Siretü’l Kur’an-7.Ders-“Cahiliyye Siyaseti”

Siretü’l-Kur’an 7. Ders- Cahiliye Döneminde Siyasi Yapı– 06.01.2019

Değerli dostlar, merhaba. Hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Selamun aleykum, sabah bi hayr, sabahul hayr, rojbaş, haluluyi, good morning, guten morgen hutın morgun, bonjur, bonjorno, doproyito, cindobre, selamet pagi, ohayo gozamas, zaoyen, xaberi.

Dünyanın neresinde insanlar birbirlerini nasıl selamlıyorlarsa ben de herkesi, tüm insan kardeşlerimizi öyle selamlıyorum. Zira selam barıştır, selam huzurdur, selam güvencedir ve İslam barıştır. Allah’ın barış projesiydi İslam. Bütün bir kürede, bütün bir yeryüzünde bu proje hâkim olsun. İnsanlar barış içinde, huzur içinde yaşasın. İnsanlar sadece insanlarla değil insanlar toprakla, insanlar suyla, yerle, gökle, bitkiyle, hayvanla barış içinde yaşasınlar. Vardıkları yere huzur götürsünler, huzur paylaşsınlar ve huzur versinler diye… Fakat bugün İslam deyince barış değil savaş akla geliyor. Kendini Müslüman olarak adlandıran kitlelerin içinden âhirette cennet kazanmak için yeryüzünü cehenneme çeviren türler çıkıyor ve buna da İslam diyorlar. Onun için diyoruz ki insan olmadan Müslüman olunmaz. Onun için diyoruz ki dindarlığını Allah’a göster, bana insanlığın lazım. Onun için diyoruz ki bir din ki insanın aklını, iradesini, vicdanını, merhametini, şefkatini, liyakatini, ehliyetini, gayretini, kalitesini yani insanlığını arttırmıyorsa; holiganlığını, canavarlığını, sarhoşluğunu, banallığını düşmanlığını arttırır. Biz o dinden Allah’a sığınıyoruz.

İslam esasen bir barış projesi olduğu için biz insanlığın barış elçileri, barış büyük elçileri olmalıydık fakat heyhat görüyorsunuz, görüyoruz hep beraber akıl Kafdağında. Akıl üstünde ter ter tepinenler, akıllarını kiraya vermek için put arıyorlar, bulamazlarsa put yapıyorlar. Onun için Ebu Leheblik ölmedi, Ebu Leheb öldü. Ebu Cehillik ölmedi, Ebu Cehil öldü. Hala devam ediyor Ebu Leheblikler. Onun için baktığınızda müşrik Mekke toplumu kendini İbrahim’in dinine mensup sayıyordu ama İbrahim’in baltasıyla kırdığı putlara tapıyordu. Bugün de benzer bir süreci yaşıyoruz. Onun için öğrenmeye ihtiyaç var ciddi öğrenmeye ihtiyaç var.

İslam’ı kendi ellerimizle mahvettik. Fakat bir tesellimiz var mahvedemeyeceğimiz, elimizin uzanamayacağı, içine katamayacağımız, ilave edemeyeceğimiz, uydurduklarımızı ilave edemeyeceğimiz bir kaynak var şükür. O kaynak olduğu için teselli buluyoruz ve burada da o kaynağı öğreniyoruz, o kaynağı arz ediyoruz. Onun için Siretü’l-Kur’an dedik, Kur’an’ın hayat yolculuğu. Biz Kur’ancılığı reddettik. Dünyada öyle akımlar oldu. Türkiye’de ilk defa Kur’ancılar hakkında kitap yazan kişi karşınızda bulunan Allah’ın Mustafa kuludur. Üç Muhammed’in üç bölümünden bir tanesi Hint Kur’aniyyun akımına ayrılmıştı ve bu konuda ilk kitap yazan kişi bendeniz. Nasıl oldu da bendeniz Kur’ancı ilan edildim. Oysa Kur’an bir parmaktır. Müslüman Kur’ancı olamaz. Müslüman hiçbir şeyci olamaz. Çünkü bir şeyci olduğunuzda onu ideolojileştirirsiniz. İdeolojileştireceğiniz her şey araçsallaştırılmıştır. Kullanıma elverişli hale getirmiştir, satışa elverişli hale getirmiştir. Kur’an’a saygısı olan Kur’an satar mı? Bir şeyi satanın ona saygısı olur. Onun için Kur’anlı olmaya çalışıyoruz ama Kur’an’ı hakikati gösteren birer parmak olarak görüyoruz. Âyet adı üstünde işaret, gösterge parmak. Onun için Kur’an’ı hayatın üstüne koymuyoruz, hayatın içine koyuyoruz, hayat Kur’an’dan büyüktür diyoruz her zaman için. Hayat varken Kur’an yoktu diyoruz. Kur’an zamanın bir bölümünde gündeme geldi ve hayatı çirkinleştiren insanlara hayata eziyet etmeyin demek istedi dedi. Dolayısıyla Kur’an’ın hayat yürüyüşünden söz ediyoruz burada. Ve bugün giriş derslerimizden 7.’sindeyiz. 7. dersimizdeyiz.

Cahiliye Siyaseti

Ve dersimizin adı “Cahiliye Siyaseti” şirk ehlinin siyaseti. Evet. Cahiliye döneminde siyasi yapı deyince şu soruyu sormuş olmanızı varsayıyorum, değilse sorabilirsiniz. Kur’an’ın indiği dünyada, indiği yüzyılda nasıl bir siyasi harita vardı, yeryüzünde devletler nasıl serpiliyordu? Bugünle arasındaki fark neydi? İşte bu sorunun cevabı için şöyle yeryüzü haritasına bir bakmayı istedim. Buyurun gördüğünüz en uzakta Orta Amerika’da küçük küçük devletçikler gözüküyor. Bu şu anlama gelmiyor, mesela boydan boya Sibirya, boydan boya Alaska hatta Kuzey Amerika’nın neredeyse tamamı, Güney Amerika’nın tamamı, Afrika’nın hemen hemen yüzde 90’ı, yüzde 93’ü, Asya’nın da yüzde 70’i veya 60’ı devletsiz. Fakat oralarda insan olmadığını varsaymayın lütfen. Oralarda kültler var, gruplar var. Biz biliyoruz, Amerika’ya geçiş 14 bin yılla tarihleniyordu; şu anda son bulgular 24 bin yıla çıktı. Bendeniz bizzat gördüm, gittim. Grand Canyon’da Büyük Kanyon’da ta tabanında 10 bin yıllık kültler var. Onlardan kalıntılar var ama devlet ayrı, siyasal yapı ayrı; onun için Orta Amerika’da mayaların olduğu yerde Meksika ve civarındaki Mexiko City eyaletine yakın yerlerde orada birkaç tane küçük devletçik gözüküyor. Aslında şu Şili bölgesinde de küçük bir yapı var, Güney Amerika’nın batı kısmında.

Evet, gelelim Asya’ya. Asya’nın uzak yerlerinde görüyorsunuz. Soğuk yerlerinde kuzeyinde hiçbir şey yok, tabi ki yine kütler var efendim. Avustralya’da kimse yok değil tabi devlet yok insanlar var. Özellikle Pasifik adalarında gördüğünüz, o irili ufaklı adalarda, işte Galapagos falan oralarda. Oralarda da kültler var, insanlar var, 50 bin yıldan beri yaşıyorlar fakat devlet yok gördüğünüz gibi. Çin iki imparatorluğa ayrılmış Ming (?) İmparatorluğu, Qin İmparatorluğu. Üzerinde aslında Göktürkler var, Göktürklere ait bir devlet var. Ve aslında benim haritamı değiştirmişler. Şöyle bakınca efendim Göktürklerin alanı çok daha geniş 6. yüzyılda, Kur’an’ın indiği yüzyılın hemen öncesinde. Onun yanında yine Tibet devleti var. Altta bugünkü Pakistan’da yine bir imparatorluk var. Hemen onun üzerinde Sasani imparatorluğunu görüyoruz. Şu gördüğümüz kırmızıya yakın kavun içi rengi ise aslında Roma haritası çıkmış, bu harita yanlış efendim. Efendim

Çünkü 6. yüzyılda Kur’an’ın doğum yüzyılına yakın yüzyılda Bizans var. Ve Bizans’ın siyasal sınırları buraya kadar gelmiyor, Tibet(?) Yarımadasına gelmiyor efendim. Aşağıda da bu kadar değil yani şöyle kapatıyoruz daireyi, yavaş yavaş geliyoruz, burada Hazar Devleti var efendim, Bizans var ve Arabistan Yarımadası’nın içine girmiş iki tane siyasal yapı var aslında, birisi Sasaniler. İki süper güç o günkü dünyanın Sasaniler yani Pers’in devamı, İran’ın devamı Sasani Devleti milattan sonra 3. yüzyılda kuruldu. Sasan tarafından ve oğulları tarafından ve Kur’an’ın doğduğu yüzyıla geldiğinde haritası üç aşağı beş yukarı imparatorluğun bu idi. Sasaniler’in elbette ki Arabistan yarımadasından nüfuzları var idi ki şurada Yemen görüyorsunuz Yemen’de bir devlet var linear(?) devleti aslında Yemen’deki devlet bir Bizans nüfuzuna giriyordu, bir Sasani nüfuzuna giriyordu. Bizans nüfuzuna aslında doğrudan girmiyordu.

Şu bakınız koyu mavi lacivert bölümü görüyor musunuz? Bu Necaşi Devleti Aksun Devleti. Bu Aksun devletinin tabi biliyorsunuz efendim, çok ciddi baskısı var Arabistan yarımadası üzerinde ve yemen üzerinde de ara sıra etkinliği var etkisi var. Aksun Devleti Necaşiler yönetiyor bu devleti ki Allah Resulünün vahyiyle ilk gönderildiği dönemde, Kur’an vahyinin geldiği dönemde biliyorsunuz hicretin öncesinde, 8 yıl öncesinde, nübüvvetin 5. yılında Müslümanlar baskıya dayanamayarak Aksun Devletine hicret ettiler. İlk hicret Habeşistan hicreti dediğimiz ama adı Habeşistan değil adı Aksun Devleti ve aslında hicret ettikleri bu devletin devlet başkanı öyle uzak biri değil, burada darbe olmuş. Darbede kendisine darbe yapılan devlet başkanı çocuklarını Arabistan’ın iç ve sessiz bölgelerine göndermiş. Gönderdiği çocuk aslında Necaşi. Necaşi çocukluğunu Arabistan’da geçirmiş. Arapçayı orada öğrenmiş, çok büyük iyilik görmüş. Dammeoğulları(?) yurdunda kalmış ve devletin başına babası amcası tarafından öldürüldükten sonra darbe sonucu geçince kendisine iyilik yapmış insanlar kendisine sığınınca onlara buyurun ülkemde rahat yaşayın demiş.

Yani her şeyin bir sebebi var. Sebepler araştırılmazsa oturduğumuz yerden böyle uçuruyoruz, kaçırıyoruz, göçürüyoruz bir şeyler uyduruyoruz yani. Onun için bilgi iyidir, cehalet kötüdür efendim. Bilmek lazım, bildiğiniz zaman aslında haa diyorsunuz. Onun için tabi aslında uydurulmuş dinciler bilmeden de haa diyorlar.

Evet. Burada Bizans var. Bizans’ın Arabistan üzerindeki nüfuzu Sasaniler’den daha fazla aslında. Bakınız burada Bizans’ın nüfuzuna dahil olmuş bir Arap bölgesi de var. Ki ben başka bir haritada göstereceğim onu. Kur’an öncesinde Arap Yarımadası, kabile haritası. Burası Medine. Medine’de Ahzab Savaşı’nda partiler savaşı “hizib” parti demektir. “Azhab” partiler demektir. Mezhepte aynı kökten gelir. Mezhepler savaşı da denebilir mi bilmiyorum. Ahzab Savaşı’nda kimler gelmişti? Allah Resulüne ve ordusuna karşı Beni Esed yani Esedoğulları Aslanoğulları gelmişti, Cüheyneliler gelmişti ve efendim Huzalılar gelmişti, Süleym Kabilesi gelmişti. Dolayısıyla Medine’de Medine’yi kuşatan kabileler işte burada görüyorsunuz. Benu Temim burada. Temim Kabilesi, Tay Kabilesi. Hatırlayacaksınız, Hatemi Tai meşhur, cömert, efsanevi onun oğlu Adi b. Hatem, Allah Resulüne gelmişti. Hristiyan bir papazdı ama Araptı. Bu bir Arap kabilesi tabi. Onun bu kardeşi kız kardeşi de esir olmuştu. Allah Resulü bırakmıştı. Oradan hatırlıyoruz bu kabileyi.

Yine Hevazin Kabileleri var burada. Bakınız burası Mekke. Hevazin Kabilelerini nerden hatırlıyoruz. Hevazin Kabilelerini Huneyn Savaşı’ndan hatırlıyoruz. Allah Rasûlünün çocukluğunda süt anneye verildiği yer burası ki Taif bakınız işte o kabilelerle savaştık Huneyn’de. Etraftaki kabileler onlar. Yine bakınız burada aslında içeride yer vermişler Yemame’ye. Ama Yemame tam da burada değil buraya ait. Yemame bölgenin tahıl ambarı, yeşil bölgesi. Aslında şu bölge ve Yemame’de biliyorsunuz iki tane kral var. Ve Yemame’den çıkıyor, Beni Hanife yani müseylemetül kezzab yalancı peygamber, “Müslümancık” adını koymuşlardı Müslümanlar, müslümancık. Böyle bir kategori var. Aslında günümüzde Müslüman olmayanlara gavur da diyemeyeceklerinize müslümancık diyebilirsiniz. Demek ki böyle bir kategori koymuşlar, iyi bir kategori aslında Müslüman olamamış cık olmuş. Onun için öyle bir kategori var. İşte Müseylime’nin çıktığı bölge de burası.

