Siretü’l Kur’an-23.Ders-“Tekvir Sûresi-II”

SİRETÜ’L-KUR’AN 23. DERS

-TEKVİR II- 15.12.2019

 

Değerli dostlar hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Es-Selâmu aleykum, sabahu’l-hayr, sabah bi hayr, roj baş, pari rui, good morming, guten morgen, huten morgen, bonjour, bonjorna, dobro utro, cindobre, selamat pagi, ohayoou gozaimasu, zaoen, haberi, şalom, aloha…  Dünyanın neresinde insanlar hangi dilde birbirlerine selamlıyorlarsa ben de o dilde selamlarımı elimden gelse insanlar konuştuğu bütün dillerde kendilerine selam verse

Çünkü selam, İslam’ın bir parolasıdır. Selam, barış… İslam, barış kökünden türetilmiş bir kelimedir. Ve bu öyle laf olsun torba dolsun cinsinden de türetilmemiştir. Zira İslam, Allah’ın küresel, evrensel barış parolasıdır. Bizler Müslüman olduk dediğimizde Allah’ın barış projesine gönüllü olduk, demiş oluruz. Fakat heyhat ki biz Müslümanlar eliyle İslam’ın barış projesi olan, bir İslam savaş projesi hatta bir yok ediciye dönüştü. Neden? Biz yanlış anladık. Biz Allah’ı yanlış anladık. Biz peygamberi yanlış anladık. Biz Kur’an’ı anlamadık. Yanlış anladık bile diyemiyorum, anlamadık. Çünkü Kur’an’sızlaştırdık İslam’ı. İslam’ı kitapsızlaştırdık. Müslüman deyince kitapsız bir tip akla geldi. Dolayısıyla kitaptan boşalttığımız yerlere de paralel Kur’anlar icat ettik. Bu Allah’tandır bunu bana Allah yazdırdı diyen bir sürü paralel peygamber türedi. Ve hala türemeye devam ediyor.  Ve biz onları baş tacı ettik. Kur’an’ın üstüne başka kitaplar koyduk. Oysa diğer kitapları Kur’an’ın altına, yanına koymalıydık. Ama üstüne koyduk ve perde oldular onu açıklamak, onu tefsir etmek iddiasında olan birçok Kur’an, Kur’an’a perde oldu, Kur’an’a duvar oldu, ondan Kur’an görünmedi. Dolayısıyla, tabi ki Kur’an gibi bir de tabiatın Kur’an’ı var kâinatın Kur’an’ı. Yine insan Kur’an’ı vardı. Yine olaylar Kur’an’ı vardı. Hadisat Kur’an’ı, hadisler Kur’an’ı. Bunları da okumalıyız. Zira oku diyen, ilk emri oku olan kitap bize yabancılaşınca biz ona yabancılaşınca aslında kendi kendimize başka emirler çıkar. Kabir suali uydurduk. Bir kabir hayatı uydurduk. Ona da bir kabir suali uydurduk. O uydurduğumuz kabir sualinde Kur’an’ın oku emri yok. Onun için okuduklarımızın içinde boğulduk ve şu anda gerçekten de elimizle yaptığımız her şey, geldi bizi buldu. Neden bu hale geldik, nasıl bu hale geldik sorusunun cevabını aradığınızda işte önümüzde uzun bir yabancılaşma tarihi; alinasyon, alienation tarihi… Biz de bu yabancılaşmanın kökenlerine baktık. Zira sonuçlarından memnun değildik, sonuçlarından şikayetçiydik, sonuçlarından bizardık. Ama biz sebep sonuç ilişkisi kurmada zorlandığımız için sonuçlarından şikayetçi olduğumuz şeyin sebeplerini araştırmaya yönelmedik. Sebeplerini araştırdığımızda işte gördüğümüzde bugün gördüğümüz derste…çıkıyor. Onun için Kur’an’ın hayat yürüyüşü dedik. Kitaplar iz bırakır. Eğer hayat kitabıysa bırakır. Hayat kitabı; hayat kitabı ölüler kitabı. Eski Mısır’ın ölüler kitabı. Cenaze kitabına. Dolayısıyla Kur’an’ı hayat dışında her şeye okuduk da bir hayat için, hayata dair okumadık. İşte burada Siretü’l Kur’an dersleri Kur’an’ı bir hayat kitabı olarak okumanın tedbirleri. Umarım bunda başarılı oluruz.

 

I.YEMİNLER (TEKVİR 15-18)

Bugün 23. dersimiz. 23 çarpı iki. Yani 2 seneden beri buradayız ikinci yılımızdayız daha doğrusu. Başlayalı bir buçuk yıl oldu. Elhamdülillah süreç devam ediyor. Ve 23. dersimizde Tekvir suresinin 2. bölümünü işliyoruz. Ve Kur’an’ın hayat yolculuğunu biz de izliyoruz onun ışığında. Tekvir suresinin 2. pasajında; önce yeminler var. Ayetleri okumak istedim huzurunuza çıkardım. 15 ve 18. ayetler. “Felâ uksimu bilḣunnes elcevâri-lkunnes velleyli iżâ ‘as’as ve-ssubhi iżâ teneffes”

  1. derste Kalem-1 dersinde mecazi yeminleri işlemiştik. “Nûn velkalemi vemâ yesturûn” Oradaki vav hep yemin olsun şeklinde çevrilir, meallendirilir. Aslında vav, lafzen yemin anlamı içermez. Mecazen yemin anlamı verilir. Vurgularından biri budur. Ama Kur’an’da lafzi yeminler de vardır. İşte burada o geldi. “lâ uksimu” La, hayır yok demek. Olumsuzluk edatı. Yani bundan ötesi yok. “uksimu” ben yemin ederim ki demek. Bu şu anlama geliyor, yemini Allah ediyorsa orada dur. Ondan ötesi var mı? Yeminlerin etkisini sıraya dizseniz hiyerarşik olarak en üstte kimin yemini durur? Eyvallah. Varlığın en üstünde kim durursa. Dolayısıyla en etkili yemin kimin yemini olur? Elbette belli cevabı. Dolayısıyla ondan ötesi yok. Yemin olsun ki. Oraya geleceğim şu soruya aklınız takılmıştır. Allah’ın yemin etmeye niye ihtiyacı olsun ki, niye yemin etsin ki? Daha önce bu mevzuyu işlemiştim hatta bir de yaşanmışlık aktarmıştım. Bundan dolayı bir ömür boyu İslam’a ve Kur’an’a mesafeli olan büyük bir sanayicimiz, bundan dolayı bu açıklamadan dolayı tekrar Kur’an’a dönüş mesajını vermişti. Dolayısıyla bu tip soruların akla takılması gayet normal. Soru sormaktan dolayı lütfen kendinizi suçlamayın. Suçlayacaksanız soru sormamaktan dolayı suçlayın. Sormadığınız sorular başınıza bela olur sorduklarınız değil. Zira soru cevabın duasıdır. Soru aklın şükrüdür. Soru sormuyorsa insan, aklının şükrünü eda etmiyor demektir. Soru istemektir “Sual” “Sail” dilenen aklımıza geliyor oysa aslında dilenme manası mecazidir. İsteyen demektir. Dolayısıyla soru cevabı istemektir. Cevabın duasıdır. Cevaba isteyen önce kavuşur. Onun için soru sormamaktan dolayı üzülmek lazım. Soru sormaktan dolayı değil. En riskli sorular da olsa sorunun risklisi olmaz aslında büyük sorular büyük beyinlerin eseridir. Eyvallah.

Tekvir 15’le lafzi yemin geldi. “Lâ uksimu” Ondan ötesi yok ben yemin ediyorum. Neye? Gizlenenlere; yuvalarına girenlere 15- 16. ayetler. Gecenin zifiri karanlığına. Buradaki geceyi biz tabi yoruma açık bu. Yoruma açık daha önceki derste işlemiştim Kur’an düz bir metin değil edebi bir metindir. Söylediklerini edebi bir usul ve üslupla söyler. Onun için de edebi bir metne nasıl yaklaşmamız gerekiyorsa Kur’an’a öyle yaklaşmak zorundayız. Kur’an, bir buzdolabı prospektüsü değildir, kullanım kılavuzu değildir veya sakal traş makinası kullanım kılavuzu değildir. Veyahut da demonte mobilya, mobilya monte kılavuzu değildir. Anlatabiliyor muyum? Kur’an, derinliği olan bir kitaptır. Katmanları olan bir kitaptır. Bilginiz, birikiminiz, emeğiniz ama hepsinden öte akıl ve zihin teriniz önemlidir o katmanlara ulaşmak için. Zira bizzat kendisi sizi buna teşvik eder ve der ki. “E fe la yetedebberunel Kur’an” Yani onlar Kur’an üzerine derinliğine düşünmüyorlar mı? Eğer ilk okuyuşta ilk okuyuşta tüm anlam katmanlarını tüketecekseniz bir kitap niye desin size ki “onlar derinliğine düşünmüyorlar”. Budur. Bu çok önemlidir. Onun için hadi düşünelim bakalım neler çıkacak dediğiniz de inanın o ayet daha önce size söylemediğin çok şey söylüyor. Hadi düşünelim. Ama tabi bunun riski yok mu? Var. Nedir? Onun söylemediğini siz ona söyletmeye başlarsınız bu riski de var. Peki onun söylemediği halde siz ona söyletirseniz bundan Kur’an ne zarar görür? Hiç. Sıfır. Peki bunun başkasına bir zararı olur mu? Zarar veren kendine verir. Dolayısıyla hakikat yerindedir oradadır öyle durur onu bir başkası izhar eder. Onun için ondan korkmayın. Yorumun neşvesinden korkmayın, yorumun coşkusundan korkmayın. Şundan korkun. Şundan korkalım, Kur’an’ı, kitabı kendimize uydurmaktan. Onu mezhebimize uydurmaktan, meşrebimize uydurmaktan, ideolojimize uydurmaktan, tarikatımıza uydurmaktan, partimize uydurmaktan, şeyhimize uydurmaktan, hocamıza uydurmaktan… Neyse işte kendi kliğimize uydurmaktan korkalım veya kendi fikirlerimize. Ama ama Kur’an’daki o derin anlam katmanlarına ulaşmak için yorumun coşkusunu asla ve asla es geçmeyelim.

