Üstün yetenekli çocuklar

Çocukların “Şirin Amca”sı Mustafa Ruhi Bey’in çocuk yetiştirdiğini konuya ilgi duyanlar bilir de, çok zor bir iş olan tohumdan manolya yetiştirdiğini pek az kişi bilir.

Onun zoru zorlayan bir karaktere sahip olduğunu, manolya yetiştirme hikayesini bizzat kendi ağzından dinleyince fark ettim. Sonunda, bir apartman katında tohumdan manolya yetiştirmek gibi zorlu bir uğraşın üstesinden geldiğini biliyorum.

Elbet asıl alkışlanması gereken, Mustafa Bey’in “üstün yetenekli çocuklar” konusunda binlerce sayfalık bilgi üreten bir projeyi gerçekleştirmiş olması. Çocuk Vakfı’nın yayınladığı 1. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi’nin muhtelif hacimlerdeki 5 eseri bana ulaştığı günden beri masamın üzerinde gözüme bakıyor. Makaleler, tebliğler, kongre tutanakları, kararlar ve raporlar? (www.cocukvakfi.org.tr). Altını çizdiğim, not düştüğüm birçok değerli bilgiler içeriyor bu müktesebat.

Konunun önemini anlatmaya gerek yok. Çocuk insan unsurunun tabir caizse “hammaddesi”, cevheri… Çocuk Allah’ın Vedud isminin yeryüzündeki tecellisi, ilgisi ve kainata açtığı en değerli kredi.

Bir ülkenin asıl serveti yer altı ve yerüstü kaynakları değil, insan kaynakları. Biz çocuk adını verdiğimiz bu cevherin, “eğitim” adını verdiğimiz “öğütüm” kurumlarında nasıl cürufa çevrildiğinin canlı tanıklarıyız. İnsan israfı israfların en çirkini. Böyle bir tarihsel ve kültürel birikime yaslanıp da böyle hovardaca insan israfı patenti bize ait bir ihanet türü olsa gerek.

Cemil Meriç, “Bu Ülke”den, bu ülkenin kendi insanına bakış açısından söz ederken, “kendi beynini öz elleriyle yiyen idrak hastası” ifadesini kullanır. Ağırdır, acıdır, fakat doğrudur.

Şöyle arkanıza dönüp yakın geçmişe bir göz attığınızda, “on yılda on milyon genç yaratma” iddiasındaki Cumhuriyet Türkiye’sinin 80 yılda on milyonlarca çocuğunu çöpe attığını, çocuk adlı bu cevheri ideolojik eğitim değirmeninde öğüterek cüruf haline getirdiğini görürsünüz.

Eğitim alanında, medeniyet kurmuş bir milletin çocukları olma avantajını kullandığımıza dair bir emare var mı? Muz cumhuriyetleri gibiyiz. Tarihsiz, soysuz, köksüz modern ulus devletlerden ithal ettiğimiz ucuz eğitim projelerine bel bağlamışız. Onu da işimize geldiği gibi yorumlamış, bir kuşa çevirmişiz.

Okullar yapmışız. Ama çocuklarımız okusun da adam olsun diye değil. Adeta “canına okumak” için, döküm kalıplarından çıkmış tek tip endüstriyel mamuller gibi kurşun asker olsunlar için.

Kitaplar yazmışız. Hikmetin sevgisini ve hakikatin bilgisini versin diye değil, çocuğun kafasını resmi ideolojiye ipotek etsin diye.

Sonuç ortada: Tek kelimeyle her tarafından dökülen bir eğitim sistemi (“sistemin eğitimi” şeklinde okuyabilirsiniz).

İşte böyle bir ortamda, bazı “vakıf insanlar” kalkıp çocuklarla, çocuk eğitimiyle, hele de üstün yetenekli çocukların eğitimiyle ilgileniyorsa, bu gerçekten de takdire şayan bir çabadır.

Yetenek Allah vergisi bir armağan… Çocuğun zaten ilahi bir armağan olduğunu hatırlarsanız, üstün yetenekli çocuk çifte armağandır. Üstün yetenekli çocuklarla ilgili proje geliştirmenin ilk şartı, “farklılığın” sadece hayatın doğasının bir gereği değil, ilahi bir lütuf olduğuna imandır. Bu nedenle Kur’an farklılığa, hem “mucize” hem “mesaj” anlamına gelen “ayet” adını verir.

Üstün yetenekli çocuklar, eğer yaratılış amaçlarına uygun yetiştirilirlerse bir “mucize” ve “rahmet ayeti”, değilse bir “istidraç” ve “gazap ayeti” olurlar. Çünkü yeteneği israf eden, o yetenek eliyle cezalandırılır.

Yeteneği israf etmemek için liyakat, ehliyet ve sadakate dayalı bir eğitim tasavvuruna sahip olmak gerekir. Sadakatten kastım “asla sadık kalmak”, yani insanı özünden ve fıtratından koparmamak. Ancak böyle bir tasavvurla yola çıkılırsa üstün yetenekler, bir “âsâ-yı mûsâ”ya, bir “yed-i beyzâ”ya dönüşür ve ışık olur, güç olur, kudret olur.

Osmanlı’yı “cihan devleti” yapan Enderun, işte böyle bir tasavvurun ürünüydü. İslam coğrafyasında Kurtuba, Nizamiye, Ezher, Zeytuna gibi genel ve Enderun gibi özel yetenek medreselerinin tümünün arketipi Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu “Suffe”dir. Suffe, muhalif İslam’ın Daru’l-Erkam’ının iktidara taşınmış biçimidir. Daru’l-Erkam ise Ebu Zer örneğinde olduğu gibi, eşkıyadan evliya çıkaran bir eğitim modelidir.

Enderun’un işlevi de buydu. Fütuhat topraklarından toplanan gayrı Müslim çocukları arasından seçilen “üstün yeteneklilerin” eğitim aldığı bir “Üstün Yetenekliler Okulu” idi Enderun. Buradan birinci sınıf siyasetçi, uzman, asker ve bilim adamları yetişiyordu. Osmanlı sadrazamlarının hemen tamamına yakını, Kapan-ı Deryalarının da üçte ikisinin Enderun mezunu olması, bunun delilidir.

Sözün özü: Üstün yetenek ilahi bir nimettir, onu doğru eğitmek nimete şükür kabilindendir. Mustafa Ruhi Şirin ve ekibi bu şükrü layıkıyla eda etmişler.

Yorum Yaz