Burası Yemen ve bu haritanın söylediği kabileler haritası böyle kısaca. Yine Kur’an öncesinde Arap Yarımadası’nda siyasi durum. Pers İmparatorluğu’nu görüyorsunuz, Bizans İmparatorluğu’nu görüyorsunuz. Batı Roma aslında Bizans biraz da Alman tarihçilerinin koyduğu bir isim efendim.

Burada Gassanileri görüyorsunuz. Gassanileri biz nereden hatırlıyoruz! Hadi hatırlayalım. Tebük seferinden hatırlıyoruz. Tebük seferinde Gassaniler Müslümanlara karşı hazırlık yapıyormuş duyumu geldiğinde Allah Rasûlü sefere çıkıyor, tabi karşılaşma olmuyor. Ama Gassaniler Bizans’ın nüfuz alanı içinde. Burada Araplar meskûn fakat bu Araplar Hristiyanlığa yakın Araplar bir kısmı olmuş aslında Gassani bölgesi, daha önceden efendim Nebatlılar. Nebatiler Devleti’nin ardılları olmuş oluyor. Burada da Lahmiler var. Lahmilerin başkenti burada almamış harita ama burada bir yerde. Hireh, Kûfe’ye 5 km yakın. Kûfe’de daha sonra bir ordugâh şehir olarak kuruldu Müslüman komutanlar tarafından. Ordugâh şehirle daha sonra şehre dönüştü. Ordu geliyor oraya çadırlarını kuruyor, karargâhı kuruyor, ondan sonra orada bir şehir yeşeriyor.

Bakınız Fustat böyledir yani Kahire. Kahire’nin Giza bölgesi çok eskidir piramitlerin olduğu. Ama Kahire’nin ilk kurulduğu yer Fustat bir İslam ordugâhıdır. Fustat böyledir. Asıl adı Füstattır. Daha sonra Halife Kahir üzerinden yani Fatimi Halifesi o ismi alıyor. Yine burada mesela şurada Basra var. Basra’da ordugâh şehirdir ve Müslüman ordular tarafından kuruluyorlar. Basra’dan önce Ubülle diye bir şehir var. Dolayısıyla Kûfe’de ordugâh şehirdir. Ve Lahmilerin başkenti Hîre yerine kuruluyor ama genellikle nüfuz alanı olarak Sasani nüfuzu altında. Şu bölgelerde Arap kabileleri var ve bu kabilelerin bazılarının dini ateşperestlik, mecusilik. Dolayısıyla etkilenmişler. Bu bölge buraya kadar bazı Arap kabilelerinin dini ki burada Esd mesela, aslında iki Esd var, biri burada bir burada. Umman Esdleri işte bunlar da belki bizdeki Ezidilik, Yezidilik ta o kabilelerden geliyor olabilir, çok emin değilim araştırmak lazım. Onun için burada iki nüfuz bölgesi var biri Sasaniler’in, biri Bizans’ın. Burada ise hiçbir gücün nüfuzu altında olmayan bir bölge var. İşte Mekke orada, Medine orada. Bu bölgede nüfuz yok, bu gölgede siyasi otorite yok, bu bölgede herhangi bir devlet de yok. Ne var ya? Şehir site devletleri var. Site devletleri, şehir devletleri. Medine bir şehir devleti, Mekke bir şehir devleti. Dolayısıyla bu devletler üzerinde bu şehir devletleri üzerinde bu şehir devletleri üzerinde herhangi bir devletin nüfuzu yok. Ama olmaya çalışmamış mı çalışmış. Buraları elde etmek isteyenler olmuş. Hatta ta Firavunlar döneminden itibaren olmuş. Yeri geldikçe bahsederiz. Siyasal otorite boşluğu var burada. Ciddi bir siyasi otorite boşluğu var. Ve buradaki Araplar Arap kabileleri ki bunlar aslında göçebe kabileler yerleşik hayata geçmiş olsa da kültürleri hala göçebe, zihniyetleri hala göçebe yani bedevi kabileler. Onun için siyasi otorite kabul etmiyorlar. Kusayb b. Kilab Peygamberimizin 4. kuşak babadan dedesidir. Kusayb Bizans paralı asker kaynağını Kusayb’ın desteğini alıyor.

Bizans’ın paralı asker kaynağı bu bölgeden. Özellikle Kuzey Arabistan Yarımadası’ndan, gösterdiğim Gassani bölgesinden çıkıyor. O bölgede de Hristiyan olmuş Arap kabileleri var. Yine boşluğu dolduran kabile milliyetçiliğini görüyoruz burada. Yani devlet boşluğu var, devlet yok fakat bu boşluğu kabile milliyetçiliği dolduruyor. Devlet veremedi kabile verelim. Kabile devletin yerine geçmiş. Peki o zaman kim yönetiyor diyeceksiniz Mekke’yi kim yönetiyor, Medine’yi kim yönetiyor? Kabile şeyhleri yönetiyor. Kabileler adına kabile şeyhleri yönetiyor ve bu bölgede güçlü kimse güçlü kabile hangisiyse onun borusu ötüyor, genelde gruplaşıyorlar. Hilf kuruyorlar mesela, Mekke’de iki grup var Halif ve Mutayyibin diye iki karşıt grup. Bu gruplardan bir tanesi eğer Sasaniler’e yanaşırsa rakip grup Bizans’a yanaşıyor yani siz onların şeyini alın efendim desteğini alın biz de Bizans’ın desteğini alalım veya tersi oluyor bir grup Bizans’ın desteği ile Mekke’de borusunu öttürmeye başlayınca ona rakip grup da gidiyor Sasaniler’in desteğini almaya çalışıyor ve bu çatışma böyle devam ediyor.

Daha önce söylemiştim, 1700 ismi konulmuş savaş var. 1700 savaş. 1300’ü kitaplara geçmiş bu savaşların. Bu savaşların yüzlercesi ise büyük savaş diyebileceğimiz savaş. Bunların hepsi de hemen hemen Araplar arasında, çok küçük bir kısmı Sasanilerle Araplar arasında. Bizans’la Araplar arasında bir savaş görmüyoruz, ilginçtir bu. Kabile şeyhlerinin tartışılmaz otoritesi var oligarşik yapı diyebileceğimiz. Bugünkü siyasi jargonla konuşursak oligarşik yapı diyebileceğimiz bir yapı var ki Kur’an bu yapıyı bize söylüyor. Ne diyor efendim, dokuz çete “tis’atu rahtın” dokuz çete. Onun için dokuz çete aslında bu dokuz çeteyi Neml suresinin 48. âyetinde Semud kavmini anlatırken söylüyor. Semud kavmini anlatıyor ama aslında Kur’an’da birçok yerde olduğu gibi kızım sana diyorum gelinim sen anla. Semud kavmini anlatırken Mekke’yi, Mekkelileri kendilerine anlatıyor.

Dokuz çete Mekke’de bu çetelerden biri Umeyyeoğulları işte bildiğiniz en çete başı. Efendim Umeyyeoğulları. Dolayısıyla onun arkasına dizilmiş diğer çeteler yani Ebu Cehil ne diyordu. Muhammed işte Haşimoğulları şimdi kendilerine bir peygamber bulmuşlar. Tamam da dürüstlüğüne sözümüz yok, doğruluğuna sözümüz yok, el-Emin ben dedim ona diyor. Ama şimdi biz nerden bulalım bir peygamber. Yani aslında rekabet. Mesela ta oraya varıp dayanıyor. Klasik o Arap rekabeti. Evet otorite araçları bunlar, bu rekabeti yaşatırken bu rekabet üzerinden savaşlar olurken bu rekabet üzerinden nüfuz paylaşımları olurken bu rekabet üzerinden bölgenin gelirlerini paylaşırken neyi araç olarak kullanıyorlar, şirk dilini araç olarak kullanıyorlar. Ciddi bir şirk dini şeyi var efendim piyasası var öyle diyelim sektörü var. Çünkü herkes şu veya bu biçimde puta değiyor. Şimdi put sektörü var; üretiliyor, imal ediliyor, getiriliyor, ithal ediliyor, malzeme getiriliyor, bölgede dağıtılıyor vesair vesair. Ama bunun yanında sadece bu değil, ellerinin değdiği her şeye şirk bulaştırıyorlar.

İbrahim’den kalan tevhidî unsurlara da şirk bulaştırıyorlar. Namaz kılıyorlar ama içine şirk bulaştırıyorlar. Onun için Kur’an hiçbir yerinde sıfırdan namaza başlayın, namaz kılın demiyor, namaz yıkıldı namazı ayağa kaldırın diyor. İkame salattan bahsediyor. “Ekımissalah” diyor. Namaz kılın demiyor. Namazı ikame edin diyor. Kaldırın, zira devrildi namaz yerde yatıyor diyor. Dolayısıyla putlar var, Kâbe var. İbrahim’den kalan bir hatıra olarak saygı duydukları Hz. İbrahim’e sonsuz sevgi gösterdikleri halde Kâbe bir Pantheon put merkezi. Bir putlar evi. Kâbe’nin içine herkesinkini doldurmuşlar daha önce de söylemiştim Kâbe’nin içinde yani Lat, Menat, Uzza’nın heykelleri var ama İbrahim var, İsa var, Meryem var, İsmail var, Hacer var ilginçtir. Yani ne yapmışlar işte şirk bu da. Tam da bu yani. Nedir efendim Allah baş tanrı. Eee? Ama putun izni olmadıkça dünyada bir kedi bir fare bile yakalayamaz, o da hemen onun altında bir tanrı işte. Anlatabiliyor muyum yani şirk böyle bir şey işte. Şirk şirkettir işte, içine kattınız mı Allah’ın, Allah’a ait niteliklerden bir tanesini Allah dışında bir otoriteye yakıştırdınız mı şirk bu oluyor. Onun için Kâbe’yi de şirk merkezi olarak kullanıyorlar. Aslında getir diyorlar sen de getir. Sen de getir ticaret biraz daha artsın, sen de putunla gel yani ne olursan ol putunu al da gel diyor.

Hac. Haccı yapıyorlar hac ibadetini müşrikler yapıyorlar ama telbiyeleri var “Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke la şerîke leke lebbeyk.” La şerike İlla şerikun huvelek temlikun ve huve melek. Müşriklerin telbiyesi buydu. Buyur Allah’ım buyur, Senin ortağın yoktur. Bir tane ortağın vardır, o da kendi putu onu söylüyor. Evet illa şerikun. Bir tane ortağın vardır huvelek, o da Sana aittir zaten, yani senin gibi değil. Senin gibi Allah değil ama ast, ast Allah astsubay gibi subay-astsubay o da ast Allah “temlikun ve hüve melek” o da senindir ya Rabbi, onun sahip oldukları da Senindir.

Bakınız o günkü müşrikler bugünkü müşriklerden biraz daha edepliler gibi geliyor bana böyle. Şiir onu kullanıyorlar, bir araç olarak kullanıyorlar. Cahiliye siyasetinde çünkü her kabile reisinin bir şairi var, o şairleri tabiri caizse yemliyorlar, niye! Çünkü şiir bir orduya bedeldir. Bir kabile reisinin dediği gibi yani bir ordum olacağına bir şairim olsun diyor. Aslında bu şu anlama geliyor, satılık kalemler. Satılık kalemler sorunu bugünün sorunu değil o günün de sorunu. Satın alıyorlar, onun için o günün trolleri şairler. Onları satın aldığınız zaman sizin adınıza trollük yapıyorlar, çomarlık yapıyorlar. Dolayısıyla müritlik yapıyorlar, yani her zaman var. Efsane efsane uyduruyorlar evet onu da araç olarak kullanıyorlar. Ha bire bir efsane imalatı var, yalan imalatı var onun için bakınız tarih yok efsane var. Ha bire şey köpürtüyorlar ne derler ona hamaset. Hamaset köpürterek kabileler kendilerini psikolojik olarak üstünlük savaşında galip gelmiş oluyorlar bu da psikolojik bir savaş oluyor. Yine masal. Masalcılar var. Masal bir sektör. Masal anlatanlar var. Gus deniyor onlara. Gus bin Sali (?) onlardan biri başkaları da var. Kıssacılar var televizyon yerine geçiyor. Odalara çağırıyorlar insanlar etrafında birleşiyor ateş yakıyorlar Sahra’da birleşiyor ve orada o masal anlatıyor onlar dinliyor.

Ve masallar kültürü oluşturuyor. Masallar dini oluşturuyor. Masallar dini oluşturmaya başlıyorlar. Bu kitle, bu toplum kâhinler var. Bu da bir araç. Kehanette bulunuyor. Ve kehanetleri ile topluma yön veriyor. Liderlere yer, yön veriyor. Kabile reislerine yön veriyor. Yani aslında bu kâhinler koca bir toplumu yönetiyorlar. Kâhinler cahiliye şirk toplumunun hocaları, şeyhleri, üstatları, onlar yönetiyorlar aslında. Hani şu Osmanlı padişahları için anlatılır ya falan şeyh abdest alıyormuş. Padişah abdest suyunu döküyormuş. Hanın anası sultan da havlusunu tutuyormuş. e şunu güzel bir itirafta, şunu söylesenize aslında Osmanlıyı padişah yönetmiyormuş. Şeyh yönetiyormuş. Yani belasını bulmuş desenize. Aslında bunu söylüyorsunuz. Ama kimse böyle anlamıyor. İlginç değil mi? Paralel devleti kurmuş aslında. Yani abdest suyunu döken değil, abdest suyu dökülen aslında devlet. Asıl yönetici o. O yönetiyor. Onu söyleyin. Evet, orada da öyle oluyordu. Savaş, savaş bir araç. Yani bir baskı aracı, toplum üzerinde otorite oluşturma aracı. Her iktidar savaşı toplum üzerinde korku oluşturma aracı olarak kullanır. Bu yeni bir şey değil.

