ve Müslümanlar’ın kod adı gibi kullanılan “irtica”dan dem vurarak, bu mevhum düşmanla savaşın sürdürüleceğini dile getiriyor.

Yukarıdaki törenden birkaç gün sonra daha üst kademede gerçekleşen bir devir-teslim töreni daha var. Yine orada da devredeniyle ve teslim alanıyla generaller “şeriat”, “irtica”, karanlık” sözcüklerini birbirlerinin eşanlamlısı yerine kullanarak kah “savaşılacağı”, kah “mücadele edileceği” mesajını veriyorlar.

Bütün bunlar yıllardan beri duya duya ezberlediğimiz resmi “retoriğin” bir parçası. Tabi ki buram buram siyaset kokuyor ve bu retoriği kullananları siyasal mücadelenin tarafı haline getiriyor. Ama kimse çıkıp da soramıyor “Dünyanın neresinde devir-teslim törenleri generallerin siyasal içerikli mesajlarıyla dolup taşıyor? Yürürlükteki yasalara göre, üniformalı ya da üniformasız, memurun siyaset yapması suç değil mi? Eğer böyleyse bu suçun cezasını verecek bir merci neden yok?” diye?

Ve biz Türkiye halkı, bir eski siyasetçinin ifadesiyle, “ordusu olan halk” değil “halkı olan ordu” olduğumuzu bir kez daha iliklerimizde hissediyoruz.

Yukarıdaki soruları soramıyoruz, sorsak da cevabını alamıyoruz, bari şu soruları soralım:

Dünyanın neresinde generallerin devir-teslim törenleri ulusal televizyon kanallarından naklen veriliyor? Mesela Türkiye’de şubeleri bulunan CNN ve NTV’nin Amerika’daki merkezleri, Amerikan generallerinin devir-teslim törenlerini naklen verirler mi?

Hoş malum medya generallerin okudukları tören metninde yer alan ve askerin ilgisi ve bilgisi dahilinde olan güvenlik meseleleriyle ilgili sözleri öne çıkarmak yerine, siyasal içerikli sözleri kışkırtıcı bir üslupla öne çıkarıyor. Bu şekilde, “habercilik” değil “tetikçilik” yaptığını bir kez daha belgelemiş oluyor.

Onu da geçelim ve törenlerde okunan metinlerin içeriğine gelelim.

Bir kere, Türkiye’de etkili ve yetkili mahfillerin ağzından “Şeriat, irtica, karanlık, gericilik, savaş, mücadele” kelimelerini yan yana duymanın artık hiçbir çekiciliği kalmadı. Bu söylemin neyin şifresi olduğu, mesajı alanlar tarafından çok iyi bilinen klasik bir mesaj verme işlevi taşıdığı sır değil.

Ondan daha beteri, bu kelimeler iyice içeriksizleşti. Özensiz kullanımları sonucunda içleri boşalan bu sözcükler, sadece gerçek anlamlarını ifade etmemekle kalmadılar, artık hiçbir şey ifade etmez oldular.

Semantik bir savaşın kör kurşunu rolü oynuyorlar.

Şeriat, özelde “İslam’ın Kur’an ve sünnet gibi ana kaynaklarının kodifikatif bir okuma sonucunda oluşturulan hukuk sistemi”, genelde ise “tüm inanç sistemlerine ait hukuk normları” demekmiş? Bir “İslam şeriatı” olduğu gibi bir “Yahudi şeriatı” da varmış? Hatta Türkiye’de resmi kimi mahfiller tarafından doğma kabul edilen bir “Kemalist şeriat”tan bile söz etmek mümkünmüş? Okunan ezandan kılınan cenaze namazına kadar, bütün bu dini uygulamalar şeriatı oluşturan bütünün parçasıymış? Şeriata karşı savaştığını söyleyenler, şeriat hükümlerine göre gömülmekle komik duruma düşüyorlarmış?

Bütün bunlar kimin umurunda? Varsa yoksa içeriği boşaltılmış kavramlarla anlamsız bir kavgayı sürdürmek; üstelik bunu da halkınızın inandığı değerleri düşman ilan etme pahasına yapmak?

Doğrusu, İslam’la ve İslami değerlerle ona inananları incitici kötü sıfatlar takarak “kod adlar” üzerinden savaşılmak isteniyorsa, bu samimi müminleri hiç de telaşlandırmaz. Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in inandığına onlar da inanırlar. O, Kâbe’ye saldıran Yemenli komutan Ebrehe’nin gasp ettiği kendisine ait deve sürülerini isterken şöyle demişti: “Sen benim develerimi ver; Kâbe’nin Rabbi (sahibi) var; O, onu korumayı bilir!”

Fakat beni asıl rahatsız eden ve anlaşılmaz bulduğum şey, hem “irtica” adı altında dini değerlere karşı savaş açmak, hem de “ahlaki yozlaşmadan” dem vurmaktır. Bu vahim bir çelişkidir. Bu çelişkiyi görmek için, şu soruların cevapları üzerinde düşünmek gerekir:

Dinden ve imandan bağımsız bir ahlak sistemi olabilir mi? Evet ise, örneği var mıdır? Hayır ise, “dini azaltma projesi” aslında bir “ahlakı azaltma” projesi değil midir? Dini değerleri bir cürüm, dindarı da bir mücrim gibi görüp gösteren her mühendislik çalışması, aslında bu ülkedeki ahlaki yozlaşma ve çürümenin baş müsebbibi değil midir?

Anlayacağınız, “irtica” söylemiyle başlayıp “ahlaki çürümeden” şikayet ederek biten bir söylem, “perhiz” ve “lahana turşusu” durumlarıdır ve bir arada düşünülmeleri akıl sağlığının bozulduğuna delildir.

“Gerekirse bin yıl savaşacağız” demek kolay. Dilin kemiği yok. Zor olan tarihte dine ve dini değerlere karşı savaşıp da başarılı olmuş bir sistem örneği göstermek. Dahası din dışında insanda “vicdan oluşturacak” alternatif bir kurum göstermek.

 

Yorum Yaz