Bunlar yemin edilenler ve gerçekte burada lafzi bir yemin çıktı ortaya. “Uksimu” ben yemin ederim. “Kasem” yemin. Tam da Türkçeye yemin olarak çevirdiğimiz şey bu Kur’an’da.

Peki yemine gerek var mı? Böyle bir soru sorulduğu zaman benim cevabım bu: kim için. Kim için yemine gerek var mı? Herkes için yemine gerek yok. Yani hele hele artık bu adam dürüst bir adam. Bu adam ağzından çıkan senettir. Sözü senettir dediğiniz birinin, bunu diyen birine konuşmalarında yemine hiç gerek yoktur. Yoktur; niye? Onun dürüst olduğunu bilir. O toplumda konuşanlar birbirlerine yemin etmezler. Konuşanların birbirlerine çok yemin ettiği toplumlar, çok yalan söyleyen toplumlardır. Evet öyledir. Çok yalan söyleyen toplumlar. İyi ama Allah’ın Mustafa kulu; Kur’an’da niye bu kadar yemin geçiyor? İşte buyurun onun cevabı geldi burada. Atalar geleneğini din, hurafeleri iman, otoriteleri put, korkutan güç sahiplerini ilah, evliyalarını/kahinlerini/arraflarını/şairlerini peygamber, din adamlarını/ruhbanlarını Rab, şeytanlarını baş tacı edinen bir toplum için yemine gerek var. Sorum bu. Kur’an’ın indiğinde önünde bulduğu toplum bu. Sözleri güvenilmez. Birbirlerine palavra sıkan. Hurafeye din diye inanan. Palavrayı hayat tarzı edinen. Efsaneyi imalat olarak düşünen. Her konuşanın efsane imal ettiği.

 

Kur’an’ın İlk Muhatabı Olan Cahiliye Toplumu

Efsun, sihir, büyü gırla giden bir toplum doğdu. Söz/anlatı/hadis/rivayet” bilgi değil “oyun” aracı idi. Bu, Kur’an’ın şehadeti. O toplumda ve bu toplumda aynı toplumdan bahsediyorum. Onun için böyle üzerinde duruyorum. Yani hiçbir şey değişmedi cahiliye müşrik toplumu ile bu toplum arasında. Onu görüyorum çünkü umarım siz de görüyorsunuzdur. O toplumda ve bu toplumda Kur’an’ın hala yaşıyor olmasının bir sebebi de budur. Çünkü hastalıklar aynen devam ediyor. Ve Kur’an’ın arkasını dolanarak şirk kendisini yeniden üretti, Reankarne oldu, hortladı Kur’an’ın arkasını dolandı ve hortladı. İşte söz/anlatı/hadis/rivayet” bilgi değildi Kur’an’ın indiği toplumda “oyun” aracı idi oyun. Lehve’l-hadis, bir Kur’an kavramıdır. Bakın bu ayet. “Vemine-nnâsi men yeşterî lehve-lhadîs” İnsanlardan öyle kimseler de vardır ki Lehve’l hadisi yani hadis oyununu satın alırlar. Burada hadis terim olarak kullanılmaktadır. Kur’an’da hadis sıradan bir kelime olarak kullanılmamaktadır. Terim olarak kullanılmaktadır. Ben de onun için çevirmeden kullanıyorum. Terimdir çünkü. Hadis oyunu. Lehv oyun demektir hadis, hadis demek. Hadis ne demektir biliyor musunuz? “Kadim”in zıddı hadisin manası uydurma. Uydurma anlamına gelir. Sonradan olma manasına gelir, eskiden olmayan manasına gelir, öncesi olmayan manasına gelir, kadim olmayan manasına gelir. Kadim’in zıttı hadis. Dolayısıyla adını koymuşlar, zaten adını doğru koymuşlar da doğruyu yamultmuşlar. Evet uydurma manasına gelir. Sonradan olma manasına gelir. Adını doğru koymuşlar. Ve bu anlamda “Vemine-nnâsi men yeşterî lehve-lhadîs” İnsanlardan bazıları vardır ki onlar hadis oyununu satın alırlar. Niçin? “liyudille ‘an sebîlillâh” “Allah’ın yolundan saptırmak için.” Yani Allah’ın yolu nedir? Allah kimdir? Hak olandır. Allah’ın yolu hak olandır. Yani doğru olan her şey Allah’ın yoludur. Evet dünyanın neresinde hangi isim altında hangi millette, hangi kültürde doğruyu görüyorsunuz o hak olana mal edilir. El-Hak olana… Allah da el-Hak’tır. Dolayısıyla Allah’ın yolundan. Şeytanın Kur’an’da en çok zikredilen sıfatı nedir biliyor musunuz? Allah yolundan saptırır. Buyrun. Evet. Şeytanların en çok kullandığı yöntem “Lehve’l hadis”. “Biġayri ‘ilmin” Bu da ilginç. Bir de sıfatı var, vasfı var. Nasıl bir vasıf bu? Bilgisi olmadığı halde veya bilgiye sırt dönerek, bilgiye bigane kalarak onun doğru bilgisine yönlendirmeksizin ve yönelmeksizin yani bilgiyi bir tarafa atar hadis oyununa yönelir; Lehve’l hadis. Şimdi şu kavramla şu kavramı zıt kavramlar olarak karşılıklı koyacaksınız. Yani Lehve’l Hadis versus ayn. Ayn versus Lehve’l hadis. Yani ilev Lehvel Hadis’in zıttıdır, karşıtıdır. Lehve’l Hadis ilmin karşıtıdır. “Veyetteḣiżehâ huzuvâ” “Ve onu eğlence edinirler”, eğlence. Bu çok anlaşılır bir şey aslında Lehve’l Hadis mesela Daru’n Nedve’de haftalık bazı günler, bazı geceler toplanılır Lehve’l Hadis geceleri yapılır. Yani biri anlatır öbürleri dinlerler. Uydurur uydurur anlatır. Uydurur uydurur ipe dizer efendim. Bilmeyenler de onu dinlerler. Aynen bugünkü televizyonlardaki magazin programı gibi. Veya bugünkü televizyonlardaki şu goy goy programları gibi. Bugün üç beş kişiyi bir araya toplayıp da siyaset konuşuyoruz, dış politika konuşuyoruz, uluslararası ilişkiler konuşuyoruz toplantıların çoğu goy goydan öte bir şey veriyor mu size? Gerçekten veriyor mu? Bilgi veriyor mu? Ne dediler şimdi iki saat dinlediniz, ne dediler şimdi diye sormuyor musunuz? Şimdi ne demiş oldular yani. Hiçbir şey. Hiçbir şey dememek için bu kadar konuşulur mu? İşte Lehve’l Hadis o. Evet Hadis oyunu. Bugün de görüyoruz bu ilimleşti. İslam tarihinde Müslümanların tarihinde daha doğrusu hadis oyunu bir ilim oldu ve dinin içine geldi lök gibi oturdu, Kur’an’ın paraleli ilan edildi. Evet. Kadimin zıttı hadis; sonradan olma uydurma, atmasyon, sallama, sıkma… Kur’an’ı da “hadis oyunu”nun parçası yapmasınlar diye yeminler uyarıdır. Onun için “La uksimu” bundan ötesi yok işte ben yemin ediyorum. Bundan ötesi yok. Ben yemin ediyorum.

 

II.BU KUR’AN KERİM BİR ELÇİNİN SÖZÜDÜR NE DEMEK?

“İnnehu lekavlu rasûlin kerîm” 19. ayet, Kalem suresinin Tekvir suresinin affedersiniz 19.ayet. Bu soru bana ara ara gelir. Bu Kur’an’ı kerim bir ölçümüz, elçimiz yani Kur’an biz diyoruz ki kelamullah Allah’ın kelamı. Peki ama ayet var. “İnnehu lekavlu rasûlin kerîm” bu kerim bir elçinin sözüdür. Onu nereye koyacağız nasıl anlayacağız? O zaman gün doğuyor bazılarına. O zaman bazıları diyorlar ki bu Allah’ın sözü değil. Efendim bazı tarihselci arkadaşlar da bunu lafzen almak çok hoşlarına gidiyor ama bu bu lafzen bile değil. Böyle anlamak lafzen bile değil. Şöyle mi anlayacağız. Bu Kur’an Kerim, bir Elçi’nin sözüdür demekle bu Kur’an’ı elçi gönderdi mi demiş olacağız. Elçi gönderdi. Peki getirdiği mesajın sahibi elçi ise niye elçi? O zaman mesajın sahibi oldu mesajın elçisi olmaz ki. Elçi denilmez ki ona. Elçi mesajı getirdiği için elçidir. Mesajın sahibi olduğu için elçi olmaz ki. Mesajın sahibine elçi denmez ki. Bunun için adını elçi koymuş. Bunun için Rasul. Bu tabi ki burada ki resul vahiy meleği vahyi getiren güç. Melek kök anlamıyla güç demektir. Dolayısıyla vahyi getiren güç, vahyi getiren ki din dilinde buna melek diyoruz, melek aslında vahyin elçisidir. Nedir bu?

Vahyi taşıyan melek güç kuvvet sözün sahibi değil, sözün elçisidir.

20, 21, 23. ayetlere göre elçiden kasıt nebi değil “vahiy meleği”dir. Açık açık. Biraz önce okumadım. “Żî kuvvetin ‘inde żî-l’arşi mekîn mutâ’in śemme emîn” Necm suresinin ilgili ayetlerine bakın; 16’dan aşağı ayetlerine bakın orada vahiy meleğini gördü nasıl tarif edildiğine bakın. “Zu mirratin”? buradaki ile çok yakın anlamlara geldiğini göreceksiniz sadece atıf yapıp geçeyim. Kur’an vahiy meleğinin sözü müdür? Hayır, eğer öyle olsaydı “sözün elçisi” değil sözün “sahibi” olurdu. Elçinin sözü, elçinin kendine değil onu gönderene aittir. Sözün elçisi, elçilik yapıyor adı üstünde. Bir elçi size mesaj getirirse o mesaj elçinin mesajı değildir ki. Elçinin aracılık, elçilik yaptığı mesaj elçilik yaptığı. Dolayısıyla onu sanırım anlamış olduk.

