Siretü’l Kur’an 37. Ders | Tekasür Suresi Bir “Çokluk Tutkusu” Dersi, “Nitelik mi, Nicelik mi” Dersi

 

SİRETÜ’ÜL KUR’AN 37. DERS

Tekâsür Suresi Bir “Çokluk Tutkusu” Dersi | “Nitelik mi, Nicelik mi” Dersi

9.1.2022

 

Değerli dostlar, güzel insanlar hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum!.. Hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Ekranları başında, bilgisayarları başında, telefonları başında bizi izleyen; bu salonda olmayan ama gönülleri, zihinleri, akılları bizimle beraber olan tüm dostlara da selamlar sevgiler yolluyorum.

 

Bugün, “Kur’an’i Hayat Yolculuğu” derslerimizin 37.sinde beraberiz. 9 Ocak 2022. Dersimiz, Tekâsür Suresi. “Bir Çokluk Tutkusu” dersi ya da bir “Nitelik mi Nicelik mi?” dersi. Nitelik: yani “kalite”. Nicelik: yani “kantite”. Dolayısıyla yani kalite mi rakam mı; kalite mi sayı mı; kalite mi kelle sayısı mı; akıl mı kafatası mı; ayak mı ayakkabı mı; el mi eldiven mi; ruh mu ceset mi? Siz çoğaltabilirsiniz… Evet onun dersi bu ders.

 

Önce Kur’an konuşsun biz bir dinleyelim. Bismillahirrahmanirrahim. “Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına,  Allah’ın adıyla.” ” El-hâkumu-ttekâśur.” “Çokluk tutkusu, sizi, helak etti.” Helaka sürükledi, yokluğa sürükledi, mahvetti, perişan etti çokluk tutkusu. Ta ki…  “Hattâ zurtumu-lmekâbir” “Ta ki kabirleri bile ziyaret ettiniz.” “Kellâ” “Yoo yapmayın öyle!..” bu kötü bir şey, bu doğru değil!.. “sevfe ta’lemûn.” “Günü gelince bileceksiniz, mutlaka bileceksiniz.” ” Śumme kellâ sevfe ta’lemûn” Sonra deyin ki burada bilemediniz, bilmediniz akıllanmadınız sonra bir gün gelecek kaçınılmaz yargı günü hesap günü orada bileceksiniz.” “Kellâ” “yok durun, yapmayın, etmeyin, eylemeyin!..” “lev ta’lemûne ‘ilme-lyakîn” “Keşke buradayken yaşarken bu dünyada bu hayatta bilseydiniz!” ” ‘ilme-lyakîn ” “yakin bir bilgiyle.”  Zanla değil, uydurmayla değil, rivayetle değil, dedikoduyla değil, fısıltı gazetesiyle değil, yakin bir bilgiyle. Yani ilgilenseydiniz, bilgilenseydiniz, kulak verseydiniz…  Ne olurdu? Durumunuz ne olurdu o zaman eğer bilseydiniz? Leteravunne-lcahîm” “Kesinlikle “cahim”i –yani tutuşturduğunuz cehennemi–  görürdünüz.” Evet. Yaktığınız cehennem ateşini, ellerinizle yaktığınız cehennem ateşini kesinlikle o zaman görürdünüz. Çünkü bir cehennem ateşi tutuşturuyorsunuz, yakıyorsunuz ama bilmiyorsunuz, farkında değilsiniz, görmüyorsunuz. Tutuşturduğunuz cehennem sizin cehenneminiz. Bu cehennemi siz yaktınız ama bunun bilgisine sahip olmayınca yok sayıyorsunuz. Çünkü bilgi, sizi hakikate götürür: o zaman yalanlarla, kendinizi avutuyorsunuz. “Śumme leteravunnehâ ‘ayne-lyakîn” Tutun ki burada yaktığınız cehennemi burada görmediniz. Ama cehennem yakıcıları, cehennem yapıcıları olarak burada görmedinizse “leteravunnehâ ‘ayne-lyakîn” “Bir gün gelecek hesap günü orada göreceksiniz.” Evet… “Ve her ‘cehennem’ buradan götürülür…” Aslında “cehenneme girmek” değil, aslında “cehennemini götürmekten” söz etmek lazım!.. Kişi, gireceği yeri burada inşa eder. Cennetinizi de cehenneminizi de burada inşa edersiniz. “Śumme letus-elunne yevme-iżin ‘ani-nna’îm” “Ve en sonunda, verilen tüm nimetlerden, hesaba çekileceksiniz.” Akıl nimetinden, irade nimetinden, bilgi nimetinden, hayat nimetinden, vahiy nimetinden ve elinize verilen amade kılınan; servetten, evlattan, eşten… Her ne var ise değer verdiğiniz değer biçtiğiniz her ne var ise her birinden -işte onlar nimettir- hesaba çekileceksiniz…

 

Nasıl bir meal verdiğimin farkında mısınız? Bu sure yüzyıllardan beri ahirete müteallik meallendirilir. Bu surenin, dünyaya ilişkin söylediği bir şey yoktur. Hayata ilişkin söylediği bir şey yoktur. Onun için de “ölüm kitabına dönüştürülen Kur’an’ın”, “ölüm kitabına dönüştürülen bir Suresi’dir”. Ölüm kitabına dönüştürdüğünüz de; sureler ölür, ayetler ölür, Kur’an ölür… Ölüler, diriltemezler. Onun için, bakın, bu sureyi, ahiret suresi olarak meallendirmedim size. “Dünya Suresi” olarak, bu “Hayat Suresi” olarak meallendirdim. Çünkü ben inanıyorum ki o kitap ölüler kitabı değil -Eski Mısırın ölüler kitabı mesela- o kitap hayat kitabı. Onun için bu sureyi de meallendirirken bu dünyada tutuşturduğunuz, tutuşturduğumuz veya tutuşturdukları cehennemlerden söz eden bir sure. Zaten ancak öyle meallendirince doğru oluyor. Yoksa tekrarları anlayamıyorsunuz. Yani “ sevfe ta’lemûn” “Śumme kellâ sevfe ta’lemûn” Ne? Niye tekrar var ki? Yani bileceksiniz, bir daha bileceksiniz… Niye? Hayır burada bileceksiniz, bilmeliydiniz. Ama burada bilmediniz hadi?! Orada bilecek… Burada bileceksiniz. Nasıl? Yaptıklarınızın sonuçlarını görünce bileceksiniz burada; Burada bilmediniz orada bileceksiniz. Yine aşağıda öyle “Leteravunne-lcahîm” “Śumme leteravunnehâ” alın yine tekrar mı, bu nakarat mı bu. Değil, değil!.. Ne peki? Bir dünyaya ilişkin. Burada bilmediniz, burada görmediniz, bir gün gelecek gözünüze zorla sokulacak. Artık gözünüzü kapayamayacaksınız. Kapatamayacaksınız o gerçeğe…

 

 

I  — TEKÂSÜR NE DEMEKTİR?

 

Evet suremiz bu efendim. Mıh gibi, çivi gibi, zıpkın gibi bir sure. Eğer anlamak istersek, anlarsak, yoğunlaşırsak… aslında hali pür melalimizi anlatıyor. İnsanı anlatan, insanla ilgili bir durum değerlendirmesi yapan bir sure ile karşı karşıyayız diğer surelerde olduğu gibi.

Tekâsür Suresi.

Çokluk tutkusu suresi. İnsanoğlunun başına ne geldiyse çokluk tutkusundan geldi diyen bir sure ile karşı karşıyayız. Bu sure ya da bu surenin ilk ayeti bir ilkedir. Kur’an’ın çok az ilke ayeti vardır. Geri kalan ayetler -6200 küsur ayet 6236 ayet- içinde ilke ayetleri çok çok azdır. Keşke çıkarılsaydı değil mi? Keşke elim değse de Kur’an’daki ilke ayetleri diye bir kitap yazabilseydim değil mi? Ne iyi olurdu. Ben de sevinirdim. Ama böyle bir kitapta görmedim doğrusu. Yok.

İlke ayetleri. Nedir bunlar? Aslında bu bir ilkedir. Ve bu ilke Kur’an dedi diye ilke olmadı. İnsan böyledir böyle olduğu için hayatın yasaları bu olduğu için ilke oldu. Kur’an demese de bu ilkedir. Diyelim ki Kur’an’da hiç böyle bir ayet yok. Yine ilkedir. Çokluk utkusu insanı helak eder. Bu yine bir ilkedir. Kur’an dediği için ilke olmadı. Ama zaten Kur’an hayattan bahsediyor. Kur’an insandan bahsediyor. Yani Kur’an bizden bahsediyor. Ve Kur’an’ın birimleri olan ayetler işaretlerdir. Bu işaretler neyi gösterirler; İnsanı, hayatı, olguyu, olayı, yeri, göğü, hayvanı bitkiyi, canlıyı-cansızı; bütün bir varlığı gösteren, birer gösterge birer ayettir. Ayet budur zaten. Dolayısıyla peki diğer ayetler nedir? İlke ayetlerini açıklarlar o ayetler.  Malla-melalle ilgili oğul çoğaltmayla mal çoğaltmayla ilgili birçok ayet. Belki onlarca hatta belki yüzü aşkın ayet bu ayete ışıktır. Bu ayetin ışığında anlaşılır. Bu ayetin ışığına tutulur, bu ayeti gösterirler; ilke ayetimize bak. Çünkü deste başı budur “El-hâkumu-ttekâśur” “Çokluk tutkusu sizi helake götürdü.

 

Tekâsür ne demektir?

