Ümmileşmenin imkanları üzerine (2)

Ümeyye b. Ebi’s-Salt es-Sekafi. Cahiliyye karanlığının göbeğinde doğup büyümüş bir insan düşünün.

Çağının egemen kültürlerini ve yaygın dinlerini bizzat kendi kaynaklarından tanıyacak bir entelektüel birikime sahip. Mesela Tevrat ve İncili İbrani ve Arami asıllarından okuyabiliyor. Bu birikimiyle sadece sevenleri değil sevmeyenleri tarafından bile “kaid” olarak tazim görüyor. Ateşperest Hire’de, Hıristiyan Yemen’de, Putperest Bahreyn’de krallar nezdinde hatırı var. Çünkü o çağının en büyük şairlerinden sayılıyor.

Eş-Şi’r ve’ş-Şuara yazarı onun şiirine üç sayfa ayırmış (300-302). Bu şiirlere göz atan biri onu su katılmamış bir muvahhit olarak bulur. Orada Allah’tan “tek ilah”, “bir”, “evrenin yöneticisi”, “hükümranlık makamında bulunan”, “mutlak hâkimiyet sahibi” ifadelerini kullanıyor. Meleklere inanıyor. Cebrail ve Mikail’den söz ediyor. Cennet onun şiirinde “sonsuz nimetler diyarı”, cehennem “ateş okyanusu”.

Cahilliye şiirinde otorite olan Asmai, “Ümeyye şiirinin temel motifi ahirettir” sonucuna varıyor. Zaten kendisine ne zaman sorulursa İbrahim’in dini üzere olduğunu söylüyor. Zebidi de Tecrid’inde onun için “tevhide, ba’se ve ahirete inanırdı” diyor.

Buradan sonrası aslında konumuz itibarıyla bizi ilgilendirmiyor. Fakat hikayenin gerisini merak edenler için kısaca özetlemeye çalışalım:

Bu zat Rasulullahın peygamberliğini 8 yıl kaldığı Bahreyn dönüşünde yolda kendini karşılayan Ebu Süfyan’dan öğrendi. Rivayetin gerisini nakledelim: “Ebu Süfyan dedi ki: Allah Rasulünün peygamberliğini ilan ettiği günlerdi. Bunu Ümeyye b. Ebi’s-Salt’a haber verdim. Bana dedi ki: “O gerçekten peygamberdir. Ona tabi ol.” Dedim ki: “Peki sen niçin tabi olmuyorsun? Ümeyye şöyle cevapladı: “Sakif kadınlarının Abdimenaf oğullarından bir delikanlıya tabi olduğumu haber almaları beni utandırır.”

Ümeyye, Rasulullaha giderek artan bir muhalefetle karşı çıktı. Onun adı sahabenin dilinde “Aduvvullah: Allah düşmanı” idi. Araf 174-175’te kınanan kimsenin o olduğu sahabe arasında çok yaygın bir kanaatti. Tefsirlere de böyle geçti. El-Muhabbar sahibi, onun bu düzgün görüntüsünün altında yatan temel bir zaafına örnek verir. Tarihçi Vakıdi onun bu karşı çıkışını peygamberlik beklentisinin karşılanmayışına yorar vs.

Bu örneği, iman-küfür bağlamında nakletmedik. Konuştuğumuz bağlam, başlığımızda ifade edilen “ümmileşme”.

Ümeyye, söylem düzeyinde gerçekten “Müslüman”dı. Rasulullah onun şiirini okutur ve uzun uzun dinlerdi (Buhari ve Müslim). Hatta Kur’an’ın inşa ettiği mümeyyiz aklın en çarpıcı örneklerinden biri olan şu hadis, Ümeyye hakkında söylenmişti: “Onun şiiri Müslüman olmuştu”.

Kendisi Müslüman olmayan bir adamın Müslüman olan bir yanına dikkat çekmek… Elbette tersi de geçerli: Kendisi Müslüman olan bir kişinin Müslüman olmayan bir yanı olabilir. Bu, eylemde olabileceği gibi, söylemde de olabilir. Fakat en tehlikelisi bu durumun tasavvurda olmasıdır. Ki zaten burada biz de bunu konuşuyoruz. Tasavvurun Müslümanlaşmasını?

Şiiri Müslüman olmak? Söylemi Müslüman olmak? Bilgisi Müslüman olmak?

Evet, bütün bunların bir başına yetmediğinin en tipik örneği İbn Ebi’s-Salt. O Hz. Peygamber’in ümmiliği anlamında ümmi değildi. Buna talip olmadı da. Değil talip olmak, bunu reddetti.

Peki, istese ümmileşebilir miydi?

Kesinlikle. Bu mümkündü. Bunun en tipik örneği, Ümeyye’yi bilgi ve birikimde fersah fersah geride bırakacak kadar donanımlı olan Selman Farisi’dir. Onun kendi ağzından bize kadar gelen destansı hayat hikayesi, bunun şahididir. O, kastedilen anlamda “ümmileşmeyi” başarmıştı. Tasavvurunu vahye yeniden inşa ettirmiş, bunun sonucunda “Selman bizdendir, ehl-i beytimizdendir” müjdesini alan ender insanlardan biri olmuştu.

Modern zamanların insanı olarak, ümmiliğimizi, yani aklımızın bekaretini korumakta oldukça zorlanıyoruz. Bu açık. Bu yüzden ümmi kalmamız neredeyse imkansız. Fakat yeniden ümmileşmemiz her şeye rağmen yine de mümkün diye inanıyorum.

Basit bir örnek: Çocuğunuza Fono’dan ya da Headway serisinden İngiliz dilini öğretmeye kalkın. Arkası önü bir dil eğitimi, hepsi bu. Fakat değil. Bir dil, kendi dünyasıyla, kendi tasavvuruyla, kendi muhakeme biçimiyle usulca gelip kuruluyor zihin dünyasına. Yani virüs “exe” olarak giriyor. Daha sonra ikonunu temizleseniz de, kendi kendisini yeniden üretiyor. Tabi ki anti virüs programı yoksa. Vahiy, işte o programın ta kendisidir.

Virüs girdikten sonra temizlemenin yolu, eylemlerimize yön veren akıl yürütmelerimizin ana rahmi olan tasavvurumuzu vahye yeniden inşa ettirmekten geçiyor. Hayatı Müslümanca yeniden inşa edebilmemiz, yani hayatın öznesi olabilmemiz buna bağlı. (Bu konu için bkz. Hayatın Yeniden İnşası İçin)

Değilse mi?

Değilse, “oryantalizmi içeriden üretmek” adını verebileceğimiz Oryantalizmin en son, en rafine ve en yerli versiyonuna İslam diye müşteri oluruz. Oryantalistleştirilmiş bir tasavvur, bizim kavramlarımızla bulamaç yapılmış bir biçimde bize sunulur. Sunan kimsenin “karşıtlığı” ya da “yandaşlığı” işin özünü değiştirmez. Tasavvurunu vahye yeniden inşa ettirmedikçe sadece “yandaş” olduğunu nesneleştirmekle kalmaz, karşıt olduğunu bas bas bağırdığının nesnesi haline gelmekten de kendini kurtaramaz.

“Oryantalizmi içeriden üretmek” nasıl bir şey? Gelecek yazıya.

Yorum Yaz