Vahyin Niteliğine Dair Kur’an’i Kırmızı Çizgiler

Hiç kimse Allah’ı tüm mahiyetiyle kavrayamaz. Bu kırmızı çizgiler çok önemli. Vahyin niteliğine dair kırmızı çizgiler. Biraz önce dedik ki Kur’an, Kelamullahtır. Kur’an’ın şehadetiyle. Fakat bu Kelamullah olmasının nasıl anlaşılması gerektiğine dair Kur’an’da kırmızı çizgiler var; yani şöyle bir şey mi? Allah’la peygamber karşı karşıya asker arkadaşı gibi oturuyorlar haşa Allah konuşuyor peygamber de yazıyor, Allah konuşuyor peygamber de dinliyor, dinlediklerini veya yazdıklarını alıyor getiriyor. Böyle bir şey mi? Böyle bir şey mi?  Asla. Haşa. Binlerce haşa. Allah’ın konuşması bildiğiniz anlamda bir konuşma değil. Allah Elif, Be, Te, Se, Cim’le konuşmaz. Alfa, beta, gama ile konuşmaz. Alef, bet, gim ile konuşmaz. A,b,c ile konuşmaz. Allah alfabe ile konuşmaz. Bunu biz yine Kur’an’dan anlıyoruz. Kur’an bunu açıkça söylüyor. Evet Allah, herhangi bir beşerle öyle asker arkadaşı gibi senli benli konuşmaz. Bunu yine biz Şuara suresinin 51. ayetinden açık ve net olarak anlıyoruz. Hiç kimse Allah’ı tüm mahiyeti ile kavrayamaz Maide 116. Hiç kimse Allah’ın bilgisini kuşatamaz, O her bilgiyi kuşatır, Bakara 256.  Ayet’el Kürsi diye okuyoruz bakıyoruz. “Velâ yuhîtûne bişey-in min ‘ilmihi” Hiçbir şey onun ilmini kuşatamaz. Aa arkadan gelen ifadeye bakar mısınız? “Illâ bimâ şâ” Allah, Allah illa istisna edatıydı Allah’ın bilgisini hiçbir şey kuşatamaz ama Allah dilerse kuşatır anlamını mı alacağız. Çelişki olmaz mı? Allah’ın bilgisinin kuşatılmazlığı delinmez mi? Öyle bir çelişki nasıl olur? Yani bir önceki yarım cümlede söylediğini bir sonraki yarım cümlede nasıl yalanlar Kur’an. O zaman illa istisna edatını dilcilerin değerlendirmesinde bir eksiklik var bir eksiklik. Kur’an’da illa istisna edatının bir vurgusu da hatta çok baskın vurgusu da aslında istisna etmek için değil kendisinden önceki iddiayı pekiştirmek için. Aynı surede bunu görüyoruz nedir? “men że-lleżî yeşfe’u ‘indehu illâ bima şa” Alın size bu illa’nın nasıl anlatılacağına dair harika bir örnek aynı ayette; aynı ayette iki tane istisna cümlesi kullanılıyor. Evet. Müstesna müstesna min. Peki bu istisnayı nasıl anlayacağız? Kimmiş bakayım şefaat edecek olan “men że-lleżî yeşfe’u ‘indehu illâ” Kimmiş bakayım onun katında şefaat edecek olan men illâ bi-iżnih var ama ancak izin verdikleri müstesna; ne yani şimdi öbür illa da vardı onu nasıl anlayacağız Allah’ın ilmini hiçbir şey kuşatamaz izin verdikleri kuşatır öyle mi? Onu öyle anlamayacaksak bunu da öyle anlamayacağız. Allah’ın katında hiçbir şefaatçi yoktur. “Illâ bima şa” kesinlikle yoktur. Evet. Kesinlikle. Yani “illâ bima şa”dan sonra “ve lakille yeş’a” vardır. Fakat o böyle bir şey dilemez, dilememiştir. Bitti. Evet bunlar kimeydi? Bunlar birazcık Arapçayla iştigal edenlere. Hiç kimse Allah’ı bilinen anlamıyla göremez. “Len terâni” Ya Rabbi seni göreyim demişti Hazreti Musa da sen asla göremezsin. Ebediyen göremezsin ve öyledir de zaten. Niye? Görmek dediğimiz olay nedir? Işığın cisme yansıması. Üç boyutlu bir cisim olacak, ona yansıyan bir ışığın yani fotonlar olacak, o ışınlar geri dönecek göz retinasından içeri girecek, karanlık odadan tersine dönüşecek ondan sonra beyin sinyalleri ile algılanacak ve beyinde simule edilecek fotoğraf haline getirilecek ve görme dediğimiz olay böyle gerçekleşecek. E Allah’a yansıyan ışık nasıl bir şey? Allah üç boyutlu nasıl? Ondan sonra da göz retinasına nasıl çarpacak? Nasıl olacak da görecek Allah’ınızın aşkına söyler misiniz? Peki konuşma dediğiniz şey nasıl, nedir? Konuşma dediğimiz şey, ses tellerinden ibaret bir şey değil elbette başka canlılarda da var ama konuşamıyorlar. Konuşmak aslında düşünmenin sonucudur. Düşünmenin dışavurumudur. Bu anlamda konuşan bir varlığız bu konuda da müstesnayız. Gerçekten müstesnayız. Konuşma ile ses çıkarmayı birbirinden ayırt etmek lazım. Yoksa papağanları bizim hizamıza yazmak lazım muhabbet kuşlarını da bazen bizim hizamıza yazmak lazım. Papağanlar konuşmazlar, papağanlar taklit ederler, sesi taklit ederler. Buna konuşma demiyoruz. Konuşma aslında düşündüğünüz şeyi dile getirme yeteneğidir ki bu aynı zamanda bir software bilgisayar diliyle bir de hardware ihtiyaç duyuyor. Software bunun programlanması bunun programlaması beyinde olur zihinde olur. Ama hardware nedir alt yapısı nedir bunun? Ses telleri. Ses tellerine soluk değecek. Soluk değmesi için şişen bir ciğer, şişen bir ciğer için de ciğerin kasları lazım onu şişiren kaslar. Buyurun hani Allah konuşurken ciğeri önce şişirecek, ciğer kaslarını çalıştıracak, o soluk ses tellerine değecek. O ses tellerinden gelen sesleri de dil dilin hareketleri damak dil gırtlak ve dudakların işin içinde olduğu bir sistem dahilinde anlamlı kelimelere harflere seslere dönüştüreceksiniz öyle mi yani? Böyle mi konuşuyor Allah haşa. Hepsine haşa. Eyvallah. Eğer ağızlarının dediği gibi ki buna bir mezhep bile oluşmuş tarihte, Allah insan biçimliyse antropomorfik diyorlar buna; insan biçimli Allah, insan biçimli Tanrı haşa ki Yahudi ilahiyatında böyle bir Tanrı anlayışı var. Onun içindir ki Tanrı İsrail’le… İsrail kimdi? Hazreti Yakup. Hazreti Yakup Nebi ile güreşti; Yakup Nebi Tanrı’yı yendi, İsrail Tanrı’yı yenen anlamına gelir. Şimdi hayda. Tanrı’yla güreşen daha doğrusu anlamına gelir. Efendim şimdi hatta Tanrı’yla güreşirken Tanrı oyluk kemiğine şöyle bir basmış ondan dolayı aksak yürürmüş Yakup peygamber. Nasıl bir şey? Daha acayipleri var anlatmayayım. Bu insan biçimli Tanrı. Şu hani hulülcüler falan aslında yine insan biçimli bir Tanrı’ya inanıyorlar. Tanrı bana girdi ben Tanrı’ya girdim. Şu geçtiğimiz haftada bir tören vardı Türkiye’de hatırlar mısınız? Efendim. Yani vilayetimizin adını anmayalım da ticaretleri düşmesin. Şeb-i arus. Şeb gece demek. Arus düğün demek. Şeb-i arus düğün gecesi yani gerdek gecesi demek. Ben de sormuştum kiminle gerdeğe girdin. Utanmıyor musunuz siz? Hiç mi utanmıyorsunuz?

Hiçbirimizden utanmıyorsunuz da Allah’tan da mı utanmıyorsunuz? Damat kim, gelin kim? Siz ne yapıyorsunuz ya? Siz ne yapıyorsunuz? Gök yere inmesi lazım. Gök yarılması lazım. Siz ne yapıyorsunuz? Kimi alkışlıyorsunuz? Kimin peşinden gidiyorsunuz? Kime mevlamız dediniz siz yahu? Allah’tan korkar insan. Utanır biraz. Neden bu çığlığımız duyulacak yerde lince uğruyor. Bin kez linç etseniz yine soracağım. Kiminle gerdeğe girdi? Hiç kimse Allah ile bilinen anlamda senli benli yüz yüze konuşamaz. Şura suresinin 51. ayetini söylemiştim. “Ma kane li beşerin en yukellimeallah.”  Bir beşerin Allah’la kelamlaşması, konuşması olacak şey değildir. “Ma kane.” Bakınız. Arapçadan çok küçük anlayan, birazcık Arapça tahsil eden bilir. “Ma kane li beşerin en yukellimeallah.” Allah’ın ölümlü bir insanla konuşması asla imkân dahilinde değildir. Bitti. Muhteşem. Kur’an’a hayran olmaz mısınız? Şuna bakınız: Dincilik yapmaz dedim Kur’an. Kur’an Allah’çılık yapmaz. Kur’an dincilik yapmaz, Kur’an, dinci bir kitap değildir. Oysa ki burada şunu demesini beklemez misiniz: Efendim işte hani şu Mevlid adlı şiir var ya. Baştan sona düzmece, baştan sona hurafe, baştan sona Allah’a ve Resulüne iftira. İşte onun içinde olanlardan şöyle birkaç beytini okursam dilim kirlenir. Okumayayım, söylemeyeyim. Ama işte ondaki gibi bir sahne hayal edin. Veyahut da Ahmed bin Hanbel’in hadis diye naklettiği Allah Resulünü arşta yanına, yanına hangi yanına sağ tarafı mı sol tarafı mı? Bir Allah var bir sağ tarafı var bir sol tarafı var. Sağ solu olanın önü arkasıda olur değil mi? Önü arkası olanın üstü altı da olur. Önü, arkası, üstü, altı, sağı, solu olan üç boyutludur. Üç boyutlu olan cisimdir. Cisim, uzayda yer kaplar. Allah yarattığı uzayın içindedir. Nasıl? Neye gülüyorsunuz? Veya niye gülmüyorsunuz? Niye gülmüyorsunuz? Evet. Ağlamak gibi gülün. Bazen ağlar gibi gülün. Jokeri seyrettiniz mi? Etmeyenler etsin. Ağlamak gibi gülmek nasıl olur görürsünüz. Ağlayacağı yerde gülüyor. Evet. Hiç kimse Allah ile bilinen anlamda senli benli… Ya bu nasıl hoca, Jokeri bile seyretmiş. Bence Jokeri seyretmeyen hoca olamaz.

