Tatil yok, tebdil var

En çok tatili, tatile en az ihtiyaç duyanların yaptığı bir ülke Türkiye. Hatta haybeden para kazananların, yatmaktan yorulunca, yatacak yer değiştirmesi gibi bir şey olarak da anlaşılıyor tatil.

Bu tür bir tatil mantığı, sadece sistemin hormonlu “para babalarına” özgü değil. Üniformalı-üniformasız bürokrasi ve icazetli siyasetçi taifesi de aynı tatil mantığına sahip.

Türkiye’de kurulu düzenin gerçek yüzünü, ülkenin en iyi kıyılarının, en mutena doğa parçalarının, kimlerin hizmetine kapatıldığına bakarak rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Özellikle bürokrasinin, milletin kesesinden binbir gece masallarını hatırlatan mekanlarda ve ortamlarda sözüm ona “tatil” yapması, “el kesesinden hovardalık” sözünü hatırlatır cinsten…

Güya, sahillerin kamunun hizmetine açık kalması, yasalarla garanti altına alınmış. Gelin görün ki, en müstesna kıyı şeritlerinde bir kurum ve kuruluşun kanun dışı “işgaliyle” karşılaşırsınız. Çoğu “dokunulmazla” zümresine dahil olan bu kurumlara ne kanun işler ne mahkeme…

Fakat İslami hassasiyeti olan insanların kendilerine ait mekan ve tesislerde denizden yararlanmak için el kadar bir kıyı şeridine tente çekip kadınların inançlarına uygun olarak denizi kullanma teşebbüslerine şiddetle karşı çıkılır.

Bu karşı çıkma kimi zaman fiili taciz ve tecavüze kadar vardırılır. Tesisini dindar ailelerin hizmetine tahsis eden bir patrondan dinlemiştim: Beş yıldızlı tesisin bulunduğu kıyı şeridinin küçük bir bölümüne, Müslüman hassasiyeti taşıyan hanımlar için portatif bir tente yerleştirmişler. Fakat bu girişim, resmi makamların baskı ve tacizi yetmemiş gibi, gayr-ı resmi “makamların” ve kendini “laik” olarak niteleyen militer ruhlu sivillerin fiili tecavüz ve saldırılarına hedef olmuş, hatta kurşunlanmış…

Kendi hayat tarzını silah zoruyla herkese dayatan bir zihniyetin, muhalif gördüğü kesimleri aynı suçla suçlaması “yavuz hırsız” meselini hatırlatıyor…

“Tatil mantığı” demiştik, değil mi?

Evet, Türkiye’deki egemen sınıfların tatilden anladığı, aslında “masum bir dinlence” değil, içerisinde kaçamak ve hovardalıkların da yer aldığı ama mutlaka alkol duvarının aşıldığı “eğlence” anlamına geliyordu. Türkiye’yi silah zoruyla “modernleştirme” projesinin bir unsuru haline getirilmişti bu “ille de haramlı” tatil anlayışı…

Şimdi, egemen sınıfın horladığı mahrum ve mağdur kesimler arasında, yepyeni bir tatil anlayışı boy veriyor. Bu anlayışın eksenini inancın çizdiği sınırların çiğnenmemesi oluşturuyor.

Bu kesimler, akıllarını içkiyle uyuşturmak yerine yorulan bedenlerini dinlendirip, acıkan akıllarını doyurmak için okumayı tatilin vazgeçilmez bir unsuru olarak görüyorlar. Bu arada muhabbete acıkan ruhlar da ihmal edilmiyor. Birbiriyle dost olan aileler, daha bir tanış olmanın, biliş olmanın imkanını yakalıyorlar. Büyük kentlerin eksik bıraktığı insani ve İslami ilişkilerini tamamlamak ve güçlendirmek için, tatili harika bir rehabilitasyon ortamına çevirebilen çok güzel örneklere şahit olabiliyoruz.

Eğer akıllı tercihler ve bilinçli programlar yapılabilirse yaz mevsimi, bir aile eğitim seferberliğine dönüştürülebilir. Kent ortamında iş stresinin boş bıraktığı insani alanlar, tatil münasebetiyle mükemmel bir surette doldurulabilir.

Biliyorum ki, sizin elinizde de okumak için alıp bir türlü okumaya fırsat bulamadığınız bir yığın kitap birikmiştir. Şimdi onları okumanın, okunanlar üzerinde tefekkür etmenin tam zamanı.

İster kısa bir değişiklik olsun diye döndüğünüz köyünüz ve kasabanızda, isterse tatilinizi geçirmek için gittiğiniz bir mekanda olsun, her yer zihninin ve ruhunun açlığını fark edenler için bir okul, bir mektep haline getirilebilir. Yeter ki isteyin.

Ne diyordu Kur’an: (Bir işi) bitirip kurtulunca, (başka bir işte)kalk yorul!” (İnşirah 7)

Tatil yok, tebdil var…

Yorum Yaz