Üçüncü yol

Yalnız karşıt olmak yetmiyor. Var oluşunu “muhalefet” üzerine kuran, karşıtına mecbur ve mahkum demektir.

Bu cephenin en büyük problemini, bu köşede daha önce şöyle dile getirmiştim:

“Sıkıştırılmış konsantre bir Müslümanlığa zorlandılar. Olgunlaşmanın zaman ve mekana ilişkin yasalarını gözetmediler. Aceleye getirilmiş bir Müslümanlığa mecbur edildiler. Bunun suçlusu onlar değil, onları arkalarından kovalayanlardı. Onları meskenlerinden, menşelerinden ve zamanlarından edenlerdi. Onları yersiz, yurtsuz, yuvasız ve kıblesiz bırakanlardı. Ektikleri rüzgarın hasadını fırtına suretinde devşirmeleri yasa gereğidir. Sonuç mu? Sonuç nûrun nâra, yani ışığın ateşe dönüşmesidir.

Işık aydınlatır, ateş yakar. İslam tıpkı güneş gibi bir nûr, bir ışıktır. Bu ışık kendi doğallığı içerisinde üzerine doğduğu herkesi ve her şeyi aydınlatır. Bir hayat kaynağıdır. Fakat gün ışığını bir mercekle yoğunlaştırırsanız, nûru nâra çevirirsiniz. Değdiği yeri yakar. Kararan yürekleri ve karanlık akılları aydınlatan İslam’ın ışığıyla aydınlanmak, kendi doğallığı ve doğal süreci içerisinde gerçekleşmeli. Sentetik bir müdahale, ışığın ateşe dönüşmesiyle sonuçlanabilir. Nûr iken nâr olur. Bu da, kendisiyle amaçlananın tam tersi bir sonuç elde etmek demektir. Orada burada yükselen alevleri göstererek İslam’a sövmeye kalkmak, mercekle çıkardığı ateşten dolayı güneşi suçlamaktır. Güneşten en çok kimler rahatsız olur? Bunu bilmeyecek ne var: Sermayesi buz olanlar?”

Oyunun içinde olalım cephesi, ister rol alsın, isterse -çok güç olmasına rağmen- rol çalsın, oyunu onların senaryolarına göre oynamayı kabul etmeye mahkumlar. Muvafakatleri da muhalefetleri de, senaryo gereği olacak. Önlerine konulanı yiyecekler; acı-tatlı, tuzlu-tuzsuz, zehirli-zehirsiz diye ayırt etmeden. Onlara karşı bağıracaklarsa bile, bunu onların yollarında yürüyerek yapacaklar. Mahkumlar buna.

Çünkü saha onların, hakemi onlar tayin etti, kuralı onlar koydu, seni maça onlar soktu. Bunun anlamı, onlar topu ayağına verdiğinde, izin verdiği zaman ve izin verdiği kadar gol atacaksın demektir. Oyuncularını onların onayladığı isimler arasından seçeceksin, demektir. Onlar izin vermeden topu kaleye sürmeye başlarsan, ne mi olur?

Düdük çalar. O ana kadar anlamadınsa, o zaman anlarsın hakemin lafın gelişi “hakem” olduğunu. Aslında “hakem” değil, “gerekçe idamdan sonra açıklanacaktır” demeye “mahkum” olduğunu. Senaryo dışına çıktığını görünce düdüğü çalacak ve maçı bitirecek.

Bu düdük bazen üniformalılar eliyle, bazen siviller eliyle, bazen bürokratlar eliyle, bazen besleme STK’lar eliyle, bazen çok uluslu şirketler ve ekonomi örgütleri eliyle çalınır. Düdüğe saha içinden kimse itiraz edemez. Çünkü bizzat saha içinde bulunmak, düdük sahibine baştan biat etmekle mümkündür. Biatını bozanın başına ne geleceği belli olmaz. Bu nedenledir ki, bu düdük saha içine sokulandan korkmaz, dışarıda kalandan korkar. Ve bu düdüğe karşı tek sahici yaptırım da, ancak saha dışından gelebilir. Bu zahmetli, meşakkatli ve çileli olan üçüncü yoldur.

Bunun için, inzal olmuşa sadakat ve teslimiyet gösteren bir tasavvur ve akıl şart. Ontolojik sözleşmeye sadakat gösteren sadıkların yazdığı senaryo, Aşkın ve Mutlak Onay Mercii tarafından tasdik edilecektir.

Bunun için üç ahlak gerekli:

İmana ve selim akla dayalı bilgi ahlakı.

Vahye dayalı yöntem ahlakı.

Sünnete dayalı davranış ahlakı.

“Bilgi ahlakı”, bilgiyi sahih ve sağlıklı temeller üzerinde yeniden üretmemizi mümkün kılacaktır. Bilgiye necaset karıştı, hatta bilgi cenabet oldu. Bilgiye abdest, hatta boy abdesti aldırmak gerek. Onu hadesten ve necasetten tahir kılmak gerek. Bilginin kendisini tahir kılmadan, o bilgi başkalarını nasıl mutahhar kılıp temizler?

Yöntemler çok olabilir, fakat bir “yöntem ahlakı” yoksa aslında hangi yöntemi benimsediğinizin pek fazla bir kıymet-i harbiyyesi de yoktur. Müçtehit alimler birbirinden farklı yöntemler de kullandılar. Fakat hepsinin de titizlendikleri bir yöntem ahlakı olduğu için, vardıkları farklı sonuçlar “ayrılık” değil “zenginlik” oldu.

“Bir şeyler yap da ne yaparsan yap” diyenler, “davranış ahlakı”ndan bi haber tiplerdir. Davranış ahlakına sahip olmayanların yapacağı en iyi şey, bu ahlaka sahip oluncaya kadar hiçbir şey yapmamaktır. Becerebiliyorlarsa, kendileri için var edilen meskende meskun olup, sükunet bularak sakinleşmektir. Bu yiğitliğin başıdır.

Bir şeyler yapmak, işte asıl ondan sonra mümkün olacaktır. Çünkü o zaman biz Müslümanlar kitlelere umut vaad eder duruma geleceğiz. Yararlandıkları kirlenmiş halin adını “istikrar” koyan düzenbazlar, “Münkalib” olanın inkılâbâtına işte asıl o zaman maruz kalacaklar.

Şunu iyi biliyoruz: Mazlum kitlelerin asla ıskalamadığı şey, “yiğidi” fark etmek ve “yiğitten” yana olmaktır.

Yorum Yaz