Siretü’l Kur’an-25.Ders-“Zikir; Bir Farkındalık Çağrısı”

 

SİRETÜ’L-KUR’AN- 25. DERS

-ZİKİR: BİR FARKINDALIK ÇAĞRISI– 12.01.2020

    Değerli dostlar, hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Es-Selâmu aleykum, sabahu’l-hayr, sabah bi hayr, roj baş, pari rui, good morming, guten morgen, huten morgen, bonjour, bonjorna, dobro utro, cindobre, selamat pagi, ohayoou gozaimasu, zaoen, haberi, dilam şivi dobisa, şalom aloha… Dünyanın neresinde insanlar birbirlerini ne ile nasıl selamlıyorlarsa, bendenizde varsayın ki öyle selamlıyorum. Zira selam, İslam’dır. Selam, barış parolasıdır. İslam, Allah’ın küresel barış projesidir. Ama biz maalesef küresel barış projesi olan İslam’ı, küresel savaş projesine çevirdik. Mahvettik ellerimizle. Bize verilen emanete kastettik, ihanet ettik. Onun için, İslam’ın yakamıza yapışan ellerini tekrar öpüp, ondan özür dilemenin ve tekrar tecdidi iman etmenin bir yolu olmalı. İşte bu dersler onun yolunu öğrenmek, görmek ve göstermek için yaptığımız dersler.

Bugün Siretü’l Kur’an derslerimizin yani Kur’an’ın hayat yürüyüşü derslerimizin, 25. sinde yine beraberiz. Dört derstir Tekvir Suresinden çıkamadık. Bugün umarım inşallah Tekvir Suresini tamamlayacağız. Zira, Kur’an’ın iniş sürecindeki ilk sureler aynı zamanda Kur’an’da ki ana kavramlarında ilk geçtiği sureler ve artık yöntemimizi anlamışsınızdır. Ana kavramların ilk geçtiği yerde o kavramın bir haritasını çıkarıyoruz. O kavramı bir sindiriyoruz. O kavrama nasıl bakacağımızı, Kur’an’ın o kavram üzerinden bizde nasıl bilinç inşa etmek istediğini vermeye çalışıyoruz. Bunun içinde dersler uzuyor. Tekvir Suresi kısacık bir sure ama dört sunuma sığdı. Bundan sonra yine ilk surelerde gelen ilk kavramları, ayrıntılı olarak işlemeye devam edeceğiz. Yöntemimiz bu. Buna alışacağız. Tabi ki daha sonra aynı kavram geldiğinde buraya atıf yapacağız. Yani artık yeniden işlemeyeceğiz. Önceden işlemiştik merak eden bu kavramı buraya baksın diyeceğiz.

 

I-) ZİKİR

Değerli dostlar bugünkü Tekvir Suresinde; ilk kez zikredilen kavram zikir. Bir farkındalık çağrısı. Hiç zikri böyle anmış mıydınız? Yani her zaman dilimizde kullanıyoruz. Sık kullandığımız bir kelime. Hiç bu sık kullandığınız kelimenin zihninizdeki çağrışımı bir farkındalık olarak yansıdı mı? Yok. Niye? Sorun şu: Biz Kur’an kavramlarını kavramın gerçek anlamıyla, kavramın bize iletmek istediği anlamıyla değil kavramın tahrif edilmiş anlamıyla kullanıyoruz. Yani üzerinden 1400 yıl geçmiş, bu 1400 yılda kavram kaç takla atmış, kaç kılık değiştirmiş, kaç kere bambaşka yerlere uğramış, uğradığı yerlerden ne kirler ne tozlar ne çamurlar bulaşmış üstüne yani adeta meteformoz geçirmiş, ölmüş ölmüş başka suretlerde dirilmiş ve karşımızda bambaşka, Kur’an’ın hiç kastetmediği hatta hatta tam tersi, Kur’an’ın kastettiği anlamının tam tersi. Yani Kur’an, bir bilinç uyandırmak için söylediği bir kavram bilinci öldürmek için kullanılır olmuş. Bilinci katletmek için kullanılır olmuş. Onun için bir farkındalık çağrısı bu. Bir farkındalık çağrısına ihtiyaç var mı? İnsanlığın bir farkındalık çağrısına ihtiyacı var. Hatta bu ihtiyaç 1400 yıl evvelkinden daha fazla bugün. Zira insanlık, bugün farkındalık azalmasına uğradı. Hatta farkındalık yokluğuna uğradı. Bilinç yokluğuna uğradı. Bugünkü kıtlık, bugünkü açlık, ekmek açlığı değil, gıda açlığı değil, bilinç açlığı, farkındalık açlığı. Farkındalık açlığı neye götürür biliyor musunuz insanı? Ötekinin acılarına karşı kör, sağır olmaya ve dilsiz olmaya götürür. Farkındalık açlığı, empati yokluğuna götürür. Ötekini, başkasını, diğerini anlayamaz olursunuz. Göremez olursunuz. İşitemez olursunuz. Derdiyle dertlenmez olursunuz. Eğer toksanız açın halinden anlamazsınız. Eğer iyiyseniz, iyi olmayanların, zorda olanların, korda olanların, darda olanların halinden anlayamazsınız. Onun için farkındalık çağrısı, bugün her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz bir çağrı ve bütün bir insanlık ailesi olarak bu çağrı hepimize. Onun için zikir; bir farkındalık çağrısı diyor, 12 Ocak 2020 25. dersimize, Kur’an’ın hayat yolculuğu dersinde başlıyoruz.

Nüzul surecinde ilk geçtiği ayet bu. Tekvir Suresinin 27. ayeti, sonlarına denk geliyor surenin. “İnhuve illa zikrullalemin.” “İn huve” bu başka bir şey değildir. Ancak şudur. Nedir? “Zikrullilalemin.” Alemler için bir zikirdir. “İn” ve “illa”nın birlikteliği aslında vahiy ancak bir zikirdir, anlamına gelmiyor. Bu edatlar, şu anlamı çağrıştırıyor: Vahiy, eşsiz bir zikirden ibarettir. Vahiy, eşsiz bir zikirden ibarettir. Peki neden? Bu çok önemli. Vahiy iradenizi hiçe sayan bir sultan fermanı değildir. Ters köşe mi bu? Evet. Çok önemli ama. Ama çok önemli. Zikir, o kadar ayağının ucuna basarak söylenmiş, o kadar nezaketli bir kelime ki, karşıdakine sana emrediyorum, ferman ediyorum demiyor. Hatırlatıyor. Hatırlatıyor. O kadar nazik, o kadar nezaketli, o kadar incelikli, o kadar kibarca bir kelime ki; “Sana hatırlatıyorum” diyor. Hatırlatanın Allah olduğuna inanıyorsunuz, inanıyoruz değil mi? Yani ama diyor;” Ben padişah fermanı değilim.” Niye? Padişah fermanı tehdit eder. Teklif ediyor, hatırlatma. Kur’an bir tekliftir. Niye? Eğer zaten tehdit etse, tehdide ihtiyacı yoktu. Zorla yaptırırdı. Yarattığı üzerinde, kahrı sonsuzdu. Ama değil. Bir teklifle geliyor. Zaten sen de polis, jandarma değilsin diyor.

Gaşiye Suresi 22. ayet: “Fezakkir.” Aynı kelime geldi. Zikir, uyar, hatırlat. Hatırlat. “İnnema ente muzekkir: Sen hatırlatıcıdan başka bir şey değilsin.” “Leste aleyhim bil musaytır: Sen jandarma, sen polis, sen kolluk gücü değilsin.” Nasıl buldunuz? Peygambere, sen jandarmalık yapamazsın, sen insanlar üzerinde hakikat polisliği yapamazsın.” Tamam senin ulaştırdığın şeyler hakikattir. Senin ulaştırdığın şeyler vahiydir. Ama sen polis değilsin. Vahyi bir polis gibi ulaştırma. Bir polisin, bir belge ulaştırıcısı gibi. Yani bir mahkeme belgesi, bir celp kâğıdı gibi ulaştırma. Veya askere alma dairesinin celp belgesi ulaştırır gibi ulaştırma. Askere alma belgesi gibi ulaştırma. Nedir? Hatırlat. İradeye saygı duy. Yani eğer inkâr yoksa, orda imanda yoktur. Eğer inkâr etme hakkı yoksa, iman etmenin değeri de yoktur. Onun için “femen şae felyumin veman şae felyekfur: Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” O kadar net ki, açıklamaya ihtiyaç yok. “Sen Allah’ın vekili, oğlu, gölgesi vesaire değilsin.” Enam 66. Eyvallah. “Ve ma aleyhim bil vekil: Onlar üzerine vekil değilsin.” Sen vekil değilsin. Değil mi? Kim vekil? “Hasbunallah.” Allah vekil. Sen değilsin ama. Allah vekilken, Allah bile kitabının adını zikir koyuyor. Yani hatırlatma. Nezakete bakar mısınız? O zaman hakikati, karşıdakine kabul ettirmek için, onun tepesine vurmak gibi bir görevimiz yok. Hakikate mecbur bırakmak gibi bir görevimiz yok. Köşeye sıkıştırmak gibi bir görevimiz yok. Zorbalık yapmak ve bunu da hakikat için yapıyorum diye hakikatin sırtına yük olmak gibi bir görevimiz yok. Efendice, insanca, kibarca, nazikçe.

 

“ZİKİR” NE DEMEKTİR?

Zikir: Hatırlama, hatırlatma.

Zakira: Hafıza demek Arap dilinde.

Zikra: Anılar demektir. Bizim anılar diye bildiğimiz kelime Arap dilinde “zikra”dır.

Muzekkerat: Hayat hikayesidir. Hayat öyküsüdür.

