Siretü’l Kur’an-22. Ders-“Evren Bile Ölümlü İse Sen Dünden Ölümlüsün”

 

SİRETÜ’L-KUR’AN- 22. DERS

“EVREN BİLE ÖLÜMLÜYSE SEN DÜNDEN ÖLÜMLÜSÜN!”- 01.12.2019

 

Değerli dostlar; hepinizi selamların en güzelleriyle selamlıyorum: es-Selâmu aleykum, sabahul hayr, sabah bi hayr, roj baş, parului, good morning, guten morgen, bonjour, bonjorno, dobro utro, cindobre, selamat pagi, ohayoou gozaimasu, zaoen, haberi, şalom, buanuz dias… Her ne diyorlarsa insanlar dünyanın herhangi bir yerinde elimden gelse 3000 dilde, insanlığın konuştuğu 3000 selam vermek isterdim. Hepinize o dillerin hepsinde selam verdiğimi varsayın.

Bugün 22. derste yine beraberiz. Kur’an’ın hayat yolculuğu, bizim zihin ve hayat dünyamızda devam ediyor ve bugün durağımız, burcumuz yepyeni bir burç; Tekvir burcu, Tekvir Suresi. Tekfir değil tekvir. Dürme, küreleştirme, küreleme, yuvarlaklaştırma, döndürme, sarma, birçok anlamlara geliyor.

 

EVREN BİLE ÖLÜMLÜYSE SEN DÜNDEN ÖLÜMLÜSÜN!

Öldürmek, tanrılık taslamaktır. Ölümlüsün ey insan, öldürme! Başlığımız çok uzun oldu ama kısaltamadım. Dolayısıyla bu başlık altında işleyeceğim dersi.

Alt başlığımız: İnsan gibi dünya ve evren de ölümlü

Değerli kardeşlerim; Tekvir suresi, son saatin uyarıcı sesi. Hani, gonglar olur, sirenler olur, uyarma sesleri olur veya bazı felaketler yaklaşırken sirenler çalar ya… İşte Kur’an’ın çaldığı sirenlerden bir tanesidir bu: Dikkat et, ölüm var! Ölümü hiç aklından çıkarma!

İnsanoğlunu kim tutar? Kin tuttuğunu biliyoruz. Kin tutarsa insanoğlunu, kan tutuyor, intikam tutuyor, zulüm tutuyor, şeytan tutuyor, şeytan oluyor. Ama bütün bunlar tutmaması için insanoğlunu kim tutar? Bana sorarsanız insanoğlunu en güzel tutacak olan şey ölümünü aklından çıkarmaması, Ölüm. Benim için öyle, sizin için nasıl bilmiyorum. En gerçek kelime, en gerçek kavram, en yalın kavram.

Ölüm deyince hiç kimseye hiçbir şeyi izah etmeseniz de olur. Zira o kadar sert, o kadar net, o kadar tok bir kavram ki ‘ölüm’ diyor ve susuyorsunuz. Artık o konuşuyor. Ölüm ve doğum, doğum ve ölüm. Doğuyorsunuz, ölüyorsunuz. İki parantez. İki parantezin arasında bütün bir yapıp ettikleriniz, bütün bir ameliniz… Bütün bir eyleminiz iki parantezin arasında. Hesap gününe inanan insansanız eğer, bu iki parantezin arasını hesabı verilebilir bir şekilde yaşayayım endişeniz var. Ama yine hesap gününe inanan insansanız, bu iki parantezden biri kalkıp ne yapmıyor?… Zira ikinci parantezden sonra hesap gününe inanan insan için dahi defter açık değil. Artık seçiminizin hiçbir kıymeti yok. Çünkü seçim yok, bitti. Seçim bu iki parantezin arasında.

Seçtikleriniz sizsiniz. Seçtikleriniz kaderiniz. Kaderinizi seçiyorsunuz. Seçtikleriniz akıbetiniz. Seçtikleriniz ahiretiniz. Ahiretinizi seçiyorsunuz. Akıbetimizi seçiyoruz. Kaderimizi seçiyoruz. İki parantez. Doğum ve ölüm. Bu parantezi açmak mümkün mü? Gerçekten fişek gibi kurşun gibi zıpkın gibi bir kelime geliyor ve hayatınızın ortasına oturuyor. Hayattayken dahi siz ölümünüzü yanınızda taşıyorsunuz. Aslında doğduğunuzda ölüyorsunuz. Her geçen vakit, ölen vakittir. Her yaşadığınız an, ölen andır. Her aldığınız nefes, ölmüş bir nefestir. Bitti. Geriye getirmek mümkün değil. Bir anı geriye çalıştırmak mümkün değil. O, filmlerde oluyor. Ama gerçek hayatta yok. O, gitti. Onun için, onu getirmek için uğraştığınız o anlar da gitti. Dolayısıyla bir sonraki ana bak. O anın size tek kalıcı şeyi var. O da nedir? İbret; örnek veya ibret. Ya numune-i imtisal olur ya ibret-i âlem olur. Başka bir şey yok.

Dolayısıyla bu ölümün parantezinden, doğum ve ölümün parantezinden çıkmanın yolu ne? Bana sorarsınız benim inandığım o. Bu iki parantezden çıkmanın yolu hesap gününe inanmak. Yani ahirete inanmak. Ama bu iki parantezden çıkmanın, Kur’an, bir ilke ayetinde -Kehf suresinin 46. ayeti- harika bir tanımını yapmış; Bâki Allah’ın ismidir. Ama bakınız ne geriye kalacak diye sorduğunuzda… Geriye ne kalacak? “Ve’l-bâkiyâtu sâlihat: Geriye kalacak olan iyiliklerdir, iyi işlerdir.” Geriye kalacak olan bu. Dolayısıyla ne geriye kalacak dediğinizde cevabınızı -eğer inanıyorsanız- Kitab-ı Kerim’den okuyorsunuz. Geriye kalacak olan bu.

Tekvir suresi, böyle bir kâinatın ölümlülüğünden giriş yaparak aslında bize ölümü mü anlatıyor? Ters köşe olacağız ama hayır. Çok ilginç. Konu laytmotif, dip akıntısı, ana fikir bu değil. Hemen arkasından gelen diri diri gömülen o çocuğa sorulduğunda; hangi suçundan dolayı öldürüldü? Böyle bir konuya neden yıldızların dürülmesinden, göklerin parçalanmasından, denizlerin yok olmasından, ayın güneşin sönmesinden bahsederek girer Kur’an? Neden kozmik kıyametten bahsederek girer Kur’an? Neden? İnsanın insanı öldürmesi… Daha özelde bir insanın kendi çocuğunu öldürmesi… Yani öldürme eylemi.

Öldürme eylemi, öldürmekten bambaşka bir şey. Bambaşka. Ölmek, doğmuş olan her şeyin kaderi. Ama öldürme ise Allah’ın verdiği hayat nimetine karşı işlenmiş bir cinayet. Sadece öldürdüğünüz kişiye karşı bir cinayet değil. Allah’a karşı, el-Hayy olan Allah’a karşı işlenmiş bir cinayet. Ölümün, öldürmenin ne kadar ağır olduğunu ifade etmek için Kur’an kâinatın ölümünden söz ederek giriyor. Ve burada sorarım size; konu ölüm müdür? Değildir. Konu hayattır. Hayatın değeridir. Hayatın kutsallığıdır. Hayatın dokunulmazlığıdır. Konu odur. Hayatın dokunulmazlığını o kadar, o kadar hücrelerinize işlemek istiyor ki Kur’an; yani sen bir cana dokundunsa, göklere dokundun, yere dokundun, kâinata dokundun, sen insanı öldürmedin evreni öldürdün! Konu bu. Peki.

Evrenin ölümüne dair, yaratılmışların ölümüne dair, kâinatın ölümüne dair, dünyanın ölümüne dair, güneş sisteminin ölümüne dair ve makro planda evrenin kâinatın ölümüne dair Kur’an’ın söylediği şeyler var. Neler onlar ve nasıl giriyor öyle, bir bakalım. Her yaratılan ölümlüdür. Bu bir kanun. Bu bir kader, ölçü yani. Varlığın ölçüsü. Dolayısıyla bir şey yaratılmışsa o mutlaka ölecektir. Başı olanın sonu olur. Başı olan her şeyin sonu olur. Başı olup da sonu olmayan bir şey yok. Onun için insan da dahil, ahiret de dahil hepsi ama hepsi… Bir başı varsa bir sonu da var. Doğan her şey, bir gün gelir ölür. Dinde bunun önce bir yerine bakalım ondan sonra akılda, mantıkta yerine, ondan sonra bilimde yerine bakacağız.

Rahman suresi 26-27. ayetler. Herkes fani sadece Rabbinin zatı bakidir. “Kullu men ‘aleyhâ fân. Ve yebkâ vechu rabbike żû-lcelâli vel-ikrâm: Herkes fanidir baki olan Rabbinin zatıdır.” (55:26-27).  Buradaki “vech” yüz anlamına gelir ama mecazen Allah’ın zatını temsil eder. Neden zatına yani bir varlığına yüz ismi veriliyor? Neden? Yüz, varlığında kinaye olarak kullanılıyor, edebi olarak? Demek ki yüzümüz varlığımızın işareti, göstergesi, logosu. Her insanın yüzü, kendi logosudur. Onun için yüzümüz kimliğimizi ele verir. Onun için de yüz saklanmamalı, yüz gizlenmemeli, yüz örtülmemeli. Yüz logomuzdur. Varlığımızı haber verir. Karşımızdakiyle o kimliğimizle iletişim kurarız. O nedenle burada her şey fani, herkes fani, baki kalacak olan Allah’ın zatıdır. “Kullu men ‘aleyhâ fân.” Burada -dikkat buyurun- fani ve baki kelime zıt kavramlarıyla işleniyor mesele. “Baki, Allah’ın ismidir” demiştim esmau’l-husnadan. Onun karşıtı fani.

Fani ne demek? Hani bizde şu çok yaygın bir kullanım, ama yanlış bir kullanım; ‘yalan dünya’. Hayır asla. Dünya yalan değildir. Dünyaya yalan diyen yalandır. Yalancı adam, yalancı vaiz. Yalan dünya diyen yalancı vaiz. Aç bir içine de bak, dünyayı içine nasıl basmış tulum peyniri gibi! Dolayısıyla yalan dünya falan değil. Eğer tarla yalansa hasat da yalandır, değil mi? Ahiret hasat, dünya tarla. Peki sen tarlaya yalan diyorsun. Ne demek istiyorsun? Tarla yalansa hasat nasıl gerçek olacak? Hesap nasıl gerçek olacak? Eğer eylemin kendisi yalansa ödülü nasıl gerçek olacak? Aslında sen farkında değilsin ama nihilizmin, hiççiliğin propagandasını yapıyorsun!