Gördüğünüz gibi müşrikler döneminde de böyle. Yağma ve ganimet, yani besleyeceksiniz. Bir elinizde sopa bir elinizde havuç olacak. Sopa önce gösterilmeyecek. O eliniz arkada duracak. Havuç olan eliniz önde duracak. Ama havucu nereden bulacaksınız. Çölde havuçta yetişmez. Havuç yağma, ganimet. Kim kimi yağmalıyordu. Herkes herkesi yağmalıyordu. Orada aslında zayıf olana Allah yardım etsin. Yardım olanın yardımcısı yoktur. Güçlü olanlar kurt kanunu geçerlidir. Dolayısıyla zayıf olanın başına çökerler. Hani ne diyordu Arap atasözünde: “Ben kardeşim ve amcaoğlum düşmana karşı. Onu yağmalar yenersek, ben ve kardeşim amcaoğluna karşı, onu da yener yağmalarsak. Ben kardeşime karşı.” bu. Sistem böyle işliyor. Dolayısıyla düşmansız olmaz. Düşmansız kalmak ölmek anlamına geliyor. Düşmanın yoksa bir düşman icat et. Zihin böyle çalışıyor. Temel iki sütun güç ve çıkar. Güç ve çıkar, yani motive edici iki tane şey var. Biri güç biri çıkar. Onun için düşman kardeşler. Hani kuzgunlar kurtlar içinde söylenir. Kışın çok soğukta yiyeceksiz kaldıkları zaman başlarını birbirlerine çatar öyle uyurlarmış. Şöyle daire çizerler. Başları birbirine değecek şekilde, niye? Hangisi önce uyursa diğerleri onu yerlermiş. Dolayısıyla bu kanun bu. Dolayısıyla temel iki sütun var. Güç ve çıkar. Düşman kardeş. Kanunsuzluk ya da çöl kanunu. Evet. Cahiliye müşriklerinde bir tek kanun var. Çöl kanunu. Onun için vahiy onlar için bir hayattı. Bir dirilişti. Hani dirilişe çağırdığında Allah Rasûlü aracılığıyla dirilişe çağırdığında gelin diyordu ya. Onun için bir dirilişe çağrıldılar. Yoksa kanun yok. Nizam yok. Düzen yok. Adalet yok. Şefkat, merhamet yok. Hiçbir şey yok. Tek yasa var; güç ve çıkar. Güce tapıyorlar. Allah’ı da güç olarak görüyorlar zaten. Tanrı demek onlar için güç demektir. Evet, güçsüzü ez, otorite tanıma. Kabile oligarşisinin devlet karşıtlığı.

Evet, Mekke site devleti var. Medine site devleti var. Diğer bölgelerdeki şehirlerde site devletleri var. Buraları oligarşi yönetiyor. Yani kabile reisleri yönetiyor. Ama o tam da bir oligarşi yönetimi diyemiyoruz ona. Anarşizm aslında. Devleti sevmiyorlar. Çok ilginç. Bizans’ın akil kalan bir teşebbüsü var. Nasıl giremiyor mesela. Bizans Habeşistan’a kadar giriyor. Peki, Habeşistan daha aşağıda kalıyor. Nasıl buraya giremiyor. Aslında girmek istemiyor belki de. Doğrudan girmek istemiyor. Çünkü duramaz, kalamaz. Girmesini gerektirecek bir bölge değil. Çok asiler, çok isyankârlar. Aslında bunu şöyle de anlamak lazım. Yular ve yem taktırmıyorlar kendilerine. Çok özgür ruhlular aynı zamanda. Çölün insanı, özgür ruhlu. Ama bu özgürlük bildiğiniz anlamda övebileceğimiz bir özgürlük değil. Bu özgürlük istediğini yapma, yani istediğini basma, öldürme, almak, kanun tanımama anlamında. Bizans’ın akil kalan teşebbüsü neydi Osman bin Huveyrist diye bir adam var Mekke’de bu adama Bizans bir taç giydirmek istiyor. Yani Mekke kralı, bölgenin kralı ilan etmek istiyor. Orada nüfuz tesis etmek istiyor. Hatta bunu yapıyor da. Bunun belgesini hazırlıyor. Krallık tacını hazırlıyor. Fakat ilginçtir Mekkeliler bunu reddediyorlar. Sadece Mekkeliler değil Osman bin Huveyrist’in kabilesi de reddediyor. Yani başlarına bir yem geçirmek istemiyorlar. Bir yere bağlanmak istemiyorlar. Bir devlet otoritesi istemiyorlar. O güne kadar nereyi canı isterlerse oradan yana gözükmüşler. Daha doğrusu süper güçler arasındaki rekabetten istifade etmek için bir oraya bir oraya yaslanmışlar. Medine’de benzer bir girişim görüyoruz. Medine’nin bir şeyhi var. Çok ilginç. Yusuf diye bir elbise giyiyor bu adam. Yani aslında kıl hırka. Bu bir sembol, bu bir simge. “Ben şeyhim” simgesi. Bu şeyh hırkası var ya, hırkadan bahsedilir ya. İşte o hırka bu. O hırka. Ta oradan gelen. Buraya da aslında nereden geldi. Buraya da aslında Filistin bölgesinden geldi. Yani Hristiyanlardan geldi. Evet, o hırkayı giyen ve o hırka ile kendisine bir güç devşiren. Hırka ile güç devşirilir mi diyeceksiniz.

Değerli dostlar sizden üstünlük olarak görülen her kıyafet sizi döver. Bir sopa olarak kullanılır. Cübbe ile güç devşirilir mi, sarıkla güç devşirilir mi? Devşirilir. Adam cübbe ile dövülür mü? Dövülür. Onun için Allah Rasûlü peygamberlik kisvesi diye bir kisve tanımadı. Ebu Leheb ne giyiyorsa Allah Rasûlü de onu giyiyordu. Hiçbir özel kisvesi olmadı. Niye, çünkü üstünlük diye bir şey koymadı. Üstünlük, tek üstünlük ölçüsü vardı, takva. O kadar. Evet. Ebu Amir Mescid-i Dırar diye bir şey duymuş musunuzdur? Kur’an’da âyet var. O Mescid-i Dırar’ı yaptıran adam işte. Yani aslında Mescid-i Dırar, Medine’deki tekke idi. Yani illegal faaliyetler tekkesi. Dolayısıyla el-rahipti takma ismi ve ibni Ubey örneği var. Abdullah b. Ubey münafıkların reisi diye biliyoruz biz. Öyle kimse münafık doğmuyor anasından. Uhud’a geldi. 300 kişi ile Uhud’dan ayrıldı. Ondan sonra münafık denildi. Ama bu adam ölünceye kadar Allah Rasûlünün arkasında namaz kıldı ve bir vasiyeti de var bunun biliyor musunuz? Öldüğünde Rasûlüllah’ın hırkası ile beni kefenleyin. Kefenlediler. Allah Rasûlü işte benim mezarımın başında bulunsun, bana dua etsin. Yani bugün cenaze namazı kıl dediğimiz şey var ya aslında Kur’an’da geçtiği hali ile böyle bir hali yok.

Efendim, ölenin başında ona dua ediliyor. Kur’an’da anlatılıyor aslında cenaze duası nasıl olur. Ama hepsini mahvettiğimiz gibi. Hepsini bir seremoniye dönüştürdüğümüz gibi bunu da dönüştürüyoruz. Niye seremoniye dönüştürülür bir şey. Bir dini unsur niye seremoniye çünkü din adamı sınıfı, ruhban sınıfı oradan ekmek çıkarsın diye. Evet hep böyledir. Dolayısıyla İbni Ubey, Abdullah İbni Ubey ne yapmış? Efendim kral tacı hazırlatmış. Medine’nin lideri olmaya hazırlanıyor ve Allah Rasûlü geliyor, tam o sırada geliyor. Gelince iş bozuluyor. Adamın derdi bu. Dolayısıyla yine orada da bir devlet otoritesi oluşmuyor. Görmüyoruz. Mekke şirk oligarşisi ve alttan alta devam eden Bizans-Sasani nüfuz savaşından söz ettim bir an önce Bizans ile Sasani arasında bölgeye yönelik nüfuz savaşı var. Bizanslılar da bölgeye hakim olmak istiyorlar, Sasani İmparatorluğu da bölgeye hakim olmak istiyor. Hatta Yemen üzerinden bu nüfuz savaşı kızışıyor. Ama hâkim olamıyorlar. Fakat Mekke’de de Medine’de de mutlaka Bizans yanlıları da var, Sasani yanlıları da var ve bunlar arasında daima rekabet ve savaş hep devam etmiş. Mekke’deki rekabet ve savaşın adını bile biliyoruz. Bir tarafta Halif var bir tarafta Mutayyibin partisi var. Tabiri caizse bu ikisi birbiri ile hep çatışma halinde. Mesela Allah Resulü’nün kabilesi olan Haşimoğluları son döneme doğru neden Mekke’de zayıflardı. Bizans, Sasani savaşında tarafların yukarı çıkıp aşağı inmesi güç kazanmasına paralel olarak Mekke’deki taraflar da yükseliyor ve alçalıyordu. Buydu yani Mekke’ye yansımasıydı. Onun için Bizans ile Sasani’ler arasında biliyorsunuz, ikisi de birbirinin başkentine varacak kadar çok ciddi bir savaş vardı. Sonuna kadar da sürdü. Rum suresi aslında bu savaşın en sonunda Bizans’ın galibiyeti ile bittiğini söyler ama Bizans galip gelmeden 20 sene, daha 20 sene bile değil 16-17 sene önce Sasani İmparatoru, Bizans’ın merkezinde Bizans imparatorunu önünde secdeye davet etti. Burada İstanbul’da. Bu kadardı yani. Dolayısıyla Bizans başkentini İstanbul’dan İskenderiye’ye, Mısır’a taşımayı düşünüyordu. Bu kadar oldu. Onun için böyle dibe vurmuşken birdenbire Sasaniler geri çekildiler. Birdenbire yenildiler. Çünkü iç karışıklıklar çıktı. İmparator öldü. Yerine geçenler aile de katliam yaptılar. Vesair vesair o iş hikâye çok uzun. Evet. Hilfu’l Fudul teşebbüslerinin sonuçsuz kalması. Hilfu’l Fudul ne anlama gelir bu oraya girmeyeyim. Faziletliler ittifakı dediler bir ara olmadı. Çünkü araştırmadan yapılmış isimlendirme idi. Ondan sonra dediler ki artıklar. Fudul fazlalık demektir. Artıklar o da olmadı. Şimdi son araştırmalar şunu gösterdi. Tacir Hümler döneminde adı Fadıl olan üç kişi bir araya gelmiş. Zayıfları koruyacağız. Zenginlerin, varlıklıların ve zalimlerin, güçlülerin zayıfları ezmesine izin vermeyeceğiz diye üç tane Fadıl bir anlaşma yapmışlar. Üç tane Fadıl birleşirse Fudul oluyor Arapçada. Onun için oradan kalan mülhem olarak daha sonra zayıfları koruyan her türlü ittifaka Hilfu’l Fudul demişler ve Allah Resulü’nün katıldığı bir ittifakta var. Efendim cahiliye döneminde henüz daha peygamberlik gelmeden Kur’an inmeden önce katıldığı ittifak ve orada zayıfların korunacağına dair bir ittifak oluşuyor. Allah Resulü de ona katılıyor. Daha Kur’an inmeden evvel hatta daha sonradan şöyle bir söz söylüyor. Eğer o ittifak onun gibi bir ittifaka yine çağrılacak olsam yine katılırdım. Demek ki zayıfı korumak, barışı korumak ve ezdirmemek, zalimlere karşı durmak için herhangi birileri dinleri, inançları, milliyetleri, devletleri ne olursa olsun yeter ki amaç mazlumu savunmak, zalime karşı olmak olsun, öyle bir ittifak yapılırsa ben onun içinde her yerde olurum diyen bir peygamberle karşı karşıyayız. Zihniyet devrileri zorunluluğu ve Kur’an’ın devrimleri işte burada gündeme geliyor. Niye makineli tüfek gibi anlatıyorum. Zaman sorunum var. Nasılsınız? Bilmiyorum ama efendim ne kadarı kalıyor ne kadarı gidiyor ondan da şüpheliyim yani. Biraz fazlasının kalmasını istiyorum arzu ediyorum. Onun için bu konu da gayretinizi, çabanızı, bana yardımcı olmanızı bekliyorum.

