UDEP SARE MATEE SJAHİD

Medan Havaalanı’ndayız. Banda Açe uçak saatimize hayli var. Bu arada Medan’ı dolaşalım istedik.

Uzaktan, kara, kuru, mütebessim, sıcak tavırlı, gözlerinin ta içinden gülen bir genç yaklaştı. Bozuk bir aksanla “hoş geldiniz” dedi. Adı Tika imiş. Tsunami sırasında, Türkiyeli bir STK ile birlikte çalışmış. “Banda Açe, tsunamiden sonra yabancıların hücumuna uğradı, çok bozuldu” dedi.

Tespitin doğruluğunu müteakip günlerde hep sordum, soruşturdum. Kısmen doğruydu. Tsunami felaketinden sonra bölgeye tam anlamıyla bir ecnebi akını olmuştu. Felakete kadar Açe, kelimenin tam anlamıyla bakir bir yermiş. Cennet gibi diyeyim de, siz anlayın. Mesela, şu anda dahi Açe’de bol yıldızlı bir otel yok. Bu ihtiyaç Açe’de şöyle gideriliyor: Hane sahipleri hanelerinin bir, iki veya üç odasını misafire makul bir bedel karşılığı kiralıyorlar. Kahvaltı hizmeti veriyor, aynı evi müşteri ve hane sahibi paylaşıyorlar.

Bu hem güvene, hem özgüvene dayalı bir uygulama. Biz de bir malikanede bu usulle kaldık. Şimdi beş yıldızlı bir otel inşa halinde. Fehmi Razali Bey “Muhtemelen patronu Yahudi” dedi. Böylelikle, Banda Açe’ye Yahudi ayağı da basmış olacak. Yerli olmayan fakat dışardan gelen Hıristiyanlar, Çinli Şintoistler ve bölge ülkelerinden Budistler var. Fakat yerli halkın tamamı Müslüman. Öyle ki, 17. yüzyılda ülkelerini işgal için gelen Portekizlilerden kalan bakiye bile, şu an Müslüman. Açe’de sarı saçlı mavi gözlü Açeli görürseniz şaşırmayın; Bunlar, Portekizli sömürgecilerin Müslüman torunları.

Açe’de, eskiden kalan kiliselere dokunulmuyor, fakat cemaati oluşmadığı, için yeni kilise yapılamıyor. Kadim Açe kanununa göre yasak. Tüm Endonezya’yı Hıristiyanlaştırma seferberliği başlatan Evangelist Misyonerler, bu kanuna takmışlar. Kendileriyle işbirliği yapacak Açeli arıyorlar, fakat bulamıyorlar. Dini yaşantısı olmayan Açe milletvekilleri dahi “cesedimizi çiğnemeden bu kanunu değiştiremezsiniz” diyorlarmış. Bizim Taksim’e cami yapılmasına karşı çıkan laik holiganları, Açe’ye mi göndersek ne yapsak.

30 milyon mensubu bulunan Endonezya Muhammediyye Hareketi’nin değerli lideri Prof. Amin Reis’le konuşurken, o da Evangelist Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine dikkat çekti. Bu faaliyetlere iltifatın oranını soruyorum, “bin de bir” diyor. Misyonerler, faaliyetlerinde sıcak para ve her tür maddi çıkar vaadini kullanıyorlarmış. Üstad Reis, bire bir markaja aldıklarını ve onların olduğu her yere davetçi gönderdiklerini söyledi.

Özelde Açe’de, genelde Endonezya’nın bütününde, trend İslamlaşmadan yana. Üstad Reis’e bunu sorduğumda; “Endonezya karşı konulamaz biçimde İslamlaşıyor” dedi. Halk Partisi başkanı eli kanlı Sokarno ve halefi Suharto’nun laikleştirme politikalarının akıbetini sordum, “Fiyasko” dedi. Aralarındaki farkı sordum, net konuştu: “Birincisi Sovyetlerin, ikincisi Amerika’nın adamıydı”. Başörtüsü yasağı, Türkiye’nin tüm İslam dünyası nezdinde itibarını fena zedelemiş. Bu aynı zamanda, Türkiye’nin başında ne dehşet bir belanın bulunduğunu öğrenmelerini sağlamış. Amin Reis de tesettürden örnek verdi. Sukarno’nun bir dönem kanlı müdahalelerle yasakladığı tesettürün oranı, Endonezya devlet okullarında % 90, özel üniversitelerde % 100. Bu, Endonezya caddelerinde açıkça görülüyor.