Dolayısıyla yalan değil, fani dünya. Yalanla fani arasında çok büyük fark var. Dünya yalan değildir, dünya fanidir. Yalan olur mu? Yalan olsaydı eğer o zaman o adamın yüzüne şöyle Allah aşkına bir tokat aşk edeceksiniz, yalan dünyanın yalan adamının yalan tokadı, diyeceksiniz, kızma… Hiç kızma. Dolayısıyla yani bunda bir şey yok, bu da yalan. Dünya yalan çünkü, senin dünyan. Değil tabi. Onun için Kur’an, fani ve baki zıtlarını karşılıklı yerleştirir. O’nun zatı hariç her şey helak olucudur. “Kullu şeyin halikun illa vecha. Halikun illa vecha.” Her şey helak olucudur sadece onun zatı hariç. Kassas suresi 88. Şimdi bakınız “kullu men”. Biraz Arapça bilenler bilirler; men daha çok bilinçli canlılar için kullanılır. Dolayısıyla burada her bilinçli canlı fanidir, Allah bakidir diyor ayet. Demek ki bilinçsiz varlıklar fani değildir çıkmaz böyle bir şey. O zaman ikinci ayeti sürüyoruz. Onun zatı hariç her şey helak olucudur. Evet. Yani “kullu şeyin halikun illa vecha”. Her şey. Şeye hepsi girer. Üçüncü ayet daha farklı bir kapsamda geliyor Ra’d 38. Her ecelin bir kitabı bir yazılımı vardır. “Likulli ecelin kitap.” Her ecelin bir kitabı vardır. Her kitabın bir eceli değil, her ecelin bir kitabı. Ne demek? Her ecelin bir yazılımı vardır. Her şeyin bir eceli vardır. Ecel ne demek peki? Ecel bize öğretildiği gibi, kelamcıların bize öğrettiği gibi değildir. Allah’ın takvimde takvimi kıvırması değildir. Yüz yıllardır kelamcılar kendi yanlış anlamalarını bu ümmetin zihnine giydirdiler ve zannetti ki insanlarda gerçekten de Allah’ın takvimde bir yaprağı kıvırır o kıvırdığı yaprak gelince insan gider. Değildir. Öyle değildir. O zaman cinayet suçlarının, suçlularının hesabını görmeniz haksızlıktır. Allah’ın kıvırdığı takvimi işletmiştir adam. Niye hesap soruyorsunuz ki. Niye hesap soruyorsunuz? Yani kendiliğinden veya hücrenin ölümü veya kanser hastalığı sizi devirince kime mahkemeye veriyorsunuz. Kimi mahkemeye veriyorsunuz? Kimseyi vermiyorsunuz. Ama bir araba gelip sizi vurup öldürdüğünde veya bir başkasını niye mahkemeye veriyorsunuz? Yani kıvrılan takvim bitmiştir, takvimi kıvırmış ve bitmiştir. Değil. Asıl soru şu: 20 yıl evvel bu ülkede ortalama yaş 60. Şu anda bu ülkede ortalama yaş 78’e doğru gidiyor. Ne yaptı Allah, kıvırdığı tüm takvimleri açtı mı? Çocuklarınıza torunlarınıza nasıl izah edeceksiniz bu eceli? Hepsinden vaz mı geçti? Hayır. Tabi bunda yani çocuk ölümlerinin azalması çocuk efendim felçlerinin azalması, yeni doğumların, ölümlerin azalması, aşıların yaygınlaşması. Ha şimdi bir de aşı karşıtlığı, fitnesi çıktı. Böyle bir cehalet, cehalet toplumunda böyle bir şey olabiliyor, oluyor. Efendim birçok şey olduğu gibi. Dolayısıyla yani ben resulüm diyen insanın cenazesini kılacak 3000 kişi bulan bir toplumda aşı karşıtlığına da taraftar bulursunuz, düz dünyada taraftar bulursunuz. Anlatabiliyor muyum? Şöyle bir toplumda Buhari yere gök, göğe yer dese benim için o günden sonra gök yerdir, “yer göktür” diyen vaizlerin olduğu toplumda bu çıkar o çıkar oda çıkar. Bunların hepsi birbirinin devamıdır. Evet. Nedir ya ecel? Ecel Allah’ın insan ölümüne yasa koymasıdır, koyduğu yasadır. “Li kulli ecelin kitap” budur işte. Her ecelin bir yazılımı vardır bir yasası. Nedir? İnsan eceline neyi koymuştur? Bundan 1200 yıl evvel Bakkıllani söylemiş bunu harika biçimde. Yani eceli tarif etmiş. Ecel üç sistemin iflasıdır demiş. Dolaşım sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, sinir sistemi. Bitti. Anca bu kadar güzel yapılabilir tarifi. Yani bu üç sistem insanda geri dönmez biçimde iflas edince ona öldü denir. İşte ölümün tarifi size. Yani kel hey hey diye başlıyordu değil mi? Kelle koltuğunda üç gün savaştı efendim. Sahi savaştı mı? Olur mu? Aslında bu sünnetullaha iman eden bir insanın söylemeyeceği bir şey, söyleyemeyeceği. Ama siz hadis kitaplarında omuza konan tozların silkme babını bulursunuz, tuvalette temizlenme babını. Hem de sayfalar dolusu bulursunuz. Ata nasıl inilir nasıl binilir, deveye nasıl binilir, nasıl inilir babını bulursunuz ama bunların hiçbirinde bir tanesinde sünnetullah başlığı bulamazsınız. İlginç gelmiyor mu size? Allah’ın yasaları. Allah’ın kanunları. Evet yoktur, bulamazsınız. Her nefis ölümü tadıcıdır. Üç ayrı yerde gelir. Evet. “Kullu nefsin zaigatul mevt.” Her can ölümü tadıcıdır. Tatmaktadır diye çevirmedim bakınız. Tadıyor diye çevirmedim. Tadacaktır diye çevirmedim. Çünkü zaika, ismi fail formudur, özne formudur yani. Tadıcı. Buradan yola çıkarak şunu da söyleyebilirim. Buna açık ayet. Her can her an ölümü tatmaktadır. Hakikaten her an ölümü tatmaktayız farkında mısınız? Aslında yaşadığımız her an ölümdür. Çünkü o an ölüyor. Doğduğunuz anda aslında ölüme yürüyüşünüz başlıyor. Ey insan kalbinin sesini dinle. Ölümün ayak sesidir. Her an ölüyor. Her aldığınız nefes ölüyor. Alıyorsunuz ve veriyorsunuz. Bir nefes daha öldü. Öldü yani. Dolayısıyla ama kaydoldu aynı zamanda kaybolmadı, kaydoldu. O nefeste kaydoldu. Ya bakiyatussalihat olacak. Yani iyi işler arasına karışacak kalıcı olacak ya da hebaenmentura olacak. Yine Kuranın ifadesiyle. Heba olacak. Dolayısıyla bu anlamda nefesinizde öldü. Aynı zamanda şu anda bana bakan yüzlerinizin hiçbir 6 ay önceki yüz değil. Evet. Biyoloji ilmi bunu söylüyor biliyor musunuz? Biyoloji ilmi yüzünüzdeki tüm hücrelerin 6 ayda bir değiştiğiniz söylüyor. Buyrun. O zaman şu anda bizim vücudumuzda binlerce, on binlerce, yüz binlerce hücre ölüyor ve yüz binlerce yenisi doğuyor. Yani vücudumuzda bir doğum ölüm döngüsü devam ediyor. Bu döngü devam ediyor. Yani biz bir taraftan ölürken bir taraftan diriliyoruz. Vücudumuzda hücre düzeyinde ölüm ve doğum döngüsü daima devam ediyor. Kâinatta da öyle değil mi ölüm ve doğum döngüsü? Devam ediyor. Yani dünyada demedim bakınız. Dünya, şu anda üzerinde hayat olduğunu bildiğimiz tek gezegen. Ama hayat olan tek gezegen diyemiyorum. Niye diyemiyorum? Zira bizim galaksimizde yüz milyarlarca yıldız var. Yüz milyarlarca yıldızın belki kenttrilyonlarca gezegeni var. Bu gezegenler içinde yaşama elverişli gezegen kaç tanedir? Şu ana kadar bu iş için gönderilmiş olan uydunun yaşam alanı denilen yıldızına yakınlığı yaşam alanı denilen bir bölge var. Yaşam alanı denilen bölgede tespit edilen gezegen sayısı kırk bin bizim galaksimizde. Bizim galaksimiz gibi şu ana kadar tespit edilmiş, evrende “gözlenmiş evren deniliyor” buna, gözlenmiş evren gözlenmemiş evrenin yüzde beşi. Gözlenmiş evrende bizim galaksimiz gibi yüz milyarlarca yıldız olan galaksi gibi yüz milyarlarca galaksi var. Peki nasıl diyebilir insan ki biz tekiz, biriciğiz. Eşrefi mahlukat. Allah’tan korkun. Kim uydurdu bu yalanı? Biliyoruz kim uydurdu. Hâkim Tirmizi denilen bir hulülcü. Yani insan isterse Allah olabilir nazariyesine inanan biri. Dolayısıyla eşrefi mahlukat falan değiliz, kibir bu. Bu bizim kibrimiz. Hani daha önce işlemiştim o ayeti. Göklerin ve yerin yaratılışı sizin için insanın yaratılışından, Allah için insanın yaratılışından daha büyük bir şeydir. Ekber kelimesi kullanılır orda. Ne muhteşem değil mi? Dolayısıyla bu anlamda kâinatta biz biricik falan değiliz. Bu kâinat zaten fazla israf olurdu öyle olsaydı. Dolayısıyla bu anlamda her can ölümü tadıcıdır, her an ölüm döngüsü devam ediyor muhtemelen de kâinatın bir tarafında orada ki iradeli varlıklar ölürken bir başka tarafında iradeli varlıklar yeniden dünyaya geliyor. Yeni, kendi dünyalarında ortaya, tabiri caizse namluya sürülüyor. Yani doğum ölüm döngüsü kozmik olarakta devam ediyor. Onun için bu döngüyü tabi akıldan çıkarmadan “Allah bana muhtaçtır” haşa kibrine kapılmıyoruz. Biz Allah için vazgeçilmeziz kibrine kapılmıyoruz. Allah, bizim için vazgeçilmezdir. O kibre kapıldığımız an öldürmeye başlıyoruz. Birbirimiz yemeye başlıyoruz. Cinayet işlemeye başlıyoruz. Evet bilim ne diyor? Bu kelimeyi duydunuz mu bilmiyorum. Entropi. Tanımlayayım. Aslında entropi termodinamiğin ikinci kanunu diye bilinir. Termodinamiğin birinci kanununu biliyorsunuz. Evet. Yani kâinatta hiçbir güç yok olmaz. Efendim, ama ikinci kanunu da bu. İkinci kanun birinci kanunu aslında sınırlıyor, destekliyor ve sınırlıyor. Entropi nedir? Entropi düzensizlikten düzensizliğe kayma. Aslında entropi var olan her şeyin var olmaya başladığı andan itibaren ölüme doğru yol aldığını gösteriyor. Entropi budur. Entropi sadece ve sadece biz biyolojik varlıkların, canlıların değil cansızların fiziki varlıklar için de geçerli bir kanun. Her şey için geçerli bir kanun. Yolda olma. Aslında entropi kelimesi Grekçede, Yunancada “yolda” anlamına geliyormuş. Onun için ben de etimolojisinden, kök anlamından yola çıkarak “yolda olma yasası” dedim. Termodinamiğin ikinci yasası düzenlilikten düzensizliğe geçiş. Bu Con Ahmed’in Devr-i Daim Makinası diye bir şey var. Bilmem hiç ilgilenen oldu mu? Tabi öyle bir makina hiç yapılmadı. Nedir Con Ahmed’in devr-i daim makinası? Şudur. Efendim kendi ürettiği enerji ile makinayı çalıştırıyorsunuz. Efendim ve kendi kendine yetiyor. Kendi kendine yeten makina. Bir zamanda biliyorsunuz 28 Şubat dönemleriydi; erke dönergeçi diye bir şey buldular, İcat ettiler. Buda yani nedir hiç kayba uğratmadan enerjisini bir makina kendi enerjisiyle gidiyor. Anlatabiliyor muyum? Kendi üretiyor. Yani sıfır maliyetli. Hiçbir şey koymuyorsunuz kendi ürettiği enerji. Böyle bir şey termodinamiğin ikinci yasasına aykırıdır. Aykırıdır. Neden? Çünkü mutlaka kayba uğrar. Sürtünmeden dolayı kayba uğrar. Havadan dolayı kayba uğrar. Amortismandan dolayı kayba uğrar. Yani mutlaka enerji girdiği gibi çıkmaz. Mutlaka düşer. Mutlaka. İşte budur entropi. Yasadır bu. Bu yasayı şu ana kadar delen olmadı. Zaten öyle olsaydı biz yakıt kullanmazdık hiçbir şeyde. Hiçbir şeyde enerjiye ihtiyacımız olmazdı. Bir makina yapardık makina kendi ürettiğiyle kendi hayatını idame ettirirdi. Bakınız biz de o entropiye tabiyiz. Hücrelerimiz, hücrelerimizde telomer isimli bir saat var tabiri caizse. Telomer. O telomer biz yaşadıkça kısalıyor. Yani ömür tık, tık, tık, tık, tık, kum saati gibi tık tık atıyor, kısalıyor. Hatta şöyle bir şey var yanlış bilmiyorsam eğer bir organ naklinde organın naklettiği, donör diyorlar değil mi, organ verici donör, eğer verdiği organ organ vericinin yaşı kırk ise organ alıcının yaşı onsa o verdiği organın yaşı kırk olarak naklediliyor. O, o yaşta, on yaşına gelemiyor. Ama alan çocuk doğru mu eyvallah. Alan çocuk 10 yaşında değil mi? Ama o aldığı organ artık kırk yaşındadır. Çünkü saati ile birlikte aktarılıyor. Saati ile birlikte geçiyor. Dolayısıyla yani hücreniz de tık tık tık tık gidiyor. Entropi yasasına o da tabi. Onun için bu anlamda şu kainattaki her şey kâinatta en uzun ömürlü nedir? En uzun ömürlü şey? Evrende en dayanıklı madde olan protondur, Proton, atomların temel elemanlarından biri. Nötron, proton, elektron. Evet protondur. Zaten atom sayısı da proton sayısıyla ölçülüyor. Hidrojen tek protonu onun için atom sayısı bir. Efendim. Helyum iki protonlu atom sayısı iki. Lityum üç protonlu atom sayısı üç. Vesaire. Proton en uzun ömürlü varlık kâinatta. Ama onun bile bir ömrü var. O bile ölümsüz değil. Evet fizikçiler, yani atom altı fizikçileri protonun ömrünü hesaplıyorlar. Dolayısıyla ölümsüz bir şey yok. Evren genişliyor, kızıla kayma budur aslında. Ne oluyor? Giderek genişliyor. Bunu Habul bulmuştu. Dolayısıyla Habul, Habul belki de Habul bulmamıştı bilmiyorum. Efendim. Habul bulmuştu değil mi kızıla kaymayı. Evet. Onun için teleskoba Habul dediler ki 1966 yılında arka plan fon ışımasını bularak kâinatın ilk yaratılışına da kozmogoni diyorlar buna. Kâinat doğumundaki o fosil ışını buldu, arka plan fon ışıması diyorlar. O fosil ışından şu anda kâinatın yaşını hesap ettiler. 12 milyar 800 milyon yıl. O folsil, ışında. Dolayısıyla genişleme gittikçe hızlanıyor. Bu da daha sonradan bulundu. Şu anda kainattaki genişleme devam ediyor ama gittikçe de hızlanıyor. Bunu hızlandıran şeyin ne olduğunu bilmiyorlar. Bilmedikleri için adına kara enerji dediler. Karanlık enerji dediler. Dolayısıyla evrenin sonu var mıdır? Olmasın mı? Zaten bu sure ondan bahsediyor. Yani Kur’an’ın amacı bize astrofizik öğretmek değil. Kur’an’ın amacı bize fizik öğretmek değil. Kur’an’ın amacı bize astronomi öğretmek falan değil. Kur’an’ın amacı bize ahlaki öğütler vermek. Bunu hiç unutmayacağız. Benim yaptığımda bir tefsir falan değil. Ben daha doğrusu tefsir kelimesini kullanmayı da sevmiyorum. Zira kelimenin bir ağırlığı ve otoritesi var, otoritesini karşısındakilere kabul ettirmek için baskı uygulayan bir kelime. Ben bunu da sevmiyorum, kabul etmiyorum. Nedir yaptığım şey? Aslında bu bir çağrışım. Tefsir değil tedai. Eskiler çağrışıma tedai derlerdi. Şimdi çağrışım diyorlar. Dolayısıyla tedai çağrışımları var. Ben bu çağrışımlar üzerinden bakışımlılık kuruyorum, alaka kuruyorum, irtibat kuruyorum. Yani Kur’an bir şeyden söz ediyor bu söz ettiği şeyde bilim şunu söylüyor akıl şunu söylüyor, biyoloji şunu söylüyor, astronomi şunu söylüyor, jeoloji şunu söylüyor diyorum. Dolayısıyla burada yaptığım iş o. Ama bu söylediklerimin hepsinden de yine sonuç olarak ahlaki öğütler almak, dersler almak, ibretler almak. Evet. Evren genişliyor. Gittikçe hızlanıyor ve evrenin bir sonucu var sonu var. Bu son nasıl olacak? Üç tane tahmin yürütüyorlar astrofizikçiler. Bir çökme. İki donma. Üç kopma. Ama yeni son olarak Harvard’da bir bilim adamları topluluğu dördüncü bir ihtimali daha ele aldılar. Ona geleceğim. Çökme. Evren nasıl bir hiçlikten, vakum boşluktan… Vakum boşluk aslında eskiden kullandığımız lambalar vardı. O lambalar vakumlu lambalardır. O lambaların içindeki oksijen alınmıştır. Alınabileceği kadar alınmıştır. Alınamadığı tamamı alınamadığı için ısınır. Dolayısıyla tamamı alınsaydı ışık kaybıyla ısı zayi olmazdı. Ama işte o vakum boşluğu içlikte bir patlama ile meydana gelmiştir. Bu patlamada düşünün düşünün adeta bu patlamanın tüm enerjisi kâinattaki şu andaki tüm enerjiye eşittir, aynı enerjidir. Kâinatın tüm enerjisini sıkıştırıyorsunuz, sıkıştırıyorsunuz, sıkıştırıyorsunuz gözle görünmeyen bir düzeye geliyor ve onu bir patlatıyorsunuz içinden kâinat çıkıyor. Buna bir enerji eklenmiyor. Enerji orada. Birin arkasına kır üç tane sıfır dizeceksiniz, sıcaklık o. Bunun matematikte adı da yok. Anlatabiliyor muyum? Yani milyon diyemiyoruz. Trilyon demiyoruz. Katrilyon diyemiyoruz. Kentrilyon diyemiyoruz.  