Cahiliye siyasetinin 5 sütunu

Cahiliye siyaseti 5 sütun üzerinde duruyor. Hakikat karşıtlığı, cahiliye siyaseti hakikatin karşısındadır. Hile, yalan ve entrika cahiliye siyasetinin tam temelinde oturuyor. Bir örnek vereyim mi? Haram ay örneği. Ne yapıyorlardı. Neshi diye bir uygulamaları var. Mesela şu an da ocaktayız dimi. Ocaktayız ama Kalem Nesh diye bir müftü var. Şeyhülislam’ı var. Cahiliyenin de müftüsü var, unutmayın. Cahiliye bir şirk dini bir dindir. Kurumları var ve Kalem Nesh geliyordu, diyordu ki; “Bu ay Ocak dimi, Ocak ama hayır. Ben bu ayı Ağustos ilan ettim.” olur mu olmaz. Sen paşa keyfin öyle istiyor diye bu ayı Ağustos ilan edebilir misin? Şimdi düşünün Mart veya Nisan ayı diyelim. O bölgede de bahar. Nisan ayı, ama hac eğer doğal ayına bıraksalar Zil Hicce o sene Ağustos’a geliyor. Şimdi Ağustos’ta hac yapılırsa millet o sıcakta gelemez. Gelemezse ne olur. Ticaret kesata uğrar. Beyler kazanamaz. Peki, ne yapalım. Şu haccı öne alalım, bahara alalım. Ne yapalım Zil Hicce Ağustos’ta ya, diyelim ki hayır bu senenin Mart’ını veya Nisan’ını ben Zil Hicce ilan ettim. İşte bu, bu bir üçkâğıt. Aslında bu hakikati çiğnediklerini gösteriyor. Zamanın bir hakikati var. Zaman size göre dönmüyor. Zamanı kendi keyfinize göre oynayamazsınız. Yani sabahleyin anlaştınız, randevulaştınız. Akşam randevuya geldiniz. Tabi randevulaştığınız adam gelmiş beklemiş, beklemiş, beklemiş gitmiş. Ondan sonra soruyor geldim randevuya bekledim, bekledim gittim. Ne zaman geldin? Sabah geldim. Ya biz akşama sabah diyoruz hemşerim. Dediğimi düşünsenize, bir düşünsenize böyle bir şey olabilir mi? Hakikatin yokluğu hali Kur’an’da üç örneği var bunun. Evlatlık örneği, işte evlatlık meselesi bunun için gündeme getirildi. Yani bir kimsenin evlatlığı biyolojiktir. Onun için başka bir sebeple bir kimse bir başkasının evladı olmaz. Biyolojiktir. Hangi anne ve babadan doğmuş ise onun evladıdır, bitti. İkinci örnek Zıhar örneği, nedir? Yani kamını?? alıyordu, çocuklarını alıyordu, gençliğini kullanıyordu hanımın. Hanım artış işte çaptan düşmeye başlayınca senin sırtın bana anamın sırtı gibidir diyor ne onu hanım ediyordu, ne bırakıyordu ki yoluna gitsin ve kadın öyle ortada kala kalıyordu. İşte Kur’an’da örneği var. Mücadele suresi bunun için indi. Bu korkunç bir zulümdü. Bu korkunç bir zulümdü. Bu hakikati çiğnemekti. İşte hakikat diye bir dertleri yok. Çiğniyorlar, istedikleri yerde çiğniyorlar. Onun için hile-i şeriyye diye 200 yıl sonra İslam fıkhı ilan edildi. Hile-i şeriyye işte başka anlama gelirmiş de işte falan filan, bizimkilerin yanlışlarını ve yalanlarını tevil etme konusundaki başarıları tarih boyunca bir numaradır zaten. Anlatabiliyor muyum? Onun için her yalan ve yanlışın bir tevili vardır. Ama hiçbir tevil yalanı yalan olmaktan, yanlışı yanlış olmaktan çıkarmaz. Evet, pusu kültürü var. Çok ilginç. Tabi düello kültürü de var. Bedir savaşında gördüğümüz gibi 3 kişi çıkardı İslam ordusu, ondan sonra 3 kişi istedi değil mi? Veya cahiliye ordusu 3 kişi çıkardı, İslam ordusundan da 3 kişi çıktı onlara karşılık. Biri Hz. Ali idi biliyorsunuz. Ama genelde kültür pusu kültürü. Pusu kültürü ile düello kültürü farklı. Düello kültüründe yüz yüze yani mertçe yenişirsiniz savaşırsınız. Pusu kültürü öyle değil. Pusu kültürünün aslında arkasında bir siyasi ilke yatar. El Harbü Hudatun, harp hiledir. Bu ahlaksız hileyi, bu ahlaksız tavrı Allah Resûlü’nün diline hadis diye koyanlar Allah Resûlü’ne de müslümanlara da korkunç bir iftira etmiş oluyorlar. Anlatabiliyor muyum?

Gücün ahlakı var. Devletin ahlakı var, siyasetin ahlakı var. Savaşın da ahlakı var. Kur’an baştan sonra savaş ahlakını verir. Savaşında bir ahlakı olmalı değil mi? Savaşında bir hukuku olmalı değil mi? Savaş insanlık tarihi kadar eski ama savaşı hukuksuz bırakırsanız ne olur? Gördük onu. Görüyoruz, yaşadık onu, yaşıyoruz. Evet, adalet karşıtıdır cahiliye siyaseti. İntikam bedevinin adaletidir. Bedevi intikamcıdır. Hak yoktur, güç vardır. Galip, galibe her şey mubahtır. Galipseniz her şey mubah, mağlupsanız hiçbir şey mubah değil. İntikam yerine fidye alana sütü kana tercih etti diye kınanırdı. İntikam alacak ama Kur’an’da kısası emreden âyetin devamı ne geliyordu? Eğer affederseniz bu sizin için hayırlıdır. Yani babanızı öldürmüş, babanızı öldürenin bu öldürmeye kasten öldürmeye karşılık cezası ölüm. Bu harika bir hayattır aslında ama bunu bir farz olarak görmüyor Kur’an. Ne diyor veliye diyor ki ölenin yakınlarına babanızın katilini affederseniz sizin için daha iyi olur. Her yerde bunu görüyoruz. Dolayısıyla işte bunu cahiliye bedevisi, cahiliye siyaseti bu tavrı bu davranışı zayıflık olarak görüyor. Affetmek, merhamet, şefkat cahiliye siyasetinde zayıflıktır. Şefkat cahiliye de zayıflıktır. Şefkat imanda ise güçtür, güç. Ne diyordu Abdullah b. Mesud ağızı yüzü dağılmış, Kâbe’nin önünde dayak yemiş Kur’an okuduğu için “Ben onları o gün ki kadar hiç aciz görmemiştim.” Aciz kimdir? Bakışa bakar mısınız? Kur’an’ın eğittiği insanın acizlik tanımına bakar mısınız? Yani dövülen kendisinin ağzını yüzünü ölümüne döven dağıtanlar hakkında acizlik kararı veriyor. Acizlik söze karşı sözünüzün olmamasıdır. Söze karşı küfrediyorsanız, bir fikre karşı hakaret ediyorsanız, bir fikre karşı alçakça trollük yapıp ona küfrediyorsanız aslında acizsiniz. Müşrikler kadar acizsiniz. Üçüncüsü merhamet karşıtı. Cahiliye siyasetinin bir sütunu da merhamet karşıtlığıydı. Putun önünde intikam için çektiği üç okta hayır çıkan Arap, çok ilginç bir örnektir bakınız. Bir Arap geliyor putunun önünde bir kere ok çekiyor. Ne yapacak intikamımı alacağım diyor. Kabilenin tamamını kaldıracağım. O benim bir yakınımı öldürdü. Ben kabilenin tamamını öldüreceğim ama puttan da izin istiyor. Oku çekiyor hayır çıkıyor. Bir daha çekiyor hayır çıkıyor. Bir daha çekiyor hayır çıkıyor. Burada edemeyeceğim kadar okkalı bir küfür savuruyor putuna. E putperestlik böyle bir şey şirk böyle bir şey ve putunun işaretini çiğneyerek düşmanına saldırıyor. Yani seni yanıma alamazsam ey put sensiz saldırırım diyor ve saldırıyor. Ölmek üzere olan biri öc almak için karşı taraftan 50 kişiyi 1 kişiye karşılık 50 kişiyi öldürmeyi nezretse (adasa) geriye kalan kavim bu adağı kendi boyunlarına borç olarak görüyorlar. O öldükten sonra o adağı yerine getirmek için karşı taraftan 50 kişi öldürmenin tüm yollarını arıyorlar. Nasıl bir şey? Kısas onun için suça adil bir ceza demektir. Yani kısas kelimesinin anlamı da odur. Suça denk ceza demektir. Suça denk ceza. Fazla değil, onun için cahiliye şirk ehlinin siyasetini bilmeden Kur’an kavramını anlamak mümkün değil. Ehliyet ve liyakat karşıtı. Kabile her şeydir. Liyakat hiçbir şeydir. Tabii ne liyakati bekleyebilirsiniz ki kabilenin her şey olduğu bir toplumdan? Ehliyet ve liyakat diye bir şey yok. Kabileden misin değil misin? Bizden misin değil misin? Bizim partiden misin değil misin? Bizim meziyetten misin değil misin? Bizim tarikattan mısın değil misin? Eğer bizdensen çamursan da gel. Karşıdansan istersen ipek ol, altın ol, kaliteli ol, istersen dahi ol hiç yaramazsın. Niye bizden değilsin. Tam cahiliye siyasetinin sütunu. Meşveret şura karşıtı. Kabile şeyhi ne derse o olur. Gerisine düşen ona kayıtsız şartsız biattır. Kabile şeyhi ne derse o olur. Şuraa mı, danışma mı, ortak akıl mı? Yok böyle bir şey. Yönetici sınıfı toplumu aptallaştırmıştır çünkü. Yönetici sınıfı toplumu aptallaştırmıştır.

Şöyle bir âyetle karşılaştığınız zaman ne yaparsınız? Festehaffe kavmehu fe atâûhu, innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne). Hemen önünde firavun geçiyor. Firavun kavmini aptallaştırdı ve ona kayıtsız şartsız iman ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler. Topluluk idiler daha doğrusu. Toplum ile topluluğu ayıralım. Zuhruf suresi 54. Peki Zuhruf suresi Mekki bir sure. Mekke’de böyle bir âyetin karşılığı nedir? Mekke’yi yönetenlere Firavun diyor bu âyet. Mekke’nin Firavunlarının Mekkeli’leri aptallaştırdığını söylüyor. Eğer yaşanan hayatta bir karşılığı olmayınca olmayacaksa bu âyetin ne gereği var? Mekke’nin Firavunlarının Mekke halkını aptallaştırdığını söylüyor. Aptallaştırdığın zaman ne oluyor biliyor musun? Dün Emin dediğin kişiye bugün Mecnun diyorsun, deli diyorsun. Öyle oluyor. Aptallaştırdığın zaman dün güvenilir, bu adam çok güvenilir dediğin kişiye, aynı kişiye o Allah’tan başkasına kul olmayın özgürlüğünüzü satmayın, aklınızı kiraya vermeyin, delille hareket edin, bilginiz inancınızdan daha fazla olsun ki inancınız üzerinden söndürülmeyin diye bir davet başlayınca hemen deli oluyor. Güvenilmez oluyor. Dün omuz üstünde taşıdıkları insanı, hadi Allah’a kul olun, Allah’tan başkasına kul olmayın deyince ayakaltına alıyor. Aptallaştırılmış bir kitle böyle yapar. İşte öyle oluyor. Kur’an’ın cahiliye siyasetine yönelik devrimleri. Kur’an bu cahiliye siyasetine bir devrim yapmalıydı değil mi? Kur’an’sa devrim yapmalıydı. Zaten Kur’an’ın geliş amacı da buydu. Değiştirmeyecekse niye gelsin ki? Dönüştürmeyecekse niye gelsin ki? Cahiliye aklını Kur’an karanlık akıl olarak ilan etmişti ve hedefini de şöyle koymuştu. Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak. Yani cahiliyenin aklı karanlık, Kur’an bu karanlıklardan muhataplarını aydınlığa, ışığa çıkaracak. Bu, iddiası bu Kur’an’ın. Peki, bu iddiayı siyasette nasıl yaptı. Cahiliye siyasetinde nasıl yaptı? Hakikat. Kula kulluk etmeyin. Ali İmran 18. Kula kul olmayın. Bitti. Allah’a kul olmaya davet etmenin amacı Allah’a katkı sağlamak değil. Allah’ın katkıya ihtiyacı yok. Peki nedir? Kula kul etmemek, amacı bu. Allah’ın kullarını kendinize kul edinmeyin. Fussilet 6. Yani kulları kul etmeyin. Aslında biri diğerini getirir. Bunlar lazım mevzu ilişkisi, eğer kulları kul ediyorsan gücünün yetmediği yani kendine gücünün yettiği yerde kulları kul ediyorsan gücünün yetmediğine de kendini ona kul edersin. Ona kul olursun. Yani senden aşağıların ilahı olmayı kalkanın senden yükseklere de kul olursun. Güçlülere de kul olursun. Sen sana katılanlarla birlikte emrolunduğu gibi dosdoğru ol. Hud 12. (Hud 112) Festekim kemâ umirte ve devamı. Emrolunduğu gibi dosdoğru ol. Hakikate davet. Asla yalancılara itaat etme. Kalem 8. Hakikate davet. Hakikate batıl karıştırmayın ve hakkı izlemeyin. Evet. Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka. Bakara 42. Hakkı batıla karıştırmayın. Aslında hak batıla hak elbisesi giydirmeyin. Telbisûl libas oradan gelir. Elbise oradan gelir. Yani batıla hak elbisesi giydirmeyin. Koyuna, kurda koyun, kuzu elbisesi giydirmeyin. Her şeyi sorgula. Bilmediğin şeyin peşinden gitme. İsra 17. Bilmediğin şeyin peşinden gitme. Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilmun, innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen). İşitme duyusu da görme duyusu da gönül de bilmediğinin peşinde gitmekten dolayı mesul’dür. Sen sorumlusun diyor. Eyvallah.

Hakikat Kur’an’ın siyaset ilkelerinin bir numaralısı. İki numaralısı adalet. Allah adaleti emreder. Hutbelerde okunuyor ya Ömer ibni Abdülaziz’den kalma bir sünnet bu. Harika bir şey. Çünkü buralarda küfrediliyordu Hz. Ali’ye ve evlatlarına onu kaldırdı Ömer b. Abdülaziz, Emeviler dönemimin halifesi ama bir yıldız. Bu âyeti koydurdu. Nahl suresinin 90. âyetini. Evet ne diyordu? Allah adaleti emreder. “İnna allahe yeğmuru bi el adli vel ihsan.” Ve iyiliği emreder. “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.” Evet insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz. Nisa 58. Hani hariçilerin slogan olarak kullandıkları Allah’tan “in hukmü illalillah”. “Hüküm sadece Allah’a aittir” âyetini görüp de bu âyeti görmeyene söylenecek bir şey yok. Allah seni Haricilerden beter etsin demek lazım.