Çokla olmayı, hakla olmak sanan; derdi Hak değil, Çok olanların durumudur. “Çok”la olmakla “Hak”la olmak ayrı şeyler. Ama Çok’la olmayı Hak’la olmak zanneden bir zihniyet var. Ben haklıyım; Niye? En kalabalık biziz. Ben haklıyım; niye? Güçlü benim. Ben haklıyım; niye? Çünkü benim servetim daha çok. Ben haklıyım; niye? Çünkü iktidar benim. Sayın gitsin… Niye, niye sen haklısın?! Hak, güç müdür? Hak, kuvvet midir? Hak, servet midir? Hak, sayı mıdır? Hak, rakam mıdır? Hak, büyüklük müdür? Hak, en midir? Eğer hak çok olsaydı Allah çok olurdu. Ama el- Vahid, el- Ehad bir tek. Bakınız ama el- Hak’tır onun ismi. El- Hak. Allah onun için çok değil, çok-ta da değil. Evet…

 

Her şeyde çoğa takıntılı, sayısal çokluk düşkünü: Niceliğin egemenliğine tapan, insan tipi. Evet çok görürsünüz… özellikle şarkta çok görürsünüz… Bakmayın başkalarını kınarlar, rakip medeniyetleri kınarlar -kınamakta üstlerine yoktur-; akşama kadar küfrederler, buğzederler ama kendi hallerine bakmazlar. Kendi hallerine bakmazlar. İlgileri, alakaları, sevgileri, tutkuları hep daha daha daha fazla daha çok üstünedir. Her şeyde çoğa takıntılı. Daha çok olsun. Ne yapacaksın daha çoğu? Kalabalık olsun. Ne yapacaksın kalabalığı? Yani şimdi burada kellemi sayalım. Amacımız bu olsaydı; burada sizi ağlatan şeyler anlatmam lazımdı, çarşaf ıslatmam lazımdı… -Şöyle kafamı yan yatırıp sesime bir efekt verip böyle hafif bir baygın bakış arkadan da bir efekt alıp böyle… anlatabiliyor muyum? Ağlıyordu kütük ağlıyordu. Bak sen nasıl bir “sürü” dolar buralara!..- Bu mu yani? Bu mu yani? Bunu mu istiyorsunuz? Evet bunu istiyorlar. Allah da istediklerini… hani hocanın o harika fıkraları var hocanın fıkraları gerçekten bir felsefedir. Nasrettin hoca deyip geçmeyin Nasrettin Hoca’yı anlamak derin bir iştir. -Merkebi ile giderken, yolda merkebi, bir kez kendisinden önceki merkebin bıraktığını koklamış. Ya neyse hoca bir iki şey yapmış. Biraz yürümüş, bir başka merkebin bıraktığını koklamış. Üçüncüde de yapınca, hoca inmiş merkepten, yem torbasını çıkarmış önceki merkebin pisliğini torbaya doldurmuş, boynuna takmış. ‘Kokladın boynuna taktım.’ diyor.- Koklarsan boynuna takarlar. Aslında bu boynunda ne geziyor diye soranların çoğu kokladığının farkında değil. Kokladın da boynuna taktılar. O boynunda yoktu yoksa. Sen onu istedin. Ondan sonra da bu bela başımıza nereden geldi diyorsunuz. Sen istedin!.. “Bu bela başımıza nereden geldi?” diyen sahabeye Uhud’dan sonra ayet ne diyordu biliyor musunuz? “min ‘indi en-fusikum” “Kendi yüzünüzden geldi.” Sizin yüzünüzden geldi. Bitti. Bize farklı mı söyleyecek? Onlara böyle diyen bize aferin mi diyecek.

 

Çokluğa tapan ve taptığını ha bire çoğaltmak isteyen bir zihniyet bu. Tekâsür krizi… Kınanma “çok-az” ile alakalı değil, burada ince bir nüans var -nüans incedir zaten- nüans var. Evet çok veya az ile alakalı değil ayetteki kınanma. Her çokluk kötü değil ki iyi çokluklar da var. Mesela, iyilik çok olsa çok iyilik olur. Mesela, hayır çok olsa çok hayır olur. Bunda ne zarar olur. Dünyanın kendi kendine yeten ve tabiatı tahrip etmeyen enerjisi çok olsa daha çok olsa bundan ne şer var. Bunda hep hayır var, öyle değil mi? Yenilenebilir enerji bir ülkede en çok kullanılan enerji olsa bunda bu çoktan ne şer var? Hayır var. Öyle değil mi? Bir ülkenin mutluluk ve refah seviyesi yüksek olsa bunda ne şer var? Vesaire, vesaire…

 

“Çok-Az” ile alakalı değil; ne ile alakalı? “Çokluğa tutku” ile alakalı. Çokluk tutkusu ile alakalı. Bazen, insanın, elinde çok olur, gönlünde yok olur. Zaten orada çok-luğa prim vermemiş ki gönlünde yok. Bazen insanın elinde hiç olur, ama gönlünde bir de baksanız çok-luk diye bir put olur. Evet tapar. Tapar. Çokluğa tapan, bir yokluk. Düşünebiliyor musunuz? Böylesi de var. Bazen de tersi olur. Ben olanları da o “ağniya-i şakirin”den olanları da gördüm, şükreden zenginleri. Gerçekten, altının içine atsanız bir tanesi bulaşmaz. Verirken öyle veriyor ki, öyle paylaşıyor ki azdır ama vardır. Onu kınayan, onun elindekini kıskanan, ona laf söyleyenlerin eline; ondakinin kırkta birini ver. İnanın İdris’ken İblis’e dönüşür, Harun’ken Karun’a dönüşür, Hızır’ken Hınzır’a dönüşür. Hemen değişiverir. Yakmaya başlar. Onun için “çokluk-azlık” meselesi değil “çokluğa tutku” ile alakalı.

 

Fakr: dünyalığa sahip olmaman değil, sana sahip olmasına izin vermemendir. Dünyanın sana sahip olmasına izin vermemendir.

 

Kur’an “insanların çoğu” hep yerilir

Kur’an’da. Çok ilginç. Bunların hepsini okumayacağım; kasıtlı olarak buraya bir liste çıkardım ki, belki bir gün lazım olur -herhangi birinize bir şey için arayınca burada bulasınız- diye. “Onların çoğu gerçeği örtendir.” “Şirk koşandır.” “Doğrudan sapandır.” “Farkındalık sahibi değildir.” “Güvenilir değildir.” “Zanna uyar.” “Yalancıdır.” “Nankördür.”  “Güvenmez.” “Haktan hoşlanmaz.” “Kafası çalışmaz, aklını kullanmaz.” “Rezzak olanın Allah olduğunu bilmez.” “Hesap vereceğine inanmaz.” “Varlığın Allah’ın ayetleri olduğuna iman etmez.” “Allah’a ortak koşmadan iman etmez.” Vesaire vesaire. Böyle… Kur’an’da hep… çokluk daima yerilmiş. Çok ilginç. Çokluk daima yerilmiş. Evet, “Eğer sen onların çoğuna uyacak olsaydın, seni yoldan çıkarırlardı” “Onların çoğundan yüz çevir, zira o çoğunluk hakikate kulak vermiyor” ayetleri hepsini sonuna yazdım.

 

Neden “insanların çoğu” mahkûm edilir

Neden “insanların çoğu” mahkûm edilir peki!.. Neden? Kur’an neden insanların çoğunu “ekśera-nnâsi” bir kalıptır başka kalıplarda vardır ama en çok kullanılan insanların çoğu evet “ekśera-nnâsi” insanların çoğu…  Hep böyle… Çokluğu niye yerer Kur’an? Eşyanın tabiatı gereği kalite azdır. Bu önemli. Bu bir ilke, bir yaşam ilkesi aslında kalite azdır. Onun için yaşam öyle… Bakınız, 10 tane mutasyon varsa 4 milyar yıllık yeryüzünde yaşamın tarihi vardır. Hayatın tarihi yeryüzünde 4 milyar yıllıktır. 4 milyar yıl evvel nasıl başladığını bugün bilimde henüz çözebilmiş değil. Dışarıdan gelen aminoasitler mi yoksa burada mı? Mutlaka aminoasitler dışarıdan gelmiştir. Çünkü uzayda çoktur. Yani yaşamın hammaddesi kâinatta çok… Anlatabiliyor muyum?.. Aminoasit… İşte bakınız, virüslerin hammaddesi. Korona virüsünün de hammaddesi aminoasittir. Yani bir hücreyi oluşturan bir parça, partikül… Mini mini bir parça… Ve cansızdır aynı zamanda. Aminoasit cansızdır. Ama hücrenin bir parçası olduğu zaman hücreye dönüştüğü zaman canlılığın temeli, yapıtaşı oluyor. Dolayısıyla bu anlamda eşyanın tabiatı gereği nedir canlılıkta bu, -4 milyar yıllık- canlılık tarihinde… bakınız siyanür bakteriler vardı. Hem siyanür hem bakteri. Siyanür de canlı mı ürer ya!.. Evet ya! Öyle bir dönem geçti; belki iki milyar yıl sürdü. Ondan sonra tek hücreliler o da bir milyardan fazla yıl sürdü. Ondan sonra çok hücreliler. Ve ondan sonra “kambriyen patlaması” 541 milyon yıl önce… Ondan sonra türlenme, çeşitlenme ama bütün bu yürüyüş muazzam ve muhteşem Ar-ge bu. İlahi Ar-ge. İlahi araştırma-geliştirme… 4 milyar yıllık… ve bütün bu süreçte, hep mutasyonlar, başrol oynadı. Nedir mutasyon? Aslında eğer yaşamı tehlikeye girmişse; varoluşu hayatta kalma durumu, tehlikeye girmişse ya da varlığını sürdürme tehlikeye girmişse orada bir mutasyon geliştirir canlı. Dokuzu negatiftir biri pozitiftir. O pozitif olanından yürür. Soy o pozitif olandan yürür. Çeşitlenme o pozitif olandan yürür. Yani eşyanın tabiatı gereği kalite azdır. O kalite de bunu gösterir. Yani biyolojik anlamda bir kalite azdırın zemini yapmak için bunları söyledim

 