Diyemiyoruz yani bir şey. Dolayısıyla yani böylesine bir şey. Evet, Çökme patladığı yere geri çöker diyor. Geri büzülür ve biter. Donma, genişleyecek, genişleyecek, genişleyecek enerjisi bittiği anda donacak. Donma iptal. Şu anda donma şıkkı yok. Niye? Giderek hızlanıyor çünkü. Dolayısıyla enerjisi bitti diyemiyoruz. Bilmediğimiz bir yerde bir enerji var onu kullanıyor. Kopma. Evet, dağılma kopma. Öyle bir noktaya gelecek ki kainattaki genişleme hiçbir şey organizma halinde kalamayacak. Önce büyük şeyler parçalanacak, parçalanacak ondan sonra her şey atomuna inecek. Atomuyla da kalmayacak atom da parçalanacak. Yani elektronlar bir tarafa gidecek. Efendim, protonlar gidecek. Nötronlar gidecek. Onlarda bir arada kalmayacaklar. Kuarklara. Efendim, iki aşağı iki yukarı bir aşağı kuark, onlara gidecek. Onlarla da kalmayacak. O dağılma o kadar ileri gidecek ki onun da altına spimlere inecek. Onda da kalmayacak o dağılma bozonlara; alanlara, kuvvet alanlarına inecek. Onda da kalmayacak kuvvet alanda kalmayacak. Dağılacak ve yok olacak. Böyle bir yok oluş simülasyonu. Yok olma. Evet, Harward’tan son açıklama: Evren “higss bozonu” yüzünden aniden yok olabilir. Hesaplarımıza göre evren 10.58 ile 10.139 yıl arasında bir zaman sonra yok olacak. Ya Harwad’lı bilim adamlarını ben ayıpladım şahsen çok ayıp yani. Şu şeye bakar mısınız? Bizim atmasyoncular bile versen bu kadar atmaz ya. Yani efendim şuna bak. 10 üzeri 58 ile 10 üzeri 139 arasında nasıl bir şey? 10 üzeri 58 şu demek. Yani birin arkasına elli sekiz tane sıfır koyacaksınız. 10 üzeri 139’da birin arkasına 139 sıfır koyacaksınız. İyi de adam yani bu kadar aralık olmaz ki. Onun için Harward’lı bilim adamlarına teessüflerimizi gönderelim; yani biraz daha çalışın diyelim bunun üzerine. Evet bir sanatçının Higgs bozonu simülasyonu. Çok güzel duruyor. Çok şık duruyor. Tabi şeyde şık duruyor. Yani Higss bozonu işte tanrı parçacığı denilen, bu. Yani yokluktan, hiçlikten; varlığa çıkıştaki ilk çıkış bu. İlk maddeleşme anı. Yani madde olmayanın, maddi olmayanın; maddi olana dönüştüğü ilk anı böyle simüle etmiş bir sanatçı. Viral bir yanlış. Çok önemli bu konu. Son saat yerine kullanılan kıyamet. Değerli dostlar şu an da halkımızın dilinde kıyamet kelimesi yanlış kullanılıyor. Yani Kur’an’la uyuşmuyor. Kur’an’da kıyamet diriliş demektir. Evet Kıyam, Kıyamet. Hadi Türkçeleştirelim böyle. Hani Kur’an’da bir hocamız öyle diyordu. Kur’an’da laiklik var diyordu. Nasıl hocam? “La İkraye fiddin” Oradan La buradan da İkrah’tan da İlk “Laik” yani. Yani böyle yeşillikli adamlar vardır piyasada dolayısıyla ancak böyle bir şey bu. Kıyamet değil tabi Kıyamet değil. Kıyamet, kalkış. Kıyam, Kaim dolayısıyla kalkıştır. Niye biz kıyameti son saat yerine kullanırız? Kur’an bizim Kıyamet dediğimiz şeye ” Sae” Saet der orijinal kavram bu. “Es sae” Kur’an’ın kıyamet yerine kullandığı kelime budur. Biz saa diyeceğimiz yerde veya saat diyeceğimiz yerde kıyamet demişiz. Böyle bir yanlış anlama nasıl olmuş? Bu memlekette o kadar çok yanlış anlama var ki bu aslında hiçbir şey demektir. Adam düşünsenize, düşünsenize mihrapların üstüne, binlerce on binlerce camide ” Kullema dahela aleyha zekeriye mihrab” “Zekeriya ne zaman mihraba girerse eee… Gerisi yok. Yani cümlenin yarısını yazmış. İçinizde bir tane de mi Arapça bilen yoktu? Bir tane de uyaran adam çıkmadı? Bu koca camiler yapıldı. Bu yapılırken o kazıldı. O kazılırken günlerce zamanlar aldı. Bir tane de akıllı adam yok muydu? “Ne yapıyorsunuz siz ya? Bu ayetin bu mihrapla falan alakası yok. Bu mihrap değil bu ayette geçen mihrap. Bu mihrap din adamların çıkıp da içinde çileye çekildiği o merdivenle çıkılan ikinci kattaki şey. Meryem’in içinde ibadette çekildiği o efendim ne diyelim? O hazne. O efendim hücre. Evet hücre. O hücre efendim o küçük oda diyelim. Ne alakası var değil mi ama? Ama hadi buyur. Ciddiyetimiz bu, din ciddiyetimiz bu. Aslını araştırma ciddiyetimiz bu. Aslı nedir? Bu işin aslı nedir? Şu işin aslını bir araştıralım yok. Onun içinde herkes aslında bu ihmalimize güveniyor tüm sahtekârlar. Aslını araştırmayacağımıza güveniyor sahtekarlık yaparken. Dünyanın son saatiyle ahiretin başlangıcı arasındaki fark. Son saat ve ahiret. Evet büyük bir fark var aslında. Dünyanın son saati yani ölüm saati ve ahiretin başlangıcı. Bu ikisi ayrı şey aslında. Kıyamet, ahiretin başlangıcı. Saat, dünyanın son saati. Dolayısıyla yani burada böyle bizim zannettiğimiz veya efendim bizim anlatılan vaizlerin anlattığı gibi değilmiş. Öyle bir şey yok. Öyle değil. Ahirete ilişkin haberleri sadece ve sadece vahiyden alırız. Vahyin vermedi her haber uydurulmuş haber olur. Zira ahirette dair bilgi Allah katındadır. Bu bilgiyi peygamberlerde vahiylerden öğrenirler. Uyduramazlar. Dolayısıyla bizde uyduramayız. Peki o zaman o nedir? “Eşratul saah” Kıyamet alametleri Nedir peygamberlerin diline uydurduğunuz rivayetleri koyarak Kıyamet alametleri? Nasıl uydurdunuz bunları? Bir kere ansızın kopacak olanın alameti mi olur be ey şaşkın! “Beateten” diyor Kur’an. Ansızın kopacak. Hem ansızın kopacak diyor hem de sen alametler uyduruyorsun. Uydurdun alametler. Uydurduğun alametlerin en meşhuru da “Bina ve zina çoğalacak”. İyi de buna inananların kendisi binaları çoğaltan olmasaydı iyiydi. Hem uydurulan bu rivayetleri dibine kadar savunacaksınız hem de şehirleri betona çevireceksiniz. Nasıl oluyor bu? Bari düzgün olun ya inancınızda dürüst olun ya inancınız da dürüst olun değil mi? Tekvir 1.14. Kıyamet değil son saat hakkında. Yani bu işlediğimiz sure 1.14 ayetleri kıyamet değil son saat hakkında. Tekvir: Bir şeyi dürüp büküp bohçalama anlamına geliyor. Paket yapmak. Kürelemek anlamına geliyor. Eyvallah. Atıf: “O gün biz gökleri kitap sayfalarını rulo yapar gibi dürüp bükeriz.” Evet, ” Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub ” o gün kitap sayfaları gibi. Tabi biz kitap sayfaları değince hemen aklımız bugünkü kitaplara gidiyor değil mi? Değil bugünküler değil. O dönemde ki kitaplar böyle böyle bükülmüyordu. Yani bugünkü gibi cilt cilt değildi. O günkü kitaplar rulo yapılıyordu. Dolayısıyla öyle rulo yapar gibi dürer bükeriz kâinatı ve öyle yaparız üstüne sararız, bükeriz diyor. ” Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub ” Evet En’bia 104. Kur’an astrofizik kitabı değildir. Demiştim zaten. Son saatle ilgili tüm ayetlerin amacı Astrofizik bilgisi vermek değildir.  Evet, bunu kesinlikle bir daha uyarıyorum. Bilimsel tefsir metodunu kabullenmem, sevmem, benimsemem. Buna bilimsel tefsir metodu diyorlar bu yeni bir metotta değil taa Endülüs’te gelişmiş bir metot. Daha sonra 20. yy başlarında Mısırlı bir alim bilimsel tefsir metoduyla yazdığı bir tefsir kitabı da vardır. Dolayısıyla işte o gün neyse bilim söyledikleri Kur’an ayetlerini bu ayet bunu söylüyor, bu ayet bunu söylüyor. İyide ondan sonra o bilimsel veriler değişti çünkü bilim yalnışlanarak gider. Bilimsel veriler yanlışlama metodunu kullanırlar. Dini verilerle aynı metodu kullanmazlar. Onun için Car Cooper’ın bilimin tabiatına dair o müthiş öngörüleri ve eleştirisi bugün artık kabul edilmiş durumda. Nedir bu eleştiri? Teori diyoruz onun için bakınız; Evrim teorisi diyoruz. Evrim teorisi deyince cahiller yanlış anlıyorlar. Evrim teorisi, Allah’ın kanunu efendim. Ama bunu ya adı üstünde teori. Teori ya senin evrim teorisinin dışında getirdiğin ikinci bir şey var mı? Bir alternatifin var mı? Kainattaki canlılığı açıklayacak bir alternatifin var mı? Doktora yapmış bir ilahiyatçıyı Caner Taslanaman’ın karşısına çıkardılar. Ne diyor adam biliyor musunuz? Açın onu dinleyin bir daha. Adem’den evvel canlılık var mıydı diyor. Bu cümleyi kullandıktan sonra doktorayı geri almaları lazımdı. Hatta bu ülkede senin hava alman yasak çünkü israf seni şöyle başka bir yere alalım demeleri lazımdı. Adem’den evvel canlık var mıydı? Adem’den evvel canlılığın olmadığını düşünüyor bu adam. Bu adam ilahiyat doktoru. Yani anne sütü önemli. Anne sütü çok önemli. Yani ilk doğana anne sütünü eksiltmemek lazım. Ha bir de şu önemli; yani şu tasın içine bir akıl koymak önemli anlatabiliyor muyum? Bir akıl koymak. Ademden evvel canlılık var mıydı? Vay be. Yani 66 milyon yıl önce 10 km ebadında, çapında bir göktaşı geldi Yukatan yarımadasına Orta Amerika’da Meksika’nın, Meksika körfezinin oluştuğu yerde dünyaya çarptı ve 66 milyon yıl önce tüm dinozorlar gitti. Bir tane kalmadı. Gitti. Ve bugün bulunan tüm dinozor fosilleri o tarihi gösterirler. Gösterirler ve biter. Sahne kapanır. O sahne kapandıktan sonra insanoğlunun sahnesi açılıyor. Memeli canlıların sahnesi açılıyor. Allah, birini indiriyor birini bindiriyor. “Vetilkel el yamnu  beynen naz” Bu dönemlerimiz aranızda döndürür durdururuz. İşte dönüp duruyor öyle. Ve o göktaşının yeryüzüne çarptığı anda yeryüzünün tamamı güneşten mahrum kaldı. Dünyanın kendini toparlaması bir milyon yıl aldı. Bin yıl dünya güneş yüzü görmedi. Gökyüzünde küller vardı. Üç bin kilometre ötelere savruldu kayalar ve daha göktaşı atmosfere girdiğinde onun gören ve görmeyen tüm gözlerin retinaları yandı. Bunlar hesaplamalarla bulunan sonuçlar. Dolayısıyla hayat yüzde doksan oranında, karadaki hayat bitti. Ancak bir deliliğe saklananlar, bir mağaraya saklananlar, küçük bir yere girenler, o radyasyondan korunabildi. O cehennem ateşinden korunabildi. Bin derecelere çıktı ısı. Dolayısıyla peki nasıl bu soruyu sorabiliyorsun sen Adem’den evvel canlılık var mıydı diye? Dedim ya cehalet bazen mutluluk getirebiliyor yani demek ki. Mesut bahtiyar oluyorsun cahil olunca, eyvallah. Bu anlatılanların çoğu erken uyarı sisteminin bir parçasıdır. Mübarek Kur’an’ın bize kıyamet son saat sahnelerini vermesi erken uyarı sistemi. Korkutup dehşet saçmayı değil akletmeyi ve öğüt vermeyi hedefler. Çok ilginç bu surenin. Bu surenin Tekvir suresinin 27. ayeti öğüt vermek için bunların anlatıldığını söyler. Bu da tam “altı çizilesi” bir husustur. Alt beyni korkutmak değil üst beyni uyandırıp farkındalık oluşturmak ister Kur’an. Farkındalık oluşturmak amaç budur. Yani limbik sistemi çalıştırmak değil. Alt beyni, hayvan beyni diyoruz biz buna alt beyne. Yanı kaba tabirle bu beynin bir tarifi de odur. Hayvan beyni, limbik sistem. Dolayısıyla işte talamus, hipotalamus, amigdala, hipokampus mesela hep orada. Dolayısıyla alt beyni çalıştırmak değil üst beyni yani bizi insan eden beynimizi çalıştırıp akletmemizi sağlamak için verilmektedir. Öğüt vermektir. Maddeni, kendini, değerini bil; hesabı verilebilir bir hayat yaşa demektir. Hesabı verilebilir hayat yaşa. Aksi halde güç tapıcılığı seni öz çocuğunu diri diri gömecek kadar vahşileştirir. Asıl konu ölüm değil hayattır bu surede. Ahlaki amaç insan hayatının dokunulmazlığıdır. Evet, Kur’an’ın her suresinde bir dip akıntısı gibi akan şey, ahlaki amaçlardır. Ahlaktır. Kur’an insan ahlakının düzene sokmak için insanı fıtratına uygun yaşama ikna etmek için vardır. Son saat tasvirlerinin dil yapısı: Kısaca onu da vereyim. Öbür konuya geçeceğim. “Kuvvirat” “ilel şemsi kuvvirat.” Sure, bu ayetle başlıyor Tekvir suresi. Güneş dürüldüğü zaman. Kuvvirat dikkat buyurun. Dürüldü. Buna meçhul fiil denir. Fiili mazi. Meçhul fil. Ne demek meçhul fiil?  Faili meçhul. Faili meçhul mü? Yok. Faili yok mu? Faili hakiki Allah’tır kâinatta. Peki Kur’an bir fiilin eylemi dile getirirken o eylemin failini öznesini niye vermez? Bu bir üsluptur. Ve bu üslubun bir amacı vardır. Bakınız 2. ayette öyle. “İzzel şemsi kuvviret ve izel nucumun kederat in kederat.” Yine aynı faili yok. Yine aynı o da yine 3. ayet öyle. “Suyyirat” yürütüldü. Evet, yani dağlar yürütüldü. “Ve izell cevabi suyyirat” Dağlar yürütüldü. Dağları o yürüttü diyebilirdi. O, Allah. Dağları Allah yürüttü diyebilirdi. Ama yürütüldü, dürüldü, efendim döküldü tüm fiiler böyledir yukarıdan aşağıya. Diğerleri de öyledir. Neden böyle? Failin gizlenmesinin nedeni sen eyleme odaklan ey Kur’an’ı muhatabı. Kimin yaptığına değil yapılan şeyin ne olduğuna odaklan. Hatta amacına odaklan. Bu eylemin fiilini sorgulama değil eylemin maksadına odaklanma makamıdır. Yani bu eylemin failini sorgulama değil. Bu eylemin faili kim? Kim yaptı bunu? Buna odaklanma. Bu eylemle sana verilen amaç nedir? Sana söylenmek istenen nedir? Yani Kur’an niye bundan bahsediyor? Bunu sor bunu kendine. Bakınız çok ilginç bir üslup özelliği ve aslında eğer Kur’an dinci bir kitap olsaydı özellikle Allah’a vurgulardı. Yani güneşi o döktü, dürdü, büktü. Denizleri o buharlaştırdı. Dağları o yürüttü.  Güneşi, ayı o söndürdü, o parçaladı. Ama Allah’a atıf yok burada. Allah’çı da değil Kur’an farkında mısınız? Kaba tabirle. Kur’an ahlakçı. Eyvallah. Direk maksatta, direk amaca. Evet sen amacı düşün. Nefisler eşleştirildiği zaman. Evet. “Vezile nufusu zuvicet” Züvviyet diye de okunur. Evet 7. ayet.  Son saat ve ahiret anlatılarında nefs, cinsiyette dahil biyolojik farklılıkların bile anlamını yitirdiğini söyleyen bu ayet… Biyolojik farklılıklar dahi anlamını yitiriyor. Onun için ahirete ilişkin makamlarda insandan bahseden ayetlerde nefs gelir. Niye? Nefs burada tasavvufun tahrifatına uğramış bir kavram olarak zihinlerimizde yer tutmuş. Tasavvuf nefs kavramını resmen Kur’an’dan koparmış Yeni Eflatunculuğa ve Hint dinlerine bağlamış. Nefs nedir? Tasavvufa göre; insanın içindeki şeytan. İnsana kötülüğü emreden şey. Hayır hayır bin kez hayır. Kur’an’a göre nefs; ben dediğiniz şeydir. Yani kişi, kişinin kendisi, bütün bir varlığı, bütün bir varlığı. Onun için yani Yusuf orada yani şunu söylemiyordu. “Vema müberrihun nefsihi” “Ben nefsimi temize çıkarmam” Ben kendimi temize çıkarmam demektir. Kendimi. Bir ben varım bir de içimde bir nefis var öyle değil öyle değil. ” Ya eyyetuhen nefsun mutmayinne” İşte burada da öyle ahiretteki bağlamda bahsediliyor. Niye nefs diye gelir sorusunun cevabının veriyorum burada. Dişilik ve erkeklik bir ayrıntıdır. Aşın bu ayrıntıyı aşın. Ahiret bağlamında dişilik erkeklik ayrıntısı yok. İnsan var. Can var. Sen varsın. Ahiret bağlamında gelen tüm uyarılarda. Erkeklik, dişilik üzerinden algılamayın mevzuyu, erkeklik, kadınlık üzerinden algılamayın. İnsanlık üzerinden algılayın; bu budur. Nüfus; Çoğulu insanlar. Enfus; Çoğulu tüm canlılar için kullanılır. Buda bir ayrıntı.

