Utanıyorum!

Daha 28 Şubat Süreci’ne yıllar var. Fakat bu sürecin planları kotarılıyor kapalı kapılar ardında. Anayasal fakat anti-demokratik olan silahlı bir kurum, isimleri erbabının malumu 4 İlahiyat profesörünü “davet” ediyor.

Konu, İslam’ın yeniden dizayn edilerek resmi ideolojiye koltuk değnekliği yapacak “uyumlu bir din” haline getirilmesi. Silahlı bürokratlar, kalemli bürokratlara “siparişi” veriyorlar. Siparişi alan modern “saray uleması”, başlıyor harıl harıl çalışmaya.

Önce verilen siparişe uygun bir “din el kitabı” üzerinde duruluyor. Bu sipariş, ilk kadrosuyla değil, fakat taşeron isimlerle daha sonra piyasaya sürülecektir. Fakat “sipariş işi din projesi” istenildiği gibi yürümüyor. Çünkü siparişin doğrudan kendilerine verildiği Ankara’nın ulemayı rüsumuna dahil, hem de kendisinden hiç beklenmeyen birinin olayı deşifre etmesi sonucu oyun kısmen bozuluyor.

Tabii ki, siparişçiler “kitabına uydurulmuş din” projesinden vazgeçmiyorlar. Kendilerine; hem nalına hem mıhına vuracak, hem davulunu hem kasnağını tokmaklayacak “çağcıl, yüksek titrli, paraya ve şöhrete bayılan, “hit” zaaflı, bilip yaşamayan, çok bilmiş çok yanılmış, aksesuarları dahil modernize edilmiş “şeyhü’l-laik-İslam”lar arıyorlar. Arayan bulur elbet.

Ardından sökün ediyor manipüle edilmiş suni gündemler: Başörtüsü, çarşaf, Aczimendilerin kıyafeti, resmi-dini nikah, kadınların cenaze kılması, kadınların özel günlerinde ibadet, Türkçe ibadet, Türkçe ezan, Hac mevsimi vs. tartışmaları.

Gözün gözü görmediği bu toz-duman arasında, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumları. Biz de şaşırıyoruz ne yapacağımızı.

Derken, işin aslı anlaşılıyor.

Maksat bağcıyı dövmek

Dine, Allah’a, Peygamber’e açıkça küfreden ve hala “fail-i meşhur”la “faili meçhul” arasında bir yerde kalan bir rapor, son yıllarda yürütülen projenin aslında neyi hedeflediğini gün ışığına çıkarıyor. Meğer tek hedef İslam ve onun tüm kutsalları değil miymiş?

Kendisine nispet edilen odak tarafından beş gün sonra yalanlanan bu “küfür raporunun” ardından, insanları Allah’ın değil Allah’ı insanların yarattığı zırvası üzerine oturmuş bir broşürün varlığı ortaya çıkıyor. “Şeriat mı, Laiklik mi?” adlı bu broşür de, daha önceki küfür raporundan farklı değil.

Ne oluyoruz demeye kalmadan, bir dişçi general, bu kez de her mü’minin “anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah!”diyecek kadar sevdiği Peygamber Efendimiz’e ve onun kutlu arkadaşlarına küfreden bir konuşma yapıyor. Aynı konuşmada bu yüzyılın yetiştirdiği ender simalardan biri olan İstiklal Marşı şairi M. Akif Ersoy’a hakaret ediyor. Üstelik dişçi general bu konuşmayı GATA’nın açılışında bir “ders” olarak işliyor.

Dersin adı “Türkçem ve Atatürk’üm”, fakat generalin Türkçesi falan olmadığı gibi halkının dinine en ufak saygısı da yok. Kendi içinden çıktığı halkının imanına korkunç bir kin duyuyor ve bunu da küfürlü bir dille açıklamaktan geri durmuyor.

Ben ve benim gibi milyonlarca mü’min, bu hakaretler karşısında utançtan, zilletten kahroluyor. Bugünleri de mi görecektik; gözümüzün içine baka baka canımızdan çok sevdiğimiz Peygamberimize, değerlerimize böylesine küfür de mi edilecekti?

Bundan büyük bela olmaz; onu biliyorum. Bu Allah’ın bizim başımıza musallat ettiği bir bela. Depremden, yangından, ölümden daha beter bir bela. Bu bela, Allah’ın daha büyük gazabını celbedecek diye korkuyor; Allah’ın kahrından O’nun lütfuna sığınıyorum. İsyan ve tuğyana yakın yaşamanın bir bedelinin olduğunu da biliyorum; bu bedeli neyle ve ne zaman ödeyeceğimizin endişesi içinde, çaresiz beklemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Bir de, işte bu kanayan ve ağlayan satırları yazmaktan.

Sıra bayrağa mı geldi?

Bu utanç, beni altında eziyor. İnancına küfredilmiş bir mü’minin isyan eden yüreğiyle hangi yanlışı düzelteyim. Daha ayetle içtihadın arasındaki farkı dahi bilmeyip “Ebu Hanife’nin ayetinden” söz eden, herkesin tanıdığı ve bildiği ünlü alim ve müfessir M. Reşit Rıza’yı “Rıza Raşit” gibi bir komiklikle takdim eden, Akif gibi yüce bir ruhu “Arap ırkçısı” olarak lanse eden baştan ayağa yanlış bir konuşmanın neresinden tutar, ne tarafını eleştirebilirsiniz ki?

“İmam Azam’ın ayeti”nin olamayacağını, olsa olsa içtihadının olacağını; M. Reşit Rıza’nın Kur’an’ın tercümesine değil karşı çıkmak onu özendirdiğini, fakat hiçbir tercümesinin Kur’an’ın yerini tutmayacağı gibi aklı başında her alim tarafından müsellem bir hakikati dile getirdiğini; Akif’in hiçbir ulusun “milliyetçisi” olamayacak kadar evrensel düşünceli olduğunu, onun milliyet olarak İslam’ı kabul ettiğini…

Bütün bunları düzelttik diyelim; ya milyonlarca mü’minin kırılan kalbi, zedelenen onuru, yaralanan ruhu ne olacak? Bakışınız yamuksa, baktığınız neyi düzgün görebilirsiniz ki?

İstiklal Marşı ve onun şairini de kapsam alanına dahil eden saldırı sırasının hilal-yıldızlı bayrağa gelip gelmediğini merak ediyorum. Ne de olsa “hilal” Allah’ı simgeliyor, yıldız da Sevgili Peygamberimiz Muhammed’i. Çünkü “hilal” ile “Allah” sözcüklerinin harf değerleri aynı (66). Yıldız da “Muhammed” isminin stilizasyonundan oluşuyor.

Saldırıya uğramayan, bayraktan başka bir değer kalmadı da!

( 4 Ekim 1999 )

Yorum Yaz