Güzel adam, seni ve 28 Şubat’ı hiç unutmayacağız

Yabancılaşmış yönetici seçkinler, on yıllardır uyguladıkları siyasetle, bu toplumu hafıza kaybına uğrattılar.

Onlara alternatif olma iddiasıyla siyasete soyunan kimi kadrolar ise, kendi politik geleceklerini bizim hafızasızlığımız üzerine bina etmek istiyorlar.

Bu nedenle, “unutmak ve hatırlamak”, yerli-yersiz tüm politik yapılanmaların strateji tespitinde dikkate alacakları anahtar kavramlar haline geldi. Özetle, alternatif siyaset üretme iddiasında olanlar da, millete rağmen milletin tepesine oturan egemenlerle aynı gözede buluştular:

Nasıl olsa unutulur?

Ben kendi payıma, bu yanlış hesabın nesnesi olmak istemediğimi dile getirmek için bu yazıyı kaleme aldım. Ve açık yüreklilikle söylemeliyim ki, insanlığıma ve inancıma karşı topyekûn savaş başlatan 28 Şubat’ı ve onun uluslararası ve ulusal aktörlerini unutmam nasıl mümkün değilse, bu sentetik felakete karşı duran, omurgasız politika bezirganları içerisinde, omurgalı olduğunu “dik duruşuyla” ispatlayan ender şahsiyetleri de unutmam mümkün değildir.

Bu “felaket” sürecinde, dik duranların başında Hasan Celal Güzel gelmektedir. 28 Şubat yangını milletin tüm değerlerini kundaklarken, milletin yangın kulesine nöbetçi diye diktikleri, nöbet yerinde uyumuşlardı. “Yangın var!” diye bağıracakları yerde, horultularıyla bir nevi “sahte emniyet” telkininde bulunuyorlardı. Oysa onların orada bulunmalarının nedeni yangını haber vermek, dahası yangına karşı koymaktı.

Kahvelerini yudumlayarak ‘tiyatroyu’ seyredecek olanların kendileri elaleme ‘tiyatro’ oldular. Bu dönemde, üç çeyrek yüzyıldır itilip-kakılan, horlanan ve mağdur edilen mustaripler, yanan yüreklerinden tüten dumanın kendisinden çıkacağı baca aradılar. Mağdur yığınlar seslerini ülkeyi yönetenlerin fildişi kulelerine ulaştıramıyorlardı; seslerini fildişi kulelere ulaştıracak yiğit sesler aradılar. Ses bekledikleri ağızları bıçak açmazken, bazı ağızlardan bıçak gibi keskin gerçekler dökülüyordu. Hasan Celal Güzel işte bu ağızlardan biriydi. Onun söyledikleri, hiç kimsenin duymadığı yüksek hakikatler değildi, fakat o, sıradan gerçekleri, birçoğunun söylemeye cesaret edemediği bir dönemde haykırdı. Haksızlık karşısında susmadı.

Celadet, nicedir hasretlisi olduğumuz bir meziyet. Susan, kamçıyı görünce yere kapanan, görecek gözü, işitecek kulağı, haykıracak dili olmayan imanın kime ne yararı var? Bu iman yüreğe yüktür. Bu iman, beden ülkesinin başkenti olan yürekte hakim değil, mahkumdur.

Cemil Meriç, kendisiyle yapılan bir mülakatta (Yeni Devir, Ocak 91) şunları söyler:

“Mühim olan celadettir. Celadet son derece mühim. Aydınların ne derece tabansız olduğunu belirtirken söyledim. Necip Fazıl hakkında söylemiyorum bunu, Said Nursi hakkında söylüyorum. Bir Müslüman mütefekkiridir ve başlıca özelliği celadetidir. Belki onun gibi düşünenler çoktu Türkiye’de; milyonlarca insan vardı. Fakat onların hepsi sindiler ve sustular. Said Nursi sinmedi ve susmadı. Bütün zorluğuna rağmen iktidara karşı koydu. Bir davanın savunmasını yüklendi üzerine. Artık burada mühim olan celadettir.

Çünkü ferdi iman, şahsi iman, susan iman, şerle mücadele etmeyen iman, kendi evinde oturan iman hürmete layık değildir. Ali Şeriati için gösterdiğim muhabbet de ondan. Bir fikir uğruna kafasını koydu adam. Said Nursi de koydu?”

İmdi, kulesinde uyumayıp “yangın var!” diye haykırarak adına konuştuğu kitlelere sadakatini ispat eden bu Güzel adam, kesinlikle meclise girip, yarım kalan şarkısını orada sürdürmeli. FP tabanının kahir çoğunluğunun da böyle düşündüğünden adım gibi eminim. O halde, tabanının sesine kulak tıkayan bir tavanın, mağduru olduğu 28 Şubat mantığıyla örtüştüğünü söyleyen, haksızlık mı etmiş olur? 28 Şubatçıların yaptığı millete rağmen ülkeye nizamat vermekti; peki, ya bu sürecin büyük mağduru FP’nin tabana rağmen yaptıklarına ne ad vermeli?

Eğer, kendi kendisiyle çelişmemek istiyorsa, Ahmet Taşgetiren Bey’in teklifine FP kulak tıkamamalı. Kazanma garantisi olan bir yerden bir adayını istifaya ikna edip, onun yerine Hasan Celal Bey’i koyarak mutlaka meclise taşımalı. Eminim ki, bu iş için, gönüllü istifa edecek kadirşinas adaylar dahi çıkacaktır.

Bu yazının başlığını “28 Şubatçılar Arnon’da yenilgiye uğradı” koyacaktım, fakat görüyorsunuz ki, bazen kalem yazarını dinlemiyor. Arnon, İsrail’in iki hafta önce işgal edip de, binlerce sivil Arnonlunun İsrail’in döşediği dikenli tellere atılarak işgalden kurtardıkları şirin bir Lübnan kasabası. Sakın Arnon nere 28 Şubat nere demeyin; belki şaşıracaksınız ama ben Kosova savaşında dahi 28 Şubat’ı görüyorum.

( 3 Mart 1999 )

Yorum Yaz