 

Bir Parantez: Kur’an’ın Yaratılmışlığına Dair Eski Kavga

Yahudi ve Hristiyan teolojisinde sahte, teolojisinden sahte ithal. Tevrat ve İsa’nın kadimliği meselesi. Kur’an ve Kur’an’ın yaratılışına dair eski bir kavga dedim. Kur’an’ın yaratılışı meselesi nedir? Bu gerçekten de garip bir kavgadır İslam tarihinde, Müslümanların tarihinde, düzeltiyorum. Garip bir kavga. Bu kavga işte Halku’l-Kur’an diye de adlandırılır Kelamda. Yani Kur’an’ın yaratılışı. Onun için benim bir babaannem vardı Allah rahmet eylesin çok severdi beni, ben de onu çok severdim. Çünkü benim yoldaşım, arkadaşımdı, ben de onun arkadaşıydım. Bağı beraber götürürdük ırgatlara, yemeği. Efendim üzümü beraber keserdik. Efendim beni kendisine yoldaş ederdi. İki kere parmağımı akrep sokmuştu oynarken bağda, akrebi öldürdü, parmağıma sardı ve parmağım geçti. Babaannemden öğrendim akrebin sokmasının ilacı akrebin kendisiymiş. Anlatabiliyor muyum? Hani öldürüp saracaksın. Ah bazı akrepleri öldürüp saramıyorsunuz. Yani sorun orada. Onun için tüm akrepleri, tüm sokan akrepleri öldürüp sarabilseniz sorun yok ama bazılarını saramıyorsunuz. Evet oradan anladım ki bazen yani zehrin kaynağı gördüğümüz şey bazen şifanın da kaynağı olabiliyor. Onu nasıl kullanacağınızı biliyorsanız tabi. Halku’l-Kur’an aslında bizim sorunumuz değildi. Allah resulü böyle bir problem hiç ortaya koymadı, Kur’an böyle bir problem ortaya koymuyor. Niye? Kur’an belli. Kur’an’a göre varlık ikidir. İlkedir. Bu Kur’an’ın ilkesidir. Varlık ikidir: Yaratılmıştık açısından, daha doğrusu yaratma açısından varlık ikiye ayrılır. Üçüncü bir kategori yok. Bir yaratan halik. İki yaratılan. Yaratan baki, yaratılansa baki değil fani. Baki ve fani. Yaratan halik baki, mahluk fani. Bitti. Üçüncü bir kategorinin yokluğu halidir. Üçüncü şıkın yokluğu hali. Nedir o, yaratan var yaratılan var. İkisi arasında bir kategori olamaz zaten. Nasıl olacak ki? Yarı yaratılmış yarı yaratılmamış. Böyle bir kategori olmaz. O zaman yarı ilah, yarı mahluk demek lazım. Yarı halik, yarı mahluk. Bu da muhaldir, imkansızdır. O nedenle ikiye ayrılır hepsi bu. Kur’an’ın verdiği şey bu. Peki şöyle bir problem çıkartıldı; suni olarak. Nedir bu problem? Kur’an yaratılmış mı yaratılmamış mı? Bu kavga etrafında ulema ikiye ayrıldı. Bu kavga etrafında yöneticiler bile ikiye ayrıldı. O kavgaya girmiyorum ben. Fakat bu kavga bize ait bir kavga değildi. Bu kavga Hristiyanlınlıktan ve Yahudilikten ithal bir kavgaydı Kur’an’ın yaratılmışlığı meselesi. Neden? Çünkü Yahudi ilahiyatında Tevrat yaratılmamıştır. Yine geldik mi aynı yere! Yine geldik mi! İthalatın kaynağı belli. Yani Yahudi ilahiyatından din ithal etmişiz adına, üstüne damga vururken İslam damgası vurmuşuz. Bu çok ilginç bir şey. Dolayısıyla Tevrat yaratılmamıştır. Peki Hristiyanlığa bu nasıl yansıdı? Hristiyanlığa İsa yaratılmamıştır şeklinde yansıdı. Evet. İsa onun için tanrıdır. İsa yani üç bir, bir üç. Nasıl izah edeceksiniz bunu? Bir Hristiyan’a da izah edemezsiniz. Onun için Hristiyanlıkta iman, dogmadır. Dogma. Bitti. Bunun izahı olmaz. Onun için yani anlamıyorum çünkü saçma. Daha doğrusu inanıyorum çünkü saçma, affedersiniz efendim. 5. yy. yaşamış bir kilise papazı imanı böyle formüle etti Hristiyanlıkta. Saçma olduğu için iman ediyorum. Biz saçmaya iman etmeyiz, saçmayı inkâr ederiz. Bizim imanımız saçmaya değil bilgiye dayalıdır. İmanın kökü bilgidir, marifet bilgidir. Dolayısıyla inandığınız şeyi bilmiyorsanız inanmıyorsunuz da. Neye inanıyorsunuz? Ben inanıyorum. Neye inanıyorsunuz? Bilmiyorum. Bu mu yani. Bu mu yani. O zaman gençlere niye kızıyorsunuz deist oluyorlar diye? Gençler sizin imansız imanınızı reddediyor demiş demektir bu. Niye kızıyorsunuz, ben seviniyorum. Niye? En azından bilgiyi aramaya başladılar. Ataları gibi inanmamaya başladılar. Ataları gibi inanmamalarını Kur’an emretmişti. Kur’an’ın emrini bilmeden Kur’an’ın emriyle hareket ediyorlar gençler. Senin gibi inanmaması lazım zaten. O zaman o iman olmaz ki. O onun imanı olmaz. O ataların imanı olur. Niye ataların dinine inansın ki? İnanmaması lazım. Kur’an asıl ona karşı uyarıyor. Asıl ona karşı uyarıyor. Dolayısıyla neden her şeyin en kalitelisini istiyorsun da imanın en kalitesizini istiyorsun? Neden babanın giydiğine razı değilsin, dedenin giydiğine. Neden dedenin yediği sofradan yok şu gün? Neden dedenin bindiği attan eşekten, atın eşeğin yok? En modern arabaları istiyorsun da neden dedenin imanından iman istiyorsun? Niye? Araban kadar değeri yok mu imanın? Yediğin yemek kadar değeri yok mu? Neden dedenin giydiği ayakkabıyı giymiyorsun? Getirseler öğk dersin değil mi? Bırak onu dedenin yediği eti yemiyorsun kokuyor diye. Onun için elbette sorgulayacaklar. Bu da öyleydi. Yani İsa’nın kadimliği. Emevi ve Abbasi devlet dininin oluşumunda Halku’l-Kur’an iftirası bir yer tuttu. Hiç süphesiz. Yani nasıl oldu? Kur’an’ın yaratılmışlığı meselesinde aslında neden bu meseleden dolayı bir sürü gürültü koptu ortada? Aslında bu yöneticilerin de işine geldi. İşine geldi. Niye işine geldi biliyor musunuz? Şundan dolayı: Emevilerin ataları Kur’an’ın ayetlerinin arasında yer alıyordu. Şimdi düşünün, düşünün. Muaviye’nin dedesi Bedir’de peygamber ve ordusuyla savaşmış ve ölmüş. Dayısı Bedir’de peygamber ve ordusuyla savaşmış ve ölmüş. Kardeşi Bedir’de efendim veya amcası Bedir’de peygamberle savaşmış ve ölmüş. Ailenin en büyükleri Bedir’de müşrik ordusunun lider kadrosunda peygamberle savaşırken ölüyorlar. Şimdi bu ailenin oğlu geliyor Müslümanların tepesine lök gibi oturuyor. Ve diyor ki hepinizin lideri benim, İslam’ın reisi benim diyor. Ne yaparsınız? İşte bu. Gizlersiniz değil mi? Nasıl gizleyeceksiniz? Gizleme yöntemlerinden biri de bu. Yuhanna ed Dımeşki’den beri gelen bir şey bu Halku’l- Kur’an hikayesinin çıkış yeri Yuhanne ed Dımeşki. Ne demek? Şamlı Yuhanna. Yani Damascus. Efendim John Of Damascus. Ecnebilerin ifade ettiği biçimiyle. Bu kim? Bu bir Hristiyan ilahiyatçı. Hem de Hristiyan ilahiyatında imanın undelerini belirleyen adamlardan biri. Efendim. Peki Yuhanna ed Dımeşki kim? Dinini söyledik. Hristiyan ilahiyatında yerini söyledik de kim olduğunu söylemedik. Muaviye’nin danışmanı. Sarayın akıl hocası. Nasıl? Hiçte garip gelmiyor değil mi? Evet. Ondan sonra da evladı. Ebu Hanife’nin katline vacip diyenler İbn Hanbel’in 33 sopasına “mihne” dediler. Çok ilginç. Ebu Hanife niye katledildi biliyor musunuz? Bunu söylemezler. Yani hanefilerin imam saydıkları ve mezhebin kurcusu sayılan Ebu Hanife büyük imam, gerçekten büyük imam, yani büyük demeye layık çok nadir insanlardan biri. Büyük imam İmam Azam Ebu Hanife niye katledildi biliyor musunuz? Gerçek sebep, Kur’an yaratılmıştır demesidir. Evet. Gerçek sebep budur. Bundan dolayı zamanının hadisçilerini onu tekfir ettiler, hadisçileri. İki Süfyan da dahil: Süfyan bin Üveyne ve Süfyan Es-Sebi. Tekfir ettiler. Kadirdir fetvası