Evet Yahudi lehine Müslüman aleyhine uyarı. Sakın hainlere destek olma. Bu hikâyeyi anlatmam lazım size. Nisa suresi 105. âyetin iniş nedenidir. Olay şu, kısaca. Medine de bir zırh çalınıyor. Zırhı çalan Üveyrik oğullarından Ebu Tıme. Bu adam zırhı götürüyor bir Yahudi rehinciye rehin veriyor. Önce zırhı bir un çuvalının içinde saklıyor. Olay, zırhın aranmaya başlayınca olay mahkemeye Rasûlüllah’a intikal edince zırhı götürüyor bir rehinciye rehin veriyor. Ve aranan zırh rehincinin rehin dolabından çıkıyor. Ve adam diyor ki “Bunu bana Ebu Tıme getirdi.” Üveyrik oğullarından Ebu Tıme. Ve mahkemeye intikal ediyor. Hâkim Rasûlüllah. Ve huzurunda adam söylüyor. “Vallahi bana bunu Ebu Tıme getirdi.” Ebu Tıme tabi tutuşuyor. Ama bir tek delili var. Oda “Rasûlüllah o bir Yahudi. Ben bir Müslümanım. Şimdi sen benim lafıma değil de Yahudi’nin lafına mı bakıyorsun?” Ne oluyor sonuçta. Allah Rasûlü bu savunmanın etkisinde kalmıştı ve yanlış hüküm verecekti ki adalet düzeltiyor. Âyet düzeltiyor. “Vela tekunlil hayununi hasima.” “Sakın hainlere arka çıkma.”

Şimdi. Böyle bir manzara. Sosyal medya var. Sosyal medyayı o güne götürelim. Veya olayı bugüne getirelim. Sonuçta bu. Altına yazılanları bir takip etsenize. Şimdi troller, müritler, altına neler döşenirler. “Zaten senin Yahudi ajanı olduğunu biliyorduk.” Büyük oyunu gördünüz değil mi? Bakın büyük oyunu. Büyük oyunu gördünüz değil mi? Nedir büyük oyun? Dedesi de Yahudi bir kadınla evlenmişti zaten. Haşim bir Yahudi kadınla evlenmişti. Yok ya öbür dedesi, büyük dedesi değil. Dedesi Abdülmuttalib de müşriklerin kahinleri dururken Hayber’e Yahudi kâhine gitmişti, oğlu Abdullah’ı kurtarmak için. Gördünüz değil mi? Bakınız şimdi karıştırmaya başlıyor. Pislik karıştırmaya. Yani neyde boncuk arayacaksa boncuk arayacağı her yere bakıyor, her çöplüğe. Anlatabiliyor muyum? Altına yazılanları bir düşünsenize. Zira hakkaniyet yok. Adalet yok. Adalet, adalet duygusu yok. Onun için düşmanın olabilir. Fakat düşmanına adaleti uygulayıp uygulamadığındır adil olup olmadığın. Adil olmanın ölçüsü dostuna adaleti uygulaman değil ki. Dostuna herkes adalet uygular. Asıl düşmanına uygulayabilmen. Asıl düşmanına adil olduğunda adilsindir. Yoksa zalimsindir. Evet. Üç. Cahiliye siyasetine karşı Kur’an’ın üçüncü devrimi. Şefkat ve merhamet. Merhamet acımak değil acıtmamaktır. Önce merhametin bir tanımını yapalım. Acıtmamaktır. Onun için acımakta ayrı bir problem. Çünkü acıyarak kendini üstün gösterenler aslında kendini tatmin ederler. Allah’ın güç ve kudret değil Rahmet sıfatlarıyla tanıtılması. Kur’an’a bakıyorsunuz. Tabir caizse rabbimizin kartvizitinde onlarla isimden iki isim yazıyor. Er-Rahman, er-Rahim. Bismillahirrahmanirrahim. Neden el-Kavî değil? Neden El-Kahhar değil? Neden El Cebbar değil? Neden, neden, neden, neden? Neden güç sıfatları yazmıyor da kartvizitte, şefkat sıfatları, merhamet sıfatları yazıyor. Zira güç olarak tanımlardı tüm geçmiş müşrik uygarlıklar. Yunan güç olarak tanımlardı onun için Zeus baş tanrıdır. Roma güç olarak tanımlar onun için Apollon baş tanrıdır. Mısır güç olarak tanımlardı onun için efendim Horus baş tanrıdır. Sümer güç olarak tanımlardı onun için Anu baş tanrıdır. Gördüğünüz gibi. Hepsi de erkektir biliyor musunuz? Ama şefkat ve merhamet cinsiyet üzerinden tanımlanırsa kadın sıfatıdır. Evet. Çünkü rahim kadına aittir. Dolayısıyla bakınız Allah Kur’an’da eril gelir. Ama sıfatları eril değildir. Şefkat sıfatlarıdır. Merhamet sıfatlarıdır. Buda şunu gösterir; Kur’an yönetim mantığı baba yönetimi değil, anne gibi yönetimdir. Şefkat ve merhamet yönetimi. Evet. Resulün misyonunda ne olarak gösterilmiş? Rahmete’l-lil âlemin. Alemlere rahmet. Enbiya 107. “Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın” diyen âyeti hatırlayın, Al-i İmran 159. “Fe bima rahmetin min allahi linte lehum”. Baba gibi güç siyaseti değil ana gibi şefkat siyaseti. Mekke’nin fethine şiddet gösteren iki komutanı görevden almıştı, hatırlıyor musunuz Allah Rasûlü. Mekke fethediliyor, Mekke’ye giriyor. Mekke ki kendisini kovmuş, Mekke ki dar etmiş, yeryüzünü dar etmiş kendisine. Mekke ki başına ödül koymuş ama şiddet gösteren iki komutanı görevden alacaksınız, onun yerine şiddet göstermeyen komutan koyacaksınız.

Beni Cezime katliamını hatırlıyorsunuz değil mi? Daha önce defaatle anlatmıştım. Halid bin Velid eski bir hesaptan dolayı girdiği bir kabilede Müslüman olduğu halde gece saldırdı ve katliam yaptı. Allah Rasûlüne haber geldiğinde, Allah Rasûlü çok sevdiği bir yakınını kaybetmiş gibi göz yaşları döktü. Halit geldi mazeret beyan edecek. Ne mazereti? Mazereti falan yok aslında. Eski bir hesap. Allah Rasûlü geldiği taraftan başını ters çevirdi. Oradan geldi ters çevirdi. Bir taraftan da şunu söylüyordu: “Ben Halit’in yaptığından beriyim ya rabbi.” Yani beni hesaba çekme Allah’ım, bunun yaptığından dolayı. Ama kendi komutanı. Evet böyleydi. Böyleydi. Şefkat ve merhamet. Dördüncüsü Kur’an’ın karşı, Kur’an’ın devrimi. Cahiliye siyasetine şura, istişare, ortak akıl. Şura ortak akıl demektir. İstişare demektir. Esma-ul Hüsna’dan Kayyum. Diktatörlük Allah’a şirk koşmaktır. Kayyum ismini bir daha okumanızı salık veriyorum. Lütfen bir daha okuyun. Bu diktatörlük neden şirktir onu görün. Zira Allah’tan başka hiçbir kul, hiçbir insan her şeyi yönetmeye kalkamaz. Mutlak bir yönetim insan tarafından uygulanacak bir şey değildir. Çıldırır. İnsan gücü yetmez böyle bir şeye. “Onlarla yönetim işlerinde istişareyi sürdür.” Al-i İmran 159. Evet. “Ve şavir hum fil emr.” Bu fiil olarak şura emrediliyor, istişare. İstişare emrediliyor. Nerde geldi bu âyet? Uhud’dan sonra geldi. Uhud da Allah Rasûlü içerde savaşalım demişti, savunma savaşı yapalım. Savaş konseyi dışarda savaşalım yani meydan savaşı yapalım. Allah Rasûlü kendi görüşünün aykırısına olmasına rağmen savaş konseyinin çoğunluğunun kararını kabul etti zırhını giydi. Hatta savaş konseyi zırhını giydikten sonra görüşümüzü değiştirdik diyenler oldu fakat bir peygamber zırhını giydikten sonra çıkarmaz dedi ve Uhud’a yürüdü. Kaybettiler. Ve ilk kaçanlar da savaş konseyinde dışarda savunma savaşı değil de saldırı savaşı yapalım diyenlerdi. Savaşta ilk kaçanlar. Ama Rasûlüllah’a âyet ne diyor biliyor musunuz? Sizin yüzünüzden bu yenilgiyi tattık. İlk kaçanlar da siz oldunuz. Bir daha sizlerle istişare yapanında, demiyor. Değil mi? Peki ne diyor? Yine istişare et diyor. Devam et diyor. Evet. Yani yanlış ama kolektif akıl düzeltsin, kolektif yanlışı. Yani bireysel akılla doğruyu bulmaktansa, kolektif akılla yanıl. Riski dağıtmış olursun. Evet. Resul sizin çobanınız değil. Sizde sürü değilsiniz. “La tekulü rai na ve kulu unzur na.” Bakara 104. “Çobanımız demeyeni peygambere” diyor değil mi? Çobanımız demeyin. Rai. Çobanımız, güdücümüz. Sizde şimdi böyle bir âyete savaşan, böyle bir âyete meydan okuyan bir hadis uydurmak için bir garezkâr İslam düşmanına görev verseniz. Nasıl bir hadis uydururdu? “Kullukum rain ve kullukum mesulün.” “Hepiniz çobanısınız, hepiniz sürünüzden sorumlusunuz”. Bunu uydururdu değil mi? Yani Kur’an çoban değilsiniz, lideriniz çoban değil çünkü siz de sürü değilsiniz diyecek. Sizde bu âyeti taşlamak için taşın üstüne hadis diye bir laf uyduracaksınız, onu da Kur’an’ı bize tebliğ eden peygamberin diline koyacaksınız ve bunu da sünnete riayet olarak göstereceksiniz. Allah sizi bildiği gibi yapsın. Söyleyeceğim başka bir şey yok.

Evet. Beşincisi ehliyet ve liyakat. Kur’an’ın devrimlerinden beşincisi. “Allah size emanetleri ehlinize vermenizi emreder.” Nisa 58. Kâbe’nin anahtarları Ebu Talha’daydı. Onun ailesindeydi. Ne oldu? Mekke’nin fethi gününde Ebu Talha Müslüman olmamıştı. Teslim olmamıştı. Gelmemişti bile. Teslim bile olmamıştı. Yani en azılı düşmanlar Kâbe’nin avlusuna gelip teslim olmuşlardı, o teslim bile olmamıştı. Allah Rasûlü Kâbe’nin anahtarını getirtti, girdi içeri, içerde bir namaz kıldı, çıktı anahtarı elinde, Hz. Ali Allah Resulünün eline bakıyor gözlerinin içine bakıyor bana versin diye. Amcası Abbas gözlerinin içine bakıyor bana versin diye. Çünkü Kâbe’nin anahtarlarını taşımak bir onurdur. Ama Allah Rasûlü hiçbirine vermedi. “Ebu Talha nerde?” dedi. Herkesin beti benzi attı. Ebu Talha müşrik. Ama Kâbe’yi o güne kadar öyle, öyle iyi korumuşlar ki, bu işi öyle liyakatle yapmışlar ki “çağırın onu bana” dedi. Çağıdırlar geldi. “Siz bunu liyakatle taşıdınız. Bundan sonrada taşıyın.” Bugün hala aynı ailenin elinde derler Kâbe’nin anahtarı. Tabi numaradan elinde. Efendim. İşte ehliyet ve liyakate değer vermek bu. Hicrette yol rehberi. Abdullah bin Ureykıt. Hicrette müşriklerden kaçacaksınız, kurtuluş için muhteşem bir plan yapacaksınız, müşrikler başınıza yüz deve ödül koymuş, yüz Mercedes yüz araba ve siz kendinize Müslüman, kendi dininizden bir rehber edinme yerine onların dininden ama bu işi en iyi bilen, bu işi layıkıyla yapan birini rehber seçeceksiniz, parayla. Nasıl bir şey bu? Sosyal medya olsa altına ne yazardı. Büyük oyunu gördüler değil mi. Ya. Bizi dine davet edip duruyor, bizi İslam’a davet ediyor, memleketi karıştırdı, memleketi birbirine düşürdü, ikiye ayırdı. Babayı oğulla kavgalı hale getirdi. Şimdi de kendisine hicret ederken, kaçarken bir müşrik rehber tutmuş gördünüz mü? Nasıl? Troller nasıl?