Kitle, kütle, sürü olmak birey, şahsiyet ve insan olmaya tercih edilir. Maalesef. Kitle olmak sürü olmak birey şahsiyet ve insan olmaya tercih edilir bu zihniyette. Hangi zihniyet? Tekâsür zihniyeti. Yani çokluk tutkusu zihniyeti. Bunda kitle olmak. Bir kalabalığın içinde ol. Neden böyledir? Şark kurnazlığı böyle işlemez sadece… Hayvan beyni de böyle çalışır. Hepimizin içinde, bir hayvan beyni vardır. İnsan, hayvanlığını yanında taşır alt beyinde limbik sistem denir buna. Limbik sistemi işte o Ar-genin uzun Ar-genin tüm hatıralarını tüm hardware-ni içinde taşır. Anlatabiliyor muyum? İşte amigdalamız mesela, bin bir türlü hormonun üretildiği yer. O hormonların birçoğu: işte korkularımızın, şehvetimizin, öfkemizin, nefretimizin kaynakları veya sonuçları. İşte o manada biz bunları, duygu olarak isimlendiriliyoruz. Ama bunların bir de beynimizde alt beynimizde hormonal karşılığı var. Evet. Biyolojik karşılığı var içimizde. Nörolojik karşılığı var içimizde. Yani neden böyledir? Neden insan bir kalabalığın içinde olmayı daha güvenli bulur? Bu, hayvanlar döneminden getirdiğimiz bir güdüdür. Güdü, klan, sürü… Sürü güdüsü… Bakınız sürü güdüsünde ne vardır; Sürünün içinde ol, güvende kalırsın, güvende olursun. Onun için hayvanlardan şahsiyet beklenmez. Anlatabiliyor muyum? Haysiyet de beklenmez -haysiyetli bir köpeğim var.- … olmaz arkadaş. Anlatabiliyor muyum? Haysiyetli bir köpek olmaz. İnsanlarda çok az görüyoruz haysiyetli insanı köpeklerde nerede görelim. O, kişilikle alakalıdır… kişilikle alakalıdır, şahsiyetle alakalıdır…Evet sürü olmak ayrı bir şey, insan olmak ayrı bir şey. Zira emek vermez, risk almaz, kalabalığı güvenli bulur.

Bilgi, bilinç, akıl ve irade yerine cehalet, kütle çekim gücü, körü körüne itaat sürü olmayı tercih eder. Kütle çekim gücünü bilirsiniz değil mi? Kâinattaki temel yasalardan biridir. Kütle çekim gücü. Bu yasa mikrodan makroya her şey için geçerlidir. Şu yıldızlar, şu galaksiler, şu gezegenler, şu uydular -ayımız gibi-, bütün hepsi kütle çekim gücüyle çalışır. Merkez çekim gücü ve merkez kaç gücü. İki güç arasında bir yörünge oluştururlar. Onun için yuvarlakımsıdırlar. Tam yuvarlak değildirler. Niye? Köşe bırakmaz dönen şeyler. Köşeler en zayıf yerlerdir. Dolayısıyla bu kainattaki sistem böyle. Sadece kâinatta değil işte insanın topluluklarında da bu geçerli, kütle çekim gücü… Nedir? Mini mini olan şeyler birbirini çeker. Bakın karın oluşmasında da bu geçerli, yağmurun oluşmasında da bu geçerli, galaksinin oluşmasında da bu geçerli, yıldızın oluşmasında da… Toz, birbirini çeker; birbirini çeken tozlar, mini mini parçalar; o mini mini parçalar, birbirini çeker çakıl taşları gibi olur uzayda. Onlar birbirini çeker, taşlar, artık bir yıldızın veya bir gezegenin nüvesi, çekirdeği oluşur. Bu nüve; eğer yeterince kütle biriktirirse yıldıza dönüşür, nükleer yanmaya geçer 27000 dereceden sonra… Yeterince kütle biriktirmez ise gezegen olarak kalır ve bu yanmada yanması da nükleer yanma olmaz, karbon yanma olarak kalır. Dolayısıyla görüyorsunuz, insan da böyle kütle çekim gücü ile çekilir. Onun için mezhepler, dinler, tarikatlar, cemaatler, kulüpler, takımlar ve daha birçok şeyler. Uluslar, ırklar, milletler… kütle çekim gücüyle çalışır. Yani bu kütle çekim gücü en çok istismar edilen şeydir aynı zamanda…

 

Kur’an’dan kaliteye/niteliğe övgü

Çok ilginç bir Kur’an’da niteliğe övgü var biliyor musunuz! Tâlût ve Câlût kıssası… O kıssa içinden bir ayet okuyorum. “Kem min fi-etin kalîletin ġalebet fi-eten keśîraten bi-iżni(A)llâh” Bakara Suresi 249. ayet. “Nice, az ama kaliteli…”, orada tırnak içinde parantez içinde kullanıyorum çünkü söz geliminden bunu anlıyoruz zaten. Eliptik dil kullanır demiştim Kur’an; eksiltili yani tasarruflu dil kullanır. “Nice az ama kaliteli topluluk” “ġalebet fi-eten keśîraten bi-iżni(A)llâh” “Nice kalitesiz ama sayıca çok topluluğa galip gelir.” Tarih, buna şahit, çok şahit olmuştur. Onun için tarihi yapan, tarihin motoru olanlar; yığınlar değil, kütleler değil. Tarihin motoru olanlar, risk alan, emek veren kaliteli insanlar. Her açıdan… Yığınları küçümseyelim mi?.. Hayır! Hele yığınların gafletini, delaletini ve cahilliğini, cehaletini asla küçümsemem ben. Çünkü yığınların; cehaletinin, linçlerinin ne büyük tahribatlar yaptığına bizzat benim hayatım şahit. Bizzat ben şahidim. Yığınların dalaleti, yığınların linçi, yığınların düşmanlığı hiç küçümsenebilir mi?.. Onu, küçümsememek lazım. Ama Kur’an kaliteye böyle bir övgü diziyor.

Filleri yenen ebabiller, neyi ifade ediyordu? Fil Suresine geleceğiz. Onun için burada fil Suresi yorumuna girmeyeceğim. “Elem tera keyfe fe’ale rabbuke bi-ashâbi-lfîl” “Görmedin mi, rabbin fil ordusunda ne yaptı?” Son ayeti de okuyayım: “Fece’alehum ke’asfin me/kûl” “Ne yapmış? “Onları yenilmiş kurtların yediği ekin yaprakları -yani gazele- döndürmüş.” Bitirmiş… Evet, aslında söylenen ne burada? Helak olan… bakınız çok ince bir nokta ve bugüne kadar buna bende de değinmedim. İlk defa ben değiniyorum. Benden başka değineni de görmedim. Ama çok önemli bir şey var. Fil ordusu, Ebrehe’nin ordusu değil mi? Ebrehe İbrahim’dir. Ebrehe ismi İbrahim’den bozmadır. İbrahim adı. Evet, Habeşistanlı bir komutan. Hristiyan bir ordu bu. Hristiyanlık adına geliyor Mekke’ye. Çünkü, Mekkelilerden iki kişi gitmişler orada kiliseye zarar vermişler veya pisletmişler. Oda cezalandırmak için Kâbe’ye geliyor. Ben de onların Kabe’sini yıkayım diye. Böyle bir ordu, fillerle geliyor. Evet ama saldırgan… Orada bireysel bir suç var öbür tarafta toplumsal olarak sen gelip bir halkı kendi memleketinde basıyorsun hem de fillerinle on binlerce ordunla geliyorsun ve saldırganlık yapıyorsun. Yani savaş kışkırtıcılığı yapıyor; savaşın, bizzat öznesi oluyorsun. Mekke halkının dini ne? Müşrik. Şirk dini. Peki gelen ordunun dini ne? Ehli kitap, Hıristiyan… Kur’an’ın bile hukuk olarak ayrı bir statüye koyduğu… ehli kitap statüsü ayrıdır; müşriklerin kadınları ile evlenmeye izin vermeyen Kur’an, ehli kitapla evlenmeye izin verir. Buyurun. Gelen ordu saldıran ordu ehli kitap bir ordu Hristiyan bir ordu. Ama saldırılan memleket müşrik bir memleket. Şimdi buyurun. Helak olan taraf Kitap Ehli İbrahim’i bir dinin (Hıristiyan) mensupları. Saldırılan taraf cahiliye Mekke’sinin müşrik halkı. Kur’an din milliyetçiliği yapmaz. Farkında mısınız? Saldırganı kimliğine bakmadan mahkûm ediyor. Peki hocam Rum Suresi’ne ne diyeceğiz? Rum Suresi de Bizans’ı destekliyordu. Kime karşı? Sasani İran’ına karşı. Aynısı aynı mantık aynı ilke orada da geçerli. Çünkü Sasani İran’ı Bizans’ı kendi yatağında saldırgan olarak, ta İstanbul’a kadar gelip Bizans İmparatorunu, ateşe, secde ettiriyordu adam. Bilmem anlatabildim mi? Tarih okursanız görürsünüz. Ve imparator en sonunda kaçmak zorunda kaldı. Evet, saldırgan Hıristiyanlara karşı, karşı saldırıya maruz kalan müşrikleri savunuyor Kur’an. Hıristiyanlara karşı müşrikleri… Şirki, savunmuyor Kur’an; mazlumu, savunuyor, saldırıya uğrayanı savunuyor. Farkında mısınız meselenin dostlar?.. Çok önemli bir ilkeden bahsediyorum. Gözüme niye öyle boş boş bakıyorsunuz? Anladığınızı beyan edin, anladığınızı ifade edin, anladığınızı söyleyin. Bu çok önemli bir mesele!.. Altı elli kere çizilmesi ve şarkta görmediğimiz bu toplumun en yaralı olduğu konu bu. “Zulüm bizdense vardır bir hikmeti” diyenlerin ülkesi buralar. “Zulüm bizdense Allah o zulmün belasını versin!..” diyemeyenlerin ülkesi. Burada Kur’an, mazluma… mazlumun dini kimliğine bakmadan destekliyor dostlar. Fil Suresi budur…

Fil Suresi; zalimin ve mazlumun kimliğine, dinine, milliyetine bakmaksızın; kim zalim, kim mazlum oradan yola çıkarak bir zihniyet geliştiren bir sure. Yani filler, büyük; ebabiller, küçük. Büyük diye filleri mi destekleyelim? Al sana Tekâsür krizi!.. “Filler ve ebabiller” sembolik dili budur işte. Fili olanı destekle. Niye? Nasıl olsa galip gelecek. Tıpkı Huneyn Savaşı’na katılan müşrik taburu gibi. Ne diyorlardı onlar? Müşrikler müellefe-i kulûb kontenjanından savaşa alınmışlar. Kalpleri İslam’a ısındırılacaklar. Ama yolda ne diyorlar birbirlerine biliyor musunuz? Muhammed kazanırsa tamam ganimete paydaş olalım ama kaybederse karşı tarafa geçeriz. Kafa bu. Aynı kafa devam ediyor.