verdiler. Ve asıl bunun üzerinden idam fetvasını veren de efendim şey oldu, efendim niye hatırlayamadım? Hatırlarsam söylerim. Yine hadisçilerin bir imamı oldu. Ve Ebu Cafer Mansur, ikinci abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur’un yanına diri girdi, ölüsü çıktı. Vücudunda kırbaç değmemiş yer yoktu. Çünkü ömrünün sonunda günde yüz kırbaç vuruluyordu. Anlatabiliyor muyum? Buydu. Tüm suçu buydu. Çünkü onlar, onlar aslında kendilerine, Kureyş’e üstünlük çıkaracaklardı oradan. Ve oradan Arap’ın tüm günahları silinecekti. Kureyşin tüm günahları silinicekti. Kureyş kim? Allah resulünün getirdiği dinle savaşan kabile. Kureyş kim? Kur’an’la savaşan kabile, ölümüne savaşan kabile. Kureyş kim? Kur’an’ın çağrısına sonuna kadar, artık boyun eğmek zorunda kaldıkları güne kadar karşı çıkan kabile. Peki Kureyşin günahlarını sıfırlamanın yolu nasıldı? Nasıl sıfırlayacaksınız? Kur’an baştan sona Kureyş’in günahlarını sayıyor. Sureler baştan sona Kureyş’in günahları. Alın bu surede de öyle. Bir önceki surede de işledik değil mi? On tane şey sayıldı. Orada da Kureyş’in günahları. Peki Kureyş’in günahları nasıl sıfırlanır? Çok ustaca bir yol. Nasıl sıfırlanır biliyor musunuz? Şöyle: Kur’an yaratılmamıştır dersiniz. Böyle dediğinizde o zaman dersiniz ki ya Ebu Leheb’in suçu ne? Ebu Cehil’in suçu ne? Ümeyye bin Halef’in suçu ne? Utbe’nin suçu ne? Şeybe’nin suçu ne? Allah resulünün sırtına işkembe koyanların, onun başına ödül koyanların suçu ne? Hüseyin’i öldürenin suçu da yok, Allah resulüne ödül koyanın suçu da yok. Ashabın canına susayanların suçu yok, Mekke’den sürenlerin suçu yok. Dolayısıyla Kur’an’la savaşanların da suçu yok. Niye? Kur’an yaratılmamış. Ne olacağı yaratılmamış. Yazılmış ama yaratılmamış. Düşünebiliyor musunuz? Nasıl oluyorsa yaratılmayıp, yazılan. Efendim. Onun içinde bunlar zaten olacaktı, başından olacaktı bu da mahkumdu. Yani Ebu Leheb aslında rolünü oynamıştır. Yaratılmamış olan Kur’an’da yazan rolünü. Ebu Cehil rolünü oynamıştır aslında. Yani Kur’an’la savaşması Ebu Cehil’in aslında rolünü iyi oynadığı anlamına gelir. Rolünü iyi oynayan kötü rol aktörü de parasını alır değil mi? Değil mi? O da alacak. Yani Erol Taş ücretini almasın mı? Almasın mı? Alsın değil mi? Yani iyi oynadıysa seyrederken yani şey yaparsınız, hırslanırsınız. Düşmanı olursunuz falan ama o aslında sizi ne kadar öfkelendirirse o rolünü  kadar iyi oynuyor demektir. O kadar başarılı demektir. Ona o kadar çok ücret vermek lazım. Yani o zaman Ebu Cehil’in de bir cenneti olsun, Ebu Leheb’in de olsun, Utbe’nin de olsun, Velid bin Muğire’nin de olsun değil mi. İşte görüyorsunuz değil mi? Bitti. Rivayet dini kendi adamını dahi linç eder mi? Evet. Şu soruyu bir daha sorayım. Ebu Hanife öldürüldü. Ve hadisçilerin fetvasıyla öldürüldü. Evet katli vaciptir. Benim hakkımda da katli vaciptir diyorlar biliyor musunuz? Efendim adam silah koyuyor internete. Hadi gel vur diyoruz gelipte vurmuyor. Ama silah paylaşıyor. Katli vaciptir diyor. O püsküllü bir deli var deli diyipte küçültmeyelim. Bu millete tarih diye yalanları yutturan adam. Yutturan efendim, makulat. Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur, çekildi gitti dünyadan, dayansın ehli kubur demiş ya. Evet, dayansın ehli kubur artık. Peki İbni Hanbel’e 33 sopa, 17 sopa vurulduğuna dair rivayet de var. 33 sopa vurdurmuş Memun, 33 sopayı Mutezile’nin sırtında kıra kıra Mutezile’ye soykırım uyguladınız ey sünniler. Mutezileyi yok ettiniz, cesetinin üstünde tepiniyorsunuz. Bu nasıl bir linç, hınçtır. İslam aklını yok ettiniz aslında, Müslümanların aklını yok ettiniz. Ve siz 33 sopadan yola çıkarak yaptınız bunu. İbni Hanbel’e 33 sopa vurulmuş. Bunu mihne, bunu işkence ilan ettiniz de güya imamımız diye lanse ettiğiniz İmamı Azam’ın öldürülmesini niye mihne ilan etmediniz? Soruyu soruyor ve bırakıp gidiyorum. Rivayet dini kendi adamını da linç eder mi? Etti. Buhari’nin öldürülmesi sebebi de Halku’l Kur’an meselesinden dolayıdır, bu meseleden dolayı. Buhari, Kur’an’ın lafzı ve manası diye ikiye ayırdı: Lafzı bizlere aittir, okuyana aittir. Lafzı çünkü insanın konuştuğu bir dil. Dolayısıyla lafzı yaratılmıştır, manası yaratılmamıştır dedi. Yani orta bir çözüm bulmuş oldu Buhari. Bundan dolayı Buhari’yi Bağdat’ta yaşatmadılar. Bağdat’ta öldüreceklerdi, Bağdat’tan Nişabur’a gitti. Nişabur’da hadisçiler yaşatmadılar orada soru sorarak bunalttılar ve en sonunda oradaki hadis talebelerini üstüne saldılar. Taşladılar, kovaladılar. Oradan Semerkand’a gitti. Semerkand’daki hadisçiler orada yaşatmadılar. Şehre sokmadılar. Şehrin valisini sıkıştırarak, tehdit ederek linç operasyonu başlattılar. Oradan kendi doğduğu şehir Buhara’ya gitti. Ama Buhara’daki hadisçiler bu sefer linç operasyonuna başladılar. Kendi doğduğu şehre giremedi. 30 küsur kilometre dışında çöl olan, orada bir kabristan bile yoktu. Hastaydı ve tedavi olması gerekiyordu. Doktor göndermediler. Şehre almadılar ki tedavi edilsin. Hadisçiler, kendi adamlarını kendi öldürdüler. Ve Buhari, şehrin 30 kilometre dışında çölde yani Step’te, Asya Step’inde hiç kimsenin olmadığı bir yerde, orada köy de yok, gittiniz mi bilmiyorum. Gidenler var mı bilmiyorum. Gidenlerin elini görebilir miyim? Evet. Yani baya az arkadaşımız gitmiş. Efendim orada kabri tektir. Ondan evvel orada bir tek ev bile yoktur. Orada bir tek mezar bile yoktur, orada ölüp orada gömüldü. Bitti. Mesele yine bu mesele.  Bir bu meselede bir insan en sapık düşünse tutalım ki bu bir teorik bir mesele. Bu meselede bir insan kendisini imandan dışarı şekilde çıkaracak şekilde düşünse o adam öldürülür mü? O adamın kılına dokunulur mu? Dokunulamaz. Dokunulamaz. Çünkü iman, Allah’ın insana sunduğu tekliftir. İnsanın ensesine silah dayayarak zorla yaptırdığı bir şey değil. “La ikrahe fiddin.” Dinde zorlama yoktur. Zorlamanın hiç bir türü yok. İnsanın küfrü seçme özgürlüğü var. İnsanın şirki seçme özgürlüğü var. Biz müşriklerin, müşriklere müşrik diyoruz. Kediye de kedi diyoruz. Ama müşriklerin teline de dokunulmasını istemiyoruz. Niye? Müşriktir diye. Peki kime düşmanlık? Zalime. Düşmanlık zalimedir. “Ve la üdvane illa azzalimin.” Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Peki Mekke müşriklerinin problemi neydin şuçu neydi? Müşrik olmak değil, zulmetmekti. Zulmettiler. Vatanlarından çıkarttılar canlarına kastettiler. Ve inanç özgürlüğünü engellediler. Onun için Mümtahane 8 ve 9. ayetlerini açın. Sizi vatanızdan çıkarmayan, sizinle din savaşı yapmayan, sizin canınıza kastetmeyen müşriklerle iyi ilişkiler geliştirmenizi Allah size yasaklamaz. Bitti. Bak adını da veriyorum, ayetleri de veriyorum, sureyi de veriyorum. Onun için düşmanlık Yahudi’ye değildir, Hristiyana değildir, Budiste değildir, Zerdüşte değildir, şeytana tapana değildir yani müşrike değildir. Düşmanlık zulmedir. Zalim senin dininden de olsa düşmanlık onadır. Evet. Bitti.