Evet. Troller her yerde aynılar. Ama o gün bu trollerin eşi yokmuş demek ki. Evet. Allah o günleri, o günün insanlarını bu trollerden korumuşta bugünün insanları nasıl, nasıl korunacak bilmiyorum. Gördüğünüz gibi. İşte buda liyakat ve ehliyet meselesi. Savaş konseyinde Numan bin Finhas isimli uzman bir Yahudi var iyimi. Kaynakları okurken buna denk gelince şaşırdım yahu. Ve bu adam öyle uzmanca görüşler beyan ediyor ki, bazı görüşleri yerine getiriliyor Allah Rasûlü tarafından. Yirmi bir yaşında taze Müslüman bir Mekke valisi var biliyor musunuz? Mekke’nin fethinden sonra Rasûlüllah’ın ilk Mekke valisi yaptığı kişi Attap bin Esid. Yirmi bir yaşında. Evet. Günlük bir dirhem de maaş tayin ediyor. Onun maaşının da Yemenden gelen para ile ödenmesini yani onu da düşünüyor. İnce, ince, ince. Evet. İkinci halife. Suikastın ardından yerine imam olarak Sueyb’i bıraktı. Hz. Ömer. Sueyb kim? Eski bir köle. Yani Bizanslı bir köle. Sueyb bin Ulvi. Düşüne biliyor musunuz? Halife naibi, halife naibi. Nedir peki? Liyakat. Ölçü liyakat. Nebiye yani lidere itaat maruf ortak iyi ile sınırlıdır. Evet. “Vela yeasi neke fi marufin”. Müntehana 60. Muhteşem. Bunu unutmayın. Yani tabi bu iki âyet birbiriyle efendim şey özellikle kaçan kadınlarla, müşrik kadınlarla alakalı. Ama özellikle resule itaat etmelerini emrettiği yerde “vela yeasi neke fi marufin”. “Onlar sana marufta itaat etsinler. Marufta isyan etmesinler. Maruf konusunda sana asi olmasınlar.” Peygambere bile itaat marufla, ortak iyi ile sınırlı. Dikkat buyun. İtaat sınırsız değil. Peygamber bile itaati sadece maruf çerçevesinde isteyebilir.

Evet. Kur’an’ın kızıl elması var mı? Var. Kızıl elma çok meşhur oldu. İtaki maçin. Çinlilerin kızıl elması. Efendim. Aaa ne bu? Eyvallah. Efendim. Daha beteri olabilirdi ama suikast gibi bir şey. Biraz acele edelim. Evet geldi. Teşekkür. Evet. Bir: Ümmeti vahide. Kur’ani bir kavram. İnsanlıkta birlik. Çok ilginç. İnna hazihi ummetukun ummetun vahideten ve ene rabbukum febudun. “İşte bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Bende sizin rabbinizim. O halde sadece bana kulluk edin.” Enbiya 92 âyetinde geçen ümmetin anlamı peygambere inananlar değil. İnsanlık. Hemen önündeki âyetleri okuyunca görüyorsunuz çünkü. İnsanlığı bir ümmet olarak görüyor Kur’an. Ki başka âyetlerde var. İnsanlık. Kane ummete vahideten.” Başlanmış ve bir tek ümmetti diyen âyette var. Dolayısıyla ümmeti vahide. İnsanlığı bir bütün halinde iyi etrafında toplamak. Kur’an’ın kızıl elması. İslam devleti değil insan devleti. İslam devleti kavramının ilk kullanıldığı tarihi bilen var mı? 1923. İlk kullananda Reşit Rıza. Çok şaşırdınız değil mi? Şaşırmayın. Evet. Çünkü birçok şeyi bilmiyoruz. Evet. İslam’ın toplumu olur. Toplumun devleti olur. Onun için devleti dinin devleti ilan ederseniz, devletin cinayeti de dinin cinayeti olur. Devletin yanlışları da dinin yanlışları olur. Onun için devletle dini aynı çuvala koyanlar hep devleti sokmuşlardır. Yani yılanla çuvala girmek anlamına gelir. Peki nedir ya? İnsan devleti. Devletin dini adalettir. Hz. Ali’ye nispet edilir. Evet. “Adaletsiz devlet dilsizdir. Devletin dini adalettir” der. Teokrasi Yahudi icadıdır. Teokrasi. Tanrı devleti. Din devleti kurarsanız sizi Allah yönetmeyecektir. Öyle mi zannediyorlar? Göndersek nereye gönderelim? Sudi şeriatı mı istersiniz, İran şeriatını mı istersiniz, Pakistan şeriatını mı istersiniz, Afgan Taliban şeriatını mı istersiniz, Sudan şeriatını mı istersiniz? Seç beğen al. Gönderelim sizi bir yere. Allah’ın kulu kaçmış Avustralya’ya oradan şeriat istiyor. Evet komedi mi dersiniz traji komedi mi dersiniz ne derseniz deyin. İşte böyle bir şey. Evet adalet. Kur’an’ın kızıl elması.

İki

Milleti İbrahim. Merhametin babasının milleti. İbrahim’in ismi bu. Ebur-rahim. Merhametin babası. Merhametin babasının milleti. İslam barış yolu çünkü.

Üçüncüsü

Darus-selam. Barış yurdu. Yunus 25. “Vallahü yed’û ilâ dârü’s-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtun müstakîm”.

Dördüncüsü

Beldeyi tayyibe. Temiz şehir. Sebe süresi 15. âyet. Siyaseti temiz, ekonomisi temiz, ilişkileri temiz, sokakları temiz, insanları temiz, mimarisi temiz şehir. Kur’an’a karşı devrim. Hakikatten kopuş. Kur’an bilgi sistemine meydan okuma. Haşr 23. Nasıl oldu? “Hüvallahullezi la ilahe illahu âlimun gaybu veşşehâdeh”. Kur’an bilgi sistemi iki sütün, tıpkı insan gibi iki ayak üzerine oturur. Gayb ve şehadet. Gaybı iman ile biliriz, şehadeti bilgi ile biliriz, araştırma ile biliriz. Peki bunun yerine, yanına üçüncü bir ayak kondu. Protez ayak. Oda zan ayağı. Zan ayağı. Zan ayağı büyüdü, içinde hadisler atıldı din sayıldı. İçine içtihatlar atıldı din sayıldı. İçine fıkıh atıldı din sayıldı. İçine tasavvuf atıldı din sayıldı. Ve zan ayağı ğaybı da şehadeti de mahvetti. Bu ayakları felç etti. İşte Kur’an bilgi sistemine meydan okuma böyle gerçekleşti. Hakikat ve yakin yerine zannın din olarak ikamesi etti. “İnne ez zannu la yaguni min el haku şeya”. Yunus 36, Necm 28. Zan hak ve hakikatten hiçbir şey içermez. Sadece suizan değil hüsnüzan da içermez. Ama bilgisine ulaşamayacağınız şeyler hakkında eğer ille de zannetme zorunda kalıyorsanız bari hüsnüzan edin, demektir o. Ama zan hak ve hakikatten hiçbir şey içermez. Zan din oldu, dinde zan oldu. Adet ibadet oldu, ibadette adet oldu. Öyle olur zaten. Entrika siyasetine dini kılıf. Harp hiledir. Daha önce söyledim. Uydurulmuş dinin siyasi zihniyeti. Düşmanına yalan ve iftira sevaptır. Şu an da uydurulmuş dincilerin tamamı düşmanına yalan ve iftirayı sevap olarak görüyorlar. Çünkü onlar Allah ve peygambere iftira etmede yarış halindendirler. Bir buçuk milyon yalan uydurup ta bunu peygamberinin diline koymuş kitle yalana sadece bağımlı değil, yalanı kanıksamış değil, yalana tiryaki olmuştur. İki: adaletten kopuş. Üçüncü halife. “Eğer cennetin anahtarları elimde olsaydı Ümeyye oğullarına verirdim” diyor, kendi kabilesi için. Buyurun adaletten kopuşun ilk işaret fişeği. Allah’ın giydirdiği gömleği çıkarmayacağım diyende o. Oysaki hilafet gömleğini Allah falan giydirmemişti yani. Yani Allah’ın giydirdiği gömlek olarak görünce ve gösterince iş bambaşka bir yere geliyor. Aynı günümüzün kaderci, kaderci uydurulmuş dincilerine benziyor. Öyle değil mi? Hastalanınca hastaneye gidiyor ama Mustafa İslamoğlu, ya insan kaderinden sorumludur Allah insanın kaderini kendi çabasına bağlı kılmıştır diyen, Kur’an’a kula verin deyince çemkirmeye başlıyor. Hakaret etmeye başlıyor. Ama en ufak şeyde mahkemeye gitmeye de utanmıyor. Ondan utanmıyorsun ondan. Yoldan geçerken sağa sola bakmaktan da utanmıyorsun. Bari şundan utan. Buda Mustafa İslamoğlu’nun kaderi de bari, kendin tutarlı ol be mübarek. Değil mi? Onu bile diyemiyorsun. Yaa. Uydurma sektörü ve Muaviye cennetliktir sektörü. Adaletten kopuşun ilginç bir tezahürü. Abdülmuttalib hadisleri de var. Nerden çıktı Abdülmuttalib, Abbas hadisleri. Yanlış. Efendim Abbasiler dönemimde uydurulan Abbas hadisleri var. Onun için yani Muaviye hakkında siz Emeviler dönemimde uydurursunuz da, Abbas hakkında biz uydurmaz mıyız. Yani tabi atış serbest. Dolayısıyla rivayetten zırhlar. Aşere-i mübeşşere uydurması. Niye aşere-i mübeşşere? Niye on? Yani eğer cennetle müjdelenmişlik rivayetler üzerinden gidilecekse Hz. Fatıma da cennetle müjdelendi. Hasan ve Hüseyin de cennetle müjdelendi. Onlar aşerenin içinde neden yok. Bir sürü insan cennetle müjdelendi. Eğer rivayetlere bakacaksanız. Peki niye yok? Bu onun özelliğine siyasi tartışmaların içine dibine kadar bulunmuş olanları oradan çıkarmak. Eyvallah. Çoğunluğun, kütlenin kutsanması. Ümmetin dalalet üzerinde birleşmesi. “La teştebi ümmeti ala dalalet” diye bir uydurulmuş hadis. Hadis uyduracaksınız. Elbette ki uydurdunuz. Ümmet dalalet üzerinde birleşin. Çokluk. Çokluk Kur’an’da hiç övülmemiş. “Ekserun nasi yagilun”. “İnsanların çoğu akletmez” diyen Kur’an. Yine Kur’an’a meydan okuyan bir şey uyduracaktınız onu da öyle uydurdunuz. Şefkat ve merhametten kopuş. Evet bu kopuşların acı hikayeleri var. Hucur bin Adi. Sahabe idi, Muaviye öldürttü. Amr el Maksuz. İkinci Muaviye’nin hocası idi. Dedesi ve babasını eleştirdi, altı ay bile halifelik yapamadı zehirlendi ve bu zatı diri diri Emevi ailesi toprağa gömdüler. Diri diri öldürmek nasıl bir şeydir.

Mabet el Cüheni. Abdulmelik bin Mervan tarafından katledildi, eli ayağı kesilerek. Gaylan ed-Dımeşki. Yine bu insan, Mutedile mezhebine mensup, adaleti dillere destan bir mümin âlim idi, allame idi. Ömer ibni Abdullaziz buna gasp edilen malları sahiplerine iade görevini verdi. Yani kendi ailesinin gasp ettiği malları sahiplerine iade görevi verdi. Hatta bu zatta onları pazara çıkardı, “hadi gasp edilen malların sahiplerini arıyorum, gelsin benden alsın”, diye Ömer ibni Abullaziz dönemin de böyle bir pazar açtı. Gasp edilen mallar pazarı. Ve bu zat önce elleri kesildi, sonra ayakları, sonra burnu, sonra dudağı kesildi. Ve katledildi. Evet. Bozacı şıracı. Haccac, Abdulmelik bin Mervan’ı masum ilan ediyor. Masumiyet ilanı silsilesi böyle başlıyor. Çok ilginçtir. Yani aslında şianın Hz. Ali’yi ve kendi imamlarını masum ilan etmesi bundan biraz sonra. Demek ki Emeviler başlatıyorlar bu kötü bidattı. Efendim. Haccac onlarca sahabenin ve on binlerce masumun katilidir. Elli bin insan katlettiği söylenir bizzat. Ama cennetlikmiş biliyor musunuz, kitaplarımızda öyle yazıyor. Cennetlik olma sebebini biliyor musunuz? İkindi namazının sünnetini kaçırmazdı. İkindi namazının sünnetine dair sahih bir şey olmadığının en güzel örneğidir bu da. Anlatabiliyor muyum? Oraya bakıp oradan öğreneceksiniz. Yani uydurulmuş bu malzeme neye lazım derseniz, İslam’da neyin olmadığını öğrenmek için bakın. Dördüncüsü: Kur’an’a karşı, karşı devrim. Şura istişare ortak akıldan kopuş, karşı devrim. İlk terk edilen sünnet. Hz. Ebubekir halife seçildiği gün bir sünnet terkedildi, Allah Rasûlünün. Hani biz sünnet düşmanıymışız ya. Bu Allah ve peygamber düşmanları öyle diyorlar ya. o sünnette neydi biliyor musunuz? Rasûlüllah hiçbir biatı kadınsız yapmadı. Akabe bir, kadınlıydı. Akabe iki, kadınlıydı. Mekke fethi biatı kadınlıydı. Efendim şey, Hudeybiye biatı kadınlıydı. Hangi biattan bahsederseniz hepsinde kadın var ama ilk halifenin seçiminde kadın yok. Yani seçime katılmıyorlar. Allah Rasûlünün tüm seçimlerine kadınlar katılıyorlar. Bu, bu demektir zaten. Seçime katılım. Şura yerine hile. Muaviye ve Amr örneği. Çok ilginç. Hz. Osman kuşatılıp öldürülürken, Muaviye’nin çıtı çıkmıyor. Kılı kıpramıyor. Ama Hz. Osman’ın kanlı gömleği lazım Muaviye’ye, Osman değil. Evet. Osman’ın dirisi lazım değil Muaviyelere. Kanlı gömlek lazım. Niye? Kanlı gömlekle ortalığı karıştırtacaklar da onun için. Evet. Amr da mızraklarının ucuna âyet taktıran akıllı. Evet. Her zaman için âyeti mızrağın ucuna geçirdiğiniz zaman bu siyaset aklınıza gelsin. Allah o âyetleri korusun diyelim, ne diyelim. Şura değil tağallüp. Evet. İslam fıkhı bir tağallüp fıkhı kurdu. Nedir bu? Güçlü olan yani devleti eline geçiren haklıdır. Buna tağallüp kuralı deniyor. Ortak akıl ile değil güçle boyun eğdirme. Daha İmam Malikte başladı bunun zeminini atma. Rivayetlerini bulma ve içtihadını tedarik etme. Ondan sonra gitti gitti gitti Maverdi de zirvesini buldu. Gazali de kapak yaptı üstüne. Şura değil. Evet. Bu iş zamanın sonuna kadar Kureyş’te kalır. Ne dersiniz “İmamlar Kureyş’tendir” hadisinin bir başka versiyonu bu. Diyor ki Mehmet Sait Hatipoğlu hocamız: Hadisçilerimizin günümüzdeki duayeni. Allah Rasûlü atmış da tutturamamış mı diyor. Haşa diyor.

