Yabancı el sendromu

El aslında benim elim. Fakat benim elim, benim boğazımı sıkıyor. Benim elim beni boğmaya çalışıyor, benim gözümü çıkarmak istiyor, bana zarar veriyor.

“Olur mu?” demeyin. Tıpta buna “Yabancı El Sendromu” diyorlar. Bu hastalık üzerine, Batı’da bilinen ilk araştırmalar yaklaşık yüz yıl önce başlamış. 1908 yılında Almanya’da bir kadın, gece uyurken sol eli tarafından boğulmaya çalışıldığını söyleyerek nörolog Kurt Goldstein’a başvurur. Kadın, kendi elinin kendisini öldürmeye çalıştığını, sol elin yönetiminin Şeytanların kontrolüne geçtiğini söylüyor.

Bu konuda ayrı ayrı araştırma yürüten iki ekip 1950 yıllarında birleştirilmiş. En sonunda araştırmalar, beynin iki lobu arasındaki işbölümü ve işbirliğini sağlamaya yarayan koordinat merkezi hükmündeki “Corpus Callosum” üzerinde yoğunlaşmış. Konuyu, TÜBİTAK’ın neşriyatından okuyalım:

“Beynin vücudumuzu kontrol eden işlevleri sağ ve sol loblara bölünmüş vaziyette. Her iki yarım kürede farklı görevlerin yapılması için kontrol merkezleri bulunuyor. Her iki bölüm birbiriyle bağlantılı olduğu için, bu özellikler yardımlaşma içinde birbirini bütünlüyor. Bu iki bölümü bir araya getiren ve karşılıklı iletişimde olmasını sağlayan bölüme ise “corpus callosum” adı veriliyor.

İki yarım küre arasındaki bağlantı zayıflayınca veya bozulunca, beyin bütünlüğü/birliğinde bir kopma, bir kırılma yaşanıyor. Kişilik bütünlüğü kayboluyor. İnsan bir eliyle tuttuğunun yuvarlak mı, köşeli mi olduğunu anlayamıyor. Eşyanın tabiatı hakkında sağlıklı bilgi alamıyor. Daha ileri hallerde, ellerden biri tamamen kontrolden çıkıyor. İradeyle hükmedilemez hale geliyor. Beynin iki yarım küresini bağlayan corpus callosum, bazen başka hastalıkları tedavi maksadıyla kesilmek zorunda kalıyor. Bu bölüm kesildiği veya zarar gördüğü zaman, iki yarım küre birbiriyle koordinasyonunu kaybediyor. Bu durumda en sık görülen şey, iki yarım küreden birinin diğerine üstünlük sağlama savaşı. Öteki beyin lobu, bu durumda yönetilen olmayı kabullenemiyor.”

Anca bazı durumlarda, bir tarafın bu durumu kabul etmediği ve adeta kendi “beyliğini” ilan ettiği görülüyor. Yani, devlet içinde devlet kesiliyor. Hastalığın daha ileri vakalarında, “devlet içinde devlet” olmaktan da ileri gidip resmen “derin devlet” gibi davranış sergiliyor.

“Yabancı el diye adlandırılan bu el, artık hastanın kontrolünden çıkıyor. Ağza yemek götüren diğer eli tutmaya, siz diğer elle kapıyı açmaya çalışırken o sizi engellemeye çalışıyor. Bir yerlere sizin isteğiniz dışında tutunmaya, siz hızla yol alırken, sizi yavaşlamak hatta durdurmak için güç sarf etmeye başlıyor. Siz arabayı sürerken, arabayı yoldan çıkarmaya hatta gece uyurken sizi öldürmeye kalkabiliyor… Sonradan anlaşıldı ki, hastaların beyin ve vücutlarının bir tarafı algılama yaparken diğer taraf bu durumdan tamamen bihaberdi. Yani beyinlerinin iki tarafı çapraz taraftaki organlarla haberleşemiyordu. Hatta bazı hastaların sol elleri bireyden bağımsız, sanki kendi iradeleri varmış gibi davranıyordu. (Bilim ve Teknik, s. 463, s. 19).

Bu satırları okuyunca, sizin akınıza ne geldi?

Benim aklıma Türkiye geldi. Türkiye, Tanzimat’tan bu tarafa bir “Yabancı El Sendromu” yaşıyor. Bu bedene arız olmuş bir hastalık bu. Yüzyıllardan beri aynı ideal, aynı inanç, aynı hedef, aynı değerler sistemi ekseninde hareket eden bu bedenin “corpus callosum”u kesilip alınmaya çalışılıyor. Bu toplumu birbirine bağlayan “corpus callosum”u,  İslam’dan başkası değildi. Birileri, doğrudan bu “koordinasyon noktası”nı hedef aldı. Bizden elimizi koparamayanlar, bedenimizdeki eli bize yabancılaştırdılar.

Bu topraklarda yaşayan kalabalığı “millet” yapan değerlere düşman olanlar, içimizden bir zümre peydahladılar. Onların “corpus callosum”unu yaraladılar. Becerebildiklerininkini acımasızca kestiler.

Dışarıdan bakanlar onu bizim elimiz sanıyor.  Fakat “yabancı el sendromu”na tutulmuşuz bir kere. Bizim elimiz bizi boğmaya kalkıyor. Bir elimizle yaparken, “yabancı elimiz” onun yaptığını hoyratça, vicdansızca, bazen haince yıkıyor. Sıkıştığımız köşeden çıkmak istiyoruz. Sağlıklı elimiz kapıya uzanıyor. Fakat o da ne? Bir bakıyorsunuz, bizim bedenimizdeki “yabancı el”, kapıyı açan elimizi kırmaya, kapıyı açtırmamaya, bizi köşeye sıkıştıranlara uşaklık yapmaya çalışıyor.

Bedenimizdeki bu “yabancı el”, bedenimizin gerisine uymayı reddediyor. İleri vakalarda olduğu gibi, devlet içinde devlet rolü kesiyor. O da yetmiyor, “derin devlet” rolüne yatıyor. “Yabancı el”, tek başına bütün bir bedene hükmetmeye cüret edebiliyor. Bizim bu hastalığı tedavi etmemize izin vermiyor. Hasta “yabancı el”in bu hükmünü reddedersek, bizi boğmaya kalkıyor. Hastalığın en ileri boyutunda, “yabancı el”, bütünden bağımsız bir iradesi varmış gibi davranıyor.

Bu milletin önünde iki çıkış yolu var: 1. Ya bu onur kırıcı hastalıktan kurtulmak. 2. Ya da, kendine yabancılaşmış, hatta kendini boğmaya çalışan bu elden kurtulmak.

Birilerince peydahlanıp bu milletin başına musallat edilen malum zümre, “yabancı el” rolü oynuyor. Biz, bedenimizde bizi boğmaya çalışan “yabancı el” istemiyoruz.

 

Yorum Yaz