Öyle ki, Edonezya’da (tabi ki Malezya için de geçerli) İslami bir müzik ve magazin türü gelişmiş. Mesela Malezya’da sıradan bir gazete bayiinin tezgahında, tam 4 adet, Müslüman kadınlara yönelik magazin dergisi gördüm. Büyük dergi ve gazetelerde, Müslüman yıldızlar, bizdeki etini satarak veya sergileyerek geçinen starların pabucunu çoktan dama atmışlar. Mesela beher adedi yarım okka çeken Malezya’nın İngilizce yayımlanan Star gazetesinin daha ikinci sayfasını açar açmaz, karşınıza muntazam başörtüsüyle bir “İslami star”ın fotoğrafı çıkıyor. Altında “Diana’nın yeni albümü önümüzdeki ay piyasada” yazısı var. Bir müzik markete girdiğinizde, bir sürü kadınlı erkekli İslami müzik gurubunun eseriyle karşılaşıyorsunuz. Şundan bundan derken biz bile 20 kadarını satın aldık. İslami neşideleriyle ünlü “De-Bu” gurubunun şarkıları artık zümre müziği olmaktan çıkıp Bölge gençlerinin ortak müziği haline gelmiş. Açe’nin bir numaralı ses sanatçısı Rafli. Kadife sesi ve yanık şarkılarıyla, dinleyeni yüreğinden tutuyor. Neye şaşırdım biliyor musunuz? Açe’nin Tatlıses’i Rafli’nin bir Kur’an Okulu mezunu oluşuna. Aslında şaşılacak bir şey yok. Çünkü Rafli’nin şarkıları lehviyyat ve hezeliyat değil, ibret ve davet içerikli.

Akabe Koleji örneğinde olduğu gibi, Açe’de her lise, aynı zamanda hem Kur’an kursu hem medrese müfredatını kapsıyor. Osmanlı torunlarının yaşadığı köylerden biri olan (diğerleri Bitai ve Panda karyeleri)  Tanah Abe’de mukim M. Dahlan Firus el-Bağdadi, dedeleri Osmanlı Arabı olan bir alim torunu. 400 yıllık tarihi medresesinde 400 yatılı öğrenci eğitim görüyor. Şeyh Bağdadi’yi ziyaret sırasında bir şey dikkatimi çekti. Hanım müritler, ellerini musafaha eder gibi bir birine kavuşturup şeyhin elinin ucuna dokunuyorlar, sonra çekiyorlardı. Benzer bir uygulamayı Amin Reis ile Jakarta’nın en büyük camii olan İstiklal Camii’ne gidip dönerken de gördüm. Kadınlar üstad Amin’e ellerini sanki musafaha yaparmış gibi uzatıyorlar, fakat değdirmeden havada musafaha yapıp çekiyorlardı. Ev sahibemiz de, daha farklı bir versiyonunu biz yaşadık: Elini uzattı, ben de uzattım, onun el ucuyla benim el ucum birbirine hafiften değdi, böylece tokalaşmış olduk. Bu uygulama İslami/geleneksel hassasiyetlerle insani ilişkilerin hoş ve maksadı gözeten bir harmanlamasıydı. Aynı zamanda, İslam’ın gittiği coğrafya ile nasıl interaktif bir ilişkiye geçtiğinin de göstergesiydi. İslam’ın akıllara durgunluk veren yayılış hızının sırrı hikmeti de burada yatıyordu galiba.

Bence, Açe’nin dini ve milli kimliğini en güzel ifade eden söz, efsanevi Açe Sultanı İskender Muda’nın koruma birliği nizamiyesinin alnında yazılı olan şu cümleydi: UDEP SAREE MATEE SJAHİD: YA ERDEMLİ YAŞA, YA DA ŞEHİD OLARAK ÖL!”

 

Yorum Yaz