Unutma ve hatırlama ilişkisi. Unutmamak için hatırlama, unuttuktan sonra hatırlama. Unutma ve hatırlama arasında ilişki var. Zikir kavramını anlamak için, mutlaka unutma kavramını hatırlamak lazım. Birine hatırlatıyorsanız eğer bir şeyi, ortada unutulan bir şey vardır, ondan hatırlatıyorsunuzdur. Unutma olmasa, niye hatırlatma densin ki? O zaman şuraya gelmiyor muyuz? Aslında fıtratta, verili hakikatler var. Nedir onlar? Vicdan dediğimiz sayfalarda okuyoruz, biz fıtratın verili hakikatlerini. Vicdan, her bir insanın içindeki Müslümandır. Her bir insanın ama. Sadece Hasan’ın değil Hans’ın da. Sadece Meryem’in değil, Mary’nin de. Her bir insanın içindeki Müslümandır; fıtrat. Vicdan tahtasında okuyoruz. Vicdan, insana Allah’ın konuştuğu yerdir. Hakikati söyler. Vicdanı yalan söyleyen kimse olmaz. Peki insan vicdanından nasıl kurtulur? Üzerini örterek. Küfrün bir çeşitli de budur. Küfür örtmek demektir. Vicdanın üstünü örterseniz sesini duymaz olursunuz. Bazıları vicdanının üzerini örter. Çokları vicdanının üzerini örter. Esasında katiller, seri katiller, öldürmeden sonsuz zevk alan seri katiller, gel seni öldürelim deseniz kabul ederler mi? Çok zevkli bir şeyse; gel seni de öldürelim. Senin aldığın zevki bir başkasına ver. Nihayetinde ben de senin meslektaşın olmuş olacağım, seni öldürürsem. Sanat gelişecek. Razı olur mu? Hırsız için aynısını söylesek, razı olur mu? Olmaz. Mütecaviz için söylesek razı olur mu? Hak yiyen için, zalim için söylesek. Ya sen ömrünü zulme adamış birisin, zulmetmekten vahşi bir zevk alıyorsun, gel birazda sana zulmedelim deseniz razı olur mu? Peki razı olmayan nedir? Vicdan. Çünkü yaptığı zulümden, vahşi bir zevk alsa da zulmün kötü olduğunu vicdan söyler. Cinayetin kötü olduğunu, vicdan söyler. Başkasının malına el uzatmanın kötü olduğunu, vicdan söyler. Hitler, milyonlarca insan öldürdü, katletti, soykırım yaptı fakat köpeği öldüğünde ağladı. İlginçtir değil mi? Yani bunu kınamıyorum ben. Bunu kınamıyorum. İnsan öldürürken aslında kendini, vicdanının üstünü, bir küfür perdesiyle örttü. Öldürdüklerinin, yaşamaya hakkının olmadığını düşünüyordu. İdeolojisi buydu. Faşizm buydu. Neydi? Onlar ‘şandala’ diyen daha önceki düşünürün aslında söylediğini yapıyordu. Onlar şandala; yani seçilim yapmalı, ayıklamalı, zayıflar gitmeli, güçlü kalmalı, ari ırkının olmalı. Evet, üçüncü Rayh, bunun üzerinde yükselecektir. Üvermenç; Süpermen. Dünya, Süpermenlere kalsın. Dolayısıyla, buydu mantık. Yani kendini ikna etti bir şeyle. Hiçbir kötülük, içerde işlenmeden dışarda işlenmez. Onun için; önce fikirleri düzelteceksiniz, zihniyeti düzelteceksiniz. Zihniyeti konuşacaksınız, konuşacaksanız. Önce zihniyeti. Çünkü eylemden başlamaz, zihinden başlar, düşünceden başlar.

Fıtrat, el-ma’ruf, el-münker ilişkisi. Fıtrat ilişkisini söyledim. El-ma’ruf nedir? El münker nedir?

El Ma’ruf: İnsanlığın ortak iyileri, iyilikleri. El-münker de insanlığın ortak kötülükleri. Bunlar ortaktır. Yedi küsur milyarlık insanlık ailemiz için geçerlidir bu. Ve Kur’an da el-ma-ruf’a çağırır el-münker’den sakındırır. Budur. Tüm amaç budur. El-ma’ruf’u çoğaltmak, el-münker’i azaltmak. Benim aleyhime olan, herkesin aleyhinedir. Benim lehime olan, herkesin lehinedir. Şu yoktur mesela: Bizim için kötüdür ama başkası için iyidir. Veya bizim için iyidir, bizim için caizdir ama başkasına caiz değildir. Bu tam Yahudileşmiş İsrail oğullarının mantığıdır. Nedir? Kendi Yahudi kardeşine, işte kat kat faizli borç veremezsin yasaktır. Ama başkasına ne kadar çarpa biliyorsan o kadar çarp. Öyle bir yaklaşım, tam bir Yahudileşmiş İsrailoğlu mantığıdır. Ve bugün Müslümanlar bu yaklaşımın on katıyla, yirmi katıyla çarpılmış bir halde görüyorum. Kendilerine gelince, gayet makul bulduklarını kendilerine gelince de zannediyor musunuz ki Müslümanların tamamı için meşru görüyor? Yok. Kendi mezhebinden, kendi meşrebinden, kendi tarikatından, kendi hatta kolundan, bacağından olana meşru görüyor. Onun dışındakine meşru görmüyor. Onun dışındakine, gayrimeşru gördüğünü kendine meşru görüyor. Karşısındaki yaparsa zulüm gördüğünü, kendisi yaparsa adalet görüyor. Ve hikmet arıyor onda. Zulümde hikmet arıyor. Dolayısıyla el-ma’ruf el-münker aslında insanlığın tabi olduğu ortak iki yasadır, iki ilkedir iyilik ilkesi. Evet.

Tezekkür, tedebbür, tefakkuh, teakkul, tefekkür ilişkisi. Bunları yeri geldikçe söylüyorum ama çok önemli olduğu için, bir kez daha söyleyeyim. Tezekkür; geçmişe yönelik düşünce. Tedebbür; geleceğe yönelik düşünce. Tedbir oradan gelir. Geleceğe yönelik düşünürsünüz yani; verilerden yola çıkarak sonucu tahmin edersiniz ve tedbir alırsınız. Bu ikisi arasındaki bağlantı teakkul. Teakkul; akıl, bağ demek. Dolayısıyla tefakkuh; şimdi ve bura. Biri geçmişti, tezekkür; biri gelecek, tedebbür, tefakkuh. Fıkıh onun için şimdi ve burada. Evet şimdi ve burada. Onun için now and here; şimdi ve burada. Dolayısıyla şimdi ve buradanıza söylediği şey; tefakkuhdur ve bunların tamamının adı, tefekkürdür.

 

HATIRLAYALIM. HATIRLAMA NÖROBİYOLOJİSİ

Önünüze getirdim. Bu ders, bir tefsir dersi değil. Tefsir dersi olmayacağını zaten başta söylemiştim. Tefsir kavramının kendisini kullanmaktan imtina ediyorum. Çünkü, otoritesini kullanmak istemiyorum. Bir de artık kullanıla kullanıla çok eskimiş, çok sorunlu hale gelmiş bir kavram. Zaten bu yaptığımda tefsir değil. Peki, tefsir dahi yapıyor olsam, bir teoloji fiziksiz olur mu, kimyasız olur mu, matematiksiz olur mu, biyolojisiz teoloji olur mu? Din olur mu? Bunlar olmadan, din bilgisi olmaz. Zira din, hayattır. Onun için hayat bilgisi şart. Teoloji konuşacak her insanın, biyoloji bilmesi şart. Yoksa yok. Boş konuşur. Yoksa ne olur biliyor musunuz? Kitabın söyledikleriyle, kâinat kitabının söylediklerini çatıştırır, savaştırır. Allah’ın, insan kitabına yazdıklarıyla, Kur’an kitabına yazdıklarını çatıştırır. Birbiriyle saçma, alakasız şeyler söyler. Ve bu sefer ne çıkar biliyor musunuz? Çocuklarınız nur topu gibi birer ate olurlar. Ve onlarda buna yardımcı olmuş olurlar. Evet. Kur’an derki; “İnsanı öğrenmek isteyen, Kur’an’a değil insana baksın.” Nerde der bunu? Gaşiye Suresinin 17-20. ayetlerine bakarsanız, Ankebut Suresinin 20. ayetine bakarsanız ve daha böyle birçok ayete bakarsanız ne der? “Onlar gezip dolaşmazlar mı, incelemezler mi, deve nasıl yaratılmış, gök nasıl dikilmiş, yer nasıl yayılmış, dağlar nasıl tespit edilmiş, bakıp incelemezler mi? Hayat nasıl başlamış, gezip dolaşmazlar mı?” der. Dolayısıyla Kur’an bunu der. Kur’an’a değil insana bakacaksın, insanı öğrenmek için.

İnsan Kur’an’ından bir Sayfa: Hipokampüs. Bakın, şu beyin sapı. Üç tane beyni vardır insanın, hepimizin.

  • Sürüngen beyni. Şu sürüngen beynimizdir.
  • İki hayvan beyni. Limbik sistem. Bu, hayvan beynimizdir. Burada beyinciği görüyorsunuz. Evet korkularımızın merkezi bu. Efendim, hayvan beyni. Üstte de insansı beynini görüyorsunuz. Şurada insan beyni ve üstte bir filo şey file: Korteks. Evet. En eskisi sürüngen beynidir. Yaşı, yaklaşık 350 milyon yıl. Evet. Onun için, içimizde bazen bir yılan tıslar. Tıssss bakarsınız yılan geliyor. Ta sürüngenlik dönemimizden getirdiğimiz şeydir o. Amfibik dönemden getirdiğimiz şeydir. Hem denizde hem karada. Karalara hayat yeni çıkıyor. Çünkü oksijen yeni üretilmeye başlamış. Artık bitkiler fotosentezi öğrenmiş. Tek hücreli algler. Ve oradan oksijen imalat ediyor. İmal edilen oksijen yavaş yavaş atmosferi oluşturuyor. Karalarda hayat mümkün olmaya başlıyor yavaş yavaş o oksijen, o oksijenden tepkimeye girerek azot ve diğer gazlar ortaya çıkıyor. Ve bu gazlar, güneşten gelen zehirli gazları engelliyor. Yoksa karalar, zehirli ışınlarla dolu, hayat mümkün olmuyor. İşte o dönemde çıkmış olan, en ilkel beynimiz bu. Tıslar, bizdedir, vardır. Hala içimizde bir yılan gizlidir. Onun için, bazılarının üzerine vardığınız zaman, o insanı tanıyamaz olursunuz. Ya bu bizim Ahmet mi, bu bizim Mehmet mi, bu bizim Ayşe mi, bu bizim Fatma mı dediğiniz zaman, siz yılan beynini görmüyorsunuz ama yılan beyni harekete geçmiştir. Burayı iptal etmiştir, korteksi. Frontal lobu iptal etmiştir, insanlığını iptal etmiştir. İnsansılığını da iptal etmiştir. Çünkü bunlar, bu zavallılar daha çocuk yani, daha çocuk 376 yıllık hayatı daha nedir yani. Efendim hayvanlığını da iptal etmiştir hatta “kel enami” hayvan sürüsü gibidirler “bel bilakis hüm edal” daha aşağıdırlar. Daha aşağısı bu. Dolayısıyla o öyle. Onun üstünde hayvan beynimiz var. Hayvan beynimizin işte memeli ve aslında omurgalı bütün buraya giriyor. Ve buda 150 ile 250 milyon yıllık bir geçmiş. Efendim, bakın burada aslında bu iki tarafta da var iki lobtada var tek lobu görüyoruz. Şurada kırmızı bir uzantı. Bu, deniz atına benzediği için yunanca, eski Grekçede hipokampüs koymuşlar adını. Deniz atı manasına geliyormuş. Evet, orada. Bakın dahası bu korpuz kallosun iki yarım küreyi birbirine bağlayan şey. Bunun içinde işte talamus var, hipotalamus var efendim hipokampüste burda. Amigdala var ve pinal bez var burada geçen görmüştük. Dolayısıyla şu gördüğünüz kırmız şey; Hipokampüs; hafıza. 18 aylıktan önce bir bebekte hafıza oluşmaz. 18 aylıkken, olan şeyi hatırlayan var mı? Ben hiç görmedim. Hiç görmedim. 3 yaşında bile çok çok zor hatırlıyoruz. Nadir hatırlıyoruz. Dolayısıyla hafıza bu öyle anlık hafıza değil. Ama hafıza buradan ibaret değil. Hafıza aynı zamanda beynin her tarafında oluşan bir şey. Hatta hatta sadece bu da değil. Benim çantamı başkaları taşıdığı zaman, ben çantamı unutuyordum uçakta. Valizimi başkası taşıdığı zaman, ben valizimi unutuyordum. Birkaç kere unutunca dedim ki;”şu çantamı elimden almayın, elimin hafızası oluşmuyor.” Elimin hafızası oluşmayınca da ben buraya çantasız, valizsiz geldim zannediyorum. Bırakın, elimde bir hafıza oluşsun. Taşıyayım. Taşıdıktan sonra; çıkarken “ya benim elimde bir şey vardı diyeyim.” Ama elimde bir şey yok ki. Onun için, insanın her organının hafızası da var. Aslında varlık ikiye ayrılır; canlı, cansız diye. Ama varlık ikiye ayrılmaz; hafızalı, hafızasız diye. Varlığın tamamın hafızası var. Varlık tamamı hafızaya sahiptir. Onun için varlığın tamamı, şahittir, şahit! Varlığın tamamı şahittir! Onun için; “vedduha, velleyl, velasr, vennehar, veşşems, velgamer” yemin, yemin, yemin… Nedir? Güneş dile gelsin tanık olsun, ay dile gelsin tanık olsun, gök dile gelsin, yer dile gelsin, gece dile gelsin, gündüz dile gelsin, kuşluk dile gelsin, akşam dile gelsin tanık olsun. Niye? Tanık olmak için hafıza şart. Hafıza var. Eyvallah. İşte bu. Bunu geçelim.