Filler ve ebabiller neyi ifade eder? Fiiller ve… Evet, sayı bu işte; küçük mü büyük mü? Güçlü mü güçsüz mü?

Fil Suresi, “Zulüm bizdense ben bizden değilim” in Kur’an’casıdır. Hacım! filler saldırırken, sen neden ebabillerden yana değilsin?  Filler sizden olunca her şey mubah, ebabiller karşı taraftan olunca lanetli mi?.. Öyle mi düşünüyorsun hacım!..

 

 

Tek istisna hayrı/iyiliği istemektir.

“Kevser” Bir önceki sure. Hatırladınız değil mi? Ne demekti? Çok hayır… Çok hayır… Kevser: çok hayır… Kevser insanlar, ebter insanlardan bahsetmiştik hatırlıyorsunuz değil mi dostlar? Hayırlarda yarışınız. İyi için çokluk kınanmıyor ki. Evet çok hayır isteyebilirsiniz çok iyilik isteyebilirsiniz en çok yenilenebilir enerji en çok adalet, en çok insanlık istemekte ne kusur olabilir ki. En çok hak hukuk istemekte ne kusur olabilir ki. En adil biz olsaydık en hukuk yürür biz olsaydık en insanlık sahibi biz olsaydık en ahlaklı biz olsaydık; en çok hayır ve iyilik kınanır mı hiç?.. Onun için her “çok” kınanmıyor. Böyle bir şey yok. Çokluk tutkusu demiştim geçiyorum.

 

Cahiliyenin Tekâsür krizi

Cahiliyede böyle bir kriz var. Var ki, zaten bu ayet bu sure gelmiş. Yani “çokluk tutkusu krizi” “Malı üst üste yığmayı çok seviyorsunuz” diyor Fecr 20. “Ve tuhibbûne-lmâle hubben cemmâ” “üst üste yığmak…” “kella” “Ne olur yapmayın; durun, durun yapmayın!” Niye? “Kellâ iżâ dukketi-l-ardu dekken dekkâ” “Yer; bir sarsılışta, sarsıldığı zaman, yığdıklarınız yıkılacak.” 45 senede yaptığınız, 45 saniyede yıkılır mı?.. Yıkılır… Gördük…

– “Onlar bin yıl yaşamak isterler.” diyordu, Bakara 96. Yani “lev yu’ammeru elfe seneh” “İsterler ki bin yıl yaşayım.”  Nedir bu çok?.. Çok yaşamak… çok çok yaşamak. Bence, kaliteli yaşamak, iyidir. Öyle değil mi? Huzurlu ve sıhhatli… Allah, hepimize, huzurlu ve sıhhatli bir ömür versin. Ama “erżeli-l’umur” diye bir ayet var Kur’an’da biliyor musunuz? Ömrün en rezil çağı. Evet böyle bir ayet var. Allah ondan korusun. Ömrün en rezil çağı… Bebeğinizin; altını bezlersiniz, altını yıkarsınız, altı kirlenir; bu, sizi çok rahatsız etmez. Çünkü, bu eşyanın tabiatı; siz de bebekken öyleydiniz. Ve anneler, hatta yıkarlar ondan sonra kaldırıp bir de öperler… Çok güzel bir manzaradır o… Muhteşem bir manzaradır. Ama yaşlı birine bunu yapamazsınız. Yaşlılık, bebeklik gibi değil. Bebekler, geç hastalanırlar; çabuk iyi olurlar. Yaşlılar, çabuk hastalanırlar; geç iyi olurlar. Onun için yaşlılığın veya uzun ömrün hayırlısını istemek lazım. O nedenle burada, bin yıl yaşamak istemek, nasıl bir tutkudur Allah’ım ne yapacaksın?.. İnsan, akranları geçince öksüz kalır. Gerçek yetim ve öksüzlük akranlarınız gidincedir. Yanlarınızda yaşlanan çok yaşlılarınız vardır. Yüz yaşına vardıktan sonra falan, bakarsınız, gerçekten öksüzler, gerçekten yetimler. Ve ölüm için dua etmeye başlar. Dolayısıyla ne yapar ya bir insan, ne yapar bu ömrü?.. Niye ister? Evet. Bu İsrailoğulları’nın Yahudileşmesiyle ilgili bir bölümde anlatılıyor. Çok ilginç… Evet…

– “Arkadan çekiştirenler, hep mal biriktiren ve onu sürekli sayan tipler.” Evet,Hümeze-lumezeden bahseden ayetler… Hümeze Suresi’nin 1-2. ayetini söylüyorum. Evet, mal biriktiren bir tip. Mal biriktiren bir tipin, arkadan çekiştirmesi, demek ki onun bir devamı olarak geliyor. Niye? İnsanın insanın çokluk tutkusu öyle bir hale geliyor ki hani Davud peygambere orada bir uyarı vardı ya surede. “Senin, doksan dokuz koyunun var. Karşıdakinin, bir tane koyunu var sen ona da göz dikmişsin, yapma ey Davud. Düşünebiliyor musun?.. Bir peygamber üzerinden böyle bir öğüt veriyor Kur’an… “Çokluk tutkusu” böyle bir şeydir. 99’u ondadır 1 tanesi öbüründedir. O biri de alacak. O biri de almadan içi rahat etmez. Korkunç bir hastalıktır bu. Bu korkunç bir beladır bir şeytanlaşmadır başka bir şey değil. Onun için Allah böyle olmaktan korusun. Ama Allah öyle çalışmıyor onu söyleyeyim. Allah’ın çalışma tarzı biz korusun diyeceğiz o da koruyacak. Allah korumamız değil ki. Badi gardımız da değil haşa. Peki nasıl koruyor o? Bize bu ayetlerle öğüt veriyor. Çokluk tutkusu helak eder, dikkat edin, bu tutkuya kapılmayın, diyor. Böyle koruyor. Böyle koruyor. Tekâsür Suresi’yle koruyor. Eyvallah.

– Çok oğlan çocuğuyla övünüyorlardı müşrikler. Yani güç hepsi güç unsuru bunların. Güç güç güç. Güç hastası. Güç manyağı. Bir insan güç manyağı olduktan sonra o çıldırır onu durduramazsınız. Eline güç geçince Firavun da olur Nemrut da olur Hitler de olur. Olur da olur… Ne olmaz ki?..

– Kabilenin güç ve sayısına tapma. Bir de o vardı değil mi?.. Gelecek… Siz, bu suredeki, ikinci ayetteki “Hattâ zurtumu-lmekâbir” “kabirleri ziyaret ettiniz”, ta ki kabirleri ziyaret ettiniz ile Tekâsür arasında hiç bağ kuran bir açıklama okudunuz mu şu ana kadar? Bu çok ilginç. Yani Tekâsür krizi. Çokluk tutkusu ile kabrin ne alakası var? Geleceğiz inşallah. Koca bir ders olacak muhtemelen bu ders yetişmeyecek ona.

 

Tüm firavunlar, çokluk tutkusunun esiridirler.

Piramitler: On binlerin emeği, -büyük piramit: yüz bin kişi bazı tarihlerde otuz bin ila yüz bin arasında bir rakam veriliyor. Kesin rakam bilinemez tabi ki. On binlerin emeği, alın teri ve hayatı üzerinde yükselen türbe-mabetlerdir. Türbe mabetlerdir gerçekten. Arapçasını biliyor musunuz piramidin? “Ehrâmat” ehram. Ehram, ne demek? Harem… Yani kutsal mekân. Anlatabiliyor muyum? Piramidin Arapçası bu. Osmanlı’da da bu isimle anılırdı. Niye… Niye kutsal? Mezar orası!.. Evet, firavunun mezarına, piramit diyoruz arkadaşlar. Ben birkaç kere girdim en büyük piramide. Firavunun lahit odasına kadar ulaştım. Ama o odaya girmeden önce sizi, secde halinde istiyor huzuruna. Secde halinde girebiliyorsunuz başka türlü giremiyorsunuz… Ben de düşündüm, düşündüm. Aklıma bir şey geldi, “arka, arka girmek”. Ben de arka arka girdim. Ben, insanların önünde hiç secde etmedim ki hiç eğilmedim ki elhamdülillah. Eğilmemenin, çok bedelini ödedim, hala daha ödüyorum. Ama Rabbimin huzuruna “Senden başkasının önünde eğilmedim.” diyerek gitmenin, onurunu yaşayacağım inşallah. İnşallah…