 

Gazali’nin Tevhid İle Sorun mu Var?

Bu surede bir ayet. 21. ayet. Muta yani vahiy meleğinin sıfatlarından bahsediliyor yukardan beri. “Muta in femma emin.” Yani getirdiği ilkelere itaat edilir. Yani elçilik yaptığı, elçiliğini yaptığı ilkelere itaat edilir. “femma emin”. Sonra birde güvenilirdir. Yani vahye bir şey katmaz, vahiyden bir şey çıkarmaz. Evet. Gazali 21. ayetteki “muta”ı tevhid inancıyla taban tabana zıt yorumlar. Gazali’nin yorumu hiçbir tevil ile İslam’ın içine sığmaz. Bazıları çaresiz “bu kitap ona ait değil” yalanına sığınır. Fakat Kimya’da Kimyayı Saadet’te Gazali’nin bu kitabına verdiği referans işi bozar. Hangi kitap bu kitap? Mişkatül envar. Gazali’nin böyle bir kitabı var. Nur suresi 35. ayete getirdiği yorum kitabıdır bu. Mişkatül envar. Yani ışıkların kaynağı. Işıkların çıktığı lamba diye çevirebiliriz bunu. Dolayısıyla bu kitabında Gazali bu ayeti ele alıyor ve bu ayetteki “muta”ı nasıl aktarıyor nasıl anlıyor biliyor musunuz? Gnostiszmin babalarından yani batıniliğin babalarından Marcion’un düalist akidesiyle birebir örtüştürüyor. Biri mutlak ve aşkın olan üst diğeri ast olan iki tanrı alem itikadı. İki tanrı. İkici, iki tanrı. Yani ay üstü alemin tanrısı var ay altı alemin tanrısı var. Ay üstü alemin tanrısı mutlak ve aşkın olan ulaşılamaz olan baş tanrı; bir de alemde tasarruf eden rüzgârı estiren, yağmuru yağdıran kışı yazı yapan birde içkin tanrı var. Bu muta diyor Gazali işte odur diyor. Hayda. Onun yerine kendisine zorunlu itaat eden bir as tanrı bunu yapmaktadır. İşte tekfir 21’deki muta kendisine itaat edilen odur. Yani ben de görünce şaşırdım. Gözlerime inanamadım ilk gördüğümde. Dolayısıyla bir tevin kurtarmıyor mümkün değil. Oradan nereye geliyoruz biliyor musunuz? Oradan Kitabül İbriz’de yazılan şuna geliyoruz şu cümleye: Kutbun izni olmadan yer yüzünde hiçbir kedi bir fare bile yakalayamaz. Oradan geliyoruz ama buraya. Anlıyorsunuz değil mi? Oradan geliyoruz. Oradan nereye geliyoruz biliyor musunuz? Şuraya geliyoruz: Ben efendim sofilerimi alacağım cennete koyacağıma geliyoruz. Oradan nereye geliyoruz biliyor musunuz? Efendi hazretleri Ahmed’i bana bırakın dedi. Allah efendi hazretlerine demiş ki Ahmed’i bana bırakın. Efendim. Tabi bu. Oraya geliyoruz. Yani Allah adına tasarruf yapan yer yüzündeki Allah parçalarına, haşa, yer yüzündeki putlara geliyoruz. Bu inanca yol açması için böyle bir yolak yapması lazım. Peki

 

Gazali İnsan mı Put mu?

Şimdi ben Gazali’yi eleştirebilir miyim? Eleştiremem değil mi? Eleştiremezsin diyenler Gazali putu var. Ama eleştirebilirsin diyenlere göre Gazali insan. Bana göre Gazali insan ben eleştirebilirim. Ama eleştiremezsin diyen ve Gazali diye putu olan bir yığın insan var biliyor musunuz? O insanlara diyorsun ki, Kur’an’ın dediği gibi Âdem Allah’a asi oldu ve yoldan çıktı. Musa cinayet işledi. Yunus peygamberlik görevinden kaçtı tık yok. Ama ona diyorsun ki Şafi şu görüşünde hata etmiş. Gazali şu görüşünde yanlış yapmış. lölölölölölööl:) Bakıyorsunuz acayip bir şey oluyor. Niye? Ne oldu ki? Eleştiremez mi? Eleştirilemez mi? Bakın küfretmiyorum, hakaret etmiyorum. Küfür ve hakaret hiç kimse için geçmez, hiç kimse. Dost, düşman olman gerekmez insan olman yeterli. Düşmanın olabilir; küfredemezsin. Düşmanın olabilir; iftira edemezsin. Sevmiyor olabilirsin. Kafir olabilir, müşrik olabilir onun ne olduğunun hiçbir önemi yok. İftira edemezsin. Edemezsin. Hakaret edemezsin. Edemezsin. Eleştiriceksin tabi. Eleştirmeden insanlık yürür mü? Allah bu aklı onun için vermiş. Elemezsen eğer ekmek yiyemezsin. Elenmemiş buğdayın ekmeğini ye de göreyim seni. Ye de göreyim. Elenmemiş pirincin pilavını ye de göreyim. Dişini kırar. Yiyemezsin de zaten. Ağzının yarısında efendim toprak, kum, çakıl yarısında pirinç. Yarısında bulgur yarısında taş. Nasıl olacak bu iş. Evet. Eleştiri budur zaten. Gazali’nin dediğini yapıyor, yaptığını yapmıyoruz. Yaptığı ne? Tekfir. Gazali, İbni Sina ve Farabi’yi üç meseleden dolayı kafir ilan etmiş bir zat. Tekfir bu. Bir Müslümanı kafir ilan etmek. İbni Sina ve Farabi’yi üç meselenden dolayı kafir ilan etmiş. 18 meseleden dolayı da sapık ilan etmiş. Ya bunları da sayıyor. Aslında şöyle baktığımızda tekfir ettiği Farabi ve İbni Sina’nın dedikleri Gazali’nin dediklerinin yanında yummuş yıkanmış kalıyor. Biraz önce kaynağını da verdim. Peygamberler hata etti deyince tık yok, Gazali hata etti deyince cız. Yok işte öyle. Öyle yok. Öyle yok. Onun için bak tevhide inanması gereken Müslümanların tarihi putlardan geçilmiyor. Anlatabiliyor muyum? Müslümanların tarihi putların tarihi oldu. Evet.

 

III.ARKADAŞINIZ MUHAMMED

Geldi. Daha gelecek. Ama ilk defa burada geldi burada işlemem lazım. 22. ayet. Evet. “Ve ma sahibukum bi mecnun.” Arkadaşınız cinlenmiş değildir. Arkadaşınız Muhammed. Ne kadar sıcak bir ifade değil mi? İsrafil hoca Hilal televizyonunda bir programa başladı Arkadaşımız Muhammed diye. Aman Allahım. Programı taşa tuttular, topa tuttular. Hatta bunların içinde Kur’an talebeleri bile var. Siz hangi Kur’an’ın talebesisiniz ya. Kur’an’a razı değilsiniz arkadaş ya. Arkadaşımız Muhammed. Elden kaçan bir şey mi var? Din elden gidiyor mu? Eyvah eyvah eyvah peygamber elden gidiyor mu? Gider mi yahu? Peygamber ele geliyor ele. Arkadaş oluyor razı değil misin? Rabbin seninle arkadaş olmasını istiyor buna razı değil misin? Peygamberi niye uçurup kaçırırlar biliyor musun? Şeyhi ilah etmek için. Eğer oradan başladıysa bilin ki şeyhini ilah edecek, liderini ilah edecek, hocasını ilah edecek, kutbunu, gavsını ilah edecek. Oradan başladıysa oraya gelecek. Onun için arkadaşımız Muhammed. Örnek bir sahne. Bir gün Allah resulü ashabıyla oturuyor ve onlarla hasbihal ediyor. Açık hava. Bir bedevi geliyor. Kim kimdir bilmiyor. Ama duymuş. Duymuş ki Kur’an’ın çağrısı var. O çağrıyı dinlemek için geliyor. Ve tanımıyorda. Niye tanımıyor? Çok ilginç değil mi? Allah resulünü etrafından ayıran bir elbisesi yok.  Taylasan cübbe. Nasıl giderdi ama. Altın yaldızlı değil mi? Nasıl giderdi. En azından bir başlık olsun değil mi?

Şöyle taç olmasa da taç yarısı olabilir. Üstünde üç beş tane pırlanta olsa fena olmaz değil mi? O da yok. Ayırt edemiyor. Hatta oturma düzeninden bile ayırt edemiyor. Ve soruyor: “Hanginiz Muhammed” Bu yetiyor. Peki bunlar kimin sünneti işlerler? Bir şeyhin müritlerinin içine girip bu sünneti işleyen bir tek kişi var mı? Mesela şöyle bir manzara düşünün. Şeyh efendi konuşuyor. Konuşup da bir şey mi söyleyecek? Yok. Boş konuşuyor tabi. Yani keşke boş konuşsa, Şeyhin en güzel konuşması boş konuşmasıdır.  Niye? Boş konuşmasa, şirk konuşuyor onun için. Hurafe, yalan, dolan konuşuyor. Allah’a, Peygamber’e iftira ediyor. İslam’a, Kur’an’a iftira ediyor da onun için. Keşke boş konuşsa, keşke orada fıkra anlatsa. En güzel konuşması olur. Ve müritlerinin içinden bir tanesi geliyor, el alacak. El alacak. Yani insiye olacak insiye. Tarikatların ilk kuruluşu, ilk tarikat masonluktur. İnisiyasyon oradan beri gelir. Buna el almak biçiminde çevirmişler. İnsiye olacak diyor ki: ” Hanginiz şeyh” Ne yaparlar bi manzarayı düşünsenize? Evet, Bir manzarayı düşünsenize. Hanginiz şeyh der mi bir de? Demez ki yani en aptalı bile gözünün içine sokulacak gibi anlatabiliyor muyum? Çünkü niye? Adını Sultan koyuyorlar. Hani cennet? “Cennet dedikleri birkaç huri birkaç kilman. İsteyene ver onları, bana seni gerek seni” Adamlar bakıyorsunuz; Eddünya ci fetun ve talibu hakilabun” Dünya leştir, onun talibi köpeklerdir.” diyen adamlar dünyayı kimseye koklatmamışlar hepsini almışlar krallar gibi yaşıyorlar, Sultan ismini bile üzerlerine almışlar. Yani içinde yatan aslan belli, sultan olmak. Saltanat istiyor. Zaten bulmuş saltanatı. Birde şununla övünüyor. Osmanlı padişahlarının hemen çoğunun şeyhi vardı, Ee Padişah şeyh abdest alırken padişah peşkirini tutar. Havlu. Valide sultan peşkirini tutar. Padişah da abdest suyunu dökerdi. Be kuzum sen burada itiraf yapmışsın. Memleketi parmağında dolandıran şeyhmiş. O senin padişah zannettiğin onun müridiymiş. Memleketi o götürüyormuş meğer, malı o götürmüş o. Hala mı uyanmadın? Bunu birde bize anlatıyorsun. Biz bunu yeni yeni böyle açık açık görüyoruz. Irak’ta görüyoruz, Kesnizani’lerde Suriye’de görüyoruz, Ahmed Kuftaru’larda ve Çeçenistan’da. Çeçenistan da ölen yüz binlerce insanını kanını üstünde horan tepen Kadirov’larda görüyoruz. Görüyoruz yani. Dolayısıyla dün de gördük. Dün de gördük. Ele geçiremedikleri padişahı yani sultanı padişah. Sen sultan ol ama arka planda ben yöneteyim. O tamam, ona evet diyenleri yönettiler. Evet diyemeyenlere ne yaptılar biliyor musunuz? Demeyenlere; 2. Osman evet dememişti, Genç Osman, işte onu yaptılar ve sultan Aziz evet demedi buna. Bu şeyhlere: “Sen benim sultanım ol bende surette bu memleketin sultanı olayım böyle götürüp gidelim” demedi. Buna evet demedi. Sultan Aziz’i ne yaptılar biliyor musunuz? Galata tekkesinde, bir tekkede, bir tekkede planlanan bir darbeyle bileklerini kestiler, intihar etti dediler. Evet demeyene de böyle yapıyorlar azizim. Tarihinizden haberiniz yok. Size masal okudular masal, adına da Tarih dediler. İnsan peygamberi reddedip Allah’a ortak peygamber üreten uydurulmuş din, işte böyle bir şey.