Bellek, Hafıza:

  • Kodlama ve kaydetme. Veri işleme ve birleştirme. Belleğin ilk işlevi bu.
  • Depolama ve kaydetme. Depolar ve kaydeder bellek, hafıza.
  • Saklar aynı zamanda.
  • Geri çağırma, hatırlama. Daha çok bu zikir anlamındaki hatırlama, geri çağırma, belleğin kaydettiğini geri çağırmayla alakalı. Diğer üç unsur daha var bellekte. Onun için, geri çağırma. Bakınız geri çağırıyoruz bilgileri ama çoğu zaman gelmiyor. Farkında mısınız? Farkında mısınız, nesil çok çabuk unutuyor? Yeni nesil daha çok unutuyor. Bilmem farkında mısınız? Unutmak, bir salgın hastalık gibi. Hatta hatta bırakın unutmayı keşke unutsa Allah’ın Mustafa kulu diyeceksiniz. Niye? Öğrenmiyor ki unutsun. Elli kere söyledim diyorsunuz. Elli kere de söylüyorsunuz. Ama aslında hiç söylememiş gibi oluyorsunuz. Neden? Çünkü kulak yok. Kulak bitti. Dinlemek, bir sanattır. Dinlemek aslında bir temrindir, bir alıştırmadır, bir ahlaktır dinlemek. Dinleme ahlakını kaybetmiş bir toplum, hatırlama ahlakına kavuşamaz. Niye? Dinlemedin ki. Kendini de dinlemedin. Sözde dinlemedin. Onun için anlaşamıyoruz arkadaşlar ya. Gerçekten bîzarım, bedbînim anlaşamıyoruz. Bir şey söylüyorum karşımda herhangi bir meslekten hiç fark etmiyor. Herhangi bir meslekten, bir şey söylüyorum net ve açık bir şey söylüyorum. Vallahi beni anlamıyor. Tekrar ettiriyorum yani ne anladığını öğrenmek için. Geri ileti yaptırıyorum. Buna emir tekrarı derler askerde ama ben geri ileti yaptırıyorum. Ne anladığını öğrenmek için. Vallahi hiçbir şey anlamamış. Tek kelimelik şeylerin dahi anlaşılmadığını görüyorum bazen. Bunun üzerine Türkiye toplumunda yapılan bir araştırmada, insanın birbirine söylediğinin %65’ini dinlemediği ortaya çıkmış. Ne kaldı geriye? Yüz kelime sarf ediyorsunuz altmış beş kelime çöp. Otuz beş kelimesini ancak anlıyor. Nasıl anlaşabilirsiniz? Nasıl konuşabilirsiniz? Nasıl paylaşabilirsiniz, söyler misiniz? Ve biz otistik toplum olduk. Otistik toplum. Toplumsal otizm. Otizm biliyorsunuz konuşamama değil. Yani konuşma engellilik ayrı bir şey, işitme engellilik ayrı bir şey. Otizm başka bir şey. Konuşabilme yeteneği var ama konuşmuyor. Konuşmuyor. Organları ile arasını kesmiş, açmış, otistik bir toplum. Yani herkes konuşuyor, Bremen mızıkacıları gibi. Herkes kendi şarkısını söylüyor ama ortada bir armoni yok. Müzik çıkmıyor, gürültü çıkıyor. Dolayısıyla herkesin konuştuğu bir toplumda, hiç kimse konuşmuyor demektir. Birileri dinlemeli. Birileri dinlemeli. Dinleyen yoksa, konuşanda yoktur çünkü. Bir sefer iyi. Baba, oğul, ruhul kudüs yok.

Hafıza Çeşitleri

  • Duygusal anlık hafıza. Çok kısa ve geçici, uçucudur.
  • Kısa süreli hafıza. Dakikalık hafıza.
  • Uzun süreli hafıza. Ne kadar çok duyu o kadar kalıcı. Evet.

Tekrar ve hafıza. Tekrar önemli. Tekrarı küçümsemiyorum. Ama ezber bir tekrar değildir. Ezber, bir bilme yöntemi de değildir. Ezber, bir kayıt yöntemidir doğru. Fakat ezberleyerek kaydettiğinizle, anlayarak kaydettiğiniz asla ama asla aynı değildir. Ezberleyerek kaydettiğiniz, sizi papağan yapar sadece insan yapmaz. Anlayarak kaydettiğiniz, sizi insan yapar. Ben, anlamadan öğrenemeyen bir insanım. Anlamadığım şeyi asla öğrenmem, öğrenemem. Onun için, telefon numaralarında anlayacak bir şey bulamadığım için kendi telefon numaramı 25 sene öğrenmedim. Ama bana başkaları hafızamın çok keskin olduğunu söyler, yakınlarımda dahil. Binlerce ismi hiç karıştırmadan söyleyebilirim. Binlerce olayı 20 sene 30 sene önce anlattığım gibi aynen anlatabilirim. Bir sayfayı bazen eğer gerçekten de gözüm tutmuşsa, anlamışsam, özellikle aradığımım bir bilgiyi görmüşsem orada, bir kere okuyuşta tamamını hafızama kaydederim. Birkaç olay yaşadım ama o yani ben anlatırsam yanlış anlaşılır. Onu yaşadığım başka insanlar ben öldükten sonra anlatsınlar. Yani bu anlamda telefon numaramı yirmi beş sene öğrenmedim.  Arabalarımın plakasını bilmem. Arabalarım yok, bir arabam var da geçmişteki efendim şu anda ki arabamın plakasını da bilmiyorum. Efendim, yani aslında sorun şu, anlayarak öğrenip öğrenmeme sorunu. Onun için bir şeyde anlam arıyor musunuz? Anlam arıyor musunuz? Yoksa aman telefon numaralarınızı öğrenin yani benim gibi olmayın. Beni örnek almayın, hatta iki telefon numarası daha öğrenin, acil durumlar için falan bunlar lazım şeyler. Ama benim anlam vurgum başka bir şey söylüyor. O da şu; anlamın peşinde olmazsanız, anlam taşıyan bir şey sizin için anlam taşımaz olur. Size anlam ulaştırmaz. Onun için konuşmaz sizinle, konuşmaz ve siz de duyamazsınız onu, dinleyemezsiniz. O sizinle iletişim kurmaz. Siz de onunla iletişim kurmazsınız. Böyle olursa, bir şeyi keşfedemezsiniz. Keşfedemezseniz, inkişaf edemezsiniz. Keşfedemezseniz eğer şahit kılamaz, şahit olamaz, şahit bulamazsınız.

Ne kadar çok duyu o kadar kalıcı. Evet, Ne kadar duyu o kadar kalıcı. Sadece gözle öğrendiğiniz bir şey, göz artı kulakla öğrendiğiniz bir şeyden daha azdır. Göz +kulak + dokunmayla öğrendiğiniz bir şey, sadece kulakla öğrendiğiniz bir şeyden daha çoktur. Ne kadar çok duyu… Çünkü duyular birbirlerini aynı zamanda kontrol ederler. Onun için yani gördünüz değil mi? Eğer mümkünse, bir de dokunun. Mümkünse. Gayri ahlaki bir şey değilse. Gördünüz değil mi? Bir de işitin, hatta gözünüzü kapatın işitin. Gözünüz yalan söyleyebilir. Gözünüz sizi aldatabilir. Her organın aldatması vardır. Çünkü tüm organlarımız sınırlıdır. Eşikleri vardır. Gözün görme eşiği vardır. Belli bir mesafeden ötesini göremez, yakınını da göremez. Kulağın işitme eşiği vardır. Yirmi desibelden yukarısını duymaz. Efendim belli bir desibelden aşağısını da duymaz. Anlatabiliyor muyum? İşte ışınlar öyle… Yani morötesi, kızılötesi. Morötesi; size yaklaşan ışık. Kızılötesi; sizden uzaklaşan ışığın gittiği, artık görmediğiniz, renklerin oluşmadığı, sizin görmediğiniz ışınlar. Orda artık görmüyorsunuz. Çünkü ötesine geçtiniz. Sizden uzaklaşan kızıldır, size yaklaşan mordur. Onun için evet, size yaklaşanda gözünüz büyür, uzaklaşanda gözünüz küçülür ve artık ilginizi kaybedersiniz. Ve bu anlamda, tekrar ve hafıza dedim. Anlamadan belleyenler, anlamadıkça belleyemeyenler söyledim.

ŞAHSİ TECRÜBE: Hafızama en çabuk girip hiç çıkmayan, daha önce aradığım bir soruyu bulduğum cevaplar oldu. Eğer daha önce, cevap aradığım bir soruya cevap bulmuşsam, o hafızama en çabuk giren şeyler oldu. Onun için ne kadar çok sorunun cevabını arıyorsanız, o kadar çok şey hafızanıza aldırırsınız. Korkmayın! Hafızanızın kapasitesi sınırlı değildir. Korkamayın, dolar diye korkmayın! Evet hatta hatta işledikçe ışıldar. Kullandıkça parlar hafıza. Hafızayı çok iyi kullanmak lazım. Organlara da hafızası olduğunu dedim biraz önce.