İkinci alt başlığımız: Diri diri gömülen kız çocuklarının hesabı sorulduğunda. Evet. “Ve izel mevudeti suliet bi eyyizen min gudilet” Diri diri gömülen kız çocuklarının hesabı sorulduğunda. Hangi günahından dolayı öldürüldü? Eyvallah. Burada Tekvir 8 ve 9. ayetler. Kız çocuklarının diri diri gömme geleneği. Önce bu gelenekten bahsetmek isterim dostlar. Kızları diri diri gömme “Ve’d/Mev’ude” aslında bu geleneğin ismi, Ve’d. Gömülen kız çocuğuna da Mev’ude deniliyor. Ve’d/ Mev’ude. Gömme eylemi. Diri diri gömme eylemi Ve’d. Gömülen çocuğa da Mev’ude deniliyor. Kız olduğu için deniliyor. Yoksa mev’ud denilirdi. Evet, cahiliye genelliğinin uygulanması: 1. Hamile anne çukur başında doğum yaptırılıp kız doğarsa kendi eliyle gömdürmek. Manzarayı bir gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Anne. Hamile anne kazılan çukurun başına getiriliyor. Doğum orada yaptırılıyor ve anne kendi eliyle kendi çocuğunu gömüyor. Diri diri gömüyor. Niye öldürmüyor madem gömerek öldürecek diyeceksiniz niye öldürmüyor? Burada tam da uydurulmuş dinci müşrikin kafası, akıl yapası işliyor. Padişahları niye boğarlardı? Efendim. Evet evet bilenler var efendim. Düşünün 18 şehzadesini birden bir gece boğduran padişahlar var. 19 kardeşini bir gecede boğduran var. 6 aylık. Sadece boğdurmakla kalmayıp hamile cariyelerini ve eşlerini de öldüren var. Neden? Aynı mantık kan akmasın. Kan akmasın katil olmayalım ya. Niye? Kan dökmedik ki boğduk. Kan dökmedik dolayısıyla mantık benzer çok benzer bir mantık. Yani evladını kanın dökmeyince cani olmuş olmuyor. Katil olmuş olmuyor. Boğazını sıkıp öldürür veya efendim üstüne kum atarak içerde bağıra bağıra o yavrucak efendim nefessiz kalacak ve ölecek. Aslında ben öldürmedim ben sadece üzerine kum attım ve o kumun altında nefessiz kaldı öldü. Hani tam da Yezidi’n şeyi değil mi bu? Zeynep’e öyle diyordu. Hüseyin’in başı gelmişti Şam’a elindeki kamçıyla oynuyor gözüyle, kulağıyla, dudaklarıyla. Onu Allah öldürdü diyor. Tamam aynı şey işte görüyorsunuz mantık değişmiyor. Yüzyıllar değişiyor mantık değişmiyor. Anne; hamile anne kendi eliyle yavrusunu gömüyor. 2. Çocuk 6 yaşına gelince öz babası tarafından diri diri gömmek. Evet en yaygın kullanım birincisi bir sonraki yaygın öldürme, çocuk öldürme ikinci şekilde yapılıyor. Öldürme vakti gelince önceden belirlenmiş kumluk arazide çukur hazırlanır. Yaklaşık 6 yaşında yapılıyor Genelde gelenek bu efendim. Eğer anne öldürmezse; anne öldürürse doğar doğmaz öldürüyor. Baba öldürürse doğar doğmaz değil 6 yaşına gelince öldürüyor. Önceden belirlenmiş kumluk arazide çukur hazırlanır. Şehirlerde, Arabistan şehirlerinde, kadim şehirlerinde biz çocukların diri diri gömüldüğü yerleri biliyoruz. Bazı şehirlerde biliyoruz en azından. Mesela Mekke’de nereye gömdüklerini biliyoruz. Mimbaz mescidi var. Önceden belirlenmiş kumluk arazide çukur hazırlanır. Mekke’nin ortasında bir vadi var. Düz efendim böyle bir vadi. Vadinin kenarında Mimbaz mescidi görkemli bir mescittir. Bilenler bilirler. O mescidin önünden şu anda otoban geçiyor. Yol geçiyor. Çok alımlı, çalımlı bir yol. O yolun bulunduğu yer Mekke’de diri diri gömme yeriydi. Zira kayalık olduğu için bölge kumluk bir yer lazımdı. Kolay kazılacak bir yer. O da vadilerdi. Dolayısıyla su alüvyon gibi kumları indiriyor aşağıya ve orada bir kumluk bölge oluşturuyor. İşte o vadi kızların diri diri gömülüp öldürüldüğü yerdir Mekke’de. Baba evet; öldü evet. Baba anneye ona en güzel elbiselerini giydirmesini ve süslemesini emreder. Bir de süslüyorlar. Kızına dayı vs… Akrabaya gitme vaadiyle çukurun başına götürür. Evet yani 6 yaşındaki çocuk aklı eren bir çocuk. Evet. Efendim dayıya gidiyoruz genelde şey buydu; bahane buydu. Hadi dayıya gidiyoruz. Efendim ve en güzel elbisesi giydirilir. Kız e efendim. Çukurun başına gelen çocuk arkadan itilip kayboluncaya kadar üzerine kum atılır. Uygulama buydu. Bunu herkes mi yapıyordu? Elbette değil ama öyle çok denildiği gibi nadir de değil. Nadir de olsa farklı uygulamalar da vardı. Suda boğma. Uçurumdan atma. Boğazlama yöntemlerini de uygulayan çok nadir uygulamalar kaydedilmiş. Yine nadiren erkek çocuğu da diri diri gömülüyordu. Nebile bint. Ebu Süfyan dört oğlunu öldürdüğünü kendisi itiraf etmişti. Bu da ilginç. Bu öldürme genelde ahlaki endişelere veya kızım ilerde bir savaşta düşman tarafından esir alınıp da cariye olarak satılıp beni onursuzlaştırlır, bana yüz karası olur gerekçesiyle değil de doyuramam endişesiyle öldürmeydi, bu öldürme. Aslında şu anda biraz şaşırıyorsunuz; onu görüyorum yüzlerinizde. Çok şaşkınlık alameti var. Aslında şöyle arka plana doğru insanoğlunun zaaflarınızda dile getirerek baktığımızı da düşünün. Evlilikte sınır yok. Cariyede hiç sınır yok. Ve efendim sürekli üreyen bir toplum. Anlatabiliyor muyum? Bu konuda tedbiri de yok. Çünkü bedevi bir toplum ve bu anlamda planlama diye bir şey yok. Çünkü inanmıyor. Her şeye kader olarak inanıyor. Yani her yaptığı cinayete de kader olarak inandı, inanan bir toplum. Şirke de kader diyor öyle değil mi? Eğer Allah dilememiş olsaydı ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdı. Bu ayet. Ayet haber veriyor bize. Evet. “lev şâallâhu mâ eşraknâ velâ âbâunâ” Eğer Allah dilememiş olsaydı, bu bizim kaderimiz olmasaydı biz müşrik olmazdık diyorlar. Yani “sen bize ne diyorsun ey Muhammed bizim kaderimiz bizi şirk müşrik yaptı. Kaderimiz bu bizim.” Düşünebiliyor musunuz? Firavun’a soruyorsun niye Firavun oldun? Kaderim Firavun olmaktı. Nemrut’a soruyorsun niye nemrut oldun? Kaderim Nemrut olmak. Şeytana soruyorsun niye şeytan oldun? Kaderim. Şeytana ne diyeceksin söyler misin? Ne diyeceksin? Ebu Leheb’e soruyorsun niye Ebu Leheb oldun? Kaderim. Yezid’e soruyorsun niye Yezid oldun? Kaderim. Bitti. Hesaba ne gerek var. Hesap gününe ne gerek var. Ne gerek var! Değişmeye ne gerek var! Tevbeye ne gerek var! Ne gerek var ibadete ne gerek var iyiliğe hiçbir şeye gerek yok gördüğünüz gibi. Dolayısıyla böyle bir şey. Ben bugün de görüyorum maalesef onu. Yani planlama bilmeyen toplumlarda aslında ya zaten başında fireyi hesap etmiştik. Niye efendim? Fireyi hesap ettik. Dörde tamamladık hanımları efendim eksik kalmasın yani. Tamam oradan bir hanımdan 9 ürün aldık. E şimdi bunun 4’ü gitse 5’i kalır dedik. 5’i gitse 4’ü kalır dedik öbürlerinden efendim. Dolayısıyla adam başında planlamayı böyle yapmış zaten. Fireyi hesaplamış darayı hesaplamış ona göre ölçmüş biçmiş tartmış. Yani bugün biraz İslam toplumlarında kıtalin bu kadar birbirini öldürmenin bu kadar yoğun olması ve bu kadar ağır da acı çekmeden bunu çıkarmalarını nasıl izah ediyorsunuz? Ya ben ondan daha fazla acı çekiyorum. Birbirini katleden İslam toplumlarının içine çok girdim. Çok gittim geldim. Ondan daha fazla acı çekiyorum bakıyorum o bir şey olmamış gibi davranıyor. Anlatabiliyor muyum? Ama şimdi biz bu işte iyiye yorarak falan filan şey yapıyoruz da öyle değil efendim kol kırılır yen içinde kalır hesabı hep pisliğimizi de halının altına süpürüyoruz. Bunların arka planındaki bilinçaltı, bunların arka planındaki insan davranışları, bunların arka planındaki psikososyal davranışlar çözülmeden bu problemleri çözemeyiz. Konuşmuyoruz ki. Yalan söylüyoruz. Yalan söylüyoruz. Cinayeti işliyoruz ondan sonra da onu yiğitlik diye satıyoruz. Onun için çözemeyiz, çözemeyiz, çözemeyiz. Hamile annenin kendini düşük yapmaya zorlaması. Bir yöntemde buydu. Mumtehane 12’de kadınlara çocuklarını öldürmeme uyarısı. Mekke fethi biatında kadınlara koşulan şartlardan biri de buydu. Allah Resulü Mekke’nin fethinde kadınlara bu şartı koymuştu. Ellerinizle çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz. Yani bu öldürmeme sadece doğduktan sonrayı, öldürmemeyi kapsamıyor. Aynı zamanda hamileliklerine son verme konusunda efendim bile bile bir uygulama yapıyorlar onu da yasaklıyordu. Gibi gibi. Diğer dünya toplumlarında benzer durumlar Eski Yunan: Doğumun ardından 10 gün içinde babanın bebeğin yaşamını reddedebilirdi. Genellikle kız olan bebek belki biri alır diye şehrin meydanına konur, ölen ölür, kalan kalırdı. Sparta’da. Eski Sparta yani bizim Isparta’nın ismi oradan gelmedir. Ama Sparta Peloponez Yarımadası’nda yani Yunanistan’ın alt ucunda yer alan bir şehir devleti o zaman. Aksakallılar, doğan her bebeği inceler, yaşaması uygun bulunmayanlar uçuruma atılırdı. Sparta’nın uygulaması çok meşhurdur. Çelimsiz çocukların yaşamasına izin verilmez bir uçurumdan atılırlardı. Hindistan: Kuzeyli aristokratlar 19.yy. boyunca kız çocuklarını öldürmüştür. İrlanda: The Children’s Home vakfının foseptik çukurunda 1925-60 arası atıldığı düşünülen ve çoğu nikahsız birliktelik eseri 800 civarında çocuk cesedi bulundu.