Kur’an İçi Atıflara Harika Bir Örnek

” Velekakadrahahu abilul mübin” Kur’an surelerinin iniş sürecine ilişkin en tutarlı gerekçe içeriktir. “Velekadrahahu” Yani bir usule ilişkin bir sayfa bu dostlar. İlgilenen arkadaşların çok hoşuna gidebilir. “Velekakadrahahu abilul mübin ” 23.ayet. Onu apaçık bir ufukta gördü. Kur’an surelerinin iniş surecine ilişkin en tutarlı gerekçe içeriktir. Kur’an’daki surelerinin ne zaman, hangisinin önce hangisinin sonra indiğini yani hiyerarşik sırasını nasıl bilelim? Kronolojik sırasını nasıl bilelim? Diye bir soru varsa harika bir örnektir bu. Nedir? Bunların başında bir ayetin başka bir ayete atıf yapması gelir. Tekfir 23. Tekfir 23 Necm 13′ e atıftır. Bakınız: “Velakadrahahu nezleten uhra” Yine aynı şekilde başlıyor. Yani bir başka bir kez daha, daha önce bir kez daha inerken görmüştü. “Nezleten uhra” Bir başka inişte de görmüştü. Yani vahiy meleğinle Resulün görüşmesini söylüyor. Burada önce ki görüş ne? Necm kesinlikle Tekvir’den sonra inmiştir. Buradan onu anlıyoruz. Yani bu Kur’an içinde birbirine atıf yapan ayetler var. O ayetlerden yola çıkarak hangi surenin hangi sureden önce hangisinin hangisinden sonra olduğunu anlayabiliriz. Dolayısıyla ben deniz. Bu konuyu, özellikle bu ölçütü bir numara esas alarak. Bir. Kur’an’ın iniş sıralaması tertibini yaptım altı aya yaklaşık altı ay zaman vererek. Önceki tertiplerin tamamını önüme koyup Kur’an’ın iç atıflarını dikkate alarak gerekçeli bir Kur’an’ın nüzul sıralamasını yapmaya gayret ettim. Onun için bendenize has bir nüzul sırlaması var. Ve zaman burada tamam oldu. Onun için devamında ki konuya geçemiyorum bile buradan eklere geçelim. İnşallah. Allah nasip ederse ki şeytan konusuna girecektik. Önümüzdeki ders şeytan konusunu işleriz.

 

EKLER

Evet, …Video… evet, Mustafa İslamoğlu’nun kanalı nalları dikti. Bu kafasında sarık, suratında sakal, sırtında cübbe, kendine de hoca sıfatını vermiş bir satıcı. Her şeyin satıcısı. Ve dile bak, ifadeye bak, sevindirik oluşuna bak, şu ahlaka bak, şu karaktere bak, şu seciyeye bak. Bu kendi ifadesiyle çocukluğundan beri babası da bu da tekkede, tarikatta bir Şeyh’in önünde nefis terbiyesi almış. Nefis böyle terbiye ediliyor. Terbiye et deyince aklınıza ne geliyor? Terbiyeli pilav falan. İşte öyle bir şey demek ki böyle terbiye ediliyor. Ve bu tanıdığınız şahıs. Anlatabiliyor muyum? Şeyh’i için, ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü, diyen satıcı. Bu, Allah tuvalet taşıyla görüştü diyen satıcı. Bu. Abdülkadir: “Sırım Allah’ın sırrıdır. Emrim Allah’ın emridir. Ben ne dersem o olur. Kâbe’m Beytullah’tır” dedi sözünü aşka gelip, cuşa, huruşa gelip nakleden şahıstır. Hiçbir itirazı olmaksızın. Bu dahası dahası… İşte Şeyh’inin Allah’la görüşüp kendini hapishaneden kurtardığını söyleyen şahıstır. Ve dahasını söylemiyorum. Ve şu halini ibret olarak bıraktım. Aranızda şunu söyleyenler olabilir. Ya hocam hiç muhatap alma. Ben yedi sene hiç muhatap almadım hiç. Yedi sene hiç almadım. Siz bu söylediğinize kendiniz inanıyor musunuz? Bu memlekette nasıl, nasıl haraca kestiler bu hale geldiler? Şu anda Ali kıran baş kesen olmaları biraz da muhatap almamaktan kaynaklanmıyor mu? Aslında bu bir kaçış değil mi? Şuna benziyor. Çekmiyorsunuz, üç beş kere kullanıyorsunuz, tabi önce tuvalet kokuyor yüzünüze gül suyu, sonra solan kokuyor, sonra ev kokuyor, sonra apartman kokmaya başlıyor. Niye çekmedin suyu? Muhatap almadım diyorsunuz. Muhatap almıyorsunuz böyle oluyor topraklarınız. Anlatabiliyor muyum? Muhatap almama kaçış bahanelerinden biri kaçış bahanesi. Kendinize şunu itiraf edin, bari bunu itiraf edin. Helal olsun be yüreğimiz yetmedi. Yüreğimiz yetmedi. Çünkü yapamazsınız. Ne yaparlar? Her şeyi yaparlar. Her şeyi mi? Her şeyi yaparlar. Dolayısıyla, evet sadece bunu söylüyorum. Tebessüm etme hakkımı kullanıyorum tabi. Bu gördüğünüz ne biliyor musunuz? On beş yıl önce Hilal televizyonu kurulurken… Bir kere Hilal televizyonu, Mustafa İslamoğlu’nun televizyonu değil. Hilal televizyonunu hissedarları arasında Mustafa İslamoğlu bulunmadığı gibi bir kuruşluk hissesi Mustafa İslamoğlu’na ait değil. Mustafa İslamoğlu Hilal televizyonuna sadece emek verdi, ter döktü, risk aldı ve kuruluşunda emeği geçti. Dolayısıyla on beş yıl Hilal televizyonunda yaptığım hiçbir programdan bir kuruş almadığım gibi imkânım oldukça da yardımcı olmaya çalıştım. Madden de yardımcı olmaya çalıştım imkânım olduğu dönemlerde. Ve bu metni de ben kaleme aldım. Hilal televizyonunun kurucu metni bu. Beraber okuyoruz. ” Eğer vahyin kırmızı çizgileriyle “Reel durum” aşılamaz bir biçimde karşı karşıya gelirse, kanal geçici kapatmaktan kalıcı kapatmaya, elden çıkartmaktan bitkisel hayata girmeye kadar her tür alternatif devreye sokarak, kuruluş amacına aykırı konuşlanmamayı taahhüt eder. 2004 yılından kaleme aldığım kurucu metin bu. Şu anda taahhüdünü yerine getirmiş durumda. TGRT’leşmemek için, tıgırtlaşmamak için, tıngırtı olmamak için, ilkelerini peynir ekmek gibi yememek için ilkelerinle var olacaksan var ol yoksa öl demenin en ideal örneğidir Hilal televizyonu. Hilal, ilkelerini yemek yerine kapanmayı tercih ettiği için gidin ölüsünün anlından öpün, tamam mı? Ama Ey her şeyinin satıcısı, uydurulmuş dinin Türkiye mümessili! Sen ilke bilir misin? Sen prensip bilir misin? Var mı senin bir ilken? Var mı senin uyacağın bir kırmız çizgin? Var mı senin utanacak bir yüzün? Var mı senin kızaracak bir yüzün? Başta sarık var, altında akıl yok. Sırta cübbe var içinde adam yok. Suratta sakal var, üstünde yüz yok. Ne diyeyim ki ben.

 

Tavsiye Görsel: Bir zamanlar Anadolu’da; bir yerli film tavsiye edeceğim bugün. Nuri Bilge Ceylan’ın. Gerçekten de sinemamızın medarı iftiharlarından biri 23 Eylül 2011′ de gösterimime girmiş bir yapım. Özellikle filmin içinde bir sahne var. Bir yargı memurunun cesedi kuş markalı binek tipi bir arabanın arkasına, bagajına yerleştirip maktulün cesedini, yanına da üç tane kavun sıkıştırma sahnesi var. Bagajda zaten bir tüp var. Önüne cesedi sıkıştıra, tıkıştıra yani Anadolu irfanı gereği, tıkıştıra tıkıştıra ayağını, kolunu, şeyini kafasını sıkıştırarak tüpün önüne cesedi sıkıştırıyor. Bu bir beceridir. Bununla da kalmıyor üç tane kavunu cesedin ayak ucuna tıkıştırıyor. Tüp, ceset, kavun. Nasıl bir kombin? Muhteşem değil mi? Bu Anadolu’da olur. Anlatabiliyor muyum? Bu toprakların aslında dinine yaklaşımı da böyle; tüp, ceset, kavun. Tüp, ceset, kavun. Anlatabiliyor muyum? Sıkıştırır. Cesedin yanına kavunu koyar. Hurafenin yanına bir parça inancı koyar. İmanın yanına bir parça satışı koyar. Onun yanına bir parça putu koyar. Allah’ın yanına bir parça put. Peygamberin yanına bir parça sahte peygamber koyar. Dolayısıyla izleyin tavsiye ederim.