HAFIZA: Bilgi temiz bilgi olacak. İlgi, odaklanma, dikkat, yoğunlaşma, fokuslaşma. Fokuslanma diyorlar ya şimdi. Odaklanma, odaklanacak insan. Bir şeyi öğrenmek istiyor, Hafızasına kaydetmek istiyorsa; ona odaklanacak. Odaklanma aynı zamanda, ilgiyi diğerlerinden kesmedir. Görme de böyle tanımlanmaz mı? Görme sınırlamadır. Sınırlanmayan göz, göremez. Onun için yani; iki yeri birden göremezsiniz. Odaklaşacaksınız, odaklanacaksınız. Odaklandığınızda hafızanıza da kaydedersiniz.

 Algı: Açık ve seçici algılar. Açık ve seçici bir algınız yoksa, algınız kapalıysa, işte siz o zaman organlarınızdan gelen bilgiyi, inkâr ettiniz demektir. Algınının kapalılığının en tipik örneği nedir?  Ön yargı. Ön yargı. Ön yargılı olan bir insanın algıları kapalıdır, öğrenemez. Yargısı var. Ön yargının en güzel tanımını Kur’an’da, Kur’an’da yapmıştır aslında. Nedir? Müddesir suresinde: “Kahrolası ölçtü, biçti. Bir daha kahrolası, nasıl da ölçtü biçti?” Nedir bu aslında? “İnnehu fekkera ve gaddar.” Tefekkür gelir diğer yerlerde, bir tane burada tefkir gelir. Sığ düşünce, ön yargılı düşünce demektir. “Nasıl da ölçtü biçti?” Aslında öğrenmek maksadıyla ölçüp biçmedi. Ön yargısını, metresi yaptı. Ön yargısını, kilosu yaptı. Ön yargısıyla ölçtü. Öğrenmek için ölçmedi. Değişmek için ölçmedi. Burada şunu söylüyorum. Eğer bir bilgiyi sizde küçük veya büyük bir değişiklik yapmıyorsa, siz o bilgiye sahip değilsiniz. Siz, öğrenmemişsiniz demektir. Öğrenmek, değişmektir. Öğrenmek, yeni bir insan olmaktır. Onun için; anladığımda mutlu oluyorum diyen insandan daha güzeli yoktur. Anladığımda mutlu oluyorum. Öğrendiğimde mutlu oluyorum. Bu çok önemlidir. Öğrenmekle mutlu olan insan, Allah’ın sevdiği insandır. İşte o, zikir ehlidir. Zikir ehli kimdir? Öğrenmekle mutlu olandır.

SONUÇ

– Zikir nedir?

1.Farkındalıktır. Farkındalık. Bilinç; yani aslında şuur dediğimiz olay. Şuurluluk farkındalıktır. Farkında olma hali.

  1. Bilinçliliktir. Papağan ile insan arasında ki fark. Papağana, Fatiha’yı öğretirsiniz. Daha önce okutmuştum burada, hatırlar mısınız? Yani hem de tecvidli Fatiha okuyordu, mübarek papağan, efendim. Hem de iyi Kaf çatlatıyordu. Hem de tecvidli okuyordu falan filan. Ama papağan işte. Hayvan yani. Fatiha okumakla, hiçbir şey olmadı. Papağan, hiçbir şey olmadı, hala papağan o. Dolayısıyla çünkü anlam yok. Eğer öyle olsa, cep telefonlarınız, cennete girerdi. Hafızlar çünkü. Anlatabiliyor muyum?
  2. Anlamlılıktır. Saçmalama hatırlama değildir dedim.

Evet, bazıları saçmalarlar, hatırladıklarını zannederler. Saçmalama; hatırlama değildir.

ZİKİR NE DEĞİLDİR?

Bu zikirler… Ziklir nedir’e cevap verdik. Zikir ne değildir?  Haydi bakın bakalım. …Video… Hayda… En tehlikesi de budur. Çünkü insanı cezbediyor. Anlatabiliyor muyum? Bu filmi hatırlıyorsunuz, dizi filmi. Bu dizi filmi yapan, bir şeyhin oğludur. Daha sonra nerelere geldi, ne mehdilikleri ilan ettiğini biraz araştırın. Evet. Daha yakışıklısı var. …Video… Bu gördüğünüz… gülmeyin, acıyın, acıyın. Biraz öncekine daha çok acıyın. O, pirincin içinde ki beyaz taştır. Bu aslında bak gülüyorsunuz, acıyorsunuz. Yani bunu hemen ayırt ediyorsunuz. Biraz önceki, en tehlikelisidir. Onun için; bakınız acıyın. Bunun nörofizyolojik bir açıklaması var. Daha önce yaptım, Pineal bez. Pineal bezi salgıladığı üç salgıdan bir tanesi; diemti, DMT. Evet, Nedir bu? Halüsinojen hormondur. Halüsinojen. Halüsinasyon gösterir. Aynı zamanda, kişiye efuri verir ve cezbeye kaptırır. Anlata biliyor muyum? Diemtiyi depominle karıştırınca, bu oluyor. Anlata biliyor muyum? Zevk hormonu, haz hormonuyla karıştırınca, içmeden sarhoş oluyor. İçmeden sarhoşu ayıktıramıyorsunuz. İçerek sarhoşu, bir kova suyla ayıktırıyorsunuz. Ama içmeden sarhoş olanı, ayıktıramıyorsunuz. Böyle oluyor işte, temiz deliriyorlar. Bu değil yani zikir. … Video… Bu da değil zikir. … Video… Düdük çalana iyi bakın. Düdük çalan şeyh öldü.  …Video… Bu da değil. Bu da değil zikir. Bunların hiçbirisi ve bunlara benzer hiçbir şey değil zikir. Siz Allah Resulünün böyle bir zikir yaptığını düşüne biliyor musunuz? Tahayyül edebiliyor musunuz? Olamaz. Uydurduklarının içine bile katamamışlar. Yani uyduramamışlar bile. Ama uyduramadıkları halde yine de buna zikir diyorlar. Bu aslında, zikir katliamıdır. Evet, bu zikrin katlidir.

“Elleżîne-tteḣażû dînehum lehven vela’iben” Kur’an ne güzel söylemiş. “Onlar dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Oyun ve eğlencelerini din edindiler.” Bu cümle iki anlama aynı anda gelir, dilbilgisi gereği. Yapısı gereği: “Elleżîne-tteḣażû dînehum lehven vela’iben: Oyun ve eğlenceyi din edindiler. Dini oyun ve eğlence edindiler.” Hangisini beğenirseniz.

Cahiliye Arabı atalarını zikrederdi. Cahiliyede zikir nasılmış bakınız? Bu kadar şaklabanlık yok cahiliyede, evet. Cahiliyenin müşrik Mekkelileri dahi, böyle bir şaklabanlığa izin vermiyorlar. Orada zikrin kök anlamı olan hatırlama, hala duruyor, aynen olduğu gibi. “Feżkurûlalâhe keżikrikum âbâekum ev eşedde żikrâ” (Bakara 200). Hacla ilgili ayetler kapsamında geliyor bu. Arafat’tan sonra ne gelir? Müzdelife. Kur’an’da Meş’aril haramdır, Müzdelife’nin ismi. Meş’ar-il Haram. Meş’ar-il Haram da müşrikler, hacların da atalarını hatırlarlarmış. Ne yaparlarmış? Başlarlarmış atalarını zikrederlermiş yani ayet öyle diyor. Efendim. Atalarını zikrederlermiş. Yani şöyle mi efendim atalarını zikrediyorlar. Müddar, müddar, müddar…. Böyle bir şey mi yani? Değil. Haşim, Haşim, Haşim. Ümeyye, Ümeyye, Ümeyye. Böyle bir zikir değil. Ne yapıyorlar? Anıyorlar, hatırlıyorlar, yad ediyorlar. Niye? Çünkü onlarla övünecekler. Yani kavim, kabile milliyetçiliği yapacaklar, bu. Tekasür suresinde söylenen de bu. “El-hâkumu-ttekâśur.Hattâ zurtumu-l mekâbir: Çokluk sizi öyle mahvetti ki, kabirleri ziyaret ettiniz. Ta ki kabirleri. Yani, kabir taşlarını bile saymaya kalktınız, onlarla övünmeye sayıyla sayıya taptınız” diyor. Yani odur atalarını… Ne diyor burada? “Fezkurullah: Allah’ı zikredin”. “Kezikrukum abaekum: Babalarınızı bir zamanlar zikrettiğiniz gibi” “Eveşedde zikra: Hatta daha şiddetli, daha yüksek, daha değerli, daha derin anlayın, daha derin hatırlayın yani bu; “Eşşedre zikra” Dolayısıyla işte burada, aslında bir hatırlama yani siz aslında Allah’ı hatırlamanız gerekirken, Allah’ın yerine gücü koyuyorsunuz. Sizin atalarınız, gücü temsil ediyordu. Gücü koyuyorsunuz. Siz, öyle ama sizden sonra 1400 yıl sonra, bu coğrafyalarda kendine Müslüman diyen bir toplum gelecek. Onlar Allah’ı güç yerine koyup, güce tapıp, adını Allah koyacaklar. Öyle oldu. Öyle oldu. Maalesef öyle oldu. Çok acı. Bu cümleleri sarf ederken içim acımadığını sanmayın. Ama hakikat net olunca, serttir. Onun için, bazıları hakikati eğip bükerler. Sertliğini almak için. Gerek yok ki. Eğip büke büke biz de eğilip büküldük. Kişiliğimiz kalmadı. Onun için de hakikate, hakikate yaptığımız zulümler döndü bize vurdu. Bizi vurdu ve biz hakikatsiz kaldık. İnandırıcılığımızı kaybettik. “El Hak” nezdinde inandırıcılığımızı kaybettik. Allah güvenini kaybettik, Allah’ın güveni. Allah’ın gözünde, güvenilir değiliz

 

II-) KUR’AN’DA ZİKİR

Kur’an’ın vahyin adı/ niteliği olarak zikir: Önemli bir konu. “İnnâ nahnu nezzelnâ-żżikra ve-innâ lehu lehâfizûn” (Hicr Suresi 9. Ayet). “Zikri biz indirdik onu muhafaza edecek olan da biziz.” Zikir dediği burada nedir dostlar? Kur’an’dır. Kur’an’ın zikri ad edilmekle şunu der. Bakınız; yine tashih edeceğiz bilgilerimizi, mevcut bilgilerimizi. Çünkü buraya, bana bir şey söyle ki hocam zaten bildiklerim olsun, diye gelmediniz.  Lütfen, istirham ediyorum, yalvarıyorum. Eğer buraya hocam bana bir şeyler söyle ama o zaten benim bildiklerim. Bana bir şeyler söyle o zaten benim inandıklarım olsun diye geliyorsanız, ne olur zahmet buyurmayın. Boş iş. Ne siz yorulun ne ben yorulayım. Ama yok hocam, ben bildiklerimin doğru olduğunu check etmeye geliyorum, yanlışsa değiştirmeye geliyorum. Onun için değişmek için geliyorum. Çünkü, değişen gelişir, gelişen büyür. Değişmeyen tek şey, değişimdir zaten. Evet. Benim yeni bir şey söyleme iddiam yoktur. Kur’an zihnen bunu der, adını zikir koymakla.