Dolayısıyla bu gibi uygulamalar dünyanın değişik yerlerinde de oluyor. Diri diri kız gömme geleneğinin nedenleri. Bir, yoksulluk. En’am suresi 151.ayet onu veriyor bize. Yoksulluktan dolayı diri diri gömüyorlardı. Yani “doyuramam” korkusu. Doyuramam kaygısı. İki, yoksul düşme korkusu. Yoksulluk ayrı bir de ya ileride yoksul düşersem ve bunları doyuramazsam korkusu bu da “ḣaşyete imlâk” olarak geçiyor. Evet. Yani “Velâ taktulû evlâdekum ḣaşyete imlâkin” “çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmeyin.” İsra 31. Bir savaşta esir alınıp cariye yapılma ihtimali. Evet. Yani bu ihtimal en büyük ihtimallerden biriydi. Kays b. Asım adlı biri yemin ettiği için bu gerekçeyle 8 kızını öldürmüştü. Buyrun. Yemin etmiş ne diye yemin etmiş biliyor musunuz? Bir daha kız çocuğu edinmeyeceğim kız çocuğum olursa olanı öldüreceğim diye yemin etmiş. Yeminine de hanis olmamış yani yeminini bozmamış 8 evlat katili olmuş. Bu biraz da çok temelinde bir başka sebebini de söyleyeyim. O da neydi biliyor musunuz? Evladı cahiliye müşriği ebeveynin malı olarak görüyordu. Malı. Ha ineği kesmişsiniz ha koyunu kesmişsiniz ha deveyi kesmişsiniz ha da çocuğu öldürmüşsünüz, gömmüşsünüz diri diri. Mal olarak görüyordu. Onun için Kur’an, insanın insanın malı olmadığını her bir insanın Allah’ın özel orijinal bir yaratısı olduğunu ve her bir insana şahsiyet olarak baktığını ve “Velâ teziru vâziratun vizra uḣrâ” “hiç kimsenin günahını, yükünü hiçbir başka kimsenin üstlenmeyeceğini ve Allah nezdinde her bir insanın eşsiz olduğunu ifade etmesi Kur’an’ın bu yüzdendi. Mal olarak bakıyor ve maalesef İslam fıkhına bu cahiliye müşrik aklı geçti. Mal olarak bakıyor. Bugün de öyle. Bugün de öyle mal olarak bakıyor. Bakıyorum evladının üzerindeki tasarrufları ona mal olarak bakan bir aklın tasarrufları. Niye öyle yapıyor efendim; ona insan olarak bakmıyor. Bağımsız bir şahsiyet olarak bakmıyor; onun için de yani koyduğum yerde duracaksın diyor mesela. Seni şuraya koyuyorum orada duracaksın. Eğer orada durmazsa aslında “malım niye benim sözümü dinlemedi” diye düşünüyor. Onun da müstakil bir insan olduğunu düşünmüyor. Düşünün anne baba evlat ilişkileri bizde aslında ihsan üzere olan ilişkilerdir. Anlatabiliyor muyum? İhsan üzere. İhsan ile muamele et; emir budur. Eğer onlardan biri yanında ihtiyarlarsa onlara ihsan ile muamele et, üf bile deme. İhsan ile muamele. Ama itaat emri yoktur; aksine eğer onlar Allah’a ve nebisine itaat etmezlerse sen de onlara itaat etme emri vardır. Anlatabiliyor muyum? Böyle bir şey var. Ama bizde ona evrilmiştir bakınız yani ihsan ile muamele itaate evrilmiştir ve hak muamelesi düşünülmez oysa babalık veya evlatlık hak hususunda değişmez ki. Yani babanın evlat üzerinde hakkı olduğu gibi evladın da baba üzerinde hakkı var. Yani baba olmak evladın hakkını gasp etmeyi evladın hakkına geçmeyi evladın hakkını yemeyi helal kılar mı? Kılmaz. Ama böyle bir fıkıh yoktur okuduğunuz kitaplarda. Bu bahis bile yoktur. Sakat doğup babayı bir boğazı daha beslemek zorunda bırakmama dürtüsü bir başka sebep de.

