Tefakkuha dayalı bir fıkıh imkânı (1)

Bu haftaki üç yazımı, yurt dışında lisansüstü eğitim gören bir ilim talebesinin uzun mesajına ve bu mesajda dile getirdiği soru ve sorunlara ayıracağım.

Bu haftaki üç yazımı, yurtdışında lisansüstü eğitim gören bir ilim talebesinin uzun mesajına ve bu mesajda dile getirdiği soru ve sorunlara ayıracağım.

Önce mesajı okuyalım:

“Değerli hocam, selamette olmanız için duacıyım. Adım… Ürdün’de fıkıh bölümü mastır öğrencisiyim. Sizlerden fıkıh ilmindeki çalışmalarım hakkında yönlendirme ve tavsiyelerinizi istirham edecektim.

Birinci dönemin başında mastır eğitimime, lisansı da tamamladığım Ürdün’de başladım, Allah’ın yardımıyla. Yani 6. senemi doldurdum bu diyarda. Hocam size danışmak istediğim mevzu; Arap ülkelerinde ki pek çok eğitim kurumunun menhecinin ezber ve kalıpçı bir usule dayandığı sizce de malumdur. Bu menhecin kısırlığını üniversitedeki mastır eğitiminde çok alenen hissediyor ve yaşıyorum. Derslerimiz kredili. Ayrıca çok gerekli dersler ama maalesef şundan ibaret; mesela ilk dönem “ez-zevac ve’t-talak” isimli bir ders aldım. Ders sadece mezhep imamları ve önde gelen öğrencilerinin görüşlerinden ibaret… Bu görüşleri ezberliyoruz ve bir kaç hafta sonra zihnimi yokladığımda kendimi unutmuş veya bu görüşleri karıştırıyor buluyorum.

Sadece bu ders değil, diğer dersler de aynı seyirde. Bu gidişat beni çok endişelendiriyor. Derslerde verilen görüşleri asla hafife alıyor değilim ama yetmiyor fıkıh ilminde. Ayrıca sadece derslere de itimat ediyor değilim, şüphesiz mastır tüm eksikleri kapatmayacak ama usulde ciddi eksikler var. En basta çok kalıpçı bir usul olması gibi…

Bu yöntemin fıkıh ilmini daralttığını ve öğrenciyi nakilciliğe sevk ettiğini düşünüyorum. Kıyas, mukarenetu’l-fıkh, usulu’l-fıkh, sarf, nahiv gibi temel ilimler gerektiği gibi işlenmiyor ya da işlenmedi benim 5 senelik üniversite geçmişimde. Bu konuda hiçbir hocamı asla suçlamıyorum.

Belki onlar da aldıkları gibi veriyorlar bu ilmi. Sadece daha faydalı bir alternatif ve kendim için takviye üretmeye çalışıyorum. Ben Ürdün’de bulunduğum her vakti hem Arapça hem de fıkıh alanında çok fayda edinerek geçirmek istiyorum… İstemekten de öte bu bir zorunluluk ve borç boynuma. İki fasıl daha ders aldıktan sonra tez dönemi nasipse başlayacak. Yani mastır eğitiminin nihayeti için en az 2 seneye ihtiyaç var. Bu surede gerekli ilimleri almak istiyorum hocam…

Bu ilimde pek çok badireler ve zor merhaleler atlatmış değerli bir hoca olarak, benim şahsi olarak yapabileceğim şeyler ve okumam gereken bölümümle alakalı kaynak ve diğer alanlarda okumam gerektiğini düşündüğünüz şamil bir kitap listesi ve nasihatlerinizi beklemekteyim hocam. Allah selamet versin sizlere ve muvaffak eylesin.”

İslami İlimlerin ve hassaten bu ilimlerin usullerinin yenilenmesi bahsi, ağacın kesilip sözün tükeneceği bir bahis değildir. Bu konuda konuşmak zordur. Bu zorluk üç husustan kaynaklanmaktadır:

1. Bizatihi meselenin kendisinden: Zira İslami ilimler hakkında konuşmak, 12-13 asırlık geçmişi olan kadim bir gelenek ve dev bir müktesebat hakkında konuşmaktır. Hele bu ilim İslam medeniyetine “Fıkıh Medeniyeti” olarak damgasını vuran “fıkıh ilmi” ise, iş daha da zorlaşır. Çünkü bu alanda üretilmiş edebiyatın sadece sayım dökümü bile altından kalkılması güç bir iştir.

2. Meseleyi ele alması beklenen âlimlerimizden: Bu konuda sadece bilgi ve birikim sahibi olmak yetmez, bunun yanında sentez ve analiz yapabilen dengeli, kuşatıcı, muttaki, mütecessis ve müteharrik bir akıl ve akliyyete de şiddetle ihtiyaç vardır. Bu da yetmez, üçüncü olarak mevcut bilgi, birikim ve akliyyeti “kınayıcının kınamasından korkmadan” sergileyecek bir alim cesaret ve celadetine sahip olmalıdır.

3. Âlimlerine sahip çıkmayan Müslüman kamuoyundan: Belki meselenin en mühim ayağı budur. Çünkü dinden uzaklaşan kesimler “hepsinin canı cehenneme” der, dindar kesimler de bağnazlık yapıp “babalarımızdan duymadığımız şeyleri söyleyen herkesin canı cehenneme” derse, kimse değil yüreğini, elini, hatta parmağını dahi taşın altına koymaz. Bu işe ehil olanlar bile, “Hoşafın yağı kesildi!” diye ortalığı velveleye verip kazan kaldırmak için bahane kollayanların şerrinden yaka silkip, “Hoşafınızın yağı bol olsun çelebiler” diye beddua ederek kûşe-i uzlete çekilirler. “Selamet der kenarest” evradını virdi zeban eyleyerek hüzzam makamında susar.

Ve sonuç: Cahil dindar takımı sizi iskelenin çürük tahtaları hakkında dahi “Söyletmem, durun!” mantığıyla konuşturmaz, bir de bakarsınız ki, ortada iskelenin değil tahtası, babası da kendisi de kalmamış. Vay benim köse sakalım!

Meğer iskelenin çürük tahtalarını değiştirmeye kalkanların başına dünyayı zindan eden tulumbacı takımı, iskelenin babaları sökülüp iskele tümden yok edilirken sırra kadem basmışlar imiş. Bir rivayete göre, İslami ilimlerin iskelesi nadanlar tarafından kökünden hoyratça sökülürken bizim tulumbacı takımı yangın zannettikleri ışıkları söndürmekle meşgul imişler. Bir başka rivayete göre, “İslami ilimler iskelesinin eskiyen, kırılan, çürüyen tahtalarını değiştirelim” diyen âlimlerine sopa çekmek için dillerini ve ellerini öyle çalıştırmışlar ki, iskeleyi kökünden sökenleri gördükleri halde ağızlarını açacak mecalleri kalmamış.

Şimdi durum budur ey ilim talibi! “Tefakkuh olmasa da olur, bize ilmihal yeter” diyenler aldandılar. Şimdi elimizde ne fıkıh ilmi kaldı, ne ilmihal kaldı, ne de fıkhını merak eden ahali. “Namazlı niyazlı şeriat düşmanları” ucubesini nasıl peydahladık sanıyorsun?

Devam edecek.

Yorum Yaz