Bunu mu demek istiyorsunuz? Kureyş mi kaldı. Evet görüyorsunuz değil mi eleştirel akılla bakınca bir hadisçi de doğruyu düşünebiliyor. Beşincisi Kur’an’a karşı devrim ehliyet ve liyakatten kopuş. İmamlar küreyiştendir mi? yani, şimdi emanet âyetini, Nisa suresinin 58.ayetini “İnnallahe yemurukum en tueddul emanati ila ehliha” Allah emanetleri ehline vermenizi emreder. Âyetine savaşan, bu âyete karşı meydan okuyan bir hadis söyle diye bir garazkâra sipariş verseniz. Bir İslam düşmanına sipariş verseniz. Nasıl bir şey sipariş verirsiniz? İşte bunu verirsiniz. Ya Allah emaneti ehline vermenizi emreder diyecek, o da diyecek ki emanet Kureyş’indir diyecek. Devlet emaneti Kureyş’indir. Böyle bir şey olur mu? Bu sözün sıhhat testi için emanet âyeti yetmedi mi? yani bu sözün hadisin sıhhat testi için zapt ve adalet şartı koşuyorlar ve zincir diziyorlar. Bu sözün Kur’an yetmedi mi size de yüzlerce yıl sonra hiç görmediğiniz adamların hafızasını ölçmeye kalkıyorsunuz. Adaletini ölçmeye kalkıyorsunuz. Ben gördüğüm adamın adaletine garanti veremem. Sen iki yüz sene evvel yaşamış adamın adaletine nasıl garanti verdin. Allah Rasûlüne nispet ettiğin bir sözü, nasıl eminsin bu kadar insanın dilinden gelip geçtiğine, değil mi. Muaviye ve Yezit babadan oğula saltanat. Bu korkunç bir kırılmaydı aslında ama ya şuna ne dersiniz. Bu Kütüb-i Sitte’ye girmiş bir hadis biliyor musunuz? Nasıl uydurdunuz vicdansızlar diyesi geliyor insanın… “Men aşa İbrahim’le kane sıdıkken nebiyye” Eğer Allah Resulünün küçük oğlu İbrahim yaşasaydı peygamber olurdu. Nasıl uydurdunuz diyesi geliyor değil mi, nasıl bir zihniniz var sizin. Evet Kur’an’ı anla, evet Kur’an’a meydan okumak. Zalimler sözümden dışarıdır. (Bakara124) Hani ne demişti Hz. İbrahim sınavını verdikten sonra, bir dua etmişti değil mi! “Ya Rabbi! Neslimden önderler çıkar, liderler çıkar.” Allah da ne demişti ona cevap olarak. “Lâ yenâlu ahdiz zâlimîn” Evet neslinden önderler çıkaracağım ama senin neslinden de gelse, İbrahim’in torunu da olsa zalimler bu sözümün dışındadır demişti değil mi? Evet, yöneticiyi Allah’a ortak koşan Sünni hilafet teorisi, Sünni teoloji; sahabenin tamamını masum ilan etti. Evet, sahabe masumdur. Onun için sahabe cerh ve tadile girmez. Yani hadis usulü, hadis usulü aslında yalanı usulüne uygun söyleme usulüdür ama kendilerine göre doğru olduğunu kabul edelim. Sahabenin tamamını masum ilan etmek, Kur’an’ı baştan sona çöpe atmak demek.

Kur’an’da “İn caekum fasikum bi nebein” denilen de sahabe, bir fasıl size haber getirdiğinde denilen de sahabe. Kur’an’da münafıklar denilenler de sahabe ve o münafıkları sen bilemezsin diyor Kur’an, bilemezsin diyor. Dolayısıyla sahabeyi nasıl, ilk nesli nasıl, masum ilan ettin. Hepsini de putlaştırdın. Bu Kur’an’la savaşmak. Sünni hilafet teorisi; müminlerin emirinden, Allah’ın halifesine geçiş. Allah Rasûlü. Ben Allah’ın halifesiyim demedi. Haşa, Allah’ın halifesi olmaz. Halife; dirinin yerine niyabet edendir. Allah’a naip olmaz ki yani Allah ara sıra tatile çıkmaz ki, onun yerine niyabet edesiniz. İzne ayrılmaz ki onun yerine niyabet edesiniz. Peki Allah Rasûlünün arkasından gelen halife ne dedi kendisine. Halîfetü Rasûlüllâh, Allah Rasûlünün halifesi. Ondan sonra gelen Hz. Ömer ne dedi. Halifetul halifetu Rasûlüllâh, Resûlüllah’ın halifesinin halifesi. Peki daha sonrakiler ne dediler. Allah’ın halifesi. Zıplayıp çıktılar. Anlata biliyor muyum, yani aşağısına razı olurlar mı? Allah direk bağlandılar yani. Oflular alınmasın kusura bakmasın. Yöneticiyi Allah a şirk koşmak. Pers zihniyeti, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi. Evet, Safani şeyhülislamın kardeşine söylediği cümledir bu “Yönetici Allah’ın yeryüzünde ki gölgesidir.” Evet, zullulah fil arz ve bu hadis diye kitaplara girdi iyi mi. Sasani ateş perest bir papazın sözü, Allah Rasûlünün diline kondu iyi mi. Söyleyecek başka bir şey yok. Hadis uyduruğu, Allah nasıl tekse halifede tek olmalı. İkinci çıkan halife öldürülür diye. Şuna bakar mısınız, yani Allah’la insan yöneticiyi kıyasladı. Gazali; Allah’ın huzuru ancak sultanın huzuruna kıyasla anlaşılabilir. E ne diyeyim. Bir şey desem. Gazali bizim için bir bilim adamı, ilim adamı ama onun için put, onun put galerisinde Gazali diye bir put var. Şimdi bir şey desem, Gazali’yi eleştirsem putunu eleştirmiş olacağım. Onun için en iyisi eleştirmeyim. Sealevi, bu tefsir sahibi bir ilim adamı, âlim. “Sultana itaat rahmana itaattir.” Alın buyurun nerden yakarsanız yakın. O zaman Ebu Zer, Hz. Hüseyin, Ebu Hanife ve daha niceleri. Allah’a isyan mı ettiler. Devletine itaatsizlik ederek, devlete isyan ederek. Allah’a isyan mı ettiler.

Öyle diyordu Ebu Hanife, İmam Azam. İbn Hübeyre, Emevilerin valisi, bırak Basra valisi, Küfe valisi. Bırak başka şeyi bana Vâsıt mescidinin kapıların say diye emretse vallahi onu bile yapmam diyordu. Şii imamet mitolojisi. Şimdi Sünnilerden bahsedip te Şiilerden bahsetmedik mi? Zaten biliyorsunuz duruyor, akidesi ağzına kadar Şia dolu olanlar, bizi Şii olmakla suçladığı için onlardan da bahsedelim masum ile mahrum bırakmayalım. İmamlar masum mu? Şia’ya göre masum. Onlar peygamberler gibi mi? Evet, Şia akidesine göre öyle, efendim bir tane vahiy almazlar. İmamların sözleri paralel vahiy mi? vahiy almazlar ama söyledikleri vahiyle aynı statüye sahiptir. Yani Sünnilerin hadise verdiği şeyi, Hadis vahidir diyorlar ya. Onlar da imamlarının sözlerine diyorlar. İmamların sözleri paralel vahiy mi? kabirleri paralel Kâbe mi? Maalesef. Peygamber soyundan olmak ayrıcalık mı? Var mı böyle bir ayrıcalık. Dinde bir tek ayrıcalık var o da takvadır. Üstünlük yani. Seyit ve şerif olmak üstünlük mü? Dinin böyle bir şeyi var mı? O zaman niye anlattı Kur’an. Nuh’un kafir olan oğlunu, İbrahim’in kafir babasını, Lut’un kafir karısını, Asinin kafir kocasını ve Allah Rasûlünün kafir amcasını. Niye Kur’an’da zikredilen, adıyla zikredilen tek müşriktir. Neden Ebu Leheb. Sormadınız mı hiç. Bundan işte. Bir peygambere akraba olmak yakın olmak, asla onun için bir üstünlük sebebi değildir, demektir. Bu Kur’an’a meydan okumak değil mi? İbrahim’in soyundan zalim yönetici gelmesi caiz değil de (Bakara 124) resulün soyundan gelmesi caiz mi? Evet, tasavvuf, tarikatlar, şeyhler, paralel din, paralel devlet, paralel sultan. İbn Arabi’nin Kur’an’a (Yunus 91) Evet Yunus 91 de Firavun’un küfrü üzere öldüğü söylenir. Operasyon yapıyor İbn Arabi ne diyor. “Firavun mümindir, mümin olarak öldü.” Ya veresiye yapıyor adam, yani bunun tebdili yok ki. Kur’an’a bir operasyon yapıyor. Peki bu operasyonu niye yapıyor. Çok uzun laf kaçar da onun için o kadar uzatmayacağım. Aslında paralel bir din kuruyor. Başka bir şey değil. Suffi Allah’ın tayin ettiği yöneticiye kayıtsız şartsız itaat etmeli diyen de kendisi. İbn Arabi Rumi’ye göre işkal ordusu komutanı Baycu Noyan velidir. Bu ne demek. Trikopis hazretleri Rahmetullahi aley kaddesallahu sırrahul aziz demek. Yunan komutanı, Anadolu’ya giren Yunan Anadolu komutanı Trikopis için bunu demek veyahut ta İngiliz işgal komutanı General Haringtonı veli ilan etmek. Bu nasıl kanınıza dokunuyor da öbürünü yapanı veli ilan ediyorsunuz. Allah dostu ilan ediyorsunuz. O nasıl kanınıza dokunmuyor. Halihazırda Müslümanların dünyası; krallıklar, meliklikler, cuntalar, diktalar, zorbalar. Ne kadar dindarsa o kadar bağnaz, yobaz, cahil,  kindar, nefretle dolu, intikamcı, haset, dedikoducu, fesat, öfkeli, nobran, saygısız, sevgisiz, mutsuz, huzursuz.

Cuma günü bir hutbe verdim. Hutbenin başlığı neydi, biliyor musunuz? Uydurulmuş dinciler insanlığın huzursuz bacağıdır. Huzursuz bacak sendromu diye bir şey duydunuz mu? Bacağınızı nereye koyacağınızı bilemezsiniz. Siyatik desen siyatik değil, romatizma desen romatizma değil, sıvı kaybı desen sıvı kaybı değil. Sızlar, inler, kaşınır, efendim içten içe yanar, ağrır pis bir ağırı, peki ne yapmalı? Ama sizin bacağınız ne yapacaksınız, takmalı çıkartmalı değil ki şöyle atasınız. Böyle bir şey işte, insanlığın huzursuz bacağı. Sonuç, uydurulmuş dinci insanlığın huzursuz bacağıdır dedim. Ne görüyorsunuz. Evet orayı kapatsalar iyi olurdu, fiyatı. Durum bu. Şu anda durumumuz bu. Bakın önde bir Ebu Leheb kılıklının oturduğunu düşünün. Fiat Doublo, arabamız İtalya’dan. Osmanlı armamız var ya diyeceksiniz. Maalesef yanıldınız. O da yerli değil. İngiliz kraliçesi bu armayı yaptırdı ve Osmanlı’ya hediye etti. Hikâyesini öğrenmek isteyen ilgili kaynaklara başvursun. Yani benim diye böbürlendiğin benim değil, anlatabiliyor muyum? Yani İtalya’nın yaptığı arabanın arkasına İngiliz kraliçesinin yaptırdığı armayı takıp ta piyasalarda, caddelerde hava atan birini aklınıza getirin uydurulmuş dinci deyince. Anlatabiliyor muyum?