1.Benim yeni bir şey söyleme iddiam yoktur. Evet, Kur’an yeni bir şey söylemez dostlar. Kur’an’ın içinde hiçbir hakikat yeni değildir. Onu bilelim artık. Kur’an’la başlamadı hiçbir hakikat.

  1. Yöntemin fıtrat ve insanlık hafızasında olanları hatırlatma yöntemidir. Neymiş? Kur’an kendisine bir takım kurmak için, bir holiganlar grubu kurmak için gelmedi. Kur’an, kendisine amigo aramıyor. Kur’an, kendisine Şia ve taraftar. Şia; taraftar demektir. Aramıyor. Kur’an, kendisine militan aramıyor. Kur’an, kendine de davet etmiyor işin güzelliği. İnsanı kendine davet ediyor. Kendine gel, kendine dön. Yani fıtrat ve insanlık hafızasında olanları, hatırlatma yöntemi. İnsana, fıtratında olanı hatırlatıyor. Hafızasında olanı hatırlatıyor. Fıtratına dön, kendine gel diyor kendine. Hiçbir yere gitme. Yine Kur’an zınnen şunu söylüyor: “Amacım unutkan insanoğlunda bir farkındalık uyandırmaktır diyor. Bir farkındalık uyandırmaktır.” Yine Kur’an zınnen şunu diyor:” Benim sırtımdan hakikat despotluğu yapanlara pirim vermeyin.” Evet. Yani Kur’an ayetini; kestiği sapın ucuna, balyoz diye, kazma diye, külünk diye geçirecek, önüne gelenin kafasına vuracak. Yok böyle bir şey. Kur’an, kimseye böyle bir vazife vermiyor. Dolayısıyla biraz önce okudum zaten.

 

Kur’an’a Göre Allah’ı Zikir (Zikrullah) Nedir?  II.başlık bu: “Lekad kâne lekum fî rasûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe velyevme-l-âḣira veżekerallâhe keśîrâ”. Asıl buraya getirecektim son cümle. Evet, “Allah’ın Resulünde, elçisinde sizin için, güzel bir örneklik vardır.” Kimler için? “Limen kâne yercûllâhe velyevme-l-âḣira” “Ahiret gününe iman eden” yani onu rica eden, ona kavuşacağını uman kimseler için. Yani hesap vereceğine inan kimseler için, hayatını hesabını verebilir yaşayan kimseler için, bir örneklik vardır diyor. Bir örnekli diyor ama her şeyi örnektir demiyor. Bu çok önemli. Evet onun için yani; “Usvetun hasenetun” Nekira belirsiz gelmiş. Bir örneklik. Her şeyi… Yani Allah resulü uyudu, uyuması örnektir. Allah resulü yetimdi, yetimliği örnektir. Allah resulü yedi, yemek sünnettir. Allah resulü öldü, ölmek sünnettir. Allah resulü doğdu, doğmak sünnettir. Güldü, gülmek sünnettir. Ağladı… Ya insan oğlu ağlar, insan oğlu güler, insan oğlu yer, insanoğlu içer. Saçmalamayın! Anlatabiliyor muyum? Bunu deyince, “bak bak bak” diyor, “sünnet düşmanı” diyor. Sünnetçi, sünnetçinin çıngırağı. Evet Ahzab 21. “Veżekerallâhe keśîrâ: Ve Allah’ı çok çok çok zikreder” Ne der?  Eline boncuğu alır. Yani on bir, kırk, yüz on bir, beş yüz, beş bin, Allah Allah böyle mi der? Siz hiç Allah resulünün böyle bir şey yaptığını duydunuz mu? Bu mudur zikir? Bu mantradır. Bunun zikirle bir alakası yoktur. Ya hocam tamam sen haklısın, tamam vallahide billahi de haklısın ama ne zararı var? Çok zararı var.

1. Dinde olmayan bir şeyi dine sokuyorsun. Yani dinin çekirdeğiyle oynuyorsun, genetiğiyle.

2. Kendini din koyucu yapıyorsun. Yani aslında Allah’tan rol çalışıyorsun Allahlık iddiasıdır bu.

3. Gerçek zikrin, üzerini kapatıyorsun ve zikri çalıyorsun. Ondan sonra ömür boyu zikirsiz yaşayacak o insan. En büyük, en ağır tehlikesi de bu.

Bu ayet beş yüzlük boncuk çevirenlere mi hitap ediyor? Günde beş bin kez Allah diyenlere mi hitap ediyor? Örnek olan Allah resulü, hiç sufi zikri mantrası çekmiş midir? Arkadaşları, halifeler, ikinci, üçüncü nesil hiç bilir mi?

Cevap; koca kocaman bir hayır.

Sonuç: Kur’an’a göre “Zikrullah” Allah bilincidir. Allah bilinci. İşte bu nedenledir ki onlar ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı zikrederler. Öyle değil mi? Ali İmran suresi 191. Ayet. Ayakta otururken, yatarken. Yatarken de zikrederlermiş. Yani Allah’ın bu ayetine niye amel etmiyorlar, ellerini boncuğu alıp yatağın içine uzansalar ya? Değil aslında derdi o değil. Evet, demek ki yatarken de zikrettiğimi şey; Allah bilinci, Allah’ı hatırda tutmak, Allah ’sız yapmamak. Allah yokmuş gibi davranmamak. Allah yokmuş gibi düşünmemek. Allah yokmuş gibi yaşamamaktır; zikretmek.

 

 Kur’an’a Göre “Zikir Ehli” Kimdir?

“Fes-elû ehle-żżikri in kuntum lâ ta’lemûn: Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun” Nahl suresi 43. ayet. “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” diyor. Yani şimdi bilmediklerimizi gidip, şeyhlere mi soracağız? Yani bilmediklerimizi biraz önce şu temiz delirenlere mi soracağız? Biraz önce düdük çalıyordu, bak o düdükçü var ya… o düdükçünün Müslümanların başına açtığı belaları öğrenmek için, ne olur şöyle bir birkaç saatinizi ayırın da bir araştırma yapın. Evet, onun için ona mı gideceğiz yani, ona mı gideceğiz? Efendi hazretleri; falan falan falan şeyi bilmiyorum, öğrenmeye geldim. Allah etmesin. Belli kelimeleri mantra edilip boncuk çeviren değildir, zikir ehli. İlm-i ledun isimli safsatayı bildiğini iddia eden değildir. İlm-i ledun Kur’an’da bir yani kendi içine bir cümlecik bile değildir ya. “Milledun lai lma” bu şekilde de geçmez zaten. “Katımızdan bir ilim” anlamına gelir. Anlatabiliyor muyum? Nerden evirdiniz çevirdiniz, dolandınız, dümen çevirdiniz getirdiniz İlm-i ledun diye bir ilim varmış gibi yaptınız. Öyle bir şey var mı? Biz, her şeyi Allah’tan öğrendik. Allah’ın verdiği öğrenme yeteneği sayesinde. Evet, nasıl “Er Rahman allemel Kuran, halakal insan, allemehul beyan: O Rahmeti sonsuz, merhamet sahibi olan Allah “Allamel kuran” Kur’an’ı öğretti.” Aslında burada Kur’an sıfatta olabilir. Evet okumayı öğretti, demektir. Bana daha doğru geliyor bu. Yani Kur’an isim değildir burada. Kur’an’ın ismi değildir burada geçen. Burada geçen okuma, Kur’an kelimesinin manasıdır, sıfattır. O Allah, okumayı öğretti. İnsana okumayı öğretti. Yani varlığı okumayı, varlığı anlamayı. Okumak anlamaktır zaten. Evet, dolayısıyla her şeyi hepsini ondan öğrendik. Ama Allah, hiçbir zaman ilkokula gelipte kara tahtada yazmadı. Elif, be, te, se diye. Evet, ben konuşsam, o telefon sussa anlaşabilir miyiz? Evet, belli kelimeleri mantra edinip, boncuk çeviren değildir. Evet, İlm-i ledun isimli safsatayı bildiğini iddia eden değildir. Şehvet odasının adını ‘sır odası’ koyup filim çeviren değildir. ‘Zikir ehli’ zanna değil, delile dayalı bilgiye dayanandır. Evet. “İnnez zanne la yuğni minel hakkı şeya: Zan hakikatten hiçbir şey içermez”, der Kur’an. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayandır. Vela tegfû ma leyse leke bihi ilm: Bilmediğin şeyin peşine düşme.” Bana bakın, oralara bakmayın boş ver. Küçücük bir ses, beni bastıramaz. “Vela tegfû ma leyse leke bihi ilm: Bilmediğin şeyin ardınca gitme” ne güzel söylemiş. “İnnes sema vel besera vel füâde küllü ulaike kane anhü mesula: Gözde, kulakta, gönülde bilmediği şeyin, peşine takılmaktan dolayı sorumludur.”. Dolayısıyla, kişi bilmediği şeyin, peşine takılmamalı. Bilmiyorsa takılmamalı. Bildiği zaman, peşine takılmalı. Bilgisi artıkça kibri değil, sorumluluğu da tevazuu da artandır. “İnnema yahşellahe ibadilihil ulema” Evet. “Kulları için de Allah’tan laikiyle kimler sakınır, Allah’ı kimler sever, Allah’tan kimler titrer?” Alimler değil, bilenler, lütfen. Hemen isme çevirdiğiniz zaman, bir zümreye gidiyor. Zümreye gitmesin. Sıfata çevirin, sıfata. Anlatabiliyor muyum? Önce sıfat formu aklınıza gelsin. Alimler diye sanki Allah’ın onayladı bir zümre var. Yok böyle bir şey. Sanki Allah’tan sertifika almış. Kim almış? O zaman, içinizden bir zümreyi, ruhban sınıfına dönüştürüyorsunuz. Farkında mısınız? Yapmayın. Bakın eğer kendi aleyhimeyse, benim de aleyhime olan şeyler söylüyorum.

Ve kibir nedir? Kibir; gerçeğe boyun eğmeyip burnu havaya dikmektir.               

Tevazu nedir? Tevazu; gerçek anlatınca ön yargıyı bırakıp, boyunu eğmektir. Alın buyurun size kibrin ve tevazünün tarifi. Anlatabiliyor muyum? “Bendeniz Kıtmir’inizim, köpeğinizim” diyor. Bu tevazu mu? Bu kibirdir asıl. Sen köpek misin? Niye Kıtmir? Köpek misin sen? Allah’ın yarattığı insanı beğenmediğin de köpek mi oldun? Ne gördün köpeklikte? Niye, insanlık sorumluluğunu meydana getiremiyor musun? Allah, seni köpek diye yaratmamış ki insan diye yaratmış. Niye insan olmuyorsun ki? İnsan ol. Adam ol. Adam olmak erkek olmak değildir. Hanımlardan çok adam gördüm de onun için söylüyorum. Evet, bu anlamda tevazu ve kibrin tanımını yeniden yapmak lazım. Bir zikir farkındalık olarak “Salat”. Evet bu da başka bir mesele.