Kur’an’ın konuyu ele aldığı bağlamın çağrışımları. Her bir yıldızın defteri dürülmüş. Ha bir yıldızın defteri dürülmüş, ha denizler kaynamış, ha bir kız gömülmüş. Kur’an’ın ele aldığı bağlamdaki asalete bakar mısınız? Kur’an’ın insana verdiği değere bakar mısınız? Kur’an’ın yaptığı devrimin büyüklüğüne bakar mısınız? Bu insanlar niye Kur’an’a evet demekte bu kadar ısrarcı hayır dediler, evet demediler. Şimdi anlıyor musunuz? Her şeyin bir doğal ömrü var. Doğal ömre müdahale kıyamettir. Evet doğal ömre müdahale kıyamettir. Allah resulü, Mekke fethinin ardından aldığı biatta çocuk öldürmemeyi de şart koşmuştu biraz önce söyledim. Kıssadan hisse. Ha bir masum öldürülmüş, ha kıyamet kopmuş. Allah yarattı ve yaşattı, kul ise öldürdü. Allah adına öldürmek; Allah’a suikast düzenlemeye eş değerdir. Üsluptaki inceliğe dikkat. 1. Ölüm güzellemesi değil. Farkında mısınız ölüm güzellemesi yok. Yani “Bi-eyyi żenbin kutilet” Hangi suçundan dolayı öldürüldü hesabı sorulduğunda “Ve-iżâ-lmev-ûdetu su-ilet bi-eyyi żenbin kutilet” yedi ve sekizinci ayetler Tekvir. Evet. Ölüm güzellemesi yok burada farkında mısınız? Cennette safa sürme de yok mesela şöyle gelebilirdi. Şu mealde ayetler gelebilirdi. Sen öldürdün ey baba ve anne o çocuğu ama o şimdi cennette hülleler içinde zevki sefa içinde geziyor; böyle bir şey de yok. Farkında mısınız? Böyle bir ayet yok. Böyle bir üslup yok. Yani sen öldürdün onu ama o şu anda cennette zevki sefa içinde yüzüyor ayette yok. Böyle bir üslup da yok. Yine peki ne var? Yaşamın kutsallığı var. Burada hangi suçundan dolayı öldürüldü. Hesap soruyor. Ahlaki bir bakış açısı var Kur’an’da. Yani ahiret güzellemesi yapmıyor. Ölüm güzellemesi yapmıyor, kabir güzellemesi yapmıyor yani iyi ki öldürdün ya öldürdün de cennete sattın böyle bir şey de söylemiyor. Yani gel seni öldüreyim cennete gir. Böyle bir şeye de izin vermiyor bakınız. Nedir bu peki? Yani bunların hepsi istismar, hepsi istismar. Gel seni öldüreyim cennete gir. O zaman düşmanınıza teşekkür plaketi vermeniz lazım. Öyle değil mi? Savaşlarda düşmanınıza teşekkür plaketi. Anneler babalar ellerinde teşekkür gülleri çiçekleri alsınlar benim yavrumu cennete gönderdiğin için size teşekkür etmeye geldik falan. Dürüst olun dürüst. Görüyorsunuz. Kur’an’ın böyle bir meselede nasıl ele aldığına bakın. O da nedir? Yaşamın kutsallığı. Sonuç. Kur’an dinci bir kitap değil. Dinci bir kitap olmak ayrı bir şey anlatabiliyor muyum? Dinli olmak ayrı bir şey. Dinci olmak dini satmak anlamına gelir pazarlamak anlamına gelir. Bir şeyi pazarlayan artık ondan mahrum kalır. Kindi öyle diyor ya. Bir şey satın alanındır o. Artık satan ondan mahrum kalmıştır. Dini satan dinsizdir diyor. Eyvallah. Kur’an ahiretçi kitap da değil. Kur’an hayatı savunan hayat kitabıdır. Rabbani Yahudilerin doğum kontrolüne “küçük cinayet” demeleri. Bir de böyle bir bahis var. Rabbani Yahudiler kimler? Şu andaki ana akım Yahudileri temsil eden yani Ortodoks Yahudiler dediğimiz Yahudiler. Yani bunlar aslında aslında Talmud hani bizde var ya biz de Rabbani Yahudilerin karşılığı kimler? Efendim. Kimler? Şunlar efendim. Bir vahyi metluv var bir de vahyi gayri metluv var. Efendim. Vahyi metluv Kur’an’dır. Vahyi gayri metluv Kur’an dışındaki hadislerdir. Yine bunların bir tık ileri gideni ne demiştir? Kur’an hadisin sünnetin yargıcı değildir ama hadis sünnet Kur’an’ın yargıcıdır onu yargılar demiştir. Efendim. Yine bunlardan bir kısmı ne demiştir? Efendim. Kur’an’ın sünnete olan hadisi olan ihtiyacı hadisin Kur’an’a olan ihtiyacından fazladır. Demişler de demişler. Bunlar Rabbani Yahudilerin Müslümanların içine sızmış biçimleri işte. Rabbanilik; Yahudilik budur. Tevrat tek başına yetmez bize mutlaka Talmud lazım, Mişna lazım, Gemara lazım diyen Yahudilere Rabbani Yahudiler denir. Şu andaki ana akım Yahudiler bunlardır. Evet “semereli olun, çoğalın” der eski ahit. Tarihi soykırımlar ve Rabbani Yahudiliğin nüfus artış stratejisi böyle yapılmış. Doğum kontrol yasağı istimna yasağı getirilmiş. Yani ne olmuş. Meniyi dölyatağı dışına akıtmayı “sohatey ha-yeladim” çocuk katli saymış Rabbani Yahudilik. Çocuğu öldürmek saymış. Çokluk tutkusu helak etti diyen Kur’an’ı hadisle taşlamak işte bunun arkasından gelmiş. “El-hâkumu-ttekâśur hattâ zurtumu-lmekâbir” çokluk tutkusu sizi helak etti. Çokluğu Kur’an hiçbir yerde övmez. İnsanların çoğu şükretmez. İnsanların çoğu akletmez. İnsanların çoğu iman etmez. “Eğer sen insanların çoğuna uysaydın onlar seni yoldan çıkarırdı” böyle onlarca ayet var Kur’an’da bir tane çokluğu öven ayet yoktur. “Kem min fi-etin kalîletin ġalebet fi-eten keśîraten bi-iżnillâh” Nice kaliteli az topluluk vardır ki kalitesiz yığınları çok topluluğu yenmiştir. Böyle bir yığın ayet peki onun karşısında evleniniz çoğalınız ben ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim. Allah resulünün diline konmuş bu hadis diye söylenmiş bu yalan çokluğu Kur’an’ın çokluk kavramına çokluk bakış açısına karşı savaşan bir sözdür. Anlatabiliyor muyum? Çokluğu yeren bir Kur’an’ın karşısına çokluğu öven bir Resul imajı çıkardılar. Evet. Diri diri gömülen kız çocuğu da cehennemliktir diyen hadis. Diri diri gömen de, diri diri gömülen kız çocuğu da cehennemdedir. Ebu Davud, Sunne, 17. Hadis bu. Şimdi şu soru. Diri diri gömen cehennemdedir onu tamam anladık zaten Kur’an’dan da bu yani yaklaşık çıkıyor. Hangi suçundan dolayı öldürüldü? Peki diri diri gömülen kız çocuğu niye cehennemliktir? O çocuk niye cehennemliktir, 6 yaşındaki çocuk niye cehennemliktir, daha doğar doğmaz annesi tarafından gömülen çocuk niye cehennemliktir? Bunun izahını bana yapar mısın ey Ebu Davud. Ey adını derlemesinin adını Kitabı Sunne koyan sünnetler topladığını söyleyen Ebu Davud ve Kütübü Sitteden bir tanesi bu biliyor musunuz? Paralel Kur’an ilan edilen Kütübü Sitteden bir tanesi bu. Efendim yani düşünün Buhari Müslim Ebu Davud üçüncü sıralamada. Peki sen bu sözü aldın nasıl koydun oraya. Evet. Ayeti taşla hadisi akla. Ayeti taşla hadisi akla. Mev’udetun lehmiş aslında bu demekmiş miş miş. İyi de mev’udetun leh diyecekse mev’udetun leh derdi değil mi hadisin metni öyle olurdu yani o öldüren anne yani öldürülen kız çocuğunun kendisine mensup olduğu kendisinin olan kişi demekmiş. Zırva tevil götürür mü; götürmez ama böyle işte böyle oluyor bu işler. Onun için hadisçinin tevil etmediğinden bir yalan hadis görmedim ki. Hiçbir yalan hadis görmedim ki onun bir tevili olmasın mutlaka bir tevili var. Kur’an’a kıyanlar Kur’an’la savaşan uydurma hadise kıyamadılar. Kimse değil de neden nebinin 265 yıl sonra ölen Sicistanlı Horasanlı Ebu Davud söylemiş bunu daha doğrusu söylemiş değil Ebu Davud almış kitabına bunu. Neden? Neden? Hatta neden aynı şeyi Buhari almamış? Neden aynı şeyi Müslim almamış? Evet. Neden? Dediğim gibi Buhari niye almamış? Evet. Bu hadiste hangi sünneti gördün de sünnetler kitabına aldın diye sorasım geliyor Ebu Davud’a. Hangi sünneti ne sünneti işleyeceğiz mesela bu hadisle söyler misin hangi sünnet var? Peygamber buyurdu ki diyerek peygambere düşmanlık yapmak nasıl bir şey. Evet bir de aydınlık bir sayfa var önümüzde. Sa’saa bin Naciye. 360 kızı gömülmekten kurtaran cahiliye vicdanı. Önce insan ol sonra Müslüman. Bakara suresinin 2. ayetinin “huden lilmuttekîn” bölümü benim nezdimde bu demektir dostlar. Önce insan ol sonra Müslüman. “Huden lilmuttekîn” “takven lilmuttekîn” değil “huden lilmuttekîn” yani muttakiler için hidayettir sorumlu davrananlar için Kur’an bir hidayettir. Peki Kur’an’dan evvel sorumlu davranmak nedir derseniz “insan olmaktır.” Sa’saa’nın Allah Resulüne sorusu. Sa’saa bin Naciye Şair Ferezdak’ın dedesi olur. Ünlü bir adam ve varlıklı bir adam fakat vicdanlı bir adam, ama müşrik. Müşriğin iyisi de olur kötüsü de olur. İyi bir müşrik vicdanlı bir müşrik insan. Evet. Bir yılda 700’den fazla kadının cinayete kurban gittiği Türkiye’ye gelmeden bu soruyu sorayım da öyle geleyim. Sa’saa bin Naciye Allah Resulüne geliyor. Fetihten sonra Müslüman oldu bu adam. Ömür boyu müşrik ama fetihten sonra artık başka çare kalmadı geldi Müslüman oldu teslim oldu. Allah resulüne sorusu şu. Ya Resulallah ben müşriktim. Müşrikken her birine iki deve, iki hamile deve vererek 360 tane kız çocuğunu diri diri gömülmekten kurtardım. Peki sorum şu: ben müşrikken yaptığım bu şeylerden dolayı bana hiç mi bir şey yok. Allah resulünün cevabı şuna yakın bir şey. Yani bu cevabı efendim Hâkim bin Hizam da benzer bir soru soruyor ona da buna yakın bir şey söylüyor. “Ente eslemte ala maeslefte aleyk; sen işte bu insani meziyetlerin bu sorumlu davranışların seni İslam’ın kapısına getirende budur işte” diyor. Yani bu sayede sen Müslüman oldun. Anlatabiliyor muyum? Yani senin iyiliklerin seni imanın kapısına getirdi. Senin iyiliklerin seni bugün buraya getirdi bugün benim karşıma getirdi. Dolayısıyla böyleleri de var. Geçen sene ki rakam 700’dü bu seneki rakam günde 1’e tekabül ediyor hemen hemen. Daha geçtiğimiz günlerde dün mü evvelki gün mü bir cinayet daha işlendi biliyorsunuz. Ve bu ülkede durmadan boşanmış erkekler eski eşlerini öldürüyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Eski eşini, eski eş yani herhangi bir hukuki bağı yok bitmiş ve öldürüyorlar. Yer yerinden oynaması lazım. Ama oynamıyor. Hala devam ediyor cinayetler. 23 kere 2 yılda diyor 23 kere başvuruda bulundum son cinayet. 23 kere ben ölünce mi yardım edeceksiniz diyor. Ve öldürüldü evvelki gün. Ne dersiniz? Hayatın dokunulmazlığı hayatın kutsallığı ne oldu? Peki diri diri gömen cahiliye müşrikleri orada ve bugün kadın öldüren, ha bire kadın öldüren bir toplum burada. Cahiliye devam ediyor. Başka bir izahı var mı? Vicdan, hiçbir zümrenin babasının tapulu malı değildir. Müslüman vicdansız müşrik vicdanlı olabiliyor burada da gördüğünüz gibi.

