Töhmet mahallinde bulunmak

Büyük İmam Ebu Hanife için anlatılır: İmam hakkında Bağdat’ta çirkin bir iftira yayılmaya çalışılır. Bu, Büyük İmam’ın kulağına gelir.

İmam şöyle der:

“İftira edenler cezalarını çekerler. Fakat bu iftira da bana bir ceza; çünkü ben, töhmete sebep oldum: Hayvan sürüsünün içinde abdest bozmayacaktım.”

28 Şubat sürecinin başında, çirkin bir komploya kurban giden Fadime Şahin için üzülmüştük. İnsan haysiyeti bu, şaka değil. Saflıktır, cehalettir, tecrübesizliktir, kumpasa gelmektir… Ne derseniz deyin, ama hiçbir mazeret sonucu değiştirmediği gibi, kurbanın yaralanmasını da önlemiyor.

Şimdi de, Yeni Şafak refikimizden Fadime Özkan için benzer üzüntüler içindeyiz.

İki Fadime arasında, 1997 Şubat’ıyla 2005 Şubat’ı kadar fark var. Eskisi saf ve zavallıydı, şimdiki bilgili ve bilinçli. Eskisi malum medyaya bilmeden malzeme oldu, şimdiki ise bile bile. Müşterek noktaları ise, ikisi de aynı camiayı yaraladı ve üzdü.

Fadime Özkan İmam Hatip mezunu, yüksek eğitim almış, mastır yapmış, gazetede köşe yazarı olmuş, tesettürlü bir hanımefendi. Bir gün başını açmaya karar vermiş.

Buraya kadar olan biten, kimseyi ilgilendirmez. Günahı vebali kendi boynuna. Başörtüsü ibadetine karşı tavrının hesabını kendisi verecek. Fakat bundan sonrası hepimizi ilgilendiriyor. Bu hanım başörtüsü ile ilgili bir kitap yazıyor ve birden malum medyanın ana haber bültenlerinde, gazete manşetlerinde boy gösteriyor. Malum medya onu tesettürlü hanımlara “model” olarak sunuyor. Örtülü bir resmini ne yapıp edip buluyor ve ekrana/manşete yerleştiriyor. Onun açık-yeni halini, kapalı-eski haliyle birlikte hepimizin gözüne gözüne sokuyor.

Bu arada Fadime Özkan çırpınıyor. “Ben model değilim” diyor. “Benim kişisel tercihim” diyor. Hatta “Benim üzerimden kimse yasağı meşrulaştırmaya kalkmasın” diyor. Ama atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Malum medya eline düşen kozu sonuna kadar kullanıyor. Hem onun üzerinden örtü yasakçılığını pekiştiriyor, hem de bütün tesettürlülere ekran ve manşet diliyle “Siz de Fadime Özkan gibi olun” mesajını vermiş oluyor.

Nicedir, malum medyanın ekranına dönüp bakma gereği duymayan bendeniz bile denk geldim: Ekranda örtüsünü çıkarmış hanımefendi. Yaşlı kurt sunucu hissettirmeden konuğunun önünü açma çalışmalarında. Konuk ne kadar onun “gel, gel”lerine aldırmasa da, sunucu istediğini alıyor-veriyor. Ekranın bir köşesinde, konuğun kapalı halini gösteren resim asılı. Tecrübeli spiker, “eee”lerle “oyun bitti” diyor. Konuk tam bir şaşkınlık içinde, “Ama kitabı konuşamayacak mıyız?” gibi bir şey söylüyor. Yaşlı kurt “son cümle” için izin verme lütfunda bulunuyor…

Ben yumruk yemiş gibi oluyorum. Eşim odayı sessizce terk ediyor. Bilmiyorum, belki de çıkarken gözü çiçekleniyor. Bir köşede, her şeyden habersiz, beyaz bir kuğu safiyeti içinde hat dersini meşk eden kızım, tam o anı görüyor. Ben görmesin istiyorum. Şükür ki, tepkisi sadece ne anlama geldiğini çıkaramadığım küçük bir tebessüm oluyor ve işine dönüyor.

Biliyorum ki, o an Fadime Özkan’ı izleyen on binlerin halet-i ruhiyesi bizimkine benzer bir halet-i ruhiye. Şimdi ben ne diyeyim? Hiçbir şey demesem, yine bir şey demiş sayılmaz mıyım? Kendimi bir an kırgın hissettim. Binlerce gönüldaşının incitilmesine sebebiyet vermek bu. Allah bilir, ona bunun yapılmasına gönül razı değil, tıpkı onun bunu yapmasına razı olmadığı gibi.

Özkan, medya ile ilgili bir alanda yapmış tahsilini. Peki, oldu mu ya? İnsan bu ülkede medya ile çuvala girmeyi kafasına koymuşsa, bütün bunların olacağını bilmez mi? Bunun için, uzman olmaya bile gerek yok. Hangi mazeret, hangi karşı suçlama yıkılanı yapar ki?

Aynı şey Bayan Gürtuna için de geçerli. Bu yapılanlar, müminlerin sadece içini burkar. Benim “Şu satırları yazmak, şimdi benim Allah’la, kendimle, hakikatle ilişkime ne ekledi?” diye sorduğum gibi her mümin bunu sormalı ve yüreğinin vereceği cevabı dinlemeli.

“De ki: Size bir tek öğüdüm var: İster tek başına, ister başkalarıyla birlikte olun: Rabbinizin huzurunda bulunduğunuzu asla unutmayın!” (Sebe sûresi, 46).

Yorum Yaz