Bir Zikir / Farkındalık Olarak “Salat”

Salat; zikirdir, Kur’an’a göre. “Ve egimis salâte liżikrî: Salat’ı ikame et.” Niçin? “Zikrim için, zikrim için salatı ikame et.” (Taha 14) “İnnes salata tenha anil fehşae vel munkeri velezikrullahi ekber”. Hiç şüphe yok ki; namaz / salat, yani namaz, Horasan’dan geldiği şekliyle, yani Horasan çamuruna bulaşmış şekliyle anmak istemiyorum. Kur’an’ın andığı anlamıyla almak istiyorum. Gerçek ismine dönmek istiyorum “Salat” Namaz, namaste efendim, ayrı bir şey aslında. Anlatabiliyor muyum? Yani bu din önce Horasan’a gelmiş, Horasan’da işleme tabi tutulmuş. Genetiği bozulmuş. Oradan da buraya gelmiş. Dolayısıyla… iyide bana İrancı diyenler, Horasan’dan gelmiş dini yaşıyorsunuz. Bir yüzleşsenize. Bir yüzleşsenize. Evet, “Anil fahşai velmunker” “Salat gerçekte insanı kötülükten ve her türlü taşkınlıktan yani hadsizlikten alı kor”. “Velezikrullahi ekber” İşte şu. Ama daha büyük bir amacı var. Maksimi, nedir o da? Zikrullah. Yani en büyük amacı da Zikrullahtır. Allah’ı hatırlatmak. Aslında Allah’ı hatırlatmaktan, her yerde maksat, tektir dostlar. İnsanın, muhasebeye çekmesi kendisini. Evet, Yine bizim için. Allah’ı hiç hatırlamazsak nesi eksilir? Hep akşama kadar hatırlasak nesi artar? Cevap belli. O zaman Allah’ı hatırlamaktan tek bir maksat var, o da bize dönük ahlaki bir sonuç. Ahlaki sonuçta budur. Her an hesabı verilebilir bir hayat yaşamak. Hesabı verilebilir bir hayat yaşamak. (Ankebut:45’di) Evet. Neyin farkındalığı? Namaz, neyin farkındalığıdır dostlar? Allah’tan başkasına kul olmayacağım. Evet bu çok önemli. Allah’tan başkasına kul olmayacağım. Namazda dört tane hareket vardır. Kıyam, Rükû, Secde, oturuş. Sadece dört. Beşincisi yok. Bu dört hareket nedir biliyor musunuz? Şudur; insanlık tarihinde kulları kendine kul edenler ve kula kul olanların, kul olduklarının kapısında, onlara tanrılık yakıştırmak için, yaptıkları dört harekettir. Eski Mısır’da secde ünlüydü. Krallara secde edilirdi. Eski İran’da, Şehinşahlar’a rükû edilirdi. Eski Yunan’da böyle durulurdu. Anlatabiliyor muyum? Ve eski Anadolu ve Orta Asya uygarlıklarından bazılarında ve Hint uygarlıklarının bazılarında oturulurdu, önünde diz çökülürdü. İran’da da bir ara Budizm yaygınlaşınca, önünde diz çökme, tazim anlamına kullanıldı.

Namaz Neyin Farkındalığı?

Dört tane. Namazın içindeki bu toplanmış olması ne demek biliyor musunuz? Kula kul olmayacağım. “La ilahe illallah”ın bedenle yapılmışı bedenle yapılmışı. Kula kul olmayacağım. Kula kul olmaya hayır. Bu demekti. Salatın kötülüklerden uzaklaştırma işlevinin hatırlatılmasıdır. Evet, öz eleştiridir salat.  Yetim-aç-muhtaca “destek” yoksa, yazık olmuş bir ritüel ve ayindir o. Öyle değil mi Maun suresi. Maun suresi. Yetim, aç, biilaç, muhtacı gözetmiyorsan, yani eğer; bilmem kaç yıllık dostun, yokluğa düşmüş, sıkıntıya düşmüş, ev kirasını dahi veremiyor, sen de onun bu halini bildiğin halde, o günlerde onunla böyle karşılaşmaktan kaçınan bir adama dönüşüyorsan, arkadaş sen namaz falan kılmıyor, lanet olsun senin namazına! Ben demiyorum, aç Kur’an’ı, Maun suresinin 4.ayetini oku. Komşun, borcundan dolayı siyanür içip ölüyor, senin de bundan haberin olabileceğin halde olmuyorsan, ilgilenmiyorsan, bu ölümde sen de bir paydaşsın. Öbür tarafta komşun, ekmek alamıyor yani üç beş ekmeğin fiyatı nedir veya bir aylık ekmeğini alsan senin konforundan ne eksilir? Yani kuruyemişten ne eksilir, eksilse ne olur? Bununla ilgilenmiyorsan, arkadaş niye namaz kılıyorsun? Niye kılıyorsun ki? Bunu Kur’an söylüyor, Maun suresi bir namaz eleştirisidir. Namaz eleştirisi diyorum. Kur’an’da namaz hakkında geçen ayetlerin tamamı namaz eleştirisidir. “Ekimu” ekame fiili geliyorsa eğer anlatabiliyor muyum? “ifa” fiili değil de “ekame” fiili geliyorsa eğer düzeltin, düzgün edin, doğrultun namazı, yamuk kılıyorsunuz demektir. Daha ne desin?

Zikir: “Siz beni zikrederseniz, ben de sizi zikrederim” ayetinde tanımlanmıştır. Evet. Püf noktası burası. “Feżkurûnî eżkurkum” Bakara suresi 152.ayet. “Siz beni zikrederseniz, ben de sizi.”. “Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim.”. Eyvallah. Yani cevap şart. Şart cevap. Böyle bir cümle Arap dilinde. Şinasi 5000 kez Allah derse, Allah da 5000 kez Şinasi der mi? Basit bir soru sordum. Bir daha soruyorum. Şinasi 5000 kez Allah derse, Allah da 5000 kez Şinasi der mi? Yani bu şu mu? Siz beni zikredinden maksat, ben Allah Allah Allah Allah diye boncuk çevireceğim Allah da Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa diye boncuk çevirecek. Allah’ın boncuğu; Allah kadar olacak, Mustafa’nın boncuğu; Mustafa kadar olacak. Bu mu? Haşa! Bu mu? Anlayış o. Şu andaki zikirden murat bu. Şu anda zikir denilince anlaşılan inanın sadece bu. Peki sorarım size; zikir var mı? Aslında bu sadece bir kayıp diyemiyorum. Bu aynı zamanda şirke dönüşüyor farkında mısınız? Dolayısıyla bir daha söylüyorum. Siz, Allah’ı ajandanızın başına yazarsanız, Allah da sizi ajandasının başına yazar demektir. Zikir budur. Yani siz, Allah’ı kaygı edinirseniz, Allah’ın kaygısının arasında da siz olursunuz.

 

III-) ZİKRİ ÇALIP YERİNE SAHTESİNİ KOYMAK

Evet. Problem bu.

Müslüman Toplumdan Hafızanın Çalınışı: Hatırlatan Kur’an gitti, yerine seslendirilen Mushaf kondu. Zikrullah “Allah bilinci” idi, yerini “hu çekme” aldı. Namaz “muhasebe” idi, “kıl namazı ye her haltı” anlayışına kurban oldu. “Zikir ehli” bilginler idi, aklı kiraya verenler sürüler oldu. Allah Resulü hiç hu çekmemiştir. Ama elçilik hayatı hiç zikirsiz geçmemiştir. Allah Resulünün elçilik hayatında, zikirsiz bir anı olmamıştır. Ne dersiniz? Eyvallah. Kur’an’i zikrin yerini, Hint ayininin alması.

Kısa bir tarihçe: Kur’an’ın indiği dünya, mistik radyasyona maruz kalmış bir dünya idi. Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Hinduizm, Zerdüştlük ve diğer tüm dinler Eski Mısır dini efendim Hermetizm, efendim Stoacılık ve diğerleri hangisini sayarsanız sayın hepsinde bir mistik eğilim vardı. Sorgulama, eleştirme, akletme, açıklık, netlik, doğrudan kulluk yok ya da yok kadar. Yok gibi bir şeydi. Yerine; körü körüne itaat, aklı kiraya verme, gizem, kapalılık, batınilik, şirk vardı. Hristiyan azizler, don değiştirerek birer Müslüman veliye dönüşüyorlardı. Evet örnekleri var çok. Balkanlarda ve Trakya’da bildiğimiz tüm Gül Baba türbeleri, Hristiyanların azizlerinden kalmış türbelerdir. Gül Baba deyip çeviriyorlardı işi. Anlatabiliyor muyum? Hristiyan baba, Gül Baba oluyordu efendim. Evet. Dahası, bunun ilginç örnekleri var. Ebu Haşim Es-Sufi, Şamlı ilk sufi nisbesini alan kimsedir, ismini alan kimsedir bu. Bu kimse, ömrünün büyük bir bölümünü, bir manastırda geçirdi. Ondan sonra bir sufiye dönüştü. Dahası Rabiatu’l Adeviye, efendim. Bu kendisi veya annesi net değil. Bunların hiçbirinin hayatı net değil. Hayatları hakkında mebzul miktarda yalan söylenir. Hayatlarını kazdıkça, yalan çoğalır. Niye? Net yazmazlar, yazamazlar çünkü. Onun için işleri uydurmaktır. Rabiatu’l Adeviye’nin kendisi bir manastırdan, bir savaşta ele geçirilmiş, bir savaş eseridir veya annesi ile beraber kendisi, bir manastırda ele geçirilmiş bir esir idi. Şimdi bunu aldınız, alladınız pulladınız ve Müslümanların tepesine bir model gibi oturttunuz, bir model olarak oturttunuz. Neyle model olarak oturttunuz? Yani, çocuk yetiştirmede mi modeldi? İnsanlığa, insanlık öğretmede mi modeldi? Neyde modeldi? Bir ve ihsanda mı modeldi? Allah Resulünün eşi Hatice, modeldi hem de modellerin modeliydi. Neyin modeli olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Allah Resulünün kızı Fatıma, modeldi hem de çok iyi bir modeldi. Babasının anası Ummu Ebiha. Dolayısıyla, Allah Resulünün eşleri modeldi. Peki, bu neyin modeli? Nasıl bir model ortaya koydunuz ki o modeli çoğaltsak insanlığın nesi çoğalır? Hangi erdemi çoğalır? Nesi çoğalır mesela? Vesair… İlerleyen dönemde Hint guruları aynısı oldu. Ebu Ali Es-Sindi. Kim bu biliyor musunuz? Sind Hint’tir. Aslında bugünkü Pakistan’a Sind denir. Efendim, hindin batı tarafı. Peki Ebu Ali Es-Sindi kim? Bayezid’in şeyhidir. Bayezid ondan Hinduizm’i öğrendi. Bayezid-i Bistami var ya Ebu Yezid El-Bistami işte o. Ondan ve gitti, Hindistan’da eğitim aldı Hallac gibi. Hindistan’da eğitim aldı Halid Bağdadi gibi. Halid Bağdadi de Hindistan’da üç ayrı inanç siteminin, üç ayrı merkezinde, üç ayrı gurudan eğitim aldı. Ve getirdi, oradaki yogayı-meditasyonu; ‘rabıta’ diye pazarladı. Evet. Tespih “boncuk”, zikir de “mantra” ise kimse Hindularla yarışamaz. Nasıl buldunuz? Evet. Bakın her tarafı boncuk, her tarafı. Yarışamazsınız. Dolayısıyla bu değil tabi. Tespih bu değil, tespih diye geçtiği yer gelince inşallah ayrıntılı olarak ele alacağım, tıpkı zikir gibi.