Ekler. Evet. Evet değerli dostlar. Uydurulmuş din bölümüne geldik. Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez. Hazreti Sokrat’ın kaddesallahu sırrahul aziz. Muhteşem sözü. Sorgulanmamış din inanmaya değmez. Bu da benim sözüm ben hazreti falan değilim ama evet. Sorgulanmamış din inanmaya değmez inanın buna. Bu zatla bizim hikayemiz 94’te başladı. Vefat etti. Yani Allah’ın rahmeti geniş Allah’ın rahmetine kimse ipotek koyamaz ben herkes için rahmet dilerim herkes için. O kime rahmet edeceğini bilir tabi ki ama dünyada tekelimize aldığımız gibi Allah’ın rahmetini de tekelimize almayı ben edepsizlik ve terbiyesizlik olarak görürüm efendim. Şahsen ben bu terbiyesizliği edepsizliği yapmam tavsiye de etmem. Ahirete Allah’a ne yapacağını öğretmek bizim haddimize değil ama bu zat dünyada birçok Müslümanın inancını bozdu. Aslında inancını bozmadı bozuk inançlıları kendine celbetti. Ve şu anda birileri kendini bu zata bakarak temize çekiyor. Hiç de temiz olmayanlar. 94 yılında Yahudileşme Temayülü isimli eserimi yazdım. Yahudileşme Temayülü’nde yalancı peygamberlik üzerine bir bahis açtım orada da bir bölüm bu zata ayırdım. İskender Evrenosoğlu nüfus kağıdındaki yazılışı böyle olduğu için doğrusu da bu Evrenosoğlu aile. Efendim. İskender Evrenosoğlu’nun kitabını elde ettim. Bana indirildi dediği kitap. Bu kitap ta 80’lerin başından beri “bana indirildi” diyor. Bu zat, 1970 yılında merhum Özal Devlet Planlama Teşkilatı’nın başındayken Devlet Planlama Teşkilatı’na raportör olarak giriyor. Efendim, iktisatçı ve banka bankaların efendim sermaye yapıları falan üzerine kitapları var. 7-8 tane iktisat kitabı var, çok da ciddi. Efendim alanında ciddi bir iktisatçı, bir ekonomist ve ondan sonra “bana bir kitap geldi” diyor. Kitabının adı şu: (Aslında bu zat Risale-i Nur’ları okuyarak buraya geliyor. Kitabına koyduğu isim de oradan mülhem). Efendim. Evet Risalet Nurları. Risale-i Nurlar demiyor da Risalet Nurları diyor kendi kitabına. “Bana bu Allah tarafından indirildi, bana bu yazdırıldı” diyor ve hatta gökte tüm peygamberlere her gün namaz kıldırdığını söylüyor. O kitabından bölümler aldım ben Yahudileşme Temayülü’ne. “Soner kulumuza söyle, Erbakan ve Türkeş kulumuzu razı etsin ve koalisyon kursunlar. İşte şöyle şöyle yapın, gidin siz efendim falana söyleyin ki onun ruh dalga boyu benim ruh dalga boyuma uzanmıştır…” falan filan gibi acayip garayip şeyler efendim. Buraya alabilirdim de almaya ihtiyaç duymadım. Ondan sonra habire mürit kazandı bu zat. Bu zat önce şeyh olarak başlıyor yola mürit devşiriyor. Bursa’da doğmuş büyümüş bir insan efendim. Ondan sonra işte Yıldırım Akbulut döneminde şikâyet ediliyor. Görevden alınıyor ve sanırım burada tazik de görüyor mu görmüyor mu bilmiyorum. Amerika’ya göçüyor; orada yaşıyor ve orada vefat ediyor. Yeni vefat etti. Ve bu zat iki sene evvel beni mahkemeye verdi. Kur’ani Hayat’a yazdığım başyazıda “Yalancı peygamberler” demişim ve bunun ismini de paragrafın ilerisinde vermişim. Bana niye yalancı peygamber dedi diye efendim hatta orada yalancı Resul dedim ısrarla da o. Efendim 32 sayfa şikâyet dilekçesi vermiş savcıya, savcılığa, avukata. Neyse gittim savcıyla görüştüm, Savcı Bey dedi ki siz yalancı Resul demişsiniz ona dedi efendim sizi şikâyet ediyor. Ve 32 sayfada şikâyet dilekçesi var burada. Sayın savcı dedim eğer gerçek peygamber deseydim Allah mahkemeye verirdi. Ee, şimdi dedim yalancı peygamber dedim o mahkemeye verdi söyle ben ne yapayım dedim. Tabi bir şey çıkmadı çıkmasını da beklemez olur olur çıkar çıka da bilir yani niye yalancı diyorsun diye adamı içeri de atabilirler. Ama bizim maceramız 94’te başladı. Ben sadece orada hükümde de bulunmadım, yargıda da bulunmadım, isim de takmadım. Kendisinin kullandığı şeyleri söylüyorum sadece. Fakat şimdi diyanet bir şey yayınlamış bizim efendim işte imam da göndermedik şey de yapmadık falan. Ey Diyanet! Kırk küsür yıldır ortada bana kitap geldi diyor, bana vahiy geldi diyor. Din İşleri Yüksek Kurulu’nu toplayıp da bir fetva yayınladın mı? Ey Diyanet! Mehdilik yoktur ey Müslümanlar diyebilir misin sen? Diyebilir misin? Bunu diyebilir misin? Diyemezsin çünkü sen de aynı şeye inanıyorsun. Diyemediğin sürece hep böyleleri olacaktır. Ben mehdi resulüm diye çıktı. Dolayısıyla Mesih gelmeyecektir, İsa yeryüzüne dönmeyecektir diyebilir misin sen diyanet. Diyemezsin. Dersen, dersen aslında senin inandığının inandığın dinin benim dediğim şey olduğu ortaya çıkar. Diyemezsin. Uydurmuş olduğu ortaya çıkar. Bunu diyemediğin sürece de hiçbir şey diyemezsin. Diyemezsin ağzını açamazsın. Onun için bunları söyleyememişsin. Bu adama bir şey söyleyememişsin. Bir cevap verememişsin. Oturup da bir fetva yayınlayamamışsın. Yani sahte peygamberliğe dair mehdiliğe dair Mesihliğe dair bir şey söyleyememişsin peki bu mu yani? Vereceğin tüm cevap bundan mı ibaret? Teessüf ederim sadece teessüf ederim diyemezsin onun için uydurulmuş dinde bugün böyle başladık. İskender Evrenosoğlu Kur’ani Hayat’a yazdığım başyazıda heh yaşanmışlık onu anlattım zaten.

