Vicdani ret hakkı ve İslam

Kürşat Bumin’in “vicdani ret hakkı” ile ilgili yazısının (25 Mayıs) okuyunca, “Oh be!” dedim kendi kendime, “nihayet Batılıların ağzından, içinde vicdan geçen bir söz duyabildik.”

Bumin’in iktibas ettiği haber metni şöyleydi: “Avrupa Konseyi’nin hazırladığı denetim raporunda Türkiye’de askerlik yapmak istemeyenler için istediği ‘vicdani ret hakkı’nı hafta başında Ankara’ya altı saatlik çalışma ziyaretinde bulunan İngiltere Başbakanı Tony Blair de gündeme getirdi.”

Ben, hak ve özgürlükler bahsinde sözün ille getirilip AB üyeliğine, Avrupa Konseyi’ne, hatta demokrasi vs. gibi yönetim biçimlerine dayandırılmasını, kırılgan bir tavır olarak görüyorum. AB olmasa, Avrupa Konseyi olmasa, uluslararası sözleşmeler olmasa, hatta ulus devlet olmasa (bazıları ‘tövbe neuzü billah’ diyebilir) insan hak ve özgürlükleri meşruiyet zeminini kayıp mı edecek? Madem sorduk hemen cevap verelim: Asla. İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam’da hak ve özgürlük otorite tarafından “verilen” ve dolayısıyla keyfe keder geldiğinde “geri alınan” bir şey değil, “hak ve ödev”, “hak ve sorumluluk” çerçevesinde fıtri bir değerdir. Yani doğuştan ve ontolojiktir, sosyolojik ve politik değil.

O kadar fıtridir ki, kişi kendi rızasıyla bile bu hakları devredemez. “Hak benim değil mi?” diyerek kendi hakkını dahi ihlal edemez. İşte İslam’da haramlar bunu ifade eder. Adam öldürmek hayat hakkını ihlal olduğu için haramdır. Bu kişinin kendisi için de böyledir. İntihar da bundan dolayı haramdır. Alkol ve uyuşturucu bundan dolayı haramdır. Geçici de olsa aklı örttüğü için. Kişi “Akıl benim değil mi? İster örter, ister açarım, kime ne?” diyemez. Kumar ve faiz bunun için haramdır. “Para benim, karın benim değil mi? Kumar da oynarım faiz de yerim!” diyemez.

Bumin yazının başlığını, tam da benim taşıdığım endişeyle atmış: “Yine aynı sorun: Uyarı gelmeden bu meseleleri kendi aramızda niçin tartışmıyoruz?”

İşte ben de bunu söylüyorum. Daha da ilerisini söylüyorum. “Vicdani ret hakkı”nı bu toprağın insanlarının kullanmaları için Avrupa’nın uyarması mı gerekiyor? Devlet ne giyeceğimize, nasıl bir müzik dinleyeceğimize, hangi ölçü ve tartı birimini kullanacağımıza varana dek karıştı diyelim. Ama insaf, vicdanlarımızın neyi kabul edip neyi ret edeceğine de mi o karar verecek? Hani o beylik slogan “muasır medeniyet seviyesi” nerede kaldı?

Sanırım bizde devleti temsil ettiğini düşünenler şöyle akıl yürütüyorlar: Devlet bizim, millet de devletindir. Dolayısıyla millet bizim olmuş olur. Bu durumda milletin bizden bağımsız bir vicdanı olamaz. Biz ne dersek o olur? Biz, tepesine vura vura nasıl baştan ayağa yeni bir toplum inşa ettikse, onların her birinin yüreğinde de istediğimiz gibi bir vicdan inşa ederiz. Vicdanını bize inşa ettirmeyen ölsün. Dolayısıyla “vicdani ret hakkı” diye de bir hak olamaz…

Teorik olarak düşünüldüğünde, çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede “vicdani ret hakkı”nı en çok İslam dinine mensup olanların savunması gerekir. Müslümanlar için bu hakkı elde etmek sadece “hak ve özgürlük” adına değil, dini mükellefiyet adına da bir vecibedir. Evet, dini bir vecibedir.

Adı “barış” olan bir dine mensup olacaksınız, mukaddes kitabınız haksız yere bir adam öldürmeyi bütün bir insanlığı öldürmek olarak niteleyecek, bir cana kıyanın yerinin ebedi cehennem olduğunu söyleyecek, bireysel savaşa birileri “terör” adını koyduğu için lanetleyeceksiniz, ama iş kitle imha silahlarının su gibi kullanıldığı devlet savaşına gelince, bütün bu mukaddes ilkeler yerini ilkesiz bir hamasete terk edecek!

Laikliği unutup “gazi” ve “şehit” gibi dini kavramların ardına sığınacaksınız. Bu konuda ağızlarından ayet-hadis düşmeyen anlı şanlı “hocalar” eğer samimilerse, sadece devlete yönelik şiddeti değil, devlet eliyle icra edilen şiddeti de aynı kapsama almalı değil mi? Yoksa devlet adına yapılınca, dinin istismarı mubah mı oluyor?

Bu en basitinden bir çifte standarttır. Samimiyet bunun neresinde? Başbakan daha geçen gün çok yerinde olarak İsrail vahşeti için “devlet terörü”nden söz etti. Doğrusu, Yahudi ordusu içerisinden “vicdani ret hakkı”nı kullanan onlarca pilot çıktı. Aynı hakkı bu ülkede biri kullanmaya kalksa, başına neler geleceğini hiç düşündünüz mü?

Bumin “vicdani ret hakkı” ile “ahlaki, dini, felsefi duruş” arasında bir illiyet bağı kurmuş. Bu bağ gerçekten önemli, çünkü inanmış bir mümin için günümüzdeki savaş gerekçelerinin hemen tamamı “haksız yere adam öldürmek”ten de çıkıp “bağy” kapsamındaki “kitlesel kıyıma” giriyor ve onu “ebedi cehennemlikler” arasına katacak büyük günahlardan biri halini alıyor.

Bir Müslüman “büyük günahtan” (mubiqât) şiddetle kaçınmakla mükelleftir. Hatta onun işlenmesine aracı olmak da o günahın parçası olmak sayıldığı için, o da haramdır. Hatırlayın o fıkıh usulü kuralını: “Harama aracı olmak da haramdır”.

İşte bu yüzden “vicdani ret hakkı” bu ülkede en çok dinine bağlı samimi Müslümanları ilgilendirmektedir.

 

Yorum Yaz