 

BUDİST AYİNİNİN MÜSLÜMAN KÜLTÜRÜNÜ İSTİLASI

MEDİTASYON: Buna uzun yer kalmadı çünkü zaman toparlanıyor. Bir tür içsel spor, öz telkin veya kontrol.

  • Farkındalık Meditasyonları: Tefekkür, düşünce, derin düşünce, tedebbür. Bunlar farkındalık meditasyonları. Yoga, rabıta vesair. Terapi; namaz, efendim. Bunların arasındaki ilişkiyi incelemek isterdim ama inşallah ileride yeri gelince. Farkındalıkla ilişkiyi ve farklıkları. Tabi ilişki noktaları var, farklılık noktaları var. Biri diğerinin yerine geçer mi, geçmezse nasıl geçmez? Veya işte efendim insanın meditasyondan alacağı şeyi, namazdan da alması mümkün mü? Vesair. Bu sorular soruluyor. Yani siz sormasanız da soranlar çok. Dolayısıyla bunlara girmek lazım ama bugün giremeyeceğim.
  • Farkındalıkla İlgisiz Meditasyon:
  • Transandantal meditasyon. Yani birçok şey var da neyse geçiyorum.
  • Dinamik meditasyon: Çılgınca delirmiş gibi ritmik hareket yaparak, zincirlerden boşalmak. Rajneeshpuram tarikatı var örneğin. Bu konuda çok ciddi bir belgesel yapıldı. Amerika’daki; Rajneeshpuramların akıbeti. Yine Osho’nun akıbeti, Osho’nun Amerika’daki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin nasıl bir hayal kırıklığına sonlandığına dair. Ben izleyin derim, mutlaka izleyin. Evet, “Vahşi Kırlar” diye şey yaptı evet. “Wild Wild Country” İngilizcesi de.

SATİPATTHANA MEDİTASYONU

Bu, Buda’nın kendi meditasyonudur. Tasavvufa Buda’nın, Buda’nın incir ağacı altında araştırmaları ve bulduğu özgün tekniktir bu. Satipatthana; dikkati içte tutmak, Hindu meditasyonu Rudraska yerine geçmiş. Zaten Buda, Hinduizm’e bir alternatif ve eleştiri olarak geldi. Hindu Brahmanlarının, kast sistemini ciddi manada eleştirdi, kendisi adaleti arayan, adaletin peşinde koşan ve Brahmanların halka yaptığı zulümlere itiraz eden bir adamdı, Buda. Evet. Sekiz aşamalı içsel yolculuk; “farkındalık meditasyonu.” Tasavvuf; “seyr-i sülük” adıyla kendisine taşımıştır, Buda’nın bu yöntemini. Buda, bu yöntemle amacı her an kendilik bilinci içinde olmak, yani zihni eğitmekti. Aslında zihnin eline bir şey uzatıp, elindeki tehlikeli şeyi almasını sağlamaktı. Bu çok ilginç. Çocuğu eğitir gibi eğitmektir. Yani Buda’nın bulduğu teknikler içerisinde gerçekten çok orijinal ve çok üzerinde durulması gereken şeyler olduğunu düşünüyorum ama o da kendisinden sonra yoldan çıkarılmış bambaşka bir yola döndürülmüş. İnsan eğitiminin bir parçası olan şeyler dinleştirilmiş, akideleştirilmiş. Bu ikisi ayrı şey aslında. Yani Buda bir çocuğu eğitir gibi bir insanı eğitmiş. Nasıl? 3-5 yaşında bir çocuğun elindeki, çok sevdiği bir zararlı şeyi almak istiyorsanız, en güzel yolu nedir biliyor musunuz? Evet. Eline başka bir şey vereceksiniz. Eline başka bir şey, daha cazip bir şey ama tehlikesiz, zararsız hatta yararlı bir şey uzattığınızda, onu bırakacaktır. İnsanı, çocuk gibi görüp, insanı bunun üzerinden ki Buda’nın geldiği dünyada, insanlar herhalde daha da çocuktu. Bugün büyüdüler mi fihi nazar; yani tartışılır. Bu meditasyon, Budist keşişlerine hastı. Fakat bir keşiş, bunu İngiliz işgaline karşı bir pasif direniş aracı olarak kullandı. Bu sayede meditasyon Batı’ya ve tüm dünyaya yayıldı. John Kabat isimli bir doktor sayesinde, Amerika hastanelerine de girdi. Ve üniversitelerde stres, kaygı ve depresyona iyi gelen, geldiğine dair araştırma furyası başladı. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan 8000 bilimsel çalışmanın sadece 47’sinin sonuçları güvenilir çıktı. Bu da çok ilginç. 8000 çalışma yapılıyor üniversitelerde, sadece 47’si güvenilir. Yeme, uyku, kilo alma ve madde kullanımı alışkanlıklarını değiştirdiğine dair, ikna edici bir veri bulunamadı. Fakat acı eşiğini yükselttiğine dair bulgulara rastlandı. Yani adil ve mutedil olmak anlamında, bunları da nakletmek istedim yeri gelmişken.

 

TOPLUMSAL AMNEZİ

Amnezi ne demek? Hafıza kaybı demek. Evet, tıpta hafıza kaybının ismi. Toplumsal bir amnezi yaşıyoruz, farkında mısınız? Efendim. “Firavun, kavmini aptallaştırdı: “İsteḣaffe kavmehu fe-etâ’ûh”- “Firavun kavmini aptallaştırdı ve ona itaat ettiler”; Zuhruf suresi 54.ayet. Çok çabuk unutuyoruz. Çok çabuk unuttuğumuz için de sık sık aynı şeyler başımıza geliyor. Dün haksızlık yapanlar, bir biçimde gücü eline geçiriyorlar, dün kınadıklarının aynısına dönüşüyorlar. Düşmanınıza dönüşüyorsunuz. Birinin düşmanına dönüşmesinin bir numaralı sebebi; hafızasızlıktır, Amnezidir. Ne diyordu merhum Aliya? Sırp çetnikler, keskin nişancılar kadın, çoluk çocuk, masum, ihtiyar, asker, sivil demeden atış yapıyor ve öldürüyorlar. Biz de aynı şekilde karşılık verelim deyince komutanı, komutanına söylediği şey şu: “Sırplar, bizim öğretmenimiz değildir.” Söyler misiniz? Haksız bulduğunuzun yöntemlerini aynen aynen alıyorsanız, bana iftira etti diye, ben birine iftira edebilir miyim? Cübbeli bana elli kez iftira etti, ben bir kez iftira edebilir miyim? Hakkım var mı buna? Yok, edemem. Edersem, ona dönüşürüm. Belamı bulmuşum demektir. Yani peki, ona dönüşüyorsan eğer, kınadığına dönüşüyorsan niye kınıyorsun? Kınadığına dönüşüyorsan aslında kınamaya hakkın yok veya kınadığına dönüşüyorsan, sen kendini kınıyorsun farkında değilsin. Öyle değil mi? Onun için, hayır biz yapamayız. Biz, iftira edemeyiz. Biz, yalan uyduramayız. Biz hakaret, tahkir edemeyiz ama gerçeğini söyleriz. Yani nur topu gibi bir müşrik deriz mesela. Şirk koşuyorsa, açıkça şirki savunuyorsa, şirki yayıyorsa… anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla yani, kediye kedi deriz. Biz, kediye kedi deriz. Hep öyle deriz hep de öyle diyeceğiz. Evet. “Firavun kavmini aptallaştırdı.” Aptallaştırılmış bir kavim tekrar tekrar yaşamaya mahkumdur yaşadıklarını.

 

 ZİKİR BAHSİNDE SONUÇ

Kur’an zikirdir: Kur’an hatırlamaktır. Allah’ı zikretmek; hayatı hesabı verilebilir yaşamaktır. Zikir ehli periyodik ayin müdavimleri değil, doğru bilgiyi arayanlardır. Müslümanların zikri çalınmış, yerine sahtesi konulmuştur. Zikir katilleri, kendilerini “ehl-i zikir” olarak pazarlıyorlar. Ben hep seninleydim, diyor değil mi? Adam soruyor; “Ya Rabbi Ya Rabbi, ben seni arıyorum. Sen kiminlesin? Vicdanı kendisine cevap veriyor; “Ben seninle hep seninleydim, sen kiminleydin?” Allah, bir yerde olmadığı için, Allah’a bir yer gidilmez. Otobüs bileti yoktur. Sizi Allah’a ulaştıracağım diye, sizi soyanlar, aklınızı soyanlar, iradenizi soyanlar, sizin insanlığınızı elinizden alanlar, Allah’ı otobüsle, uçakla, trenle gidilecek bir yerde zannetmişler. Allah, şahdamarınızdan daha yakındır. Şahdamarımızdan daha yakın. Evet.

 

IV-) “ALLAH DİLEMESEYDİ SİZ DİLEYEMEZDİNİZ” NE DEMEK?