Haftanın tweeti. Ayşe’nin son satırları. Feryadı duyulmadı. Ayşe Tuba Arslan, kendisini tehdit eden eski kocası hakkında 23 kez suç duyurusu yaptı mahkemeye verdiği son dilekçeyi ben ölünce mi yardım edeceksiniz diye bitirdi ve kocasının satırlı saldırısı sonucunda can verdi. Allah geride kalanlara sabırlar versin rahmet etsin ne diyelim. Ama bu cinayetler böyle devam edecek zira bu cinayet burada işlenmeden burada işlemez. Buradaki cinayeti önce ortadan kaldırmak lazım.

Evet, Anadolu İrfanı diye bir başlık açtım. Bu başlık, bu ifade bana ait değil. Anadolu irfanı aslında Anadolu insanının yüzüne söylenmiş bir yalan. Bir toplumu yoldan çıkarmak istiyorsanız, ona hak etmediği payeler veriniz. Bu topluma en büyük kötülüklerden biri budur. İznik’e bağlı Çakırcaköyü Camisi’nin kubbesi yenilenirken leyleklerin 15 yıllık yuvası yıkıldı. Cami derneği, leyleklerin yine yuva yapmaması için tel çektirdi. Cami yaptırıp sonra leylekler yuva yapmasın diyen bir kafa. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Her şey ortada.

Tavsiye görsel. Children of Men aslında erkeklerin çocukları anlamına gelir ama Son Umut diye çevirmişler Türkçede yayınlanan bu filme Son Umut başlığını vermişler efendim bence filmin genel akışına da uygun efendim. Orjinal ismiyle birebir örtüşmüyorsa da ben seyrettim insanlık ne olurdu yani bir çocuk insanlık için ne demek? Artık insanlık çocuk yapamaz olmuş, çocuk doğmuyor. Bir tane çocuk doğuyor. Ve bunun ne demek olduğunu Allah’ın insanlıktan umut kesmediğinin delillerinden biri de çocukların hala doğuyor olmasıdır demiştim ya. Efendim. İşte bunun çok harika bir hikâyesi çok güzel bir filmini yapmışlar ben hepinize tavsiye ediyorum.

Tabiat ayetleri. Değerli dostlar şunu dinler misiniz? Bu Kauai kuşu. Bu ses 1987 yılında son kez kaydedildi. O günden bu tarafa bu kuşu gören yok. Duyan yok. Yani neslinin son örneği. Bir ayet daha gitti. Her tür bir ayettir. Buna böyle inandırılsaydık eğer köpekleri arkasında maşallah yazılı arabaların arkasına takıp da diri diri sürüklemezdik. Dolayısıyla bu benim içimi biraz acıttı sizinkinin de acısın istedim.

İbret sahnesi. Cins köpeklere sahip rütbeli askerlerin düzenlediği dövüş. Pakistan burası. Köpek dişleri sökülen, pençeleri köreltilen ayılar, kaçmaması için 2,5 metre halatlarla birbirine bağlanıyor. Ve sonra ne yapılıyor. Bu her sene yapılıyor. Her sene Pakistan’da 2004’ten bu tarafa her sene binlerce insanın seyirlik eğlencesine dönüşmüş. Evet. Köpeklerin sahibi beyefendiler de buradalar. Yok daha fazla ben dayanamayacağım. Evet. Benim kahramanlarım bölümünde de yine konuyla ilgili bir görsel getirdim huzurunuza. Yani bu sene yaşanmış. Kasım 2019 Panama’da. Bakınız atladı bu delikanlı bir köpek suya kapıldı sele kapıldı Sinai nehri. Sonuç mutlu. Beyefendi canını dişine alarak kelleyi koltuğa alarak atladı ve köpeği kurtardı. Evet efendim bugün de bu kadar. Akleden kalbinize afiyet olsun Allah’a emanet olun.

 

Yorum Yaz