 

Tavsiye Kitap: Bu çok önemli bir kitap. İslam’ın Pavlusları Saadettin Merdin beyin. Gerçekten de alanında şu anda henüz daha benzeri yok diyesim geliyor. İki cilt ama mutlaka okuyun, lütfen. Okumazsanız çok şeyi öğrenmeden gidersiniz. Yani yalanları deşifre eden sahte putları ortaya çıkaran, bu dini İslam’ı Hristiyanlaştıran, İmamı papazlaştıran, Kur’an’ı İncil’leştiren, Cami’yi Kiliseleştiren anlayış nereden geliyor? Kaynağı ne? Burada.

 

Haftanın Twiti: “Sitedeki güvenliklerden birine anjiyo yapar mısın çok iyi geliyormuş diye beni arıyor. Dedim anjiyo kampanyası bitti rahatlatmak için anjiyo yapmıyoruz.”  Bence hamama git demesi lazımdı. Onu eksik bırakmış. Anadolu’da durumumuz bu dostlar. Yani bir komşu aslında damarını bile açmadım diyor. Dokunmadan kapatmış efendim. Ama çok iyi geldi diyor. Gerçekten öyle çok iyi geldi. Bu tıpkı nazar inancı gibi hep beraber aslında… Dünyada neden bu sahte ilaçları efendim. Neydi onun ismi Sadık Bey? Pilasebo. Pilasebo etkisi üzerine klinik araştırma yapılır ki. Siz gelin buraya pilasebo etkisi üzerine klinik araştırmaya gerek yok ki. Pilosebo biliyorsunuz içi boş hap suretinde aslında sahte hap içinde bir şey yok. Etken bir madde yok. Kandırmak için. Hap zanneder onu içen. Onu içen sadece hap zanneder. Ama onun o zannı ne yapar onu iyi eder. Aslında iyi ettiği kadar yalan söylüyormuş hastayım derken. Biz onu anlarız. O iyi olma birimiyle hastayım diye şikâyet etme birimi birbirinden çıkarın geriye kalan söylediği yalandır. Anlatabiliyor muyum? Ya fazla dinlemiş kendini veya kendini öyle inandırmış veya hastalık hastasıdır. Moliere’in böyle harika bir eseri var biliyorsunuz. Dolayısıyla bu anlamda o öyledir. Pilosebo etkisi, bizde öyle yaygındır ki din pilosebo olarak kullanılıyor uydurulmuş din farkında mısınız?

Anadolu irfanı başlığı altında ki sıfatımız var unutmayın. Bir toplumu yoldan çıkarmak istiyorsanız ona hak etmediği payeler veriniz. Programa davet diyor. Tek bir dilekle evliya olmak ve iki cihan saadetine ulaşmak bay ve bayan tüm halkımız davetlidir. Tek bir dilekle evliya oluyorsunuz. 10 Şubat Pazar 14:00-16:00 arası Heykel düğün salonu. Nasıl? Hediyesi kaç para. Yani bir tıkla evliya oluyorsunuz da hediyesi kaç para. Görüyorsunuz değil mi? Artık salonlarda evliya ediliyor insanlar. Evliya olmayı yanlış anlamışsın be kuzum. Çok yanlış anlamışsın, her şeyi yanlış anlamışsın.  Anadolu irfanını ikinci bölümü bu da. Bir toplumu yoldan çıkarmak istiyorsanız ona hakketmediği payeler veriniz.

 

Utandıran görüntüler diye manşet atmış televizyon. Aslında dökülen karpuzları eğer bir şey yapacaksa bir insan duruyorsa orada o anda yeni olmuş kaza onları toparlayıp kaza geçiren insanı teselli etmek, ona yardımcı olmaktır değil mi? Ama burada millet karpuzu götürmek için iniyor. Eyvallah.

 

Evet, günün haberi: Din adamları sınıfın otoritesini sarsan her şey şeytandır. Bu durumda filmin adını şöyle koyalım. Şeytan şeytana karşı. Evet, Bunu Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill: “Akıllı telefonlar Deccal’in aracıdır” diyor. Akıllı telefonlar Deccal’in aracıdır. Şimdi Akılsız telefon istiyor Bay papaz. Akılsızı hoşuna gidiyor. Niye?  Çünkü akıllı telefon kullanan bir Hristiyan çocuğuna anlattıklarını din diye yutturamayacak o hemen açacak ve bakacak. Kim akıldan rahatsız oluyorsa bilin ki o akılsızlıktan geçinen bir şarlatandır.

 

Tabiat Ayetleri: Değerli dostlar bugün size beni çok etkileyen bir tabiat ayeti getirdim. Önce izleyelim sonra dönüp birkaç bir şey söyleyeceğim. Yalnız buradaki bir simülasyondur. Bu simülasyon üç süper bilgisayar… Süper bilgisayarların ne olduğunu anlatmayayım şimdi. Üç büyük devletteki süper bilgisayarın üçünün birden çok uzun mesai ve zaman harcayarak, enerji harcayarak çıkardığı simülasyon. Bu simülasyon yapabilmek için evlerimizde kullandığımız en gelişmiş ev bilgisayarın iki bin yıl işlem yapması gerekiyor. Şu anda ilk defa oluyor bu teknoloji tarihinde ilk defa evrenin tüm veriler hesaba katılarak simülasyonu. İlk andan itibaren şu anda 1,5 milyar yaşında. 1,8 milyar yaşında. Yani ilk patlamadan sonra evrenin oluşumunu görüyorsunuz efendim. Milyon değil efendim. O İngilizcede milyar anlamına geliyor. 2,9 milyar yaşında. Biz yanlış anlamışız galiba efendim Türkçeye geçirirken. 3,8 milyar yaşında. 4 milyar yaşında. Evet. 4,4 milyar yaşında. 4,9 milyar yaşında. Bir kenara 35 milyon ışık yılı olan küp şu anda evren. Büyüyor ve şişiyor. Şişme gittikçe hızlanıyor. Kırmızıya kaymayı yanda görüyorsunuz. Yakınlaşanlar mora kayarlar. Uzaklaşanlar kızıla kayarlar. Yani bir şey kızıla kayıyorsa uzaklaşıyor sizden, bir şey mora kayıyorsa yakınlaşıyor size. Yakınlaşan şey mavidir. Mavi onun için bana bak der. Kırmızı onun için uyu der. 9 milyar. 9,2 milyar. 9,4 milyar. Evet, kızıla kayma yanda görülüyor bakınız. Aynı zamanda gaz sıcaklığını veriyor sağdaki görüntü. Solda ki görüntü ana simülasyon ve karanlık maddeyi tabi göremiyorsunuz. Ama karanlık madde aslında bilinmediği için karanlık madde Bütün maddi varlıkları, galaksileri, evreni bir arada tutan şey; zank diyelim buna. Tıpkı buğdayın efendim yapışkanı gibi.

 

Evet bitti. Değerli dostlar bunları niye huzurunuza getiriyorum biliyor musunuz? Kur’an’ın tüm ayetleri kâinatı gösterir. Parmak ayı gösterirken Ay’a bakarlar parmağa değil. Nedense Müslümanlar Kur’an’ın parmağının gösterdiği yere bakmıyorlar. Parmağa bakıyorlar. Kur’an okumak kâinatı okumaktır çünkü parmağın gösterdiği yer odur. Ayet; işaret demek zaten. Ayet; gösterge demek. Göstergenin gösterdiği şeye bakarlar. Parmağın gösterdiği şeye bakarlar. Kur’an’a uymak budur. Onun için Allah’ın büyüklüğü eğer bileyim Allahu Ekber’i hakkıyla söyleyeyim diyorsanız bunlarla ilgilenmek zorundasınız ve Müslümanlar maalesef ne dünya ile ilgilenip hakkını verdiler ne ahiretle ilgilenip hakkını verdiler. Ahireti sattılar, dünyayı da üç kuruşa sattılar ama yine de en çok dünyaya sahip olmak için en çok taklayı attılar.

 

Bir mektup var. İsmini karartırdım mektubun çünkü bir İmam hatip lisesinde okuyan öğrenci kardeşimizmiş. Kitaplarımın, Esma-ül Hüsna kitabım bu. Yırtılıp atılmaması için okul müdürüyle mücadele ediyor. Okul Müdürü Esma-ül Hüsna kitabımın yırtılmasına karar veriyor. Kurtardığı kitaplarımı dört buçuk saat yolculuktan sonra imza gününe getiren kardeşimizin mektubu bu. Manzaraya bakar mısınız? Memlekete bakar mısınız?  Memlekete bakar mısınız? Kitap yırtan, kitap yakan, hatta Kur’an yakan, Kur’an’ı suya atan bir kütle. Baş belası bir kütle ve bunlar dini temsil ettiğini düşünüyor ve onların içinden bir vicdan sahibi öğrenci. Buradan selam ediyoruz. İsmini vermedim ki başına iş açmasınlar yavrucağızın diye. Bunlar her şeyi yapar. Zira bu kadar kindar olmak için dinini kin yapmak için galiba Allah Rızası diye sahte bir bahaneye sığınmaları lazım. Allah’ı arkalarına yani Allah’ı takımlarına aldıklarını zannetmeden insan bu kadar zalim olamaz, bu kadar şaşkın olamaz.

 

Benim kahramanlarım ve son: …Video… Birden gücü elinde bulunduranlardan bir emir gelir: Bundan sonra iki kere iki dört değil beş edecek. Emir kulları izaha girerler çünkü hakkın kulları değildirler. Emir kullarıdırlar. Hakkın kulu olsa hakkı savunurdu, emir kulu olduğu için emri savunacak. Ve ellerinde silah olanlar başkalarına da iki kere iki beş dedirtecek. Fakat her toplumda mutlaka bir parestezi çıkar. Zor zamanda doğruyu söyler. “Vecaen minaksa medinetul reculun” Bazen şehirde bulunmazda şehrin dışından koşarak bir yiğit, bir kadı veya erkek… Müzikten duyulmuyor… İki kere iki dört yazar. O vurulursa hak vurulmaz ama ondan sonra onun vurulduğunu gören sürüler artık iki kere iki beş der. Fakat öyle birilerinin vicdanı el vermez. Sayfaya iki kere iki beş yazar ama beşin üstünü çizer. Bu hep böyle olur. Hypatia işte bu yüzden. Peygamberler işte bu yüzden taşlandı, kovuldu, sürüldü. İmam Azam bu yüzden öldü (…) Ve Allah’a emanet.

 

 

Yorum Yaz