Son bölüm kısa ama çok önemli. Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz ne demek? Asıl bu mesele, şunun için önemli. Bağlamından koparılmış bir Kur’an ayeti, diğer Kur’an ayetlerinin hepsine hakarete dönüşür. Dolayısıyla Muaviye’nin yaptığını yapmış olduğunu yapmış olursunuz, mızrağın ucuna ayeti takıp, haksızken haklı çıkmak için, Kur’an’ı satan durumuna düşersiniz. Şeytanın dini, kadercilerin istismar ve tahrif ettiği ayet; Tekvir 29. Neydi? Bakınız, şuradan başlayacaksınız. “Vemâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbu-l’âlemîn: Alemlerin rabbi olan Allah dilemeseydi, siz dileyemezdiniz.” Ayet bu. Şimdi kader risalesi çıktıktan sonra, affedersiniz sırık kadar adamlar, affedersinizi aslında başka şey söyleyecektim de daha sonra sırığa çevirdim. Efendim, onun için affedersinizi kaldırabilirsiniz artık. Sırık kadar adamlar, çıkıp bu ayeti soruyorlar. Sormuyorlar aslında polemik yapıyorlar. Polemik de yapmıyorlar ayeti harcıyorlar. Anlatabiliyor muyum? Ayeti, sopa gibi kullanıyorlar. Ayetle Kur’an dövüyorlar. Ayetle Kur’an dövülür mü? Bakın, çok ilginç bir şeydir. Kur’an’ın her tarafında vardır bu. Eğer, bir ayetin ne dediğini anlamak istiyorsan; Kur’an’ı bir bütününü bir ayet gibi göreceksin. Ama hemen önüne de bakacaksın. Bektaşi ne demiş? “Niye namaz kılmıyorsun?” demişler de “lâ takrabû-ssalâte” diyor.” Allah’ın emrini tutuyorum” demiş. “Namaza yaklaşmayın” devamını oku diyormuş “veentum sukârâ; sarhoşken yaklaşmayın”,” Ben hafız mıyım?” diyormuş. Dolayısıyla şimdi tam o hesap oluyor. Bektaşilere selam olsun, onlar hayatımızın tuzu, biberi, neşesi. “Limen şâe minkum en yestekîm” yani “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” diyen bir ayetin üstünde, ne yazıyor bakın. “Limen şâe minkum en yestekîm: Sizin içinizden doğru dürüst olmayı dileyenler için, İn huve illâ żikrun lil’âlemîn: Kur’an, bir zikirdir, hatırlatmadır, alemler için.” Kime? “İçinizden müstakim olan, olmayı dileyen kimseler için.” Aaa hani Allah dilemese, biz dileyemezdik?” Allah dilemese, siz dileyemezsiniz” diyen ayetten sonra gelmiş. Aslında neymiş mesele? Şurada da diyor ki; “Siz dileyin.” Neyi dileyin? “İstikameti dileyin”. İstikameti, doğru dürüst adam olmayı dileyin. Bakınız burada;“Limen şâe” yazıyor. Burada “dileyin” diyor. Burada da “Allah dilemese, siz dileyemezdiniz”. Peki, çelişki değilse ki; çelişki, tüm ahlakı yok eder. Çelişki ve tutarsızlık varsa, ahlak yoktur. Bu iki noktadır nokta. Çelişkinin olduğu yerde, ahlak yoktur. Ahlaksızlıkların tamamı tutarsızlıktır. Peki, çelişki Kur’an’da yoktur. Muhteşemdir bu. Sizin dilemenizi, Allah dilemiştir. Allah sizin, dilemenizi dilemiştir. Anlatabiliyor muyum? Allah’ın, eğer Allah sizin dilemenizi dilemeseydi zaten dileyemezdiniz. Madem dilemenizi diledi, dilediğinin örneği nedir akıl ve irade verdi, o zaman; “Limen şâe minkum en yestekîm: İstikameti dileyen kimselere Kur’an bir zikirdir, hatırlatmadır.” Bitti. Bitmedi. Bir örnek daha var. Evet, aynı tahrifin yapıldığı bir başka pasaj. İnsan 29-30. Yine burada da var bakınız. “Vemâ teşâûne illâ en yeşâallâh innallâhe kâne alîmen hakîmâ.” Evet. “Vemâ teşâûne illâ en yeşâallâh; Allah dilemedikçe siz dileyemezdiniz.” üstte ne var bakınız. “İnne hâżihi teżkira: İşte bu Kur’an, bir uyarıdır, hatırlatmadır.” Kim için ama? “Femen şâe-tteḣaże ilâ rabbihi sebîlâ: Yolun sonu Allah’a çıkar diye inananlar için; femen şâe-tteḣaże ilâ rabbihi sebîlâ ” Evet. “femen şâe-tteḣaże ilâ rabbihi sebîlâ: Dileyen kimse, Rabbine ulaşan, bir yol tutsun.” “Dileyen kimse, Rabbine ulaşan, bir yol tutsun. Ama bir sonraki ayet; Allah dilemese siz dileyemezdiniz” yazıyor. Burada da dileyen kimse Rabbine ulaşan bir yol tutsun yazıyor.  Ya Rabbi, nedir şimdi ne diyorsun? Yani sen mi diliyorsun, biz mi diliyoruz? “Ben, sizin dilemenizi diledim kulum. Onun için irade verdim”. Mesele bu. Çok mu zor anlaması? Yoksa anlatabiliyor muyum? Ya bir de şöyle sorayım. Anlıyor musunuz? E tamam inşallah anlayanlar, anlamayanlara anlatsın.

 

EKLER

Tavsiye görsel: “Benim Dünyam”. İçinde bir hafıza hikayesi olduğu için bu filmi tercih ettim. Daha önce izlemiştim, bir daha izledim. Gerçekten de mendillerinizi alın, filmin karşısına oturun. Uğur Yücel’in harika bir yapımı. “Benim Dünyam”

Bu ders kitap tavsiyesinde tavsiye kitap da: “Kader Risalesi”ni tavsiye ediyorum. Okumayan arkadaşlarımız, mutlaka okusunlar, okuyan kardeşlerim de bir daha okusunlar eğer müsaitlerse. Hasan Basri’nin, şu anda elimize kadar ulaşmış İslam tarihinin, İslam tedvin tarihinin, yani yazın tarihinin ilk ürünlerinden biri; 1350 yıllık bir eserle karşı karşıyasınız. Dünyada tek nüshası kalmıştı, o da yaklaşık 700 küsür sene önce bir tanesi istinsak etmiş, kopyalamış, şiir risalelerinin arasına saklamış. Arasına saklamış. Niye saklamış? Dünyada bir tane kalmış. Biliyoruz ki biz, tarih boyunca atıflar yapılmış bu kitaba, birçok kitap atıf yapmış, alıntılar yapmış hatta içinden bazıları. Dolayısıyla Kabi alıntı yapmış mesela. Efendim Kadî Abdulcebbar, alıntı yapmış mesela. Mesela Malatya, alıntı yapmış. Başkaları da alıntı yapmış vesair. Ama kitabın kendisi ortada yok. Bir nüshasını 1933 yılında, Alman bir oryantalist; Hellmut Ritter geldi, Türkiye’de Süleymaniye kütüphanesinde, tozlu raflarda aradı aradı buldu. Bizimkiler ne işe yarar? Biz de onca ilim adamı, ne işe yarar? Orada bir hazine duruyor. Hasan el Basri’nin yazdığı, zamanının hükümdarına yazdığı bir mektup bu. Kader hakkında Kur’an üzerinden, harika bir ders aslında. Kaderci anlayışa sorumluluğu, insan sorumluluğunu reddeden ve ayaklar altına alan şeytanın dini kaderci anlayışa, tokat gibi bir Kur’an’i cevap aslında. Peki ne oldu? Yine bir şey olmadı. İslam dergisinde Almanya’da yayınladı bunu; Hellmut Ritter. Ama yine bir şey olmadı. Yıllar yıllar sonra 1950’li yıllarda işte Ankara ilahiyat açıldıktan sonra iki hoca Hüseyin Atay ve bir de yanında bir başka hoca efendim. Bunu sadece ve sadece üstün körü bir tercüme edip yayınlamışlar. Tercüme de çok başarılı bir tercüme değil. En sonunda bendeniz, bu belgeyi bulunduğu yerden indirdim, aldım, tercüme ettim, şerh ettim, neşrettim. Orijinalinde neşrettim. Efendim ve bir de şerh yazdım, kocaman bir şerh. Ve Türkiye’de, fırtına koptu. Türkiye’de aslında yalanı din edinenler, iftirayı din edinenler, şeytanın dinini din edinenlerin huzuru kaçtı. İnsanlara öğrettikleri sahte dinin, foyası ortaya çıktı. Ondan sonra bana kaderi inkâr ediyor. Hayır! Aslında sizin sorumsuzluğunuzu inkâr ettim ben. Allah’tan korkmazlar. Sizin sorumsuzluğunuzu, siz ki yolda karşıdan karşıya geçerken, sağa sola bakıp da geçersiniz. Yani, kader demezsiniz. Siz ki; en ufak bir alacağınızı alamadığınızda mahkemeye koşarsınız, “Ya kaderimde bu parayı yemek yokmuş. Onun için mahkemeye falan da gerek yok. Kadere karşı gelmeyeyim.” diyeniniz çıkmadı şimdiye kadar. Siz ahlaksızsınız. Siz değil tabi.

 “Anadolu İrfanı” Evet, Batman’da yıllardır adak adadıkları, Abuzer Gaffari Türbesi, boş çıkmış. Dolu türbe olmaz. Tüm türbeler boştur. Zira beden, geldiği yere gider. “Külli şeyin yerciu ilâ aslih; her şey aslına rücü eder.” Bu beden, topraktan geldi, toprağa gider. Onun içinde dolu türbe olmaz ama bu bomboş çıkmış. Dolayısıyla diğer türbeleri de kazsınlar derim. Belki başka şeyler bulurlar. Evet.

İyi haber: Nüfusunun neredeyse tamamına yakını Alevi olan Hacı Bektaş ilçesinde, hiç suç işlenmediği için Adalet Bakanlığı aldığı bir kararla, hapishaneyi kapatmış. İyi haber, güzel haber onun için hoşuma gitti, ben de buraya getirdim.

Benim kahramanlarım: Biliyorsunuz Avustralya’da, bir felaket sürüyor şu anda. Gerçekten de 2-2.5 aydan beri süren yangınlar, birçok cana mal oldu. Yani 1 milyar 250 milyon hayvandı. Son veriler buydu. 1 milyar 250 milyon hayvan. Buna böcek ve böceksi canlılar dahil değil. Dolayısıyla, böyle bir kıta Avustralya. Dolayısıyla orada, işte bir koalaya yardım ederken, su verirken, biri insanlarda kendi ellerinden gelen miktarıyla hizmet etmeye, yardım etmeye çalışıyorlar. Allah yardımcıları olsun. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Zira, yeryüzündeki tüm tabiat 7 milyar insana emanettir aslında. Eğer yeryüzünün herhangi bir tarafında bir orman yanarsa, her birimizin içinden biraz bir şey yanması lazım. Onun için; yeryüzünde oksijenler, o ağaçların imal ettiği oksijenler; “sadece benim oksijenimi Brezilya solusun” diyen bir Amazon ormanı yok ki. Öyle değil mi? Hepimiz soluyoruz bu havayı. Onun için, hava paketlenmiyor. Dolayısıyla bu dünya, bize ait değil. Biz buraya aitiz. Bize emanet ve misafirhanede varız. Ev, evimiz bizim. İnsan evini yakar mı? Efenim bu kadardı.

 

Hepinize tekrar saygılar, selamlar, dualar iletiyorum. Akleden kalbinize; hikmet ve afiyet olsun. Yeni derste buluşmak üzere, Allah’a emanet olun, hoşça kalın. Hayırlı günler diliyorum.

 

Yorum Yaz