Değil mi ki güçsüz mazluma karşı, güçlü zalimi savunmak; namussuz sayılmak için yeterlidir. Güçsüze karşı güçlünün sazını çalmak, namussuz sayılmak için yeterlidir. Hadi buyurun… Bakın bu da “Ebu-l hevl.”, Sfenk derler. Arapçası Ebu-l hevl’dir. Korkunun babası. Endişenin babası. Bunlar da Ehrâmat piramitler. Görüyorsunuz değil mi? bu piramitleri oluşturan her bir taş bir buçuk ila üç ton arasındadır. Bir piramitte bir milyon iki yüz bin taş vardır. Ve bu taşlar orada kesilmedi çünkü bunların yatağı yok orada. Bunlar uzakta kesildiler Nil’in bir koluyla taşındılar. Ve bura en yüksek Giza bölgesi, Kahire’nin en yüksek yeridir burası. Giza bölgesi. Yani bura, oraya göre bir plato bir dağın üstü sayılır. Zaten baktığımda aşağıdadır çok derindedir. Ve buraya çıkardılar. Teknoloji yok. Öyle atıp sıkanlar uyduranları falan geçin onlar uzaydan-muzaydan efendim, bunlar hep mali hülya. O günün teknolojisi… Suyun kaldırma gücü… Buzun kırma gücü…  Anlatabiliyor muyum? İşte, inek derisinden, hayvan derisinden… balonlar… hava kaldırma gücü… Bunların hepsi kullanılıyor o gün. Ceraskallar, çıkrıklar vesaire vesaire. Ama o günün teknolojisi. Bugünün değil. Çünkü demir yok daha. Demir çağı gelmemiş. Daha hiç demir yok. Demir olmadan bu taşlar nasıl kesilsin. Demir çağı milattan önce 1200’de başlıyor. Evet bazı yerlerde doğal olarak yıldırımın oluşturduğu demirlere rastlanmış ama o kadar işte. İnsan ürünü değil. Çünkü insan henüz eritmeyi becerememiş o güne kadar. Vesaire. Yani bunlar demir olmadan her biri bir üç tona kadar bir buçuk ila üç ton arası bu kadar milyonlarca taş nasıl kesilir, nasıl getirilir insan gücüyle. Kim bu insanlar? Evet köleler, garibanlar, öksüzler, yoksullar, yetimler, kimsesizler… Evet o insanlar. Ne için?.. Bir adamın ölüsü gömülecek diye!.. En büyük ölüler: piramitler. En büyük, Tekâsür… En yüksek, bizde de var. Bu dağın ismi: Nemrut Dağı. Görmüşsünüzdür. Malatya ya da bakar… Adıyaman’a bakar… Bir taraftan Urfa’ya vesaire.  Ortada zaten. ben de birkaç kere çıktım. Efendim oraya kadar… mutlaka gidin, mutlaka görün, efendim mutlaka…  Çünkü;Kul sîrû fî-l-ardi” emri hepimiz için geçerli. “Deki: ‘gezip dolaşın yeryüzünü.’” “fenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmucrimîn” “Mücrimlerin sonu, akıbeti ne olmuş görün.” Şimdi ama o gözle bakmak lazım. Bu dağı gördünüz, Nemrut Dağı. Peki, şu ne dostlar, şu, şu?..  Bura mezar, mezar… “Nemrut Dağı” aslında cehaletin eseri bir isimlendirme. Nemrutla bunun bir alakası yok bunun… zaten, Komagene Krallarının bu. Milat öncesinde, 1. yüzyıl vesaire… Ona denk gelen bir tarih. Çok yeni yani. Nemrut: Hz. İbrahim ile ilişkilendirilen Kral yani Sargun veya da öncesi efendim milattan önce 2200-2300 nerede o nerede milattan önce 100 nere. Dolayısıyla burası Komagene krallarından birinin mezarı, mezar. Dağın tepesine adam, insan gücüyle, bir dağa daha yapmış farkında mısınız?.. Evet mozole bunun içinde, lahit bunun içinde. Evet işte burada da -bunları niye böyle yapmışlar kırıkları daha güzeldi demek ki bizimkiler imite işini çok seviyorlar.- Eveet…

En büyük!.. Bu Titanik. Hazreti Titanic. (!) Bu yapıldığında 20 yüzyılın başları efendim… Bunun yapıldığı yeri, hiç gördünüz mü ben gittim. İngiltere, aslında İrlanda… efendim, orada yapılıyor. İddia şu: -yaparken- “Dünyanın en büyük gemisini yapmak!”, en büyük!.. Anlatabiliyor muyum? Yani burada; en büyük iyilik, en büyük hayır, en büyük güzellik vesaire yok. Burada, büyüklük tutkusu var. Bir meydan okuma var. anlatabiliyor muyum? Bu ayrı bir büyüklük tutkusu. Bu yerilen, kınanan bu. En büyüğü yapıyor. Bu da başına gelen hal gördüğünüz gibi- ortadan demeyelim de- ikiye ayrılıyor ve yolcularının yarısından fazlası ölüyor orada o denizde… Bir buzdağına çarpıyor, büyük bir buzdağına ve gidiyor… İçinde tüm yolcuları elit. Kamerada çalışan veya altlarda saklanan birtakım yolcular varmış o dönemde işte kaçak -Amerika’ya geçmek için- vesaire onları kastetmiyorum. Ama tüm yolcuları, elit. Yolcular; öyle yolcular ki yanlarına mücevher kutuları ve para kutularını, altın, gümüş kutularını almışlar. Titanic-le beraber, bir servetin de battığını, biliyor musunuz? Dünyanın en büyük servetlerinden biri… dolayısıyla buyurun… En büyüklük tutkusu Titanik kazası aslında bu.

En çok zayiat, en büyük: Atom bombası. Neydi atom bombasını yaptıran saik?.. Yani bir bomba atalım; en büyük zayiatı verelim, teslim olsunlar. Öyle oldu nitekim. Yani ha, -Kötü mü oldu? – diyeceksiniz. Atom bombasının atılması çok çok kötü oldu ama savaşın bitmesi de iyi oldu. Savaşın bitmesi için bir tarafın teslim olması gerekiyorsa olsun. Çünkü savaşın, galibi olmaz. Savaşın, galibi de mağluptur. Evet, ama atom bombasını kim bana övebilir ki? Hangi insan bana, insanları, çekirgeler gibi, karıncalar gibi-karıncalarda öldürülmez- öldürülmeyi övebilir ki bana!.. Evet, bana silah övmesin… insan olan insana silah övmemeli. Evet, caydırıcılık ayrı bir şey ama savaşlar övülecek bir şey değildir. Allah Rasulü İki tür ismi değiştirdi: Biri içinde put ismi olan isimler; Abdüluzzâ, Abdullat, Abdulmenat gibi. İkincisi ise harp isimleri; Savaş, ismi Savaş olanın ismini değiştirdi. Buyurun, size savaş karşıtlığı. Allah Rasulü, çok savaşa katıldı fakat hiç eline alıp da adam öldürdüğünü okudunuz mu?.. Eğer adam öldürmek, savaşta çok makbul bir şeyse Rasulullah bu makbul bu ecirli bu çok sevaplı şeyden yüz çevirmiş olmuyor mu?.. Hiç mi düşünmüyorsunuz?.. Eyvallah…

En hızlı: Sesten hızlı ilk yolcu uçağı Concorde’un feci sonu. Bu sefer de çok ilginçtir, Fransızlar yaptı. Mutlaka bir konsorsiyumdur. “Bu uçak sesten hızlı ilk uçak!”, iddia buydu. “En hızlı uçağını yapacağız dünyanın”… ve son seferi nasıl oldu biliyor musunuz? Tedavülden kalkmadan, kalkmasına sebep olan… Avrupa’nın “Elit Tabakası” tüm yolcuları elit, 109 yolcu… Tüm yolcular elitti. -114 ölü o fark yerden gelenler de var çarptığı yerden-. Dolayısıyla o Elit yolcular: Avrupa’da en büyük İş adamları, ailelerinin çocukları veya patronları, CEO’lar, çok ünlüler; bu uçağın yolcusuydu. Uçak gitti ve yolcuları hemen tamamına yakını öldü. İşte yanında da enkazını görüyorsunuz. En büyük tutkusu!..

Bir de bizden var burada bakınız. En yüksek: Zemzem towers; Tureng towers vardı -yanlış anlaşılmasın diye almadım, ikiz kuleler; yapıldıkları dönemde, dünyanın en yükseği olma iddiası ile yapıldılar. Ve 11 Eylül’de biliyorsunuz başına ne geldi. En yüksek bizim! İşte en yüksek bizim! En yüksek bina bizim olacak! Bakınız; görüyorsunuz değil mi? Kâbe: en çukurda, en sade, en şatafatsız, en tantanasız; tevhid gibi en yalın.   Kâbe’yi gören var mı burada? Vah vaah!.. Bir de bunu, geldiler burada pazarlılar iyi mi?.. Evet 33 kat 1315 oda.

“VIP Hacılık” icat oldu, hac öldü; Sizlere ömür… Vip Hacı nasıl bir şey Hacı?.. Nasıl bir şey hacım?.. 7 yıldızlı Hac parası olan, günahlarını daha iyi mi yıkatır hacım (!)? Yani Ey Hacım, Sen şöyle mi düşünüyorsun; bazılarının cebinde, 5 bin Euro’su yok diye hiç günahını yıkayamayacak mı (!)?.. Allah torpil mi geçer Hacım(!)? Yoksa bu Allah, sadece zenginleri mi seviyor hacım?.. Fakirleri sevmez mi hiç?.. Adamın yüreği Kâbe’de ama kendi hiç gidemiyor; bu ne olacak Hacım, bunun haccı ne olacak hacım hiç düşündün mü sen?.. Gidenlerin haccına; 5 çeken-10 çeken, hiç gidemeyenlerin haccı var. Sen devam et hacım! Her sene umreye devam et, devam et boş ver; sen karışma gerisine, ölen ölsün, kalan sağlar sizindir nasıl olsa… Ama durum bu hacim… Kâbe orada bakın: nasıl da mütevazi, nasılda sade, nasılda en çukurda. En çukura mı yapılır be İbrahim; bulamadın mı bir tepe?.. Çamlıca olmayabilir. En çukura mı yapılır?.. Evet ya, en çukura yapılır… “Ya Rabbi, sana ne kadar şükretmek istesem de yine de beceremediğin farkındayım!” mesajıdır bu. Bu İbrahim mesajıdır. Bu Hanîf mesajıdır…

 

Ev ödevi:

Bu zihniyetin, bizdeki karşılıklarını da siz bulun. Yok canım biz de olur mu böyle şeyler. Olur mu hiç? Tabii ki olmaz değil mi (!)?.. Yani yudu-yıkadı; Rabbimiz, burayı cennetlik ilan etti zaten! Ne halt yersek yiyelim biz cennetliğiz!.. Eğer bunu şimdiye kadar hiç düşünmediysek oturup halimize ağlayalım!..

