Sevgiyi zehirlemek

Sevgiyi “sebil” etmekle, “zibil” etmek arasında fark var.

Sevgiyi sebil etmek, onun, harcandıkça çoğalan ilahi bir sermaye olduğunu fark etmekten geçer. Sebil “yol” demektir. Su, kim olduğuna bakılmaksızın, yol üzerinde, yolcuya sunulduğu zaman “sebil” olur. Sebil olan sevgi, “yol” olur. İki menzili birbirine bağlar. Yolcuyu menziline eriştirir. Aşıkla maşuku buluşturur. Canla cananı birbirine kavuşturur.

Sevgiyi zibil etmek, sevginin içini karartmak, yüzünü kızartmaktır. Sevgi, kararınca “sevda”ya dönüşür. Sevda, “kara” demektir. Sevginin değerini bilmeyip hovardaca saçıp savuranlar, sevgiyi “sevda”ya, hatta “kara sevda”ya dönüştürürler. “Kara sevda”, zifiri sevgi olmuş olur.

Sevgi kararınca o artık sevgi değil “tutku”dur. Sevgi özgür kılar, tutku tutuklar. Sevgi âzâd eder, tutku esir. Tutkusunu sevgi diye pazarlayanlar, sevgiyi zibil edenlerdir.

Zibil olan sevgi, tavukların önüne atılmış incidir. Bu durumda suç, önüne darı yerine atılmış incinin değerini bilmeyen tavukta aranmaz. Suç, tavuğun önüne darı yerine inciyi atan hovardanındır. İnciye darı muamelesi yapan, darıya inci muamelesi yapar. Bu yüzden sevgiyi zibil edenleri, sadece tavukların önüne inci atarken değil, ak gerdanlara darı dizerken de görürsünüz.

İşte bu yüzden, sevgiye tavukkarası bir gözle bakanlar nasıl sevgi ile sevdayı birbirinden ayıramazsa, Leyla ile Mevla’yı da birbirinden ayıramaz. Çünkü Leyla, “gece” demektir. Tavuklar karanlıkta göremezler. Karanlıkta akı göremeyen, karanlıkta karayı nasıl görür?

Modern akıl daha beterini de yaptı. “Nikahta keramet vardır” diyerek, zinaya karşı nikah dâîliğine soyunan Valantine gibi bir “aziz”in hatırasından, zinaya özendiren bir “gün” icat etti. Batı’nın, pagan köklerine dönmek için “aziz” ilan ettiği bir rahibi koltuk değneği olarak kullanmasının tek örneği, ne yazık ki bu değil.

Ve sonuçta sevgi, özel bir emanet olan cinselliği kamu malı bir metaa dönüştüren aklın elinde zehirlendi. Şehvet azgınlığı, sevgiyi koltuk değneği gibi kullanarak çirkin emellerine ulaşmak istiyor. Bu, fuhşiyyatın, sevginin cesedi üzerine basarak kendini meşrulaştırmasından başka bir şey değildir.

Görünürdeki sebep ne olursa olsun, modern aklın örtü düşmanlığının altında yatan gerçek sebep de budur. Çünkü İslami tesettürün özü, cinselliğin, üzerine titrenilmesi ve sadece hususi sözleşmeyle mukayyet bir hukuk çerçevesinde paylaşılması gereken “çok özel bir değer” olduğu esasına dayanır. Dolayısıyla, cinselliği kamu malı haline getiren her tavır ve davranış, daha baştan mahkum edilmiştir.

İslam, estetik bir form olan kadın bedeninin, cinsler arası ilişkide kişiliğin önüne geçmesini istemez. İnsanlar arası ilişkiyi şahsiyetin değil de cinsiyetin belirlemesine, kamusal ilişkilerde dişiliğin kişiliğin önüne geçmesine engel olur. Bunun en temelinde yatan kaygı da yine “sevgiyi zehirleme” kaygısıdır. İslam, sevginin kendi doğal ve fıtri ortamında gelişip meyve vermesine zemin hazırlar. Onu, hormonlu kılacak her girişime kapıyı kapatır. Çünkü böyle bir sevgi “kanserojen sevgi” olmaktan kurtulamaz. Her tür kanserojen sevgi ise, cinselliği olmayan ruhun sağlığını bozar.

Sevgi, tıpkı yağmur gibi, vahiy gibi, insan gibi “inzal olunmuş”, yani yüce bir makamdan “indirilmiş”tir. Bu yüzden zehirlenen her sevgi, tahrif edilmiş vahiy, kirletilmiş su, fıtratı bozulmuş insan gibidir. Sevginin bir “verilen” (vehbî) bir de “kazanılan” (kesbî) türü vardır.

Vehbî sevgiye Kur’an “vudd” der: “İman eden ve Salih amel işleyen kimseler için O Sonsuz Rahmet Sahibi bir sevgi var edecek.” El-Vedûd, Allah’ın vahiyle bildirilen mübarek esmasından biridir. Bu isim “feûl” kalıbındandır. Bu kalıbın Arap dilindeki özelliği çifte işlevli olmasıdır: Hem ism-i fail, hem de ism-i mef’ul anlamına gelir. Yani, hem etken hem de edilgendir. Bu durumda anlam hem “Mutlak ve sonsuzca seven”, hem de “sonsuzca sevilmeyi hak eden” anlamına gelir.

Kesbi (kazanılan) sevgiye Kur’an “hubb” der. Muhabbet budur. “Habbe” tohum demektir. Muhabbetin kazanılması, el-Vedûd tarafından bahşedilen sevgi olan “vudd”un yürek tarlasında yetişen muhabbet ağacının çiçeklerini döllemesiyle mümkündür. İşte bundan sonra ortaya muhabbetin “habbe”leri çıkar. Bire sonsuz veren tohum “muhabbet” tohumudur.

Habîbullah olmak, hem Allah sevgisini hak etmek, hem de Allah’ı sevmenin hakkını vermek demektir. Habîbullah olan sevgiyi hak eder. Hak ettiği sevgiyi ondan esirgeyen “baidullah” (Allah’tan uzak) olur. Bu nedenle, “elçinin sevgisi, sevginin elçisidir”. Yani, Peygamber sevgisi, Allah sevgisini temsil eder.

Sevgiyi zehirleyen modernlerin anlamadığı işte budur. Danimarka karikatürleriyle Danıştay kararları arasındaki ortak nokta da budur. Budur Kopenhag’dakilerle Ankara’dakileri aynı gözede buluşturan akıl tutulması.

Sevgiyi kirletip karartanlar, bunu nasıl anlasınlar?

 

Yorum Yaz