Evet geldik şeyhi dinleyelim…video… Nasıl buldunuz? Anladınız mı bilmiyorum. Karşısındaki bu hadis sahih mi diyor. Bu hadis dediği “Deve şeytandan yaratılmıştır.” Evet, sahihtir diyor. Kesinlikle sahihtir diyor. Uydurulmuş din şişede durduğu gibi durmuyor. Şunu soracaksın bu şeyhe. Şimdi siz deveyi kurban ederek şeytan mı kurban ediyorsunuz? O zaman niye sütun taşlıyorsunuz? Şeytan taşlamada koyun deveyi, deveyi taşlayın. Şimdi siz deve eti yerken şeytan etimi yiyorsunuz. Şeytan etti hücrelerinizde eriyor, gözünüzde görme, kulağınızda duyma, ayağınızda yürüme oluyor dolayısıyla sizin yapı taşlarınıza dönüşüyor. Siz de biraz şeytan olmuş olur musunuz? Şeyh efendiye sormak lazım, bunlar baya şey baba soru, yani görüyorsunuz. Görüyorsunuz değil mi? Allah Rasûlüne bu çılgınlığı nasıl yakıştırırsınız. Nasıl yakıştırırsınız. Nasıl koyarsınız bunu bir de eynam diyor. Sahi diyor. Hem de babası, sahi evet, sahi kitapların Kütüb-i Sitte’nin içine girmiş bu Kütüb-i sitte hadisi. Deve şeytandandır. Deve şeytandan yaratılmıştır. Nasıl oluyor bu. Peki Kur’an deve için ne diyor.” Efelâ yenzurûne ilâ-l-ibili keyfe ḣulikat.” Onlar bakıp incelemezler mi deve nasıl yaratılmış. Aslında ben cahiliye Arabının bu yamuk ve bu kötü tasavvurunu, algısını düzeltmek için bu âyetin deveye bakmazlar mı nasıl yaratılmış âyetinin indiğini düşünüyorum. Yani bu cahiliye şirk ehlinin hadisiydi ve Allah Rasûlüne nispet ettiniz ve Allah Rasûlüne kıydınız. Acımadınız. Evet ağır top geldi…video…Şimdi girmemem lazım diyor. Girmemem lazım diyen kişi ihtisas alanı nedir biliyor musunuz? Tarih. Kendi nasıl girecek şimdi bakın…VİDEO…Maliktir. Maliktir efendim. Malıdır yani malıdır. İnsandan malı olur ve sınırsız cariye alabilir. Tabi ki tabi ki. Bak boncuk gibi dizmişler. Onu tanımıyorum ama bu bir şeyhe bağlı mürit. Bir tarikatın adamı ve tarih profesörü. Karşısındaki spiker diye. Muhtemelen o bundan daha iyi biliyordur. Konuşturmuyor ama kendisi tarihçi olarak oturdu okkalı okkalı verdi fetvayı. Sınırsız alabilir diyor. İçlerinde yatan bu. Bunlar cenneti başka bir şey zannediyorlar da adını söylemeyim, içlerinde yatan bu. Ateist yetiştirmek için başka bir şeye ihtiyaç var mı? Bunlar yeter. Ateist imalat hanesi olarak çalışıyor uydurulmuş din. Uydurulmuş din deyince neyi kastediyorum, işte bir örneği size. Allah Rasûlünün sınırsız cariyesi vardı öyle mi? Gerçekten öyle mi? İbn Kesir’in otuz üçlü listesini. Üstelikte tarihselci arkadaşlar. Bu kadar delilenmemeleri lazım. Ne adına delileniyorlar bilmiyorum. İbn Kesrin otuz üçlü listesi. İbn Kesirden üç yüz yıl evvel yaşamış biri on dokuzluk liste yapmış. Ondan yüz yıl evvel yaşmış biri on üçlük liste yapmış. Ondan yüz yıl evvel yaşamış biri üçlü, üçe inmiş. İbn Kesir kaçta yaşamış. Bin üç yüz yetmiş üçte ölmüş peygamberden yedi yüz yıl sonra ölmüş bir adam. Yani gittikçe ilave devam ediyor. Bu adamların zihnini uydurulmuş din işgal etmiş. Bu adamların böyle bir derdi yok. Kur’an’da cariye yoktur. Kur’an nikâhsız cariye ile birlikteliği, yatağa girmeyi asla ve asla tecviz etmemiştir. “Ma meleket eymanüküm.” âyetlerindeki Eymanüküm; sözleşmedir. Eymanü; sözleşmedir. Eşlerle sözleşmeliler arasındaki tek fark sözleşmelilerin sözleşmesiyle kölelik düşürülmüştür. Allah Rasûlü de bunu uygulamıştır. Safiye bir savaş esiridir, cariyedir. Savaşta esir edilmiştir. Huyey İbni Ahtab’ın kızıdır ama esir edildikten sonra Allah Rasûlü onu azad etmiş, kurtulma akçesi olarak da azatlığı görmüş. Yani mehir bedeli olarak azatlığını vermiş. Bir tek fark bu ve eşi edilmiştir. Eşidir. Cüveyriye savaş esiridir. Beni Müstalik esiridir ama cariye olarak esir edilmiş, fakat Allah Rasûlü cariye olarak yatağına atmamıştır. Ne yapmıştır? Azad etmiş. Onun azatlık şeyini ise mehir bedeli olarak saymış ve eş edinmiştir. Allah Rasûlü cariye edinmemiştir. Bunu söyleyen Allah Rasûlüne iftira eder. Allah Rasûlü kölede edinmemiştir. Allah Rasûlünün kölelere bakışı, Kur’an inmezden evvel bakışıyla indikten sonraki bakışı, cahiliye ile İslam kadar farklıdır. Cahiliyeden evvel kendisine hibe edilmiştir Zeyd. Evet karısı Hatice tarafından, karısına da onun yeğeni tarafından hibe edilmiştir. Özgür bir çocukken yolda baskınla alınmış köleleştirilmiştir Zeyd. Kendisinden on yaş küçüktü Allah Rasûlü. Peki Allah Rasûlü cahiliye peygamberlik gelmeden evvel kendisine hibe edilen bu köleyi peygamberlik geldikten sonra ne yapmıştır? Özgür bırakmıştır.

Peki Allah Rasûlünü motive eden hangi âyet olmuş olabilir? Daha doğrusu emreden. Akabe var ya Akabe evet evet akabe. Zor yokuş. Zor yokuşun dört etabı var. Birinci etabı neydi. Fekur akabe; bir boyunu özgürlüğe kavuşturmak. Allah rızası için Allah Rasûlüne bu âyetler gelecek bu âyetlerin Allah Rasûlünün hayatında hiçbir etkisi olmayacak mı? Nasıl da savruluyorsunuz. Nasıl da savruluyorsunuz. “Fe anna tü fekun” Nasıl da savruluyorsunuz. Allah’tan korkmadan. Çünkü sabiteleriniz yok. Allah Rasûlü bu âyeti uygulamamış mıdır sizce? Bir boyunu özgürlüğe kavuşturmak diyecek Kur’an da zor yokuşu. Bu zor yokuşu ilk çıkan Allah Rasûlü olmayacak öyle mi? Allah’tan korkun. Tutacaksın, bana Rasûlüllah’tan yedi yüz yıl, yedi yüz elli yıl sonra yaşamış olan İbn Kesir’in uyduruk listesini koyacaksın önüme öyle mi? Allah’tan korkmayacaksınız. Kendi tezinizi ispat için, Allah Rasûlünü okkanın altına vereceksiniz öyle mi? Yazıklar olsun, söyleyeceğim başka hiçbir şey yok. Allah Rasûlünü cariye. Ya Marie deyin. Getirin neyiniz varsa, açın hepsine cevabım var. Marie ne olacak. Mısırdan gelmiş olan cariye, ne olacak. Evet, Mısırdan Marie geldi. Fakat üç tane rivayet var. Rivayetin biri; Maria’yı getiren Dıhye-i Kelbi’nin önünde Maria’nın yolda İslam olduğunu rivayeti. Neden bunu görmezden gelirsin. Oysa ki Kur’an’ın sürecine bu çok daha uygun. Daha olamadı Maria geldikten sonra Müslüman oldu rivayeti var. Bunu niye yok sayarsın? Hiçbir şey olmadıysa Maria Ümmü’l veled zaten. Çocuk doğuran özgürdür, cariye değildir. Vesaire. Onun için Allah Rasûlü cariye edinmez. Siz cenneti ora mı zannediyorsunuz? Günah mekânı mı zannediyorsunuz? Harem mi kurmak istiyorsunuz? Peki IŞİD’le ne farkı var bunun. Hani yazmıştı annesinin göğsüne on beş dolar yazmış, on dört yaşındaki kızının göğsüne otuz dolar yazmış. Arayın bulursunuz. Ben gösterdim onu. Anlatabiliyor muyum? Satıyor, satıyor. Ezidi, Yezidi kadınları getirmiş satıyor. Ne farkınız var he. Yani kravat takınca, İŞİD olmaktan çıkıyor mu? Fıkıhınız aynı, kadına bakışınız aynı, mal diye bakıyor farkında mısınız? Çünkü evet onun dediği fıkıhta. Aslında suç onda da değil, onun dediği fıkıhta kadın maldır. Allah korusun. Kur’an’da öyle midir ya. “İnnal mu’minîne vel mu’minât vel muslimîne vel muslimât vel gânitîne vel gânitâti vel münfikine vel münfıka” Yani Müslüman olan erkekler, Müslüman olan kadınlar. İman eden erkekler iman eden kadınlar. “Ba’dukum min ba’d.” Siz birbirinizin parçasısınız diyen de Kur’an. (Al-i İmran son sayfa) Dolayısıyla hangisine inanalım. İki tane din var. Hangisine inanırsanız. Seç beğen al, iki tane din ama bu din başka bir din. İslam fıkhında diyor. İslam hukukunda. Hangi İslam’ın hukuku diye soracaksınız. Mutlaka her aklı başında insan hangi İslam’ın. Onun için diyorum ki siz varken, fıkhınız varken Ateistler bayram ediyor. Bir de ateistlere küfrediyorsunuz. Siz deist ve ateist yetiştirme çiftliğisiniz. Evet, tavsiyem… VİDEO… Agora, filmin adı. Konusu; dünya tarihinin en büyük hanım bilginlerinden Hypatia. MS 5.yy. yaşamış olan Hypatia. İskenderiye’de ki en büyük, dünyanın en büyük kütüphanesinin müdürünün, başındaki hocanın kızıydı ve hem bir astronomi âlimi hem bir matematikçi hem bir geometriciydi. Öldürdüler. Linç ettiler. Linç edenler, Ortodoks Hristiyanlar. Çok değil üç yüz elli, dört yüz sene evvel kendileri linç ediliyordu, aslanların ağzına atılıyordu ama üç yüz elli sene sonra kendiler bir dünya tarihini değiştirmiş. Dünya bilim tarihine kalıcı bir damga vurmuş. Hypatia gibi bir bilim kadınını lince tabi tuttular. Yobazlık nasıl bir şey? Seyredin derim, görün derim, öğrenin derim. Hiçbir şey değişmedi. Tarih boyunca yobazlar hep linç sevdiler. Hiç söz dinlemediler. O kütüphane dünyanın en büyük kütüphanesiydi. Eski dünyanın ne kadar metni varsa orada saklanıyordu. Eğer o kütüphane yanmasaydı, yakılmasaydı Kıpti Hristiyanlar tarafından, Mısır’da yakılmasaydı, bugün dünya tarihi çok daha başka olurdu der bilenler ve ilginçtir bazı müsteşrikler, bazı oryantalistler, bu kütüphaneyi Hz. Ömer’in yaktığını iftirasında bulunurlar. Doğru değil. Hristiyan Ortodokslar yaktı.

Filmin bazı sahnelerinde sıkıntılar var. 16+ yani. Büyümemiş olanlar izlemesin. Zekâsı on altı yaşından aşağı olanlar, gözüne sahip olmayanlar, Allah’ın verdiği gözü kullanıp da kapağı kullanmasını beceremeyenler izlemesinler. Âmâ yok ben kendimdeyim, aklım başımda, hormonlarım beni yönetmiyor ben hormonlarımı yönetiyorum diyenlere tavsiye ediyorum. Haftanın makalesi: Yıldıray Oğur’a ait. Bir katilden hâkim adayı yaratan karanlık… İsimli makaleyi hepinize tavsiye ediyorum. Bu kızımız bir üniversite hocası, okutman. Geçtiğimiz hafta öldürüldü. Bir holigan, kopya çekerken tutanak tuttuğu için bu kızımızı öldürdü. Ahmet Hakanında güzel bir yazısı var onu da tavsiye ederim. O katil pankartla o okula giremezdi ama silahla ve bıçakla. Hem silah hem bıçak. Düşünebiliyor musunuz? Hem bıçaklıyor hem kurşunluyor. Girdi. Bu şuna benziyor, televizyonlarda sigara mozaikleniyor. Sigara kişinin kendisine kötülüğü, zararı. Ama silah mozaiklenmiyor. En berbat en vahşi en vahşet sahneler gırla gidiyor, hatta övülerek. Kanlı kıtali adam öldürme sahneleri… Aslında bu toplum nasıl baş aşağı geziyor onu da anlatmıyor mu? Başkasına zarar verdiğiniz sahneleri mozaikleme ihtiyacı hissetmiyorsunuz, kişinin kendine verdiği zararlı sahneleri mozaikliyorsunuz ama İslam da Kur’an’ın İslam’ın da ilk ilke başkasına zarar vermemektir. Beni kahramanım…VİDEO…Evet değerli dostlar. Ebubekir Karsan benim bu derste kahramanım. Bu arkadaş ihraç edilmiş. Diyanet doğru söyleyen bir elemanını, aç susuz kapının önüne bırakıyor. Aslında madalya vermesi lazım değil mi? Zira siz insanları camilerden, minberlerde, mihraplarda dürüst olmaya, doğru konuşmaya davet edeceksiniz değil mi? Sizin göreviniz bu ama içinizden doğru söyleyen bir tanesi çıkıyor. Cesaretini topluyor ve konuşuyor ama siz onu kapının önüne koyuyorsunuz, ihraç ediyorsunuz. Dolayısıyla durum görüş ve bilgilerinize arz edeyim dedim. Teşekkür ediyorum değerli kardeşlerim. Bir düzeltme var. Zamanımızda mızraklara hadis rivayetleri takılıyor demişim. Düzeltiyorum, özür diliyorum. Yani ilave mi tamam zamanımızda mızrakların ucuna hadis rivayetleri takılıyor. AA bunlar bile az kaldı, ufak kaldı. Mızrağın ucuna Allah takanlar. Peygamber takanlar. Din iman takanlar. Onun için neler takılmıyor ki. Evet bu günlükte bu kadar hepinize teşekkür ediyorum. Gönlünüze afiyet olsun. Allah’a emanet olun.

 

Yorum Yaz