 

KALİTEYİ ÖVEN KUR’AN’A KARŞI DEVRİM:

NİCELİK/KANTİTE DİNİNİN İCADI

Evet, karşı din: “Din; dine karşı, din” Ali Şeriat-i Üstad’ı, rahmetle analım.

“Evlenin, çoğalın; çünkü ben, kıyamette, ümmetimin çokluğuyla sevineceğim” tanıdığım Allah Rasulü böyle bir lafı söylemekten münezzeh, böyle bir lafı söylemez. Bu laf -onun ağzını konulmuş bir- düpedüz yalandır. O ayrı… Evet, tavşan gibi çoğalmamızı isteyecek… Bunu uyduran zihniyet en çok Müslüman öldüren değil mi?.. Evet, evet buna, hadis diye inananlar; en çok Müslümanı tekfir edip öldürenler!.. Çok İlginç değil mi? Ya tamam çoğalıyorsunuz da çoğalamıyorsunuz? Bir kısmınız, öbür kısmınızı öldürüyor. Ya “Bizim mezhepten değilsin karşı mezheptensin” diye öldürüyor. Karşı mezhepten olursa kafir oluyor zaten. Ya “Bizim ideolojiden değilsin.” diye öldürüyor, ya “Bizim meşrepten değilsin” diye öldürüyor, ya “Bizim siyasetten değilsin, muhalifsin” diye öldürüyor ama öldürüyor efendim… Daima öldürüyor ama… Tarihte söyleyeyim mi? İç savaşlarda; yani Müslümanın, Müslümanı öldürdüğü savaşların; Müslümanı, kâfirin öldürdüğü savaşlardan 10 kat daha fazla olduğunu! -Ona da gelecek, gelirse sayarım.- Evet… Nebi, tavşan gibi çoğalmamızı arzulamış olabilir mi?.. Öyle bir şey arzu… Bunu arzulayan İsrailoğulları (Yahudilerdi, Medine Yahudileri)… Yahudi fıkhında, doğum kontrolü haramdır. Niye? Çünkü Yahudilerde nüfus sorunu, ta Babil’den beri var. Babil Talmudu’nda onun için nüfus planlaması yapanı tanrının 7 kat lanetine uğratmışlar. Niye? nüfus lazım. Adamlar planlama yapıyor. Nüfus arttırma planlaması, nüfus planlama… Allah Rasulü onlara karşı tam çıktı ve… bunun asla… yani “mev’udet-i suğra” diyorlardı “me’vudeti suğra” Yahudiler “küçük cinayet” diyorlardı Yahudiler nüfus planlamasına Allah Rasulü bunu reddetti. Nasıl buldunuz?.. “Yahudileşme Temayülünde” bu konuda paragraflarım var merak eden ayrıntıları ve kaynakları okuyabilir. Şimdi öyle değil miyiz toplumumuzun insanlığa katkısı ne? Şimdi tavşan gibi ürüyoruz. Toplumun dünyaya katkısı ne, insanlığa katkısı ne?.. Biz varız diye dünya daha iyi bir yer haline geldi mi; yoksa tam tersi mi?.. “Geldi” diyenlerden delil isterim. Şu anda; dünyadaki mutluluğa, ahlaka, insanlığa, bilime, üretime katkımız ne?.. Buyurun çok-uz, çok-uz… Bir milyar yedi yüz milyonuz; bir milyar yedi yüz milyonluk, ne ürettik?.. Bilim, keşif, ahlak, dürüstlük, insanlık, huzur, kalite ne ürettik?.. Biliyor musunuz!.. Sizi uyandıranları, istemiyorlar; sizi uyutanları, istiyorlar. Evet, onun için ben “persona non grata” Latincesi. “İstenmeyen adam” elhamdülillah, iftihar ediyorum.  Onlar tarafından istenirsem; kendimi, affetmem. Evet, kötülerin sevmediği adam olmaktan iftihar edilir.

 

HADİS ÇOĞALTMA ÇILGINLIĞI

Evet, Tekâsür olacakta bu olmaz mı? Bakın size; nasıl emekler verdim ve rakamlar getirdim karşınıza.

İlk halifenin önce toplatıp sonra yatığı hadis sayısı 500.  Bu 500 rakamını verenlerde hadisler ha onu söyleyeyim. Yani Ebubekir Es-Sıddık, hadisleri, vefat etmeden evvel toplamış. Toplatılmış!.. Vefat ettiği günde kızı Ayşe’ye yaktırmış. Evet sayı 500 çıkmış.

Ebu Hureyre 19 ayda, sahabenin, en çok hadis rivayet edeni olmuş. Ebu Hureyre’nin, Allah Resul’ünün yanına gelişi, Hayber günü, Hayber’den sonra. Biri de savaştan sonra gelmiş uyanığa bak!.. 19 ay. 19 ayda sahabenin en çok hadis rivayet edeni ve karın tokluğuna gelmiş. Adam, böyle karın tokluğuna! Evlerden, yiyecek istiyor; onunla yaşıyor. Ama bu karın tokluğu öyle bir karın tokluğu ki, Muaviye’nin baş danışmanlığına ve valiliğine gelip iş dayandığında,  demişler: “Ebu Hureyre; Sen niye -efendim- Ali’nin arkasında namaz kılıyordun. Medine’de neden Muaviye’nin valisi oldun? Ali’nin arkasında namaz güzel de…” demiş “Muaviye’nin sofrası da çok yağlı…” Ne yapacaksın?..  Bizim Seyrani’nin çok güzel beyti var: “Ermeni’nin, Rum’un, yağlı kesesi; kaypak Müslümanı, dinden çıkarır” diye, güzel değil mi?

İbn Hanbel’in ezberindeki hadis sayısı 100.000 imiş. Kettani söylüyor, et-Taratip’te.  Ebu Davut…

Ebu Davud, hadis derlemesini 100.000 hadis içinden seçmiş. Bu adamlar ya hiç dayak yememişler ya hiç sayı saymamışlar. Evet, seçmiş

Müslim, kitabını 300.000 hadis içinden seçmiş.  Bakınız, bunların hiçbirisi, Arap dili anadili değil. 6 kitabın altısının sahibi de… Kütüb-i Sitte’nin altısı da İran kültürü ile yetişmiş insanlar. İran-cı ben oluyorum bu arada… Huzurunuzda İran-cı!.. Evet… Haa birileri de Acem ajanı, uşağı demişti değil mi? Allah sizi bildiği gibi yapsın.

İbn Hanbel’e “Kişi 100.000 hadis yazınca fetva verebilir mi?” diye sorulmuş, İbn-i Hanbel kim? Arap. Ama 4 tane dedesi İran kültürü ile ağzına kadar dolmuş; sadece soyu Arap, kökeni Arap; kültürü: İran-Mecusi kültürü.  Merv’de büyümüş. Merv’de doğmuş. Dedesi Haccac’ın Serahs Valisi. Bunu duymuş muydunuz? Ya niye hep benden duyuyorsunuz? Evet… “Hayır” demiş, 200.000’e de hayır demiş, 300.000’e “Umarım” demiş. Yani fetva verebilir üç yüz bin hadis ezberleyince. Aman Allah’ım!.. Aman Allah’ım!.. Bu, doğruysa, bir felaket; yalansa, bin felaket. Eyvallah…

Buhari, kitabını 600.000 hadis arasından seçmiş inanalım mı? İnanalım mı? Siz sayı saydınız mı?..

Ahmed b. Hanbel: Müsned’i 750.000 hadisten seçmiş. (Süyuti, Simar’da söylüyor. İbn Hanbel’e göre 700.000 hadis sahih olarak nakledilmiş. (İbn Cevzi, Sayd-lhatr’da)

Ebu Zür’a -bunu da Ahmed b. Hanbel söylüyor onun talebesi olur.- 1.000.000 hadis bellemiş. Şimdi açık arttırma devam ediyor -bakın 100.000’den başladık! 500’den başladık,- 500’den başladık, açık arttırmada bir milyona geldik. Evet, bunu da Süyuti söylüyor aynı kaynak; İbn Hanbel’e göre hadislerin toplamı 1.200.000 imiş, Ebu Zür’a 800.000’ini ezberlemiş. Ebû z-Zûr’a demiştim İbni. Hanbel’in talebesi olur diye. Ebu z-Zür’a’ya göre “Ahmed b. Hanbel 1.000.000 hadis ezberlemiş, -Birbirini şimdi parlatıyorlar- Yahya b. Main: “Elimle 1.000.000 hadis yazdım” diyor. Yalan söylüyor canım, bu kadar basit yani yalan söylüyor. Zaten yazdıysa nerede?.. Ama şu ana kadar birike birike bir buçuk milyona ulaştı; hala imalat devam ediyor o da ayrı bir mesele. Açık artırmada ihale el-Medini’de kalıyor:

El-Medini 10.000.000 hadis olduğunu söylemiş.  500’den 10 milyona nasıl geldik!.. Evet dostlar, gördüğünüz gibi Tekâsür krizi… Ne olacak?.. Yani Allah Rasulü’nü, gece gündüz -24 saat- konuştursak Medine de -10 yılı var zaten, anlatabiliyor muyum?- yetmez, inan yetmez.

Süfyan-ı Sevrî ölmeden, şu tarihi itirafta bulunmuştur: -Kendisi hadisçiydi. Kendisi İmam-ı Azam’ı tekfir eden bir hadisçidir bu Sufyan Sevrî… Süfyan ismine bakar mısın?.. Emevilerin lakabıdır bu Süfyaniler. Nasıl bir babadır oğlunun adını Süfyan koyar o da ayrı bir mesele! Bu onlardan biri ama meseleyi görmüş, insaf ehli bir adammış.- Diyor ki: ” Hadiste hayır olsaydı, zamanla azalırlardı. Bunlar şerdir, bütün şerler gibi zamanla çoğalmışlardır.” Zehebî. Nakledende Zehebî, Beyan’da naklediyor.

  1. 192’de ölen hadisçi Abdullah b. İdris şöyle der: “Biz, ‘Çok hadis rivayet etmek, deliliktir.’ derdik” Bunu da Hatib Bağdadî naklediyor.

 

SAHABE ÇOĞALTMA YARIŞI

Kettani, rakamı 7.000’den açar. Evet, Kettani, et-teratibu’l-idariye’sinde, “Kaç tane sahabe vardı?” sorusunu sorar ve 7.000 sahabeden açar açık artırmayı. Kapanışta açık artırma, 140.000 bin ile biter. Çoğaltma hastalığı diyorum ya…

 

MUCİZE ÇOĞALTMA HASTALIĞI

Kur’an inerken varlığın tamamı ayet, Allah Rasulü’ne atfen sıfır mucize vardı. Evet, çünkü İsra 59 bunu söylüyor: “Senden öncekilere inanmadıkları için sana mucize vermedik” Yani o anlamda olağanüstü. Kur’an mucize isteyenlere soruyor: “Kur’an onlara yetmedi mi?” (Ankebut 51). İlk 150 yıl böyle geçiyor dostlar. Mucize kelimesi yok. Mucize kavramı hiç yok. Arapçada yok, ama bu kavramın kendisi Arapça. “Aciz bırakan” demek. “m’ucizât” , ayınla… H. 179’da ölen Malik’in Muvattaın’da “mucize kelimesi” geçmeden üç olağanüstü olay şöyle sayılıyor: -mucize kelimesi hala yok Arap dilinde.- İkisi, yemeğin bereketlenmesiyle, üçüncüsü, suyun. Rasulullah’ın parmağı, efendim suyun bereketlenmesi. Bu rivayetten başka bir olağanüstülük yok. Hicri 3. Yüzyılda 11’e çıkıyor. Yine mucize kelimesi yok. 9 ünlü hadis kitabında tek bir “mucize babı/kitabı” yok. Tek bir mucize kavramı kullanılmıyor. Evet, konkordanstan bakabilirsiniz. Hicri dördüncü yüzyılda Müslüman literatürüne “mucize” kelimesi, kavramı Hıristiyanlardan ve Yahudilerden giriyor. Adında “Mucize” kavramının geçtiği ilk kitaplar M. 12. YY’da yazılmaya başlandı. Nasıl buldunuz?.. Miladi 700 yılda Miladi 12 yüzyıla kadar Mucize kavramı yok dostlarım… Sayı önce 3.000’e sonra 30.000’lere çıkıyor Rasulullah’ın mucizesi!.. Yani imalat devam ediyor. Bugün de devam ediyor…

 

TEKÂSÜR VİRÜSÜNÜ İBADETLERE BULAŞTIRMAK

Cuma günü kılınan toplu öğle namazını nasıl ve kim 16 rekâta çıkardı Allah aşkına? Allah Rasulü iki rekât kılardı. Canı isterse bir iki rekâtta hanesinde nafile kılardı. Hepsi o hepsi o ama…  Kim yaptı bu Tekâsür krizini?..  Cuma günü kılınan öğle namazını kim 16 rekât etti? Sorun hesap sorun, sorun!… Evet, dedim ya onlar, aslında namazla sorumlulukların üstünü örtmek için namazı kullandılar.

“Kul hakkı”, diye bir namaz uyduran dinci, tüm kulların kanı, ırzı, malı heder olsa kılı kıprar mı?

Müşriklerin putlarına adadığı Receb… “Üç aylar” adıyla,  kim oruç paketine dahil etti Recep ayını?..  Diyanete söyleyin de; Diyanet İşlerinin Başkanlığı’nın hazırladığı bir ansiklopedi var. Onun Recep maddesini okusun, oldu mu?.. Kendi hazırladı ansiklopedinin “Recep Ayı” maddesini bir okusun. Ben… yazmadım. Vah ki ne vah!..  Vah ki ne vah!..

Hac ve umre motoru olmayı marifet sayan “hacı abi”ler, Abdullah b. Mübarek’i bilirler mi? İmam-ı Azam’ın arkadaşlarındandı. Hacca gitmeye karar verdi. Bağdat’tan maiyetiyle birlikte yola çıktı. Yolda geceledikleri bir yerde üstadın gözü bir olaya denk geldi. Bir barakanın kapısı açılıp açılıp örtünüyor, bir kız çocuğu en sonunda ürkek bir güvercin gibi çıkıyor, yolun ortasında ölmüş bir kuşu alıyor, kim görüp-görmedi diye etrafını kolaçan ederek, kimseye çaktırmadan barakasına geri geliyordu. Yanındakilerden birini gönderdi ve “Şu evde ne olup bitiyor bana öğren” dedi. Adam geldi baktı ki üç dört tane yetim. O kız hepsinin büyüğü. O da çocuk ve tencerede o ölü kuş kaynıyor. “Nedir durumunuz?” “Annemiz ve babamız öldü bize bakan hiç kimsemiz yok akrabamız… Bu kardeşlerim bana kaldı ve bu kardeşlerimi doyurmak için şu kadar günden beri oyalıyorum. En sonunda bu ölü kuşu buldum da onlara şey yaptım.” Abdullah Bin Mübarek vekil harcına döndü dedi ki: “Bağdat’a dönmek için ne kadar para lazım” “şu kadar” “onu ayır, geri kalanların hepsini bunlara ver.”  “Hadi dönüyoruz” dedi. “Bu bizim Haccımızdır. Bu bizim Hacımızdır. Hadi dönüyoruz…” Ne dersiniz?.. Hangi Hac daha makbul?..

 

TEKASÜR VİRÜSÜNÜN BULAŞMADIĞI YER YOK

Falan alim her gece Kur’an’ı 40 kere hatmedermiş!!. Hani Yahudi demiş ya “Ya dayak yemedin, ya sayı saymayı bilmiyorsun?” Kur’an bir gecede 40 kere nasıl hatim edilir Allah’tan kork 600 sayfa, 6336 ayet… okunabilirlik bir zaman var yani daha aşağıda okunamaz, anlatabiliyor muyum? Siz nasıl bir yalancısınız? Yani bu yalanı bile bile söylediklerinizi aptal yerine koyduğunuz açık. Demek ki… demek ki muhataplarınız da bu kadar aptallık görüyorsunuz. Aslında “Siz, aptallarsınız.” desen daha açık bir sözlülük olurdu. Feşmekan imam, bir gecede yatsı abdestiyle 1000 rekât namaz kılardı?!! İmam Ebu Hanife için deniliyor bu İmam Ebu Hanife’ye hakarettir bu be. Anlata biliyor muyum? Bu, marifet falan değildir ki bu, bir şey de değildir. Bu motor olmaktır, motor, namaz motoru anlatabiliyor muyum?.. İnsan olunmaz… böyle bir insan da olmaz zaten. 4444 baştan sona şirk olan salat-ı tefriciyye oku her derde devadır…

“Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü” “o peygamber üzerine Salat olsun ki tüm düğünler onunla çözülür” ve tenfericu bihil-kürebü ” tüm sıkıntılardan onunla çıkılır ” ve tukdâ bihil-havâicu ” her ihtiyaç onunla karşılanır” Nasıl buldunuz? Allah beni affetsin değil mi?.. Bir günah işledim az önce farkında mısınız? Şeref’te oradan öyle öyle diyor. Milyarlarla telaffuz edilen salavat zincirleri organize etme çılgınlığına ne dersiniz? Nasıl bir şey bu Allah aşkına!.. Tekâsür krizi bu değilse nedir? Çoğaltma tutkusu!.. Sayılara tapma, sayıları Allah ilan etme tutkusu. Bir insan, sevdiğine götürdüğünü sayar mı ya?.. “la ilahe illallah” diyeceksin bir de onu sayacaksın ha!.. Allah Rasulü hiç saymadı. Yok böyle bir şey!..  O 33 Hristiyanlardan alındı. Evet ben de bilmiyordum daha sonra araştırınca öğrendim. Meğer 33 Hristiyanlık kutsal rakamı mıymış?  İsa’nın mucize sayısı 33’müş.  Dolayısıyla bu nedir yani şimdi… Derviş elinde boncuğu çeviriyormuş “la ilahe illallah veya Allah Allah.” La ilahe illallah pek olmuyor, laylala oluyor. Otomatiğe bağlayınca… Oradan Hanım kızın biri de elinde elma sepeti, sevdiğine götürüyormuş elmayı. Efendim, bakmış Derviş boncuk çeviriyor Efendim demiş ki: “Dede”… Adam buna dönmüş: “Kız…” demiş “Nereye gidiyorsun?” “Sevdiğime elma götürüyorum.” “Saydın mı?” demiş “Kaç tane elma var.” O da demiş ki: “Dede adam sevdiğine götürdüğü elmayı sayar mı hiç.”  Derviş öyle hafifçe eğilmiş, boncuğun ipini kırmış. Boncuğun ipini kırın! boncuğun ipini kırın!… “elhamdülillah”…

 

ÇOKLUĞA TAPIP ADINI “ALLAH” KOYMAK

Kimin cenazesi kalabalıksa, bu onun cennetlik oluşuna delalet eder. Açın kitapları okursunuz bahisleri. Bir soru: Peygamberinkinde kimse yoktu, ne olacak şimdi?.. “Cumhur”un görüşü, “icma” diye bir hukuk kaynağı… İşe bakar mısınız Cumhur diye bir kaynak var fıkıhta. Cumhur’un görüşüymüş, yani çoğunluğun. Çoğunluğun!.. Hak çok-ta mıydı(!)? Çoğunluk olması bir görüşü haklı kılar mı?.. Öyle bir şey var mı? Tarih boyunca hak mücadelesi veren -peygamberler başta- çokluk muydu azlık mıydı? Bir bakın. Siz neyin peşindesiniz ya!.. İcmâ: toplam, topluluk. Böyle bir delil mi var? Ya Sünni İmamlar arasında “İcmâ”-nın bir delil olmadığını söyleyenler var. İcma-yı reddedenler var. Bırak gerisini de yani ibn. Hazm’a falan gelmedik daha Davut Zahiri’ye gelmedik daha… Sünni İmamlar arasında, icma-nın delil olmadığını söyleyenler var ama bize “Edille-i Erba’a” diye, “Kitap, sünnet, icma, kıyas” efendim, bunu bir din gibi ezberletenlere ne diyelim(!)?.. Kurtubi’ye göre “cumhurun görüşü” olan, Razi’ye göre “çöp”… Evet öyle, birçok örnek verebilirim. “Sevâd-ı A’zam” (Büyük Karaltı) dini: Bizon sürüsü mü bu? Böyle bir külliyat var biliyor musunuz? Sevâd-ı Azam: büyük karaltı demek. “Bizon sürüsü mü(!)?” diye soruyorum ben de “büyük karartı” ne demek ya!.. Yani “çokluk hakmış”, mantık bu!.. Ehl-i Sünnet’i anladık, peki “ve’l-Cemaat” … Cemaat ne oluyor?.. “Ehl-i cinnet ve’l-cinayet” gibi!..  Cemaat; yani kalabalık yani kitle yani kütle …  Çekim gücü… Çok” ile “hak” yer değiştirince çok, hak oluyor; hak, yok mu oluyor(!)?.. Yok oluyor tabii…

II – KADİM BİR ÇOKLUK TUTKUSU ÖRNEĞİ: KABİRCİLİK DİNİ ÜZERİNDEN ÖLÜLERİN İSTİSMARI

 

Evet, saat bana gülümsüyor arkadaşlar. Evet, Ne yapalım sona gelelim. Bunu öbür derse bırakalım. Sizi hiç fazla üzmeyeyim burada. Niye fazla üzmeyeyim? İnsan, fazla anlayınca fazla üzülüyor. Anlatabiliyor muyum?.. Ama bu “Üzülme” var ya sevinmenin 10 katı kadar, insana; bilgelik kazandırıyor, farkındalık kazandırıyor, dirilik ve bilinç kazandırıyor…

 

 

Ekler

 

UYDURULMUŞ Din

Uydurulmuş dinle giriyoruz sahneye. Efendim bakalım görüntülerimiz de ne var.

Mankenlerin kafasını kesiyor Talibanımız. Evet, bizim Sufi örgüt, silahlı örgüt talebe… Bakınız Taliban Sufi bir silahlı örgüttür. Yani bunu hiç unutmayın! Yani silahlı örgütler sadece selefilerden çıkmaz, sufilerden de çıkar ve Taliban Sufi bir silahlı örgüttür. Evet, manken kesiyor. Allah’tan manken kesiyor! Yani şu anda en zararsız kesme, kellede kesiyorlar ve daha çok kesiyorlar. Ama sonra şu aklıma geldi: Hz. Süleyman Nebi’nin misafiri olsa bu Taliban,   avlusundaki heykelleri de keser miydi? Sebe Suresi’nin 13. ayetinde anlatılıyor bu ayet “…vetemâśîle…”… “Kur’an’dan haberleri mi yok.” diyelim yoksa aslında “paralel Kur’an’nı Kur’an’a tercih mi etmişler.” diyelim.

 

Evet, bu da yine Talibanımızdan bir sahne. Ne demişti: “İnsan olmamıza izin vermiyorlar” demişti ya… Ama o onlardan değil işte problem o… Benim bir talebem var -ismini vermeyeyim de başına iş gelmesin- Afganistanlı burada okudu. Afganistan’a gitti -oraya hizmet edeyim- diye. Bir hafta sonra ağlayarak döndü. Sınırdan girerken sakalı santimle ölçmüşler!.. Şaka değil dostlar!!. Uçurtmayı yasaklayan bir zihniyetten başka ne bekliyorsunuz?..  İnsan olmamıza izin vermezler…

 

Anadolu İrfanı

Bakın bu haber çok güzel ya: Evet şu anda, bayrağı öptü, farkında mısınız? Önce bayrağı öptü sonra paraları çarptı!.. “Anadolu İrfanı” diye ben buna derim işte. Tamam mı!.. Ne yapar? Ormandan açtığı araziye evi yapar, tepesine bir bayrak diker; Devleti kandırır, bir de mevlit okutur milleti kandırır… Allah’ı kandırır diyemediğim için Allah kanmaz çünkü. Anlatabiliyor muyum? Tam Anadolu İrfanı…

 

BİRR VE İHSAN NEDİR? Bir boynu özgürlüğe kavuşturmak. Bu da güzel bir görüntü. İçinizi ılıtacak… Bakar mısınız, kuş satıcısının kafesindeki kuşları satın alıyor… Bakınız aldıktan sonra yaptığına bakınız. En güzel jest olmuş, kafesteki kuşları, gerçek yerleri olan doğaya bırakmak. Tabii bir de duada olmayıp kafeste büyütülen kuşlar var. Onlar için bir şey söylemek doğru değil. Yani çünkü doğaya bıraktığımız zaman doğada yaşayamıyor onlar. O da ayrı… yani şapı şekere karıştırmamak lazım.

 

Ama bu görüntü daha muhteşem; durun! Gülmüyor… yoldan geçenler bunlar… bunlar yoldan geçenler. Şu jestte bakar mısınız, şu güzelliğe, şu nezakete, şu zarafete bakar mısınız? Evet…

 

“Hatem-i Esam” diye bir adam var, -tarihimizde ünlülerden biri. “Sağır Hatem” demek.- ilim adamlarından biri.  Bir hanım, soru sormak için gelmiş. İnsanlık hali yel çıkarmış, gaz çıkarmış yanında. Hatem o gün sağırlık numarası yapmış. “Duymuyorum Hanım, bir daha bir daha daha bağır daha yüksek bağır…” ölünceye kadar o sağırlık numarasını yapmaya devam etmiş ki o hanım mahcup olmasın diye.

 

Tavsiye Görsel

 

Dersimiz ile ilgili, “Tekâsür Krizi” ile ilgili bir Hint filmi ama Bollywood da neredeyse Hollywood’u geçti yani güzel bir film: “İhbar” “DHAMAKA”  tavsiye görselim bu.

 

İkinci bir tavsiye görselin var: “DON’T LOOK UP“Sakın yukarı bakma” ismi filmin. Gerçekten ibretlik, gerçekten baştan sona müthiş mesajlarla dolu. Yani bende tabi “look up” diyorum “Yukarı bak.”… Birileri eğer “Sakın yukarı bakma!” diyorsa siz yukarı bakın, bakın!.. Çünkü “gerçeği görme” diyorlar. Eğer bir göktaşı düşecekse üstünüze yukarı bakmayı yasaklayanlar gerçeğin üstünü örten küfürbazlardır.  Siz yukarı bakın.

 

İBRET: AĞLANACAK HALİMİZE GÜLELİM

Hadi Buyurun biraz da tebessüm ettireyim size. Çok güzel taşıyorlar değil mi? Tavada bir şey kalmadı.  Bu da güzeldi. Yani şu anda şark toplumunun hali bu… Bakın. Evet, öyle mi tabi basıncın gücünü bilemiyorsunuz. Olta gitti… Bu memleketin haline gülüyorsunuz aslında. Bu da güzeldi. Ahh Ya Rab!.. Evet, motosiklet bindi kendi indi. Evet. … İnsanlık hali … ama hepsi insanlık hali değil bazıları ahmaklık haliydi. Evet..

 

TÜRKMEN / YÖRÜK DUASI’ymış efendim, gördüm çok hoşuma gitti.

Tanrım, İlahım, Rabbim, Yezdanım, İlk önce dağa taşa ver.

Ormana, hayvanlara, suya ver.

Ondan sonra insanlara, kapı komşuya, muhtaç olana ver.

Kalırsa, en son bana ver.

 

Evet, güzel bir eleştirimiz var. Cem beyden dinleyelim. Aslan yeteri kadar mucize değil mi yani hee!.. Harika!  Mucizeyi burada aramak ne büyük bir terbiyesizlik Öyle değil mi? Bak karpuzun içinden çekirdek çıktı üstünde Allah yazıyor. Bal peteğinin üstüne Allah yazıyor, Arılar yazmış ha. Ben o petek hikâyesinde peteğin sahibi Hafız abi ile görüşmüştüm köyüne gitmiştim. Hocam o arıcı hilesidir işi bilen herkes bilir dedi. Yani, derginin kapağına koyup da bu millete keklemeye utanmıyor musunuz? Yani bala arının Allah yazması mı lazım? Ee… domatesli ortasından kes o da Hristiyan… haç var ne olacak şimdi?..  Hristiyan domates he! Allah Hristiyanlığı tavsiye ediyor falan öyle mi?..  Veya karpuzda İslam’ı domateste Hristiyanlığı… oldu mu bu şimdi? Görüyorsunuz değil mi?.. Bu şaklabanlıklara hiç gerek yok!

 

Efendim, bir daha ki derste, iki hafta sonra inşallah kalan dersimizde… yani kabircilik diniyle buluşacağız ve sizi Allah’a emanet